Kırkbeş yaşındaydım. Boyum 1.65, kilomu hatırlamıyordum.

Sabah, öğlen ve akşam avuç dolusu ilaç alıyordum. Hastalığım için aldığım ilaçlar başka rahatsızlıklara sebep olduğu için ayrı ilaçlar. İşin kötüsü her biri başka rahatsızlıklara ve sorunlara neden olan bir sürü ilaç. Tenim, nefesim rahatsız edici bir şekilde ilaç kokuyordu. Aldığım ilaç sayısı arttıkça her geçen gün sanki asıl tedavi olması gereken hastalığım için aldığım ilaçlar daha etkisiz hale geliyordu. Dudaklarım kuru, hissiz ve buruşuk. Kollarım ve bacaklarım incecik ellerimin üzerinde damarlar belirgin ve yaşlı görünüyordu.
Bu durumun bir de psikolojik tarafı var. Sabah yataktan kalkıp evin içinde akşamdan kalma alkolikler gibi dolaşıyordum, bu arada unutmadan,  benim o günlerdeki sabahlarımın saati öğleden sonra iki ya da üç gibi oluyordu. Dayanılmaz ağrılarım ve avuç dolusu ilacın yarattığı yan etkilerden sabaha karşı aldığım sakinleştirici ve antidepresanlarla uyuyabiliyordum. Kalkınca amaçsız, ağız tatsız, keyifsiz ve zevksiz sadece nefes alıyordum.

Sponsor Bağlantılar

Onbeş ve onsekiz yaşında iki oğlum var.

Eşim; ben hastalandıktan sonra çocuklara hem anne, hem baba oldu. Bir yumurta kırıp pişiremeyen adam, işten gelir gelmez direk mutfağa geçip dolaptan pişireceği yemeklerin malzemelerini hazırlayıp, üstünü değiştirmeye yatak odasına gider oldu.

Yatak odası…

Beş yıldır yatak odasında yatmıyorum, oturma odasındaki üçlü koltuk neredeyse şeklimi aldı.

Koca beş yıl.

Koca beş yıl gittiğim tek yer hastane ve eczaneydi. Ne kimseyle görüşüyor ne de gelmelerini istiyordum.

Her geçen gün kendimi daha kötü hissediyordum. Vücudum hiçbir şekilde tedaviye cevap da vermiyordu.

Bir kısır döngü içersinde dönüp duruyordum kobay fareleri gibi. Gerçi onlar daha hareketli ve daha mutlu olmalılar… Belki de. Kim bilir.

Etrafa baktığımda her yer sarı ve tonlarında gözüküyordu. Bu ilaçlar renk ayrımını da bozmuştu sanırım.

Aynaların evde asılı oldukları yeri unuttum desem yeri var. Tarağımı en son nereye koyduğumu da unutmuştum.

Günler geçip gidiyordu her biri diğerinin aynında. Tatsız ve hasta.

Hem beden hem ruhum hastaydı. Tek kıyafetim pijamalarım ve eşofmanlarım olmuştu. Çocuklar ve eşim ilk yıllar çok önemsemediler, atlatabileceğimi sandılar. Sonra özel bir çabayla destek oldular. Son dönemde de herkes içine kapandı. Mümkün olduğunca az konuşup otomatik bir şekilde görev dağılım ve nöbetleşe işlerini yapıp herkes kendi dünyasına çekiliyordu. Bana ilişmiyorlardı, karışmıyor, herhangi bir şey istemiyorlar, geçici misafir gibi davranıyorlardı. Amaçsız, öylesine saçma bir bitki gibi ki bitkilerin bile dönem dönem hayranlık uyandıran görünümleri olur.

Ben her zamanki gibi öğleden sonra ağzımda, içine acı isot doldurulmuş çamur yemiş bir tat, balyozla kafama darbe almış gibi çok şiddetli bir ağrıyla uyandım. Duyduğum her ses, gördüğüm her ışık gözlerimi kısmama vücudumun kasılmasına sebep oluyordu. Küçük oğlum okuldan geldi, bana öylesine bir baktı ve üzerini değiştirmek üzere odasına gitti. Tekrar döndüğünde yüzünde garip bir ifade vardı. Bana baktı, tam karşıma oturdu sessizce beni izledi. Hiç bir şey söylemeden öylece izledi, izledi, izledi. Sonra hafifçe öksürdü,

“Anne” dedi ve bekledi. Bir dakika sonra,

“Anne”

Ben cevap vermiyor sadece ona bakıyordum,

“Anne, sen ne yapıyorsun?” dedi sonunda.

