Yazar: alisekulu

Ölüme Çare Varmış

İlim adamları, bazı bilim adamlarını ikna edemeseler de, ölüme çareyi görmüşler, hem de binlerce yıl önce. Her ne kadar, kadim Mısırlılar, meseleyi biraz farklı yorumlayıp da, piramitlerin içinden ikinci hayata yollar inşa etmişlerse de, aslında bu bize bir işaretmiş. Firavunların, ikinci hayatlarında, kullanmak üzere vücutlarını özenle saklanmak için mumyalattıklarını duyuyoruz, ilgi çekici televizyon kanallarından.Hatta son zamanlarda, konuyu daha değişik yorumlayan bilim adamları da var. Aslında bir yerden güzel bir diploma edinip, uzmanı olduğunuz konularda sizlerde hayal kurabilirsiniz. Sizin bu hayalleriniz, eğer bir delille çürütülmüyorsa, bilimin kütüğüne bir isimle kaydedilir. Hem daha sonra çürütülse bile, tarihler boyu, konunun tarihçesi içinde anlatılır durursunuz. Falancanın tezi kayda değerdi, tam bilmem kaç sene bu bilim sahnesinde böylece kaldı. Ancak, filancanın karşıt tezine her ne kadar dirense de, bilimsel deneylerde geçerliliğini kaybetti. E, o zaman bu kadar bilgiyi neden ezberlerde, sınava girerim? Hiç gerçekleşmemiş bir hayaldir o hâlbuki. Yalnız, size böyle hayallerinizi ulu orta her yerde söylemenizi tavsiye etmem. Peki, firavunların mumyalanmalarına son zamanlarda gelen değişik yorumlar, nelerdir acaba? Firavunlar, ileride ölüme çözüm bulunabilineceğine inandıkları için vücutlarının sağlam kalmasını istemişler. Nasıl olsa ölüme çare bulunursa insanlar bizi merak ederler, devalarını bizim üzerimizde de kullanırlar, diye düşünmüşler. Tabi ölüleri diriltmeyi de çözmek lazım. Firavunlar, gerçekten de böyle düşünmüş olabilirler. Arkeologlar da, ellerinde ki verilerin ışığında bunu tahmin ediyor olabilirler. Benim bu konuyla ilgili veya her hangi bir konuyla ilgili uzmanlık alanım olmadığı için, dünyayı pek...

Devamını Oku

Kıyamet Kopmadı mı?

Aslında yine tarihi bir sorudur, kıyamet. Kıyamet, bütün toplumlarca mütemadiyen koptu kopacak halinde hep beklenile gelmiştir. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz mantığıyla bakılınca, tüm zaman ve mekânlarda anlatıla gelmesi aslına haberdir bizim için. Kim bilir belki de müjdedir. Kimileri çok sevdiği dünya hayatının noktalanması olarak bakarken, kimileri de bıktığı bu dünya hayatından kurtuluş, kaçış ve Cennete girerek selamete eriş olarak görmüşlerdir, görmektedirler.Ama en son gelen kutsal kitap, Kuran-ı Kerim; İndirildiği ümmetin, son ümmet olduğunu en açık haliyle beyan etmiştir. Yani artık eskiye görece daha belirgin bir randevu tarihi verilmiştir. Hatta günümüzde bazı toplum fertlerinin, kıyametin yaklaştığını düşündükleri için ahrete hazırlık çalışmalarına başladıkları söylenceleri, medya bombardımanı arasında bazen seçilebilmektedir. Sanki kıyamete kadar yaşayacakları garanti edilmiş gibi, neden daha önce ahrete hazırlanmayı düşünmemişler acaba? Sanırım kıyametle ilgili konuların karışıklıklara duçar olması bu ve benzeri düşüncelerden kaynaklanıyor. Yani benim kıyametim mi? Kâinatın kıyameti mi? Çok sevgili atamız, Nasrettin Hoca Hazretleri de kendisine sorulan bir soruda, kendisine has nükteli bir cevapla konunun aslının bizi ilgilendiren kısmını cevaplamıştır. Kuşdilini, rumuzlu ve şifreli mesaj paketlerine dünya dili olan esprilerini de katarak dünya ya mal olmuş bir büyüğümüzdür, kendisi. Sevgili, saygı değer Nasrettin hocamıza; – Hocam, kıyamet ne zaman kopacak? Diye sorulduğunda, – Eşeğim ölünce küçük kıyamet, hanımım ölünce de büyük kıyamet kopar. Şeklinde cevap verdiğini hepimiz duymuşuzdur. Cümle paketlerinin içine sıkıştırılan mesajlar ne kadar açık değil mi? “ Kıyam et “, “ Ayağa kalk “,...

