Yazar: erkan1976

Kültür Şehri İstanbul’un İnci Tanesi Tiyatro

Bu ülkede iyi şeylerde oluyor diye düşünmeye başlayabildiğim için çok mutluyum. Atatürk ilkelerine bağlı,  devrimlerine inanan, bu konuda hiçbir zaman tereddüt etmemiş bir sade vatandaş olarak düşüncelerimi sizlerle de paylaşmak istedim.Ömrüm boyunca hiçbir siyasi partiye sempati duymadım, düşüncelerimin hep siyaset üstü olduğuna ve bana hitap eden bir siyasi parti bulunmadığına inandım. Sanırım dünya görüşüm gerçeklerle pek örtüşmüyordu ve bu nedenle bize öğretildiği gibi bir vatandaşlık görevi olan oy kullanma görevini hiçbir zaman yerine getirmedim. Bu kişisel görüşlerim belki bir çoğunuzu ilgilendirmiyor, bunlardan söz etmemi anlamsız buluyorsunuz. Bunları anlatmamın tek nedeni de aslında bu konuda bir çoğunuz gibi sabit bir fikrimin olmayışına, bir taraf olmayışıma ve tamamen sanatın üstünlüğüne inanan bir insan olarak samimiyetime inanmanızı istiyor olmam. İnanmalısınız çünkü ben yaşadığım yer itibariyle sizden şanslıyım. Sahip olduğum bu ayrıcalıktan haberdar olmanızı istiyorum, sizlerde aynı keyfi yaşayabilin istiyorum. Zira sanatın olduğu yerde olumsuz, kötü hiçbir şey barınamaz, sizlerde kirlerinizden arınabilin istiyorum. Bir zamanlar bu semtte tek bir tiyatro salonu vardı ve o salonda da tiyatro yerine evlenecek çiftlerin nikahları kıyılırdı. Tiyatro izleyebilmek için semtin dışına, yaşadığınız yerin çok uzağına gitmeniz ve medeniyete inmeniz gerekirdi. Tiyatro sadece kalabalık ve gelişmiş semtlerin insanlarının tüketebileceği lüks bir ayrıcalıktı. Beni tanıyanlar bilir, biraz aksi, kafasını eğmeden dimdik yürümekten hiç taviz vermemiş, inandıklarından hiç vazgeçmemiş bir adamım. Yaptığım tiyatro oyunları ve yazdıklarım hiç tanımayan insanlara da hakkımda önemli fikirler verebilecek açıklıktadır. Bu nedenle de bu makalede...

Devamını Oku

Beni Siz Delirttiniz…

Sakın kendinizde denemeyin, tehlikeli ve sakıncalıdır… Ne gariptir ki bir işkence yöntemi gibi yavaş, yavaş denediğiniz delirtme işlemi bende hızlı, hızlı gelişti. Birçok diğer meczup gibi yavaşça delirmeden, kimseye fark ettirmeden delirmektense ben hızlı, hızlı, kimseden gizlemeden, bağıra, bağıra delirdim.Duygularımı hiç gizlemedim, saklamanın anlamı yok, utanılacak şeyler değildi çünkü bildiğim her şey insana dair… Herkesin şikâyet ettiği gibi, parasızlıktan, pahallılıktan, siyasi saçmalıklardan ve daha birçok saçmalıkdan da değil üstelik… Siz daha iyi bilirsiniz, şikâyet edilecek çok şey var, ama hiçbiri beni delirtmeye yetmedi. Bukadarıyla kalsa iyi, siz mutlaka bilirsiniz, hayal kırıklıkları, aşk yaraları bendede var, üstelik en az sizdeki kadar… Ama onlarda geçti, gitti, bitti içimdeki yaşama arzusu hiç bitmedi, beni onlarda delirtemedi. Beni siz delirttiniz, siz insanlar bana olmam gerekenlerle olmamam gerekenleri öğretip sonra tüm bildiklerimden vazgeçmemi istediniz. Bunu insanlık adına bir öğreti diye yapıp yasak elmayı hep biz delilere denettiniz. Herkes gibi bir anadan, babadan doğma ve sonradan deli olma lütfuna sahip biz, sizin riske ettikleriniz, yani elmayı yedikten sonra damağımıza işleyen tadı unutamayanlar, sizin bilerek seçtikleriniziz. Öyle büyük suçlarım olmadı hiç benim, komşunun bahçesinden aşırdığım elmaları saymazsak hiç çalmadım örneğin. Ve yazın kanımı emmek için iştahla etrafımda dolanan sinekleri saymazsak hiç öldürmedim. Okuduğum bir kitap hakkında yazarın arkasından söylediklerimide saymazsak eğer dedikoduda yapmadım, iftirada atmadım. İstem dışı aklımdan geçirdiğim kötü fikirleride saymazsak eğer düşünmekten öte büyük günahlar işlemedim. Ama galiba öyle bir halt ettimki suçların en...

Devamını Oku

Sahibinden Az Kullanılmış Aktör ve Aktris Satılıktır…

Zaman şimdiki zaman, gün, dün ya da bugün… Belki belirtmek bile yersizdi zamanı, değişen pek bir şey yoksa zamanda vakit aynı vakittir. Yıllardır konuşulur, söylenir, yazılır, çizilir, binlerce kez farklı biçimlerde dile getirilir ancak belkide insan burun buruna gelince bir çığlık atma gereksinimi hisseder.İç burkan, bukadar da olmaz dedirten bir içbükey sahne sonrası gırtlağımdaki yumruyu öksürmenin zamanı. Bir öksürükle çıkarmı o yumru yerinden bilmem, işin gerçeği zannetmemde ama iyi bildiğim bir şey varsa varamasakta yolunda ölmeyi biliriz. Zor iştir sanat, hele oyuncu olmak, bitmek bilmeyen bir yetişme süreci ve eh artık, ucundan kıyısından bir sahneye adım atmakla başlayan ve inmek bilmeyen bir süreç. Kimse bilmez o yolu oyuncudan başka, ne ağrılı, sancılı bir yoldur ve ne sessiz bir acıdır doğum sancısı gibi. Yıllar yılı süren bir doğum sonrası çocuğunu il kez görmenin heyecanına benzer sahneye attığın ilk adım. Ve tanrısal bir büyü kavurur o tepinme anını. Öylesine temiz, saf ve yalındır sahne aşkı… Tüm vaktini bu büyük ve uzun süren oyuna harcayan oyuncu küçük ama önemli bir ayrıntıyı atlar çok zaman. Oyuna hazırlanırken hayata hazırlanmayı unutur, unutmak da değil aslında kendini oyunun kurallarına kaptırır. Büyü bozulmasın ister ve önce tiyatro diyerek erteler hayatı. Onca iyi çabanın kendisini bekleyen cellattan en ufak bir haberi bile olmaz, hislerinin getirdiği kaygıdan öteye geçmez korkusu. İşin ucunda tiyatro vardır, sahne vardırya giyotin de bu işin kahrı. Tüm ustaları gibi oda hazırdır göze almaya...

Devamını Oku

Adam Gibi Adam Olmak

Hiç dem vurmayacağım eskiye, merak buyurmayın. Elim hafiftir, öyle kısa geçeceğim ki eskiyi anlamayacaksınız. Nasıl geçti bu konu bilmeyeceksiniz. Belki sonradan yeri ağrır ama oda az bir şey, sinek ısırığı kadar.Belki bu konuda yazmak bana düşmez, içinizde aksini düşünen olursa yazımın senmisin adam gibi adam der bana. Varsın desin hiç sorun değil, adam olsunda desin. Dedim ve başlıyorum içimi dökmeye; Bu adamlık meselesi sanki cinsiyeti olan bir tanımlama gibi görünse de işin aslı, içeriğinde. Yani içini dolduran gerçekte, özünde, yani insan gibi insan olabilmekte tüm mesele. İnsana yakışanı yapabilmekte, öyle kolayına kaçmadan işin hayatı doğru dürüst yaşayabilmekte. Öyle öğrendim ben büyüklerimden, hocalarımdan ve öyle anladım hayatı yaşarken edindiğim doğrulardan. Kadın gibi, kız gibi, karı gibi, gibi, gibi dişiliği tanımlayan benzetmelerin hakaret olarak algılandığı bir toplumda tabiî ki eskilerde daha olumlu bir çağrışım yapan adam sıfatını kullanmışlar bu benzetmede. Doğrumu bence hayır, yanlışmı bence yine hayır. Doğruda, yanlışda değil çünkü eksik, ama dişiliği çağrıştıran her türlü benzetmenin olumsuzlukla bir tutulduğu bir toplumda ve dönemde olumlu bir çağrışım yapan adam sıfatını kullanmaları bence o zaman için kullanıla bilecek en iyi seçenek. Bu çağda butür zayıf ve yetersiz algılamaların değiştiğini düşünecek olursak eğer ki ben olumlu düşünmeyi severim, değişmiştir… Bayanların bu durumu anlayacağını ve bu “adam gibi adam” benzetmesinin kendilerini de net olarak kapsadığını bildiğini kabul ediyorum. Bu yüz yılda bayanlar için kullanılan sıfatların bir olumsuzluk benzetmesi olarak düşünülmesi kadar çağ dışı,...

Devamını Oku

Sanat Hırsızlığına Dair Bir Ercü

Ben söylemekten ve sövmekten bıktım, onlar bıkmadılar. Hadi böyle anlatılarak olmuyor, kızınca da olmuyor dedim, tuttum boğaza balık yemeye götürdüm. Bir güzelde burada rakı eşliğinde anlattım. Güle oynaya söyledim ama maalesef yine olmadı. Bahçeli evler belediye tiyatrosu namı diğer püren prodüksiyon’dan söz ediyorum. Elbette bu kurumların kendi başlarına yaptıkları bir eylem değil bu, sahibi Ercüment Doğan’ın  uygulamaları. Sene 1998, bir çocuk oyunu yazıyorum, henüz daktilo eşliğindeyim ve korkunç derecede dişim ağrıyor. Apse yapan dişimin ağrısından yazdığım oyunun keyfi bir parça uzaklaştırsa da beni diş ağrısı bu sonuçta. Çektiğim sancı oyuna olan duygusal yakınlığımı daha da arttırıyor. Normalde harcadığımdan çok daha fazla bir emek gerektirdi benim için ve her şeye rağmen direnip oyunu bitirdim. Tüm yazdıklarım değerlidir elbette benim için ama çektiğim sıkıntı bu oyunu biraz daha önemli kılıyor benim için. Oyun bitti ve metni elime aldığım gibi sahnelemenin heyecanını duymaya başladım. Yazarken iyice düşünerek planladığım için her şeyi bir yandan da sahnelenmiş hali gözümün önünden akıp gidiyordu. Tüm roller, oyunun rejisi, dekor, kostüm her şey kafamın içindeydi. Bu da beni daha da heyecanlandırıyordu çünkü tez canlıyımdır biraz, sonucu hemen görmek istiyorum. Derken tiyatro hazırlandı, oyuncular hazır ve provalar başladı. Oyunu aynı zamanda da yönetiyordum. Bir yandan provalar devam ediyor, bir yandan müzik çalışmaları için sağ olsun Bora Ayhanoğlu’ nun önerisiyle Zihni ağabeyin oğluyla  Ömer Göktay’ la çalışmaya başladık. Ömer şehir tiyatrosunda müzisyendi o yıllarda ama ilk defa bir oyunun...

Devamını