Aşk-ı Memnu Romanının Özeti  (Olay Örgüsü)

Aşk-ı Memnu RomanıAdnan Bey, elli yaşlarında, zengin, dul bir adamdır. Karısını dört yıl önce kaybetmiş, kızı Nihal ve oğlu Bülent’le yaşamını sürdürmektedir. Boğaziçi sandal gezintileri sırasında sık sık karşılaştığı Firdevs Hanım’ın kızı Bihter’le evlenmeye karar verir.

Sponsor Bağlantılar

Firdevs Hanım, kızlarıyla birlikte Rumeli sahilinde küçük bir yalıda yaşamaktadır. Bu aileden “Melih Bey takımı” olarak bahsedilir. Bu ad, Firdevs Hanım’ın yıllar önce ölen kocası Melih Bey’den gelmektedir. Firdevs Hanım on sekiz yaşındayken Melih Bey’le evlenmiş, fakat bu evlilikte beklediği heyecanı bulamamıştır. Nitekim evlendikten iki hafta sonra yeniden sandal gezintilerine çıkmaya başlamış. Melih Bey, karısının serbest tavırlarına ses çıkaramazmış. Firdevs Hanım, sandal gezintilerinde kimi zaman kocası yanındayken dahi yabancı erkeklerden mektuplar, çiçekler almaktan çekinmezmiş. Peyker ve Bihter adlarında kızları olmuş. Firdevs Hanım için çocukları, yaşlılık belirtisi ve gezip tozmasına engel olan varlıklardır.

Çocukları biraz büyüyünce Firdevs Hanım, gezinti ve eğlencelerine kaldığı yerden devam etmiş. Karısının hafifliklerine daha fazla katlanamayan Melih Bey, bir gün gizlice karısının odasına girmiş, bütün çekmece ve dolapları kırıp dökmüş. Sonunda karısının aşk mektuplarını bulmuş. Bu rezilliğe dayanamamış, bir hafta sonra da kahrından ölmüştür. Firdevs Hanım, kocasının ölümüne üzülmüş. Bu ölüme kendisi sebep olduğu için bir parça vicdan azabı da duymuş. Fakat bu durum fazla sürmemiş, Firdevs Hanım bir ay sonra yeniden gezinti ve eğlence yerlerindeki yerini almıştır.

Firdevs Hanım kırk beş yaşındadır. Otuz yıldır gezinti yerlerinin en tanınmış yüzüdür. Bembeyaz olmuş saçlarını sık sık sarı renge boyayarak gizlemeye çalışır. Halkın kendisi hakkında söylediklerine pek kulak asmaz, “Oh! Halka bakarsanız hiçbir şey yapmamak lazım gelir; bence insan halk için değil nefsi için yaşamalıdır!” diyerek gönlünce yaşar.

Firdevs Hanım’ın büyük kızı Peyker, Nihat Bey’le evlenmiş. Firdevs Hanım bu evliliğe şiddetle karşı çıkmasına rağmen yine de engel olamamıştır. Peyker’in evlenmesi yetmezmiş gibi bir süre sonra bir de çocuk beklediğini öğrenince bütün dünyası başına yıkılmıştır. Çünkü Peyker’in anne olması demek, Firdevs Hanım’ın annelikten büyükanneliğe geçmesi, yani yaşlandığının resmen belgelenmesi demektir.

Firdevs Hanım kızlarıyla sandal gezintisine çıkar. Bir ara yanlarından başka bir sandalla Adnan Bey geçer. Adnan Bey az önce, Bihter’le evlenme isteğini bildirmek üzere Firdevs Hanım’ın yalısına gitmiştir. Firdevs Hanım, Adnan Bey’in kendisine baktığını zanneder. Fakat Adnan Bey, Bihter’e bakmıştır.

Eve döndüklerinde Nihat Bey, gayet neşeli bir tavırla müjdeli haberi verir. Adnan Bey’in az önce gelip Bihter’le evlenme isteğini bildirdiğini söyler. Firdevs Hanım, yaşına uygun biri olarak kendisi dururken, kızı yaşındaki Bihter’i istemesine çok kızar. Kızı Bihter’i kıskanır. Adnan Bey’in yapmış olduğu bu evlilik teklifi, henüz yirmi iki yaşında genç bir kız olan Bihter’i çok heyecanlandırır. Firdevs Hanım, Adnan Bey’in çok yaşlı olmasını ve iki çocuğunu gerekçe göstererek bu evliliğe karşı çıkar. Bihter, Adnan Bey’in yaşını ve çocuklarını bir engel olarak görmez, annesinin aksine bu evliliğe sıcak bakar. Bihter’i asıl heyecanlandıran, büyüleyen şey, Adnan Bey’in çok zengin olmasıdır. Bihter uzun ve sert bir tartışmadan sonra annesini ikna etmeyi başarır.

“Zaten Adnan Bey o adamlardan biri idi ki onlar için yaş en adi bir ehemmiyet derecesinde kalır. Çocuklar?.. Bilakis Bihter’in hoşuna gidiyordu… ‘Bana, anne diyecekler, öyle mi? Mini mini bir anne! Yirmi iki yaşında iken bir genç kızın annesi olmak!.. Hele oğlan!.. yumuk yumuk gözleriyle bir bakıyor ki…’” (…)

“Adnan Bey’le izdivaç demek Boğaziçi’nin en büyük yalılarından biri; o önünden geçilirken pencerelerinden avizeleri, ağır perdeleri, oyma Louis XV ceviz sandalyeleri, iri kalpaklı lambaları, yaldızlı iskemleleriyle masaları, kayıkhanesinde üzerlerine temiz örtüleri çekilmiş beyaz sandalla maun sandalı fark olunan yalı demekti. Sonra Bihter’in gözlerinin önünde bu yalı bütün hayalinin tantanasıyla yükselirken üzerine kumaşlar, dantelalar, renkler, mücevherler, inciler serpiliyor; bütün o çılgıncasına sevilip de alınamayarak hasret kalınmış şeylerden oluşan bir yağmur yağıyor, gözlerini dolduruyordu.” (s.44-45)