Bilmem anlamında dudaklarımı büküp, omuzlarımı kaldırdım, yatağı işaret ettim.

“Daha ne zamana kadar burada yatmayı düşünüyorsun?” dedi.

Gözlerim dolu dolu oldu. Yine dudaklarımı büktüm. Damarları fırlamış ellerimle üzerimdeki battaniyemi düzeltirken, başımı bilmiyorum anlamında iki yana salladım. O kesin bir kararlılıkla devam etti.

“Anne, farkında mısın biz bu evde dört kişi yaşıyoruz ama üç gibi davranıyoruz”.

O anda tamamen buruşuk ve sarkık yanaklarımdan yaşlar süzülmeye başlamıştı. Uyandığım zamandan daha fazla ağrım vardı. Karşıdan bakıldığında belli oluyordu. Ama dedim ya çok kararlıydı. O an çektiğim acı Onun bana söyleyeceklerine engel değildi. Kararlıydı çünkü düşüncelerini daha fazla içinde tutmak istemiyordu. O yüzden acılarıma ve gözyaşlarımı görmezden gelip, aldırmadan devam etti.

“Ev işlerini, alış verişi ve diğerlerini yapmak istemiyor değiliz ama sen bu evde yaşıyorsan, sen de iş paylaşımına katılmalısın. Bu yatakta daha ne kadar kalmayı planlıyorsun? Ben okuldan geldiğimde şu yatak, battaniye ve senin şu hayattan bıkmış acılar içinde kıvranan yüz ifadeni görmek istemiyorum. Burası ortak kullanım alanı ve sen sadece sana aitmiş gibi birçok yerde olduğu gibi burayı da işgal ettin.

Her yerde ilaçların var. Evi hastaneye çevirdin. Bu evde sadece sen yaşıyor ve bu dünyada da sadece sen hastaymışsın gibi, hayatında ve bu evde bizler yokmuşsun gibi davranıyorsun.

Anne! Yüzüme bak! Anne! Bana en son ne zaman dokunduğunu hatırlıyor musun? Ya da en son ne zaman gülümsediğini? Beni sevdiğini ne zaman söylemiştin anne?

Anne, farkındamısın bilmiyorum. Değilsen lütfen fark et! Bu evde üç erkekle yaşıyorsun! Ve yine fark etmeni istiyorum bizler büyüyoruz. Hayatımıza yeni insanlar, arkadaşlar giriyor. Yarın öbür gün sevgililerimiz olacak, evlenmek isteyeceğiz. Sevgililerimizi bu eve mi getireceğiz ha! Sen bize böyle bir hayatı mı uygun görüyorsun. Nişan, düğün, özel günlerimiz olacak! Biz gideceğiz sen ne yapacaksın. Bu koltukla arkadaşlığını devam mı ettireceksin? Aldığın yığınla ilaca yenilerini mi ilave edeceksin?

Çok üzgünüm anne, biz sana böyle bir hayatı yakıştırmıyoruz ama sen kendine yakıştırıyorsun. Dolaylı olarak da bizi işlemediğimiz bir suç için de cezalandırmış oluyorsun.

Şu andan itibaren düşün. Yalnızca düşün! Gerçekten hayatına bu şekilde mi devam etmek istiyorsun?

Cevabın evet ise, bence yaşama sen anne! Gerçekten yaşama!

O zaman öl sen! Öl anne!

Şu durumun zaten ölüden farksız.”

Donup kalmıştım. Hıçkırıklarım boğazıma düğümlenmişti, nefes bile alamıyordum.

Yavaşça ayağa kalktı. Sakince yanıma geldi. Yanağımı sildi, yavaşça öptü ve devam etti.

“Şimdi ben çıkıyorum, sen düşün. Geldiğimde aldığın kararla ilgili konuşuruz.” dedi ve çıktı.

Öylece kalakalmıştım ne diyeceğimi ne yapacağımı bilemiyordum. Bu nasıl bir tokattı böyle arka arkaya yediğim. Uzun uzun kendime acıyarak ağladım. Neden ölmüyordum ki şu ağrılı ve anlamsız hayatta.

Battaniyemi yüzüme kadar çektim. Ağlama şiddetim azalmıştı ama kulağımdaki o sözler göz yaşlarımı dindirmiyordu.

“Bu şekilde devam etmeyi seçiyorsan, o zaman öl sen anne!” ne büyük bir laf.