Devamını Oku

Neden Mevlana Son Olsun? (Kitap)

KİTABIN BÖLÜMLERİ 1. KISIM. Neden Mevlana Son Olsun; Giriş 2. KISIM: Neden Mevlana Son Olsun? Yol 3. KISIM: Neden Mevlana Son Olsun; Kaynak Delil midir? 4. KISIM: Neden Mevlana Son Olsun?; Neden Çeşitlilik 5. KISIM: Neden Mevlana Son Olsun?; Ben Kimim? Nereden Geldim? Nereye Gidiyorum? Klasikleri 6. KISIM: Neden Mevlana Son Olsun?; Mahlukatın En Şereflisi 7. KISIM: Neden Mevlana Son Olsun?; Engeller 8. KISIM: Neden Mevlana Son Olsun?; Haset, Kibir, Kin, Nefret, Riya 9. KISIM: Neden Mevlana Son Olsun?; Terakki mi? Tenzilat mı? 10. KISIM: Neden Mevlana Son Olsun?; Şeytan Sırat-ı Müstakimde midir? 11. KISIM: Neden Mevlana Son Olsun?; Hatiat, Hatırat ve Dünya sevgisi 12. KISIM: Neden Mevlana Son Olsun?; Kötü Arkadaş 13. KISIM: Neden Mevlana Son Olsun?; Aşk En Hızlı Buraktır 14. KISIM: Neden Mevlana Son Olsun? Manzum anlatımlar,...

Devamını Oku

Neden Mevlana Son Olsun? Manzum anlatımlar, Sonsöz (14. Kısım)

“Mevlana gibisi bir daha gelmemiştir ” diyerek bu konuyu noktalayanlar olabilir ama Allah bize “kendisine nimet verilenler” dediğine göre, bu nimete ulaşan başka Mevlanalarda hep olacaktır. Sadece biz farkında değiliz. Öncesinde ve sonrasında Mevlana hazretleri gibi büyüklerin olduğunu biliyoruz. Ancak aldıkları yolun gereği şöhretten kaçtıkları da biliniyor. Hatta “Şöhrette felaket vardır” diyorlar. Kendilerince emir telakki ettikleri olaylar dışında gizlenmeyi tercih ediyorlar. Örneğin; Şöhrete düşmek zorunda kalanlardan Yunus Emre Hz.leri de şiirlerinde kendinden yüzyıllar sonra gelişen olayları anlatması dışında sanat ve bilgi aktarımı açısından hayranlık ölçüsündedir. Üzerlerinde bulunan harikulade hallere ulaşabilmek için tevazu hatta yokluk kapısını kullandıkları bilinmektedir. Bu durumda tanınmak veya tanınmamak onların iradelerinden çok zuhurata bağlı gibi gözüküyor. Aksi takdirde herhangi bir istek mesela insanlara kemalat sunabilmek, örnek olabilmek, varlık sebebi olup, kemalata engel olurdu. Müsaadenizle toparlamaya çalışırsak; Allahtan, Allah’a razı olmanın dışında hiçbir arzuları yoktur. Rızası için bile ısrar etmeyerek keşif, keramet ve hatta kemalat, olgunluk bile istemeyerek sadece onun verdiği vasıflara razı olanlar, ondan memnun mutlu olanlar, özel sevgisini kazanıp onlar için varlığı ile yokluğu bir olan harika hallere ulaşmışlardır. O da benim velilerim ekseri gizlidir, çoğunu ancak ben bilirim demiştir. Bu durumda bizlere düşen, ayağımıza demir ayakkabı giyip, elimize demir asa alıp demir eriyene kadar, bizi hakiki ilime götürecek olan Mevlanaları gerekirse Çin’e kadar gidip aramaktır. Belki de bazı insanlarımız, çevremizdeki zaman zaman cereyan eden seviyesiz tutumlara bakarak, böyle bir devirde Allah’ı hakkel yakin anlayacak...

Devamını Oku

Neden Mevlana Son Olsun?; Aşk En Hızlı Buraktır (13. Kısım)

Malum, Burak taşıyıcıdır, götürücüdür. Başlığımıza baktığımızda en hızlı götürücünün aşk olduğunu görüyoruz. Aşk için söylenen sözler, neredeyse nihayetsiz gibidir. Her şeyin bir ve sıfırla ( ikili sayı sistemi ), var ve yokla ( morstaki marks ve space izleri gibi) ifade edilebildiği dünyalar vardır. Elektron ve proton, daha derinlerden gelen soyut mu yoksa somut mu? Belirlenemeyen olgulardan vücut bularak var olmuştur. Elektron ve proton, bunların birer tanesinin bile bir araya gelmesinden oluşan atom, elektron ve proton miktarı arttıkça yapıları değişen ve oluşan farklı atomların meydana getirdiği elementler. Hatta farklı elementlerden oluşan moleküller vücut bulmuştur, tekrar birleşmek, bir olmak ve daha büyük yapılar inşa etmek için. Sırasıyla enzimler, proteinler, hücreler, organizmalar ve nihayet kâinatın özü olan insan vücut bulur. Kâinat da aynı birden mayalanmıştır. Birden gelmiş çeşitlenmiş ve tekrar bire ulaşmıştır, aslında bir bakıma. Siyah ve beyazın karışımından, sadece iki renkten oluşan rengârenk bir dünyamız var. Birin var ettiği ikiler sayılamayacak kadar çoktur. Gece ve gündüz, erkek ve kadın gibi… Havf ve reca yani korku ve ümit, biraz düşünüldüğünde bütün duygular bunların karışımından türemiş gibi durmaktadırlar. Korku temelli itmek, uzaklaştırmak, kaçmak ve artırın artırabildiğiniz kadar. Ümit, umut temelli istemek, arzu etmek, kovalamak, elde etmek çoğalıp gitmekte duygular. Ve bunların her gönülde anlamlı, anlamsız karışımları ile artan his ve duygular vardır. Bu ikilinin de temeli elbette var eden birden gelmektedir. Aşk sıfatının yansıması olduğu ne kadar açıktır. Korku mesela, sevdiğimin arzularını verememekten...

Devamını Oku

Neden Mevlana Son Olsun?; Kötü Arkadaş (12. Kısım)

Tek olan Yüce Yaratıcımız, her şeyi çift yaratmış. Belki de bu sebeptendir ki, ekseri yalnızlığa dayanamayız. Sıkılırız, yalnız kalmak istemeyiz. “Yalnızlık Allah’a mahsustur” deriz, kabullenemediğimiz yalnızlıktan kaçabilmek için. Yalnız kalmamak için sürekli dost ve arkadaş arayışında olduğundan yakınan biri çıksa karşımıza, rahatsız mıyım acaba? Neden yalnız kalamıyorum? Doktora görünmeli miyim? Diye sorsa, doğrusu budur, sosyalleşmedir iyi olan, deriz. Ama sürekli yalnız kalmak isteyen, hiç kimseyi yanın da istemeyen, bir bireyi tanır veya duyarsak, şaşırırız. Bazen üzülürüz, bir sıkıntısı var galiba deriz. Bizler için bir arkadaş asla ekstra değildir. Sadece olağan bir ihtiyaçtır. Önceleri annemizin kokusudur, minicik bir bebekken, derken emzikle arkadaş olurlar bebekler, yalancı emzikle. Kimi bebekleri, biraz büyüdüğünde ayırmak çok zordur, dostundan. Ne tatlıdır, hayatının bütün bölümünü beraberce geçirdiği dostunu, dilinde hissetmek. Yavaş yavaş büyümeye başlayan bebeğinizin oyun arkadaşları oluşur, onu en başından beri dostu ve arkadaşı olan, annesinden ayrı birkaç saat geçirmeye alıştıran, tabi emziği de unutturan. Derken okul ve arkadaş yağmuru, ne kadar normal gelir o yoğunluk, o güzel çocukluk arkadaşları, ta ki onlardan ayrılıp, kendi yalnızlığında ya da yabancı, yeni bir kalabalıkla yalnız kalıncaya kadar. Sadakatle bağlanmak yüreğinde vardır. Hapishanelerimizde özgürlüğünü teslim edenleri vardır, on yedi yaşının sonunda, cebine bir paket sigara koyan adam için, o adama olan sadakat duygularının yüksek değerinin hatırı için, düşülen gençlik hatalarından. Değil aslında bir paket sigara, dünyadaki hiçbir şeyin değeri yoktur, mert, gözü ufukta, gelecekte, paylaşmakta, sağlam bir yurt,...

Devamını Oku

Neden Mevlana Son Olsun?; Hatiat, Hatırat ve Dünya sevgisi (11. Kısım)

İnsan kalbinde bulunanlar sayılamayacak kadar çoktur. Malum kalbimiz Kâbe’ye benzetilmektedir. Bunun sebebi ise Yüce Yaratıcımızın, “Arşa, kürse sığmam, mümin kulumun kalbine sığarım” buyurmasındandır. Fakat kalbimizde bir çöp tanesi kadar, Allah harici bir şey bulunursa, yanında başka bir şey bulunması yakışmayan Allah, makamına teşrif etmez. Bir zamanlar Kâbe’de putlar bulunmuştur. Peygamber efendimiz, en son olarak Hz. Ali ile beraber o putları tek tek temizledikten sonra, orayı Müslümanlara kıble yapmıştır. Meleklerin secde ettiği Hz. Âdem’den, miras aldığımız kalbimizin de, peygamberimizin Kâbe’yi temizlediği gibi, putlardan temizlenmesi gerekmektedir. Kâbe’de temizlenmeden önce, üç yüz atmış put bulunduğu söylenmektedir. Bu üç yüz atmış putun sökülüp atıldığı gibi, kalbimizi besleyen üç yüz atmış damarın pompaladığı kanla beslenen, kalbî putlarında temizlenerek, gönüllerden sökülüp atılması gerekmektedir. Aksi halde, o kalp, Allah’ın meskeni, meleklerin nazarğahı olacak temizliğe, letafete, hassaslığa ulaşamamış demektir. “Kalbinizde neyi beslerseniz mabudunuz ( ilahınız ) odur” hadisi kutsisinde işaret edildiği gibi, kalbimizde yalnız Allah’ı bulundurmamız gerekmektedir. Salih baba; “Hatiatın büyüğünü hubbi dünya bilirim” diyerek bu noktaya dikkatimizi çekmektedir. … Hep hatîâtın büyüğü hubb-ı dünyâ bilirem Ânı terk etmek de güç pek kipçe sarılmak da güç Öyle bir derde giriftar olmuşum âlemde kim ittisale çare yoktur dahi ayrılmak da güç …                                                    Salih baba Hatiât = Hatalar, yanılma. Hubb-ı dünya = Dünya sevgisi. Giriftar olmak = Düşmek, düçar olmak. İttisal = Uyma, o halle hâllenme. “Hatiat” hatalar, yanılma ya da bazen de bu kelime yerine kullanılabilen, aslında...

Devamını Oku

Neden Mevlana Son Olsun?; Şeytan Sırat-ı Müstakimde midir? (10. Kısım)

Balık tutmak isteyen herkes, balık olan bir kaynağa, denize, göle, dereye, ırmağa, gölet’e gider. Artık saati, bölgesi, olta takımı balıkçının maharetine ve tercihine kalmıştır. Karada balık tutma olasılığı yoktur. Tutacağınız balığın cins ve miktarı balıkların güzergâhı ile ilgilidir. İstediğiniz tür balığın, hangi saatte nereden geçeceğini bilirseniz, o saatte orada bulunur ve o gurup balığa uygun oltanızı atarsanız, artık o balıkların güzergâhında, aman dur o oltadır, diyen olmaz ve zokayı yutanlar, akşam ziyafetinde size eşlik ederler. Zokayı yutamayanlar ise, yutamamışlardır, koşturmuşlar ama geç kalmışlardır, eğer bir olta daha gelirse bu sefer tavayla tanışmada başarılı olacaklardır. Sizce, şeytan için durum, nasıldır acaba?[i] Malum, şeytan Allah’tan bir müsaade almıştır. İnsanları yoldan, sırat-ı müstakimden dışarı çıkarmak için mühlet istemiştir. Yani onun avları, deniz yerine burada artık sırat-ı müstakimdedir. Onun sırat-ı müstakim dışında kesinlikle hiçbir işi yoktur. Hiçbir usta avcının, sepetteki balıklara olta atmayacağı gibi, şeytan da zaten cepte olarak düşündüğü, sırat-ı müstakimde olmayanlarla uğraşmaz. Ama dosdoğru sırat-ı müstakime dalarak, orada yönünü Allah’a çeviren kulun manevi hali hangi derecede olursa olsun, düşükse bile olsa daha alt seviyeye çekmeye uğraşacak, nihayetinde inkâr ettirerek yoldan çıkarmaya çalışacaktır. Hem de bu konudaki bütün şeytani bilgi ve düşünceleri kullanarak. Tabi bu arada, Allah’ın kendilerinden övgüyle bahsettiği öyle kulları vardır ki onların imanına hiçbir tesiri olamayacaktır. Hicr Suresi 28,29. Hani Rabbin meleklere, “Ben kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş balçıktan bir insan yaratacağım. Onu düzenleyip içine ruhumdan üflediğim zaman, onun için...

Devamını Oku

Neden Mevlana Son Olsun?; Terakki mi? Tenzilat mı? (9. Kısım)

Kitabımızın buraya kadar olan bölümünde aslında, tamamının isimlerini zikretmediklerimiz varsa bile, nefsin kötü ahlakından temizlenme merhaleleri olan, nefsi emmare, nefsi levvame, nefsi mülhime, nefsi mutmaine, nefsi raziye, nefsi marziye ve nefsi safiyeden çok yüzeysel olarak bahsetmiş olduk. Tabi kitabi anlamda, hakiki terakkiyi inşallah bizlere de nasip eder. Nefsi emmareden başlayarak, Allah’a ulaşmak amacı ile nefs tezkiyesine, temizlenerek nefsinin güzel olması yoluna girip, nefsi safiye ye kadar ulaşmak, yükselmek, bu yolda azmeden talibin isteğidir. Aslında bize bir sırat-ı müstakim emri verildiğine göre, içinde bulunduğumuz deni dünya bağlarından sıyrılarak, Allah’a ulaşma çabaları hepimize bir görevdir. Bu yola, yani güzel ahlak sahibi olmaya niyetlenip de, nefsin basamaklarını yavaş yavaş veya hızlı hızlı tırmanarak yükselmeye, tasavvuf kitaplarında ekseri terakki denmiştir. Talip, nefs basamaklarından tırmanırken, dünyanın yani hayatın normal gidişatı, herkesin önüne çıktığı gibi, kaza ve kader olarak neşe, mutluluk, sıkıntı, problem şeklinde önüne çıkacaktır. Fakat o herkesten farklı olarak bu olayların tamamını, olgunluk ve Allah’a yaklaşma sürecinin bir fırsatı olarak değerlendirmeye çalışacaktır. Yani mutlulukları, Yüce Yaratanımızın bir nimeti olarak bilecek, bilmesinin işareti olarak da onu hiç hatırından çıkarmayarak şükür edecektir. Öte yandan, başına gelen her türlü sıkıntıyı yine aynı nimet kaynağından bilecektir. Bilhassa sıkıntıları, yükselmeye bir fırsat olarak değerlendirecektir, değerlendirmelidir. Bu değerlendirme ve biliş ise, “Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler, zannetme ki gayreyler, arif olan seyreyler” diyerek sabırla sonunu beklemek, mutlaka yardımının geleceğini ümit etmek ve sıkıntılardan kaynaklanan ateş gibi acıların, kendisini...

Devamını Oku

Neden Mevlana Son Olsun?; Haset, Kibir, Kin, Nefret, Riya (8. Kısım)

Acaba Salih baba, bize nefsi tanımamız adına başka ipuçları da vermiş olabilir mi? … Yakın olma hased kibre gurura Düşün ne götüreceksin kubura ( kabire ) Ne yüz ile varacaksın huzura Bu berzah âlemin geçmek dilersen Beka gülşanına göçmek dilersen …                              Salih baba Yine yukarıda, nefsin sıfatlarından en tehlikeli olan kin, nefret, haset, kibir ve riya’ya işaret edilmiştir. Berzah âlemi diye nitelendirilen, dünya hayatını geçmekten bahsedilmektedir. Herhalde ölen herkes dünya âleminden geçecektir. Fakat herkes beka gül şanına göçemeyebilir. Yani daima ayakta kalacak olan cennete, gül bahçelerine kavuşamayabilir. Bunun yolu, kin, nefret, haset, kibir ve riya’dan sıyrılmaktır. Reçetelerini araştırarak. Ama en önemlisi, bunların bizde olabileceğini ret etmemeliyiz, kabul etmeliyiz. Hem böylece yani bu köklü düşmanlardan kurtularak ya da zihnimize, kalbimize kustuğu zehir ve kötülükleri önemsemeyerek içini huzurlu tutan insan, dünya hayatını da kendisine cehennem yapmaktan vazgeçerek, gül bahçesine geçiş yapacaktır. Kin, nefret, haset, kibir ve riya’yı daha somut hale getirmek için gelin şöyle bir rivayeti beraberce inceleyelim: Firavunların vay firavun vay diye anılmasını sağlayan, firavun denilince de akla gelen ilk firavun hamamda banyo yapmaktadır. Her Musa’nın bir firavunu vardır derler ya bu da Hz. Musa’nın firavununudur. Hizmetliler, uşaklar, külhanbeyleri, keseciler ve kim bilir nice kaç kişilik bir ordudan oluşan muhtemel saz heyeti çalışmaktadırlar. Firavunsa bu kalabalığın arasında sessizlik ve yalnızlığı sonuna kadar ele geçirmiş ve kendine ait bir huzur içinde göz kapaklarının altında dinlenmektedir. Tabii kolay değil koca bir...

Devamını Oku

Neden Mevlana Son Olsun?; Engeller (7. Kısım)

Burada nefs, mücadele için önümüze konulan engeldir, taştır. Kim koydu bu taşı buraya diye soran olursa, o taşı oraya koyan Allahtır. Şimdi artık bize engel olmasını istemediğimiz bir nefsin farkındayız. Ama dünya tiyatrosunda kendisine düşman rolü biçilmiş nefsimizi baştan oturtulduğu kalp tahtından alaşağı ederek, yerine ruh’u geçirmemiz gerekmektedir. Ruh’u makamına geçirmek içinse dost ve düşman tarafı çok iyi tahlil etmeliyiz.Bizim tarafı olduğumuz ruh’u kendimize bakarak tanımamız, imkânsız gibidir. Çünkü üzerine ilave edilen bir nefs vardır. Böylece derinlerin derininde, en gizli yerlerde kalmıştır. Zaman, zaman güç bulup da dışarıya sızıyor olsa bile ekseri nefsin kontrolünde ki hareketlerin arasından onu seçmek zordur. Eğer sahabelerin, peygamberimizde ki kemalatı, olgunluğu, Ruh’un tasarrufunun açığa çıkışını izleme bahtiyarlığına sahip olsaydık işimiz kolaylaşabilirdi. Hem bu durumda O’da bize maddi ve manevi yardımlarda bulunarak yardımcı olurdu. Fakat bizim için şu an öyle bir ihtimal yoktur. Madem Allah dinleri onun güzel ahlakı ile süslenmemiz için göndermiştir, bu durumda cismi tecelli tur’u olmuş başka Salih kullarda hep var olacaktır. Çünkü Allah boş işlerden münezzehtir. Bir tane bile insan yetişmeyecek bir kurulu sistem her halde düşünülemez. Biz bu durumda güzel ahlaka tam tecellileri ile ulaşmış bir insanı kâmil görürsek onu örnek alabiliriz. Ama çevremizde yoksa ne yapmalıyız? Anlatıla gelen güzellikleri anlamaya çalışarak, kazanamayacak bile olsak savaşa devam etmeliyiz. Nefsi emmareyi tanımaya gelince; Salih babanın şu dörtlüğü işaret veriyor gibi duruyor. … Nefsi emmarenin bilinmez fendi Gönül şehri bahri Nil olmayınca...

Devamını Oku

Neden Mevlana Son Olsun?; Mahlukatın En Şereflisi (6.Kısım)

İçimizde bizi mahlûkatın en şereflisi olmaya aday eden bir ruh var. O ruh bize Allah’ın kendisinden bahşedilmiştir. Birde bizi kötülüklere sevk etmeye hazır bir canlı bomba tuzaklanmış ama haberdar edilerek. Bu canlı bomba, biz ölmeden önce “Ölmeden önce ölünüz” hadisi şerifiyle, ölmesi, aslında kötülüklerinden temizlenerek nefis hale getirilmesi tavsiye edilmiş nefsdir. Karşımıza bu isimlerle çıkarılmıştır. İsteyen başka isimlerde kullanabilir. Belki aşırı benlik veya uygun göreceğiniz başka bir isimde bulabilirsiniz. Fakat burada ekseriyetle genel olarak kullanılan nefs, nefsi emmare gibi sabitlenmiş isimleri kullanıyoruz, kullanacağız. Peygamber efendimiz ruhlar’dan bahsetmemiş. Rabbimin emrindedir demiş. Bu durumda bizim de ruh’u ve inceliklerini kavramamız imkânsızdır. Ancak genel olarak da bir şeyler söylenmiş.[i] “Kendi ruhumdan ruh üfledim” kutsal kelamı, bize içimizde, her insanda Yaratandan bir parça mevcut bulunduğunu göstermektedir. Nasıl bir mevcudiyetleyse? Sanırım insanın ahseni takvimdir, nüshayı kübradır diye anılarak, meleklerin secdesine layık görülmesi de buradan doğmaktadır. Bahsi geçen bu secde “Biz Âdeme esmayı öğrettik, onun için secde edin” denerek, pekiştirilmiş bir secdedir. Buradaki öğrenmeyi de iyi anlamalıyız. Bu öğrenmenin hakkıyla tüm detaylarıyla ve incelikleriyle oluşması için, Âdem tarafından Allah’ın bütün esmalarının yaşamında tecelli ediyor, açığa çıkıyor olması gerektiği zannındayım. Yoksa Allah’ın isimlerini ezberlemek bir rivayette yüz binlerce sene meleklere hocalık yaptığı söylenen şeytan için çok kolay olurdu. Üstelik hatadan münezzeh kılınmış, kurtarılmış meleklere hocalık yapabilmek için kusursuz bir ilime sahip olması gerekmektedir. Bu sebeple şeytanın da esma-ı şerifleri bildiği açıktır. Ama demek ki bu bilmeyi...

Devamını Oku

Neden Mevlana Son Olsun?; Ben Kimim? Nereden Geldim? Nereye Gidiyorum? Klasikleri (5. Kısım)

Ben kimim? Nereden geldim? Nereye gidiyorum? Klasiklerini sürekli duymaktayız. Bu sorular hep sorulur. Hep bunun ardında da gizem veya gizemler aranır durur. İsteriz ki bir babayiğit gelsin bana, benim ne kadar mükemmel olduğumu göstersin. Hemen peşinden de beni beklemekte olan mükemmel geleceğimin içine bıraksın. Biz böylece bekler dururuz ama ne gelen olur ne giden ve bir de kafamızı tahtaya vurduktan sonra bakarız ki… … Terk et seni doğru râha1 var yürü Pîr-i Sâmî gibi şaha var yürü Halâs2 ol zulmetten mâha3 var yürü Ara bul kendine bir sâdık yoldaş4 Sakın Salih gibi kalma âvâre Cân bedende iken kıl buna çâre Sonra ısırdırlar seni çok mâre5 Daha nef’i6 vermez döktüğün kan yaş …                                                                   Salih baba 1 râha = Yola 2 Halâs = Temizlenmek 3 Mâh = ay olup burada ışık olarak kullanılmıştır 4 Fatihada doğru yolda olup kendisine nimet verilenler 5 Mâr = Yılan 6 Nef’i = Çare Salih babanın ikinci dörtlükte de işaret ettiği gibi, boş ve avare beklentilerin sonunda, hayat tamam olmuş ve kabir artık içeriden de tüm ihtişamı ile görülebilmektedir. Şairin o gün dilindeki “mâr (Yılan)”  semmi mâr yani kabir yılanları olarak ya da öldükten sonraki azaplar olarak karşımıza çıkar. Artık gözümüzden yaş değil kan akıtsak bile, bize nef’i, fayda vermeyecektir. Tıpkı, ehliyet sınavına hiç çalışmadan sınava girmiş gibi. Direksiyona geçmek ve ahretin virajlı dolambaçlarında yolu takip edecek trafik levha bilgilerini ve şoförlük bilmeden, nafile yol sıkıntılarından...

Devamını Oku

Neden Mevlana Son Olsun?; Neden Çeşitlilik (4. Kısım)

İlahiyatçıların bile bir noktada buluşamadıkları geniş bir konudur, Müslümanlık. İlahiyatçılar bugün değil, ilk günden beri neden ortak bir noktaya ulaşamamaktadırlar? Belki de dinler sadece ilahiyatçılara inmediği içindir. Ya da her bir ferde ayrı ayrı nimetler bahşedeceği için, anlayışlarında ayrı ayrı olması doğaldır. Bana bu düşünce çok güzel göründü. Ne güzel değil mi? Samimiyetle, iyi niyetle, başkalarını çekiştirmeden çeşit çeşit düşüncelere erişmek. Gelişen düşüncelerden oluşan çiçek bahçelerinde özgürce dolaşıp hoş kokular salan bu güzellikleri temaşa etmek. Ama birde farklı düşüncelerin oluşturduğu çeşitliliğin, değişik alanlarda gelişen farklılıklara sebebiyet vermesi vardır. Farklılıklardan kastımız toplumun o bölümü içindeki tartışmalara sebebiyet veren değişik görüşlerdir. Daha çok fikri, düşünsel meseleler üzerinde farklılıklar oluşmuştur. Dolayısıyla ibadet şekli üzerinde bu tarz farklılıklar fazlaca olmamıştır. Son cümle okurlarınca şüpheli bulunacak gibi dursa da, geniş toplumlarda ortak benimsenmiş ibadet biçimleri kabul görmüştür.  Buna rağmen kırk kişilik camide cemaatle namaz kılanlar, aynı sayıda tespih çekip, aynı anda âmin dedikten sonra, daha caminin avlusunda bazen tartışmalara kadar varabilen ama ekseri keyifli sohbetlere dalmaktadırlar. Sohbetlerde çeşitlilikler olmasaydı, farz olmayan bu davranış tarzı sıkar ve devam edilemezdi, her gün aynı şeyleri konuşmak belli ki bıktırırdı. Fikri meseleler üzerindeki farklılıklar aslında cümlelerin, olayların değişik algılanmasından kaynaklana gelmiştir. Detaylara inebilme fırsatı yakalayabildiğimiz zamanlarda, ayrı noktalarda bulunan başlangıç farklılıklarının, ortak bir yol kavşağında buluşarak aynı hedefe doğru yol aldıklarını görebilirdik. Gaye Allahtır. Gayesi Allah olan bir düşüncede ise bütün kavga ve tartışmalar son bulacaktır. Çünkü O’nun...

Devamını Oku

Neden Mevlana Son Olsun; Kaynak Delil midir? (3. Kısım)

Herkes’in rahatlıkla yalan söyleyebildiği dünyamızda, bazılarının yalan gibi gerçeklerini anlatabilme yolu var mıdır acaba? Pek görünmüyor, bu direk olarak dinleyenlerin kalbine gönlüne kalmış bir mesele gibi duruyor. Kalp terazisinde tartarsınız, bakarsınız anlatılanın letafetine, zarafetine tasdikler veya ret edersiniz. Ret etmek için eğer kesin bir delil bulamazsak beklemeye almak ne kadar hoş olur, kalbimizde, gönlümüzde. Hele bir de o konunun bir hazzı varsa damağımızda, doyasıya koklamalıyız. Delil bile olsa aleyhinde, içinde olabilecek hak kırıntılarını aramalıyız. Elbette davranışlarımızı ona göre yapmamalıyız. Ama dalalım geniş hülyalara, içindeki gizin bizi taşıyacağı muhtemel gerçeklere uzanmaya çalışalım. Tarih en başından beri ilim, bilim kayıtları ile doludur aslında. Fakat bu bilim delilleri ekseri elit azınlığın elinde olmuş. Şimdilerde, matbaa, bilgisayar, internet gibi icatlar sayesinde derinlere nüfuz etme fırsatı bulmuş, kayıtlar ve beraberinde ki deliller. Geçmişte pozitif ilim ile bilgi aktarımına pek fazla rastlanmadığını düşünürüz.  En azından böyle olduğu zamanlar ve mekânlar olmuştur. Oysa şimdilerde insanlar bilgiyi beyin referanslarından geçirmeden kabullenememektedirler. Bu durumda da aktarmak istediğimiz bilgileri kortekste yani beynin üst zarında şekillendirdikten sonra, pozitif ilim yaklaşımları ile anlatmak zorundayız. Şu anda tam arkamdan “Ya nasıl olacaktı içinden geldiği gibi sallayacak mıydın? ” Diyen bir sürü ses duyuyor gibiyim. Tabi başka bir yol da öğrenmedik. Ne güzel ki Fatih fetih yapmış, kilise baskısı yumuşamış, orta çağdan yeniçağa geçilmiş, Avrupa bilimde atağa kalkmış. Newton gibi bilim adamları ile beraber, sanayi çağı derken bilgi çağı ve sonuçta beyin, korteks...

Devamını Oku

Neden Mevlana Son Olsun? Yol (2. Kısım)

Bütün dillerde aktif bir kelimedir, yol. Yani hatırlatılmadan hemen hatırlanan anne, baba, ekmek, su gibi en kolay kelimelerin ardından gelir. İster tek dil bilsin konuşmacı, isterse birçok dil konuşsun, en zayıf konuştuğu dilde “yol” kelimesini mutlaka bilir. Yolunu bulamaz, bilmezse. Anadolu’nun dağları ardında, yollara çok uzak kalmış, bilemediğimiz köyleri vardır. Ve o şirin köyünden çıkma fırsatı bulamamış insanlar yaşar, bize ulaşamayan yollarda. Köyünden dışarı çıkma imkânı bulamamış, dil kültürü gelişme gösterememiş, iki yüz kelimeye sahip insanımızın dilini süsler, yol. O küçücük köyünün içinde, o kadar çok yol vardır ki, sayamazsınız. Anne, baba, ekmek, su gibi dedik. Hepsine ulaşmanın uzun ya da kısa yolları vardır, çünkü. Çeşit çeşittir, yollar. Soyut ve somut yollar vardır. Bulunmayı ve aşılmayı beklerler. Derdini anlatmanın yolunu arar insan. Bazen de anlamanın, güzel anlayabilmenin yollarını araştırır. Bazen dermanına gitmenin yollarını bulur. Bazen de sevgiliye, sevdiklerine, özlediklerinin yanına gitmenin yollarını arar. Bazen, yollar uzaklaştırır, sizi sıladan, yolunu gözlersiniz sevdiklerinizin. Kara tren gecikir ve şarkılara konu olur. Ve yollar, şarkılarda uzun, ince, dar olarak karşınıza çıkar. Koca Veysel baba’nın, doğumla başladığını belirttiği yollar, kabirlere kadar uzanır. Uzun, kısa, kestirme, dolambaçlı olanları vardır. Dedik ya çeşit çeşittir, sonsuzluğa. Hatıralarınızda, mutlaka çok keyif aldığınız seyahatler vardır. Sıkıntıyla bitmek bilmeyenlerini de saklarız anılarımızda ve şiir olur defterlerimizde, anlamsız olsa da başkalarına. SARIKAMIŞTAN GELMİŞTİM Kaç defa Sarıkamış’tan, kan vermeye gelmiştim sana Günü tüketemeyen saatler, bitmek bilmeyen yollar Gönülde hasret, acı ve tasa...

Devamını Oku

Neden Mevlana Son Olsun; Giriş (1. Kısım)

Önsöz Bundan önce yayımlanan “Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe” isimli kitabım, ülke ve manevi değerlerimiz üzerine yazılmış bir denemeydi. Bu sebeple de kitabımı “Ülkemiz” ve “Dinimiz İslam” ana başlıkları altında iki bölüme ayırmıştım. Ancak temel meselenin, Ülkemizin içinde bulunduğu sorunlar ve bu sorunlarda Ülke nüfusunun bütününe yakın bir çoğunluğuna ait inanç sisteminin de rol aldığını düşündüğümden, “Dinimiz İslam” bölümünde ayrıntılı bir içerikten ziyade farklı bir bakış tarzına dikkat çekerek doğruda daha rahat birlik olma özlemini satırlarım arasına gizlemiştim.“Dinimiz İslam” bölümünde; Başka düşünceleri sert bir şekilde eleştirmenin yıkıcı sonuçlarından bir nebze olsun kaçınmak için katkıda bulunmaya çalıştım. Konusu, uzmanlık alanı ilahiyat olmayan bizlerin, her şeyde bir hak kırıntısı mevcut olabileceğini bilerek itirazdan çok düşünmeye sevk eden davranışlarımızı ön plana çıkarmak ve gerçek yükselişin ise kendi noksanlarımızı aramak, bulmak ve tamamlamak olduğuna dikkatleri bir kez daha çekmek istedim. Yine, konusu, uzmanlık alanı ilahiyat olmayan bizlerin, aldanmamak ve kullanılmamak için ilmihal bilgilerinde yetersiz olsak bile temelde özü kavramak ve bu sayede öze ters gelebileceğini düşündüğümüz şeyleri araştırmaya sevk olabilecek kadar donanım sahibi olmamız gerektiğini düşündüm. Hatta bu maksatla kitabımda bu işin gerçek âlimlerinden olan insanlara, mesken olan Diyanet kurumunun yayınlarında anlayamadığım yerleri öğrenebilmek için cesaretle sordum. Bu soruların arkasına, onlara ait satırları okuduğumda bende oluşan şüphe ve şuğullerin dışında muhtemel cevap olabileceğini düşündüğüm cümlelerimi ilave ettim, tabii asla ısrarcı ve fetvacı bir tavır takınmamaya özen göstererek. Kitabın temel amacı doğrultusunda bakıldığında...

Devamını Oku

Kanlı mı, Kansız mı?

“Bir yerin şerefi üzerinde yaşayanlardan gelir” sözünü seviyorum. Ülkemizin de bütün şeref ve haysiyetinin üzerinde yaşayan herkesle alakalı olduğunu düşünüyorum. Bu ülkede daha önce yaşayanlar yirminci yüzyılın başlarında, üzerine çıkan tüm şerefsiz çizmeleri ve dünyayı kasıp kavuran emperyalizmi alaşağı ederek çok şerefli bir yaşamın yolunu açmışlar bize. Şairin “Kimi yamyam, kimi Hindu, kimi bilmem ne bela” diyerek emellerine ulaşamayan aç kurtların yurttan aşağılık bir şekilde sökülerek atılmaları bütün mazlum milletlere de örnek ve umut kaynağı olmuştur.Yurdumuzun üzerinde, kadınlarımızın tozundan gözlerine sürme çektikleri çizmelerin sahiplerinden başka kimse kalmamıştır. Peki, bu ülkede askerden başka hiç kimse kalmamış mıydı? Kalan herkes askerdir. Erkek, kadın, çocuk, sağlam, hasta bilfiil yüksek vatan savunmasına katılmışlardır. Şerefleriyle üzerinde yaşayarak şeref kattıkları ülkemizde maddi hiçbir güç kalmamış son yüzyılı fakir ve zayıf olarak geçiren millet artık yokluk içindedir. Ama paha biçilemeyen değerleri vardır. Şeref, haysiyet, özgürlük, namus ve hiçbir karşılık beklemeden yapılabilen fedakârlık yeteneği! Aldatılması çok basit bir millet. Bütün dünya bir araya gelse kandıramaz. Ama iyi niyetli bir tebessümle derhal sofrasını kurup misafirine biz az önce yemiştik diyebilen insanlar. Komşuyu komşuya neredeyse mirasçı kılacak bir anlayışın âşıkları olmuşlar. Bütün yokluklarına rağmen bir ülke var etmişlerdir. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz anlayışının devleri nerde yanlış yapmışlardı? Yoksa değişik maskelerle tekrar, tekrar önlerine gelen kurtlar bu defa hiç beklenmedik kostümleriyle acı miras bırakmadıkları evlatlarının kan damarlarına mı sızdılar. Elbet damarlarındaki kutsal kan, atalarından kalıtsal yollarla geçen ulvi miraslar bu...

Devamını Oku
  • 1
  • 2