“‘Evet!’ diyordu. ‘Buraya geliniz, görkemli yalılar, beyaz sandallar, maun sandallar, arabalar, kumaşlar, mücevherler, bütün o güzel şeyler, bütün o parlak emeller… Siz, hepiniz, buraya geliniz…’” (s.60)

Adnan Bey, Firdevs Hanım’ın yalısına giderek Bihter’le evlenmek istediğini söyledikten sonra yalıya döner. Oldukça hassas ve kırılgan bir kişiliğe sahip olan kızı Nihal’e, annesinin yerini almak üzere yalıya bir kadının geleceğini nasıl söyleyeceğini düşünür. Adnan Bey otuz yaşında evlenmiş, on altı yıllık evlilik hayatı boyunca sürekli olarak karısının türlü hastalıklarıyla uğraşmış, fakat acı sona engel olamamıştır. Adnan Bey, karısını dört yıl önce kaybetmiştir. Annesinin ölümünden sonra Nihal, uzunca bir süre bu şoku üzerinden atamamış, hastalanmış, geceleri korkunç kâbuslar görmüştür. Bu süre zarfında Adnan Bey kızıyla yakından ilgilenmiştir. Nihal’in babasına olan düşkünlüğü artmıştır. Adnan Bey, Bihter’le evleneceğini kızına söylemeye cesaret edemez. Bu konuda Mlle de Courton’dan yardım ister.

Nihal, babasının genç bir bayanla evleneceğini mürebbiyesinden öğrenir. Akşam yemeğinde lokmalar boğazına düğümlenir, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar. Ertesi sabah Nihal, babasının yanına gelir, boynuna sarılır, “Baba!.. Beni yine seveceksiniz, şimdi nasıl seviyorsanız öyle seveceksiniz, değil mi?” der. Babasından “Elbette!..” yanıtını alınca, “Öyle ise zarar yok, gelsin!..” diyerek bu evliliği onaylar.

Mlle de Courton, Adnan Bey’in yalısına Nihal dört yaşındayken gelmiştir. Babası tüm mirasını at yarışlarında kaybetmiş, daha sonra da intihar etmiş. Babasının ölümünden sonra Paris kaldırımlarına düşüp kötü bir kadın olmaktansa, akrabasının yanında fakir bir yaşam sürmeyi tercih etmiş. Kaldığı evde yediği ekmeği hak etmek için kendi isteğiyle çocukların eğitim ve terbiyesini üzerine almış. Yaşadığı bir güceniklik nedeniyle Fransa’dan ayrılarak Beyoğlu’na, seçkin bir Rum ailesine mürebbiyeliğe gelmiş. Uzunca bir süre burada mürebbiyelik yapmış. Daha sonra Adnan Bey’in yalısına gelmiş. Nihal henüz dört yaşındaymış. İki sene sonra Bülent doğmuş. Adnan Bey’in karısının sağlık durumu doğumdan sonra kötüye gitmiş, iki sene sonra da ölmüş. Ölmeden önce Mlle de Courton’u yanına çağırtmış, ondan bir öğretmenden çok bir anne olmasını istemiş, çocuklarını ona emanet etmiş. Gururlu ve prensip sahibi bir bayan olan Mlle de Courton, Adnan Bey kendisine karşı çok saygılı ve kibar davrandığı için bu eve olan sevgisi ve bağlılığı günden güne artmıştır.

Behlül, Adnan Bey’in yeğenidir. Babası başka şehirlere tayin edildiği için kalan eğitimini Galatasaray’da yatılı olarak sürdürmektedir. Haftada bir gün amcası Adnan Bey’in yalısına gelir. Behlül aşırı derecede eğlence düşkünü, pek çok kadınla ilişki yaşayan yirmi yaşında bir gençtir.

“Behlül o gençlerden biri idi ki onlar yirmi yaşında hayatı tamamıyla öğrenmiş olurlar, mektepten hayata çıkarken sahneye ilk defa çıkan acemi bir sanatkârın heyecanını
duymazlar, hayat onlar için mektepte bütün sırlarıyla öğrenilen bir komedi hükmündedir,” (s.110)

Hayat onun için uzun bir eğlence idi…

Eğlenmek… Bu kelimenin manası da Behlül’de değişime uğramış idi. O hakikatte hiçbir şeyden eğlenmezdi. Bütün eğlence yerlerine koşardı, bütün gülünecek şeyleri arardı, ihtimal herkesten ziyade gülerdi; fakat eğlenir miydi? Eğleniyor görünürdü, onun için eğlenmek, eğleniyor görünmek demekti. Bütün gülüşlerinin, eğlenişlerinin altında saklı bir can sıkıntısı vardı ki onu daima bir zevkten diğerine sevk ederdi. Geceyi Tepebaşı’nda bir opereti dinleyerek geçirdikten sonra ertesi gün Erenköy bağlarında bir siyah çarşafın peşinde dolaşırken görülürdü; bir pazar günü Konkordiya şarkıcılarından birini araba ile Maslak’a kadar götürür, bir Cuma günü Çırçır Suyu’nda saz dinlerdi. İstanbul’un hiçbir eğlence yeri yoktu ki Behlül oradan bir zevk hissesi almasın.” (s.111-112)

Behlül ile Nihal arasında sekiz senelik bir yaş farkı vardır. Behlül, kendisini bir ağabey olarak görür, Nihal’i kızdırmak, iğnelemek için elinden geleni yapar. Behlül ile Nihal arasında sürekli olarak tatlı bir didişme yaşanır.

Mlle de Courton, çocukları on beş günlüğüne Ada’ya, büyük halalarının yanına götürür. Nihal, annesinin yerini alacak olan Bihter’in, babasını elinden alacağını, babasının kendisini eskisi gibi sevmeyeceğini düşünür. Yalıya dönerler. Nihal, babasına karşı daha mesafeli davranmaya başlar.

Bu arada Nihal genç kızlığa adım atmaktadır. Davranışlarında zaman zaman dengesizlikler olur; olur olmaz şeylere sinirlenir, küser, yalnız kalmak ister. Nihal’e yeni elbiseler, çarşaflar alınır. Nihal’in genç kızlığa geçişi evde küçük bir tören havasında gerçekleşir.

Adnan Bey ile Bihter’in evlenmelerinin üzerinden bir yıl geçmiştir. İki ev halkı, Adnan Beyler ile Firdevs Hanımlar Göksu’ya pikniğe giderler. Behlül, Peyker’i yakın takibe alır, onu baştan çıkarabilmek için saatlerce dil döker. Peyker oğlu Feridun’la ilgilenirken, Behlül ensesinden öper. Peyker, Behlül’ün tacizlerine daha fazla dayanamaz, engel olur. Behlül kafasını kaldırıp etrafına baktığında Bihter’le göz göze gelir. Behlül, daha sonra Firdevs Hanım’ın yanına gider, aşk maceralarını süsleyerek anlatır, ona kur yapar. Behlül bıkıp usanmadan Peyker ile Firdevs Hanım’ın peşlerinde dolanır.

Göksu gezisinde Behlül’ün Peyker ile Firdevs Hanım’a yaptığı kurlar, Bihter’in tatmin edilemeyen kadınlık duygularını su yüzüne çıkarır. Göksu gezisinden dönüldüğü akşam Bihter, yorgun olduğunu söyleyerek odasına çıkar. Karanlık odasında derin bir yalnızlık duygusuna kapılır. Ruhunun derinliklerinde alevlenen bir ateşin kendisini yaktığını düşünür. Üzerindeki elbiseleri yavaşça soyar, rüzgârın serinliğini vücudunda hissetmek ister.

“Bihter bu serin gecenin karşısında işte böyle bir ateş hissediyor ve üşümek, üşümek istiyordu. Meselâ, şimdi, denizde, suyun içinde olsaydı… Rüzgâr hep hamle hamle püskürüyor, yakasından, omuzlarından girerek, sinesinden kayarak onu soğuk dudaklarla öpüyordu. Böyle, rüzgârın buseleriyle kuşatıldıkça, daha fazla açılmak, daha fazla öpülmek istiyordu.” (s.199)

Tam bu esnada Adnan Bey gelir. Karısını pencerenin önünde çıplak bir halde görünce şaşırır. Birden karısına sarılıp onu öpmek ister. Bihter, kocasına karşı garip bir soğukluk hisseder. Yalnız kalmak istediğini söyleyerek kocasını dışarı çıkarır. Bihter o gece, bir yıllık evliliğinin muhasebesini yapar. Yaşlı kocasına gençliğini, bedenini vermiş; fakat ruhunu, kalbini verememiştir. Kocasını düşündüğünde, âdeta ruhunun üşüdüğünü hisseder. Bihter, Adnan Bey’le evlendikten sonra hayal ettiği maddî olanaklara fazlasıyla kavuşmuş, ancak gönlü yoksul kalmış, aşka, sevgiye, heyecana susamıştır.

Bihter’in zihninde bir an, Göksu gezisinde Behlül’ün Peyker ve Firdevs Hanım’a yaptığı tacizler canlanır.

“Onu Peyker’in arkasında dudakları ateşli bir buse ile Peyker’in ensesinden öpmek için orada can veriyor gördü; daha sonra çapkın bakışlarıyla hamakta Firdevs Hanım’ı sallarken gördü.” (s.209)

“Sevmek, sevmek istiyordu. Hayatında yalnız bu eksikti; fakat hayatta her şey bundan ibaretti: Sevmek, evet, bütün mutluluk yalnız bununla elde edilebilirdi… Sevmek istiyordu, ateşler içinde delice bir aşk ile sevecek mesut olacaktı. İşte şimdi bu şatafatlı odanın servetleri içinde siyah mermerlerle örülmüş bir mezarda diri diri gömülmüş gibiydi. Nefes alamıyor, boğuluyordu; bu mezardan çıkmak, yaşamak, sevmek istiyordu.” (s.211-212)

Karanlıktan sıkılan Bihter, kandili yakar. Sarı bir ışık odanın içine yayılır. Bihter, çıplak bedenini aynada görür, bir süre kendi vücudunu seyreder. Kendisini çok güzel bulur. Bu güzel vücudun aşktan, heyecandan uzak bir şekilde çürümeye mahkum olduğunu düşünür.

“Kendisine, kendi güzelliğine gülüyor ve böyle istifade olunmamaya mahkûm bu güzelliğe gülerken ağlamak istiyordu. Demek bundan sonra, evet bu gece, nihayet bir senelik saldırıdan sonra artık üstün olunamayan vücudunun gençlik isyanı her vakit böyle karşısına çıkacak, sevmek, kucaklamalar içinde mest olmak isteyen mustarip ruhu onu böyle hırpalayacak, ezecek ve bu güzellikler boş emeller içinde çırpına çırpına mahvolacaktı…” (s.217)

“Oh! Ne yanılmış idi!.. Ona sevmek, sevmek lazımdı, sevemeyecek olursa ölecekti. Fakat nasıl sevecek? Sevmek, bu artık kendisi için memnu (yasak), imkânsız bir şey değil miydi?” (s.218-219)

Bülent yatılı okula gönderilir. Kardeşinin ayrılığı Nihal’in kalbini derinden sızlatır. Gece olup da kardeşinin boş yatağını görünce ağlamaya başlar. Bu konuda Bihter’i suçlar. Bir haftalık bir ayrılıktan sonra Bülent yalıya gelir, okulla ilgili gözlemlerini biraz süsleyerek, biraz da abartarak anlatır.

Nihal, hizmetçilerin bir odaya kapanıp gizli gizli konuştuklarını görür. Ne olup bittiğini anlamak için yanlarına gider. Hizmetçilerden Şakire Hanım, kocası Süleyman Efendi ve kızları Cemile’nin yalıdan ayrılacaklarını öğrenir. Hizmetçiler –Şakire, Nesrin, Şayeste– ağız birliği etmişçesine Bihter Hanım’ın aleyhinde konuşurlar. Şakire Hanım’ın Bihter Hanım tarafından uzaklaştırıldığını söylerler.

“Gidiyorlar, artık bu evde oturamayacaklar. Sade onlar değil, bu evde hiçbir kimse oturamayacak. Biz şimdi hepimiz göze batıyoruz… Birer birer hep kolumuzdan tutularak, sokağa atılacağız. Bizden kurtulduktan sonra artık rahat etsinler…” (s.229)

Ağustos sonlarında gidilen Göksu gezisinin üzerinden yaklaşık dört ay geçmiştir. Dışarıda lapa lapa karlar yağmaktadır. Bihter, sipariş ettiği şekerlerini almak için Behlül’ün odasına girer. Odayı, yanmakta olan sobanın kapağından çıkan alevler aydınlatmaktadır. Behlül, masanın üzerinden küçük şeker kutusunu alırken resimler kayarak yere düşer. Bunlar genç kız resimleridir. Bihter kanepeye oturur, sobanın alevlerinin aydınlığında bu resimlere bakar. Behlül elini, sanki tesadüfen olmuş gibi Bihter’in dizine koyar. Bu arada sobanın alevi geçmiş, odanın içi karanlık olmuştur. Birden her ikisi de titrer, kalplerinde garip bir heyecan duyarlar. Birkaç dakika kıpırdamadan sessizce dururlar. Bihter şekerleri hatırlayarak
kalkmak ister. Behlül biraz daha kalması için yengesine ısrar eder, yanındayken çok mutlu olduğunu, birbirlerini çok seveceklerini söyler. Pencerenin önüne gelip birlikte karın yağışını seyrederler. Bihter, Göksu gezisine gittikleri günün gecesini hatırlar, derin bir uçuruma yuvarlanıyormuşçasına korku duyar. Odadan çıkmak ister. Behlül engel olur, Bihter’i öpmeye başlar.

Behlül, yengesi gittikten sonra daha rahat düşünebilmek için bir kibrit ararken, yakınlaşmalarına vesile olan şekerleri görür. Kutuyu açarak içinden bir tanesini ağzına atar. Şimdiye kadar başından geçen aşk maceralarını birer birer hatırlamaya başlar. Yaşadığı aşklar bir anda gözünde değersizleşir. Bihter’le yaşayacağı aşkı, daha öncekilerin hepsinden üstün sayar. Hayatındaki sevda oyunlarına da Bihter’le son noktayı koyacağını düşünür.

Behlül çok sayıda kadınla ilişki yaşadığı için kadınlardan bıkmıştır. Hiçbir ilişki onun kalbinde küçük de olsa bir kıpırdanma meydana getirmez. Kadınları birer oyuncak gibi görmekte, onlarla oynamaktadır. Fakat Bihter’le yaşayacakları aşk, herkesin yaşayabileceği türden değildir. Behlül’ün Bihter’e karşı duyduğu, saf bir aşktan çok, yasak aşkın verdiği heyecandır.

“Birden kendisini yükselmiş, adi sevişmelerin, rezil ilişkilerin üstüne çıkmış buluyordu. Artık hayatının küçük küçük aşk hikâyeleri kapanmış, şimdi her türlü ihtiraslarıyla, emelleriyle, ateşleriyle, mutluluklarıyla uzun bir sevda hikâyesi başlamış idi. Bütün o eski hatıraları hakir görüyor, düşük buluyordu. Onlar çocuklukta karalanıp da artık varlıklarından utanılan, yırtılıp atılmak, yakılıp kül edilmek istenen müsveddeler seviyesine düşmüş idi. Şimdi aşk hayatının mükemmel bir eserini yazacaktı ve artık bu eserinden sonra sevda hayatını kapayabilirdi.” (s.247-248)

“Bu aşk bütün tehlikeleri ve zorlukları ile onun için daha çekici, daha ihtiraslı bir şey olacaktı. Kendisini bir hikâyenin kahramanı gibi önemli kabul ediyordu. Eski sevişmelerinin hepsini inkâr ediyor, onların hiçbirinde, asıl aşktan beklenen şeyleri, o ruhu titretip mahveden heyecanları, cinnetleri, hatta gözyaşlarını, ıstırapları duymadığına, görmediğine karar veriyordu; fakat Bihter bunları hep verecekti, asıl onu sevecekti, hayatının hemen tek aşkı bu olacaktı. Ötekiler hep bir yığın oyuncaktan ibaret kalacaktı.” (s.253)

“Herkesin gözleri önünde kimseye hissettirmeksizin sevişmek… Oh! Bu gizli şeyde öyle küçük mutluluklar olacaktı ki… Herkesin içinde Bihter’e yabancı dururken onun bir bakışı olacaktı ki kendisine: ‘Ben seninim, yalnız seninim!’ diyecekti.” (s.253-254)

O geceden sonra Bihter, kendisini kirlenmiş hisseder. Behlül’ü sevmemektedir, ona âşık değildir; fakat bir anda ne olduğunu anlamadan kendisini onun kollarında bulmuştur. O gecenin sabahında Adnan Bey gelip karısını öpmüş, Bihter hiçbir heyecan duymamıştır. Gayet normal bir şekilde hayatını sürdürür. Bihter bu aşk günahının verdiği sıkıntıdan, ancak Behlül’ü daha fazla severek kurtulabileceğini düşünür.

“Demek bu sabah Bihter, her sabahkinden başka bir Bihter’di. Artık mutsuz, kötü talihine acınacak bir kadın değil, bir daha silinmeyecek bir leke ile kirlenmiş, sefil, murdar bir mahluk idi. Nihayet işte şimdi büsbütün Firdevs Hanım’ın kızı olmuş idi. Bunu kendi kendisine söylüyor ve kendisinden iğrenilecek bir vücuttan kaçarcasına kaçmak istiyordu… Behlül’ü sevmiyordu, hayır, bundan emindi; çapkın bir çocuktan başka bir şey olmayan bu adam hakkında aşka benzer hiçbir şey duymamış idi.” (s.255)

“Nihayet Firdevs Hanım’ın kızı olmuş idi; evet, yalnız onun için gitmiş, bu adamın kollarında kirli bir kadın olmuş idi. Başka bir sebep bulmuyordu. Demek onun kanında, kanının zerrelerinde bir şey vardı ki onu böyle sürüklemiş, sebepsiz, özürsüz Firdevs Hanım’ın kızı yapmış idi. Bütün bu günahın, bu kirin sorumluluğunu annesine yüklüyordu.” (s.256)

“Behlül’ün hatırasında tesadüfle sahip olunmuş bir fahişe hükmünde kalamazdı; artık onun hayatına sahip olmalıydı, onu sevmeliydi, sevmeye çalışmalıydı; bu aşk günahına öyle bir gelecek yolu belirlemeliydi ki onu alçaltmak değil yükseltsin. Evet, bunu ancak aşk temizleyebilirdi.

Bu sabah Adnan Bey, onun odasına gelip de ‘Gülüm, beni bu sabah öpmüyor musun?’ dediği zaman Bihter hiçbir şey duymayarak, hatta dudaklarında bir çekinme hissetmeyerek kocasını öpmüş ve sonra bu kadar kayıtsız kalışına şaşırmış idi. Demek, böyle kalbinde hiçbir şey titremeden vücudunu başka birisine verdikten sonra dudaklarını kocasına uzatabilmiş idi; demek bu kadar hissiz, bu kadar kayıtsız idi? Kendi kendisine şaşıyordu. Onda bir şey bu suskunluğa karşı isyan ederken diğer bir şey onu kabul ediyor, doğal karşılıyordu.” (s.257-258)

Bir hafta sonra Bihter ile Nihal, Firdevs Hanım’ın yanına giderler. Nihal’in giyeceği bir elbise için kendisinden fikir alırlar. Yalıya döndüklerinde Behlül, konuşmak istediğini söyleyerek Bihter’i odasına çeker. Bihter’in kalbini ve güvenini kazanabilmek için özlem dolu sözler söyler.

“Oh! Bilseniz, sizi sevmekle neler kazanıyorum; hayatımı, kendimi, varlığımı, işte siz bana bunları kazandırıyorsunuz. Sizi sevmeden evvel hissiz, ruhsuz bir şeydim; bütün o koştuklarım, o uğraştıklarım yapılmak için yapılmış şeyler, boş geçirilmek istenilmeyen bir gençliği doldurmuş olmak için icat olunan yalanlardı. Anlıyor musunuz? Bütün o hayat baştan başa bir yalandı…

Bilsen Bihter seni nasıl seviyorum? Seni ölünceye kadar, öldükten sonra bile, nasıl seveceğimi bilsen… sen de beni seviyorsun, değil mi, Bihter? Benim olacaksın, yalnız benim, değil mi?” (s.270)

Bir hafta sonra yaşanan bu ikinci buluşmadan sonra, Bihter’in iç dünyasında verdiği sıkıntılı savaş sona erer. Yaşadığı yasak aşkın getirdiği kaygılar yok olur. Artık kendi kendisine Behlül’ü sevdiğini itiraf eder. İçindeki aşk susuzluğunu, Behlül’le giderecektir. Bu yasak aşk, içinde türlü tehlike, zorluk, gençlik, heyecan gibi unsurları barındırdığından hem Bihter hem de Behlül’e çekici gelmektedir.

“Bu aşk onlar için asıl tehlikeleriyle, zorluklarıyla çekici oluyordu. Herkesin gözü önünde herkesten saklanan, yalnız, ikisine ait gizli bir hayat vardı ki bütün güzellikleriyle onları daha fazla birbirine yakınlaştırıyor, ilişkilerine fazla bir samimiyet veriyordu.” (s.271)

Bir gün Behlül, Bihter’e bütün bir geceyi birlikte geçirmeyi teklif eder. Bihter kendi odasında değil de Behlül’ün odasında olmak şartıyla bu teklifi kabul eder. Behlül’ün yazı odasında bir kapı ile geçilen küçük bir yatak odası vardır. Heyecanla bu gecenin gelmesini beklerler.

“Bir gece herkes uyuduktan sonra, o, yatağından süzülerek inecek, çıplak ayaklarına terliklerini takacak, omuzlarına bir şey atacak, nefes almaktan korkarak kapısını açacak… Ah! O heyecan dakikası!..” (s.275)

Behlül, genelde haftanın yarısını dışarıda geçirirken, bu tekliften sonra her gün yalıda kalır. Bir ay kadar sonra, bir gece Bihter üzerinde geceliğiyle gizlice Bihter’in odasına gider. Bihter, Behlül’e şayet bir gün yakalanırlarsa ne olacağını sorar. Behlül bu soruyu, Bihter’in kendisine güvenmesi ve korkmaması için, “Ne iyi olurdu… O zaman sizinle beraber buradan
giderdik. O zaman büsbütün mutlu olurduk!..” (s.290) diye yanıtlar. Behlül’ün her şeyi terk edip kendisiyle geleceğini söylemesi, Bihter’i rahatlatır. Geceyi birlikte geçirirler.

“Kapıyı açarken titriyordu. Gürültü olup olmadığını anlayamadı, odasına girip kapısını kapadıktan sonra bir müddet durdu, etrafını dinliyordu. Hiç, hiçbir ses yoktu. Bu büyük ev derin bir uyku içinde, her şeyden habersiz, geniş geniş nefeslerle uyuyordu.

Demek gecelerin kara gözlerinden başka hiçbir göz onu görmemişti, demek bu kadın bu geceyi başka bir odada geçirmiş idi ve bunu kimse bilememişti. Bihter bu derece kolay olabildiğine şaşıyordu. Şu hâlde isterse yarın gece, isterse her gece oraya gidebilecekti.

Nihayet belki bir defa görülebilirdi, fakat bundan artık korkmaya sebep yoktu; mademki onunla beraber gideceklerdi, ta okyanusların öte tarafına…” (s.292-293)

Kardeşi Bülent’in odasının ayrıldığını öğrenince Nihal, çılgına döner. Yine Bihter’i suçlar. Nihal doğru babasına koşar. Ancak Adnan Bey, Bülent’in büyüdüğünü, artık ablasıyla aynı odada kalmasının uygun olmayacağını belirtir.

“Nihal dondu. Nasıl, nihayet Bülent’i büsbütün ondan alıyorlardı, haftada bir gece bile ablasına bırakmak istemiyorlardı…

Bunlar hiçbir şey için yapılmıyor, yalnız beni, anlıyor musunuz? Bu evin içinde artık fazla gelen kızı kahretmek için yapılıyor. İtiraf etseniz a, niçin saklıyorsunuz, sanki? Siz beni herkesten uzaklaştırmak, yapayalnız bırakmak istiyorsunuz, işte geldiğinizden beri buna çalışıyorsunuz.” (s.314-315)

Bir gün Nihal, mürebbiyesi Mlle de Courton’un memleketine gönderileceğini öğrenir. Nihal’in Bihter’e karşı duyduğu kin ve nefret bir kat daha artar. Babasının, bu kadının elinde âdeta bir oyuncak gibi kullanıldığını düşünür.

Firdevs Hanım’ın, yalısındaki rutubet nedeniyle dizlerindeki sızılar artar. Misafir olarak Adnan Bey’in yalısına gelir. Nihal, gittikleri bir düğünde Firdevs Hanım’ın herkesçe bilinen kötü ününü öğrenmiş olduğundan ondan pek hoşlanmaz.

Behlül ile Bihter bütün bir kışı birlikte geçirirler. Behlül zamanla Bihter’den bıkar, onunla birlikteyken ilişkilerinin başında duyduğu heyecanı duymaz. Bu soğukluğun, Bihter’in yumuşak huylu olmasından, hiç küsmemesinden kaynaklandığını düşünür.

“Bihter ona küsseydi, birkaç hafta, evet, yalnız birkaç hafta dargın olsalardı, Behlül, beş dakika yalnız görüp, sonunda affettirmeyi başarmak için günlerce fırsat bekleseydi, sonra gözyaşları içinde tekrar birbirinin kollarına atılsalardı, öyle zannediyordu ki o zaman şimdi istemeksizin düşündüklerini düşünmeyecekti.” (s.346)

Bir gün Behlül, Nihal’in piyanoda çaldığı parçaları dinlerken, Beyoğlu’nda geçirdiği eğlence gecelerinde tanıştığı Kette adındaki Hollandalı kız arkadaşını hatırlar. Birden, onu görmek için içinde şiddetli bir arzu duyar. Hemen o akşam Kette’nin yanına gitmeye karar verir. Nihal’den borç para alır. Evden çıkarken Bihter’le karşılaşır. Küçük bir iş için İstanbul’a gideceğini söyler. Bihter, Behlül’ün gözlerinden kendisine yalan söylediğini anlar.

Nihal’i dinleyenler arasında Beşir de vardır. Beşir, Nihal’i karşılıksız bir aşkla sevmektedir. Nihal’in üzüldüğünü gördükçe, kendisi de için için kahrolmaktadır. Beşir, duygularını açmaya cesaret edemez. Nihal’in dizlerine kapanarak ağlar, ağlar…

Adnan Bey, karısının kendisini sevmediğini hissetmektedir. Bihter, çoğu gece yorgunluk ve rahatsızlık gibi bahanelerle kocasını dışarı çıkarıp odasının kapısını kilitlemektedir. Bir gün Adnan Bey’in içine, Bihter ile Behlül arasında bir ilişki olabileceği şüphesi düşer. Fakat zihnini şöyle bir kurcaladığında, bu şüphesini haklı çıkaracak bir şey hatırlamaz. Fakat yine de yeğenine karşı kin duyar, onun gençliğini kıskanır.

Mlle de Courton, Bihter ile Behlül arasındaki gizli ilişkiyi bilmektedir. Bunu anlayan Bihter, çıkması muhtemel bir tehlikeyi önlemek amacıyla, Mlle de Courton ile konuşur, Nihal’in artık genç bir kız olduğunu, bu nedenle de bir mürebbiyeye ihtiyacı kalmadığını söyler. Soylu bir kadın olan Mlle de Courton, evden kovulmayı kendisine yakıştıramadığından, Adnan Bey’le konuşarak ailesini çok özlediğini söyler, memleketine gitmek için izin ister.

Behlül, üç gün sonra yalıya döner. Kette ile geçirdiği üç geceden sonra ondan da bıkmış, yeniden Bihter’e koşmuştur. Odasına girdiğinde pencerenin önünde Bihter’in ıslak mendilini görür. Yerdeki birkaç damla da gözüne çarpar. Bihter’in burada kendisini ümitsizce beklerken acı çektiğini, gözyaşı döktüğünü anlar. O sırada içeri giren Nihal, Behlül’ün elindeki mendili görür. Mendilin Bihter’e ait olduğunu bilir.

Firdevs Hanım’a Mlle de Courton’un odası verilir. Adnan Bey, Firdevs Hanım’a Emma adında Alman bir hizmetçi tutar. Firdevs Hanım çok geçmeden kızı Bihter ile Behlül arasında bir ilişki olduğunu sezinler. Her zaman olduğu gibi, kızlarının mutluluklarını engellemek için yapacağını yapar. Behlül ile Nihal’i birbirine yakıştırır. Nihal gibi genç ve güzel bir kızı elinden kaçırmaması için Behlül’e sürekli olarak baskı yapar. Bu konuşmaları geri planda duyan Beşir ise, güçlü bir sarsıntı yaşar.

Bihter, kendisini aldattıktan sonra günlerce Behlül’le konuşmaz. Behlül, Bihter’den tümüyle kopmak istemez. Yine birlikte olmaya başlarlar, fakat ilişkilerinde eski heyecan ve tadı bulamazlar. Behlül ara sıra yalıdan ayrılır başka kadınların kollarına gider. Evin içinde Behlül ile Nihal’in birbirine yakıştırılması, bu konuyla ilgili şakalar yapılması Bihter’i derinden yaralar.

Behlül’ün, en başından beri kardeş gözüyle baktığı Nihal’e karşı duyguları zamanla değişir. Ondan hoşlanmaya başlar, onun yanındayken heyecanlanır. Nihal on beş yaşına gelmiş, güzel bir kız olmuştur.

Behlül, Nihal’e kendisini çok sediğini, kendisiyle evlenmek istediğini söyler. Konuşulanları Bihter duyar. Bihter bu evliliğe asla izin vermeyeceğini söyler. Behlül’ü, aralarındaki ilişkiyi Nihal’e söylemekle tehdit eder.

Bihter bir zamanlar bu aşkın yüceliğini savunan, kendisine birlikte uzaklara kaçmayı vaat eden Behlül konusunda yanıldığını anlar. Kendisine aşağılık bir kadın muamelesi yapan bu adamdan nefret eder.

Firdevs Hanım’la Adnan Bey, düğünden önce birbirlerini tanımaları, birbirleriyle kaynaşmaları için Nihal’i halasının yanına Ada’ya gönderirler. Adnan Bey, Behlül’e şayet kızı Nihal isterse kendisinin de bu evliliğe onay vereceğini söyler. İki gün sonra, Nihal’e evlenme teklifinde bulunmak üzere Behlül de Ada’ya gider. Nihal’i ikna edebilmek için çok dil döker. Sonunda Nihal’in ağzından evet yanıtını alır.

“Bütün hayatın mutluluğu bence senin yalnız bir kelimene bağlı duruyor, yalnız bir küçük evet; dünyada beni insanların en mutlusu edecek… Seninle ne güzel, ne mesut bir çift olacağız…” (s.439-440)

“Bilsen Nihal, sana böyle söylerken kendime ne kadar şaşıyorum! Hep değişmiş, başkalaşmış bir Behlül! Çünkü sen beni değiştirdin; evet, evet, büsbütün… Senin çocukluğundan, saflığından bana bir şey bulaşmış oldu; sanki hayatımın birkaç senesi, bütün o boş emellerle dolmuş sahifeleri
birden yırtılıverdi. Senin karşına çocuklaşmış, hatta ne için itiraf etmeyeyim, temizlenmiş olarak çıktım. Bana o mini mini elini uzatıverirsen ben kurtulmuş bir adam olacağım.” (s.452)

Nihal, ertesi sabah uyandığında gayet neşelidir. Taşacak derecede yoğunlaşan duygularını biriyle paylaşma ihtiyacı duyar. Aklına mürebbiyesi gelir. Ona kısa bir mektup yazar. Bu arada Beşir, çok şiddetli üşüttüğünden hasta yatmaktadır. Acı acı öksürmektedir. Nihal ile Behlül arasındaki gelişmeler, Beşir’i olumsuz etkilemiştir.

Behlül, İstanbul’a gitmek zorunda olduğunu söyler. Nihal, göndermek istediği bir mektubu olduğunu söyler. Behlül, Nihal’in mektubunu koymak için cüzdanını çıkarırken, cebinden küçük bir kâğıt parçası kayarak yere düşer. Nihal, önce Behlül’ü uyarmak ister, fakat sonra içini şiddetli bir kıskançlık ve merak duygusu kaplar. Behlül, cebinden düşen kâğıdın farkına varmaz. Behlül evden çıkar çıkmaz, Nihal kâğıttaki iki satırlık yazıyı okur: “Hepsini itiraf etti. Artık o düşünceniz mümkün değil. Bu akşam mutlaka burada bulununuz.” (s.464)

Nihal önce bu nottan pek bir şey anlamaz, fakat yazıya biraz dikkatli bakınca yazının Firdevs Hanım’a ait olduğunu anlar. Bir anda zihninde Bihter’in hayali canlanır. İtirafı eden kişinin Bihter olduğundan şüphelenir. Hemen yalıya dönerek işin aslını öğrenmek ister.

Öte yanda Bihter, Nihal’in Ada’ya gönderildiği gün annesiyle konuşup Behlül’le olan ilişkisini anlatmaya ve evlilik işini bozması için ondan yardım istemeye karar verir. İçinde güçlü bir intikam arzusu vardır: Kendisini bir süre kullandıktan sonra âdeta bir paçavra gibi bir kenara atma küstahlığını gösteren adamdan alınacak intikam. Bihter annesiyle tartışır, annesini Behlül’le bir senedir yaşadığı yasak ilişkiyi Adnan Bey’e söylemekle tehdit eder. Annesine, olanca siniriyle bağırır, ağzına geleni söyler. Annesinin dizlerinde ağlamaya başlar: “Lakin, yarabbi! Anlasanıza, ölüyorum. Onların gözümün önünde seviştiklerinden, gözümün önünde… Ben işkenceler içinde kıvranırken, onların saadetlerinden ölüyorum…” (s.486)

Ertesi gün Firdevs Hanım, küçük bir kâğıda “Hepsini itiraf etti. Artık o düşünceniz mümkün değil. Bu akşam mutlaka burada bulununuz.” (s.464) notunu yazar, kâğıdı küçük bir zarfa koyar. Kimse görmeden Behlül’e vermesini tembihleyerek Bülent’in eline sıkıştırır. Bülent, Ada’ya gider, kâğıdı Behlül’e teslim eder. Behlül, notu okuyunca ne yapacağını şaşırır, Bihter’in her şeyi yapabileceğini bildiği için korkmaya başlar. Nihal’e acilen İstanbul’a gitmesi gerektiğini söyler, Ada’dan ayrılır.

Behlül’ün birdenbire aceleyle Ada’dan ayrılmasından şüphelenen Nihal de Behlül’ün arkasından yalıya döner. Yalıda Behlül’ü göremeyince kafasında tasarladığı şeylerin birer kuruntudan ibaret olduğunu düşünür, yaptığı bu çocukluktan dolayı kendisini suçlar. Nihal, böylesi karışık duygularla boğuşurken Behlül’ün sesini duyar. Nihal’in korktuğu başına gelir. Behlül, Bihter’e Nihal’in her şeyi öğrendiğini söyleyerek ondan geceleyin odasına gelmesini ister. Konuşmaları duyan Nihal, baygınlık geçirir, merdivenlerden yuvarlanarak yere düşer.

Behlül yüksek sesle Nihal’in bayıldığını söyler, yardım ister. Adnan Bey gelir, kızını kucaklayarak odasına götürür. Herkesi dışarı çıkarır. Adnan Bey’in içine bir şüphe düşer. Nihal’in Ada’dan ani bir şekilde dönmesi, Behlül ile Bihter’in ayakları altında serilmiş olması, Bihter’in ortalıktan kaybolması içindeki şüpheyi güçlendirir. Bu sırada içeriye Beşir girer. Nihal’i baygın hâlde görünce, daha fazla dayanamaz ve tüm bildiklerini Adnan Bey’e anlatır. Beşir, soğuk kış gecelerinde Behlül ile Bihter’i gözlemek için saatlerce beklediğinden çok kötü üşütmüştür. Bir türlü kesilmeyen öksürüklerinin de sebebi budur. Beşir, Behlül ile Bihter arasındaki ilişkiyi ta en başından bilmesine rağmen, söylemeye cesaret edememiştir. Beşir’in, bu evlilik söylentisinden sonra sağlığının kötüye gitmesinde, tutkuyla bağlı olduğu Nihal’in, çapkın ve iki yüzlü Behlül tarafından aldatılmasının üzüntüsü vardır.

Öte yanda Bihter, beklenmeyen bu gelişme karşısında ne yapacağını şaşırır. Nihal’i kucaklayıp götüren Adnan Bey’in peşinden gitmeye cesaret edemez. Behlül, “Ben gidiyorum.” (s.506) der. Bihter’i orada, öylece, yapayalnız bırakır, kaçıp gider. Behlül tarafından yüzüstü bırakılan Bihter, artık yaşamak istemez. Behlül’ün iki yüzlülüğüne daha fazla tahammül edemez. Kocasının odasına gider. Yataklığın yanındaki küçük dolabın çekmecesinden kocasının tabancasını alır, kendi odasına geçer, kapıyı kilitler. Tabancayı, vücudunun aşk yarasıyla sızlayan noktasına doğrultur ve tetiği çeker.

Bihter’in intihar etmesinin üzerinden üç ay geçmiştir. Olaydan sonra Nihal, üç gün odasında hasta yatmış, fakat nekahat hâli üç aydır devam etmektedir. Doktorunun tavsiyesiyle Adnan Bey, kızını çamların altında gezintilere çıkarır. Baba-kız yaşadıkları acı olayların unutabilmek için birbirine destek olur. Bihter ile Behlül’den hiç söz etmezler. Mlle de Courton’a bir mektup yazarak onu yeniden yalıya çağırırlar. Eski hizmetçileri Şakire Hanım’la kocası da, kızları Cemile’yi gelin ettikten sonra kalan ömürlerini geçirmek üzere Adnan Bey’in yalısına gelirler. Bülent de artık geceleri okulda kalmaz, evine gelir. Yalıdaki yaşam yeniden eski günlerine döner.

Halit Ziya Uşaklıgil’in “Aşk-ı Memnu” Romanı