Battaniyeden alışmış olduğum ilaç kokuları geliyordu. Midem bulandı, yüzümü yıkamak için banyoya gittim. Yüzümü yıkadım ve çok uzun süredir bakmadığım aynaya baktım gördüğüm ben değildim. O ben olamazdım ne olmuştu bana böyle? Bu kadar nasıl değişmiştim?

Sürekli yattığım koltuğun karşısına oturup her santimini inceledim. Kulağımda oğlumun bana söyledikleri tekrar tekrar
dönüyordu. “bu yatakla arkadaşlığın, devam edecekse öl anne!”

Bu yatak her geçen gün beni ölüme yaklaştırıyordu. Oğlum bunu görmüş, ben görememiştim. Oğlum bu yataktan kurtulup yaşamamı istedi ölmemi değil. Yüzümde uzun zamandan beri unuttuğum gülümseme belirdi. Birden bire bir heyecan! Çok halsizdim ama ölmeyeceğim, oğlumun dediği gibi yaşayacağım. Hak ettiğim gibi! İnsan gibi.

Oturduğum yerden kalktım yavaş ve sakince evin tüm odalarını banyo, tuvalet ve mutfağı dolaştım. Yavaş ve sakince.

Mart ayı ve güneşli bir gündü. Perdeler ve panjurlar sürekli kapalı olduğundan ben akşamı sabahı ve güneşi pek fark edemiyordum. Evin tüm panjurlarını açtım evin içi güneş doldu. Telefonu ve fihristi elime alıp ilk olarak doktorumdan ertesi gün için randevu aldım. Temizlik için iki bayan çağırdım. Sonra da bir nakliyeci çağırdım gelirken de büyük koliler getirmesini söyledim. Bayanlar benim kontrolümde evi toparlamaya, kolilemeye ve temizlemeye başladılar.

İlk olarak şeklimi alan beni ölüme taşıyan koltuğu taşıttım nakliye aracına. Bayanlara büyük birer koli verdim tüm evi dolaşıp birisi ilaçlarımı, diğeri de bana ait kullandığım her şeyi toparladı.

Tekrar dolaştım eskiye ait çatlak vazo, daha önceden kırılıp atmaya kıyamayıp yapıştırdığım her türlü biblo ve süs eşyası, belki bir gün lazım olur diye sakladığım ve hiç kullanmadığım ne kadar gereksiz varsa gözümü kırpmadan kolilettim.

Eksilen her şey tuhaf bir şekilde içimde taşıdığım ve bir türlü kurtulamadığım uyuşukluğu da almıştı sanki. Mucizevî bir şekilde kendimi daha iyi hissediyordum.

Birçok şey eksildi. Ev olduğundan daha geniş gözüküyor şu an. Temizlik yapan bayanlara ne yapmak istediğimi anlattım. Onlar evde devam ederken ben de dışarı çıktım. Evimiz için çok hoş koltuk takımı, rengine uygun perde, halı ve içinde çok mutlu görünen yemek masasında oturmuş yemek yiyen dört kişilik bir aile tablosu seçtim. Evin adresini verdim.

Mağazadan sonra kendime giyecek bir şeyler almak için birkaç yere daha uğradım. Ayaklarım titriyor, başım dönüyor, midem bulanıyordu ama direniyordum. Uygun yerlerde müsaade isteyip oturup dinleniyordum. Uzun zamandan beri yataktan çıkmayan birisi için bu kadarı da çok fazlaydı ama sonuna kadar gidecektim. Madem seçimim ölmek değil yaşamaktı, yaşamak için ve yaşamımı güzelleştirecek herşey için ne gerekiyorsa onu yapacaktım. İlk olarak kendime, sonra çevreme.

Yolda yürürken karşımdan gelenler bana gülümsüyordu. Şaşırdım üstümü başımı kontrol ettim komik de bir şey yoktu. Devam ettim yürümeye bir süre sonra baktım yine insanlar bana gülümsüyor. Genç birini durdurup sordum neden güldüklerini.

“Teyzecim, sen bana gülümsediğin için ben de sana gülümsedim. Çok güzel ve mutlu görünüyor, gülümsüyorsun. Ona karşılık verdim “ dedi.

Hem çok utanmış hem de çok şaşırmıştım. Fark etmemiştim gülümsediğimi. Bu çok güzel bir gelişmeydi, güzelin de ötesinde mucizeydi.

Yıllardır gitmediğim güzellik salonuna gittim, saçlarım, kaşlarım, tırnak ve cilt bakımı ayrıca makyajda yaptırıp, yeni aldığım kıyafetleri giydim. Çıkardıklarımı da çöpe attım. Çok güzeldi çılgınca ve özgürceydi.

Eve döndüğümde, perdeleri ve tabloyu takıyor, mobilyaları yerleştiriyorlardı.

Bayanlar çok iyi iş çıkarmışlar. Ev tanınmayacak haldeydi. Çok güzeldi. Ortalıkta gereksiz ve fazlalık hiçbir şey yoktu. Ferah aydınlıktı. En önemlisi saatlerce havalanma, temizlik ve birbirinden güzel ve kokulu mumların sayesinde çok hoş kokuyor ve görünüyordu.

Kapıcıdan dış kapının kilidini ve anahtarlarını değiştirmesini istedim.

Yemek ve hayata tekrar dönüşümü, ikinci kez doğuşumu kutlamak için bir de pasta siparişi verdim. Her şey tamamdı.

Gelmelerine yarım saat kalmıştı ama tükenmiştim. Ayakta durmayı bırak, oturmakta bile zorlanıyordum. Çok önemli olan, kesinlikle içmem gereken ilaçların haricindekileri koliletip kilere kaldırttım. İçeceklerimse mutfakta görünmeyecek şekilde süslü bir kutunun içinde çekmecedeydi.

Sonunda geldiler, eşim büyüğü okuldan, küçüğü de kurstan almış. Üçü birden kapıdaydı. Büyük oğlum kapıda anahtarı uymayan kapıya anlam veremezken büyük ihtimal diğerleri olanlara şaşkınlıkla bakıyorlardı. Bense içerde heyecandan gerçekten ölmek üzereydim. Hem yorgunluk hem heyecan artık bedenimi kontrol edemez hale gelmiştim.

Zile bastılar panikli ve anlayamadığım bir şeyler konuşuyorlardı. Yavaşça kapıyı açıp geri çekildim. Sırayla şaşkın gözlerle ne diyeceklerini bilemez halde içeri girdiler. Eşimin gözleri dolu dolu olmuştu, büyük oğlum defalarca sarılıp kutlayıp öptü. Küçük ise ah! Ciğerimin köşesi. Elinde kocaman bir buket çiçekle gelmişti. Hıçkırarak, sarıldı uzun uzun ve:

“Biliyordum, bize geri döneceğini biliyordum. Ama bu kadarını tahmin etmemiştim .” dedi.

Hep beraber güzel sohbetler eşliğinde yemeğimizi bitirdik, pastamızı hep beraber kestik ve yedik.

Saat çok geç olmadan da yattım çünkü dayanacak gücüm kalmamıştı. Yeni aldığım yatak örtülerinde ve yatak odasında eşime sarılarak uyudum. Sahip olduğum böyle bir güzellikten kendimi nasıl mahrum bırakmıştım.

Ertesi gün doktoruma gittim, olanları anlattım. Kullandığım tüm ilaç isimlerini liste olarak verdim ve tekrar tam kapsamlı bir dizi testten geçmek istediğimi söyledim. Onayladı hemen testler için kan, idrar film, ultrason ve MR çekildi.

Sonuçlar inanılmazdı. Çıkan değerler -ilaçların birçoğunu doktora sormadan bırakmama rağmen-  düşmüştü. Gerçek bir mucizeydi bu olanlar. Test sonuçları tamamlandıktan sonra doktorun açıklamasına göre sadece iki adet zorunlu ilacım kalmıştı.  Dört ila altı ay sonra test sonucuna göre onları da almayacaktım.

Ve bu süre tamamlandıktan sonra almadım da.

Eşimle kısa da olsa tatile gittik ve birlikteliğimize yeni bir sayfa açarak, eskiye göre daha büyük bir sevgi ve saygıyla her şeye en baştan başladık.

Küçük oğluma ne kadar teşekkür etsem azdır. O gün beni o şekilde silkeleyip kendime getirmeseydi, şimdi belki de gerçekten ölmüştüm.  Şu an yaşıyorum, çok sağlıklı ve mutluyum. Bu güzellikler ve daha fazlasını eşim, çocuklarım, eşleri ve torunlarımla paylaşıyorum.

Beni hasta edebilecek olumsuz hiçbir şey düşünmüyorum. Yolda yürürken hiç tanımadığım insanlara selam verip gülümsüyor ve böylelikle sağlığım için gerekli en önemli ilacı alıyorum.

CEYDA GÜLENÇ tarafından “Makale Yarışması” için yazılmıştır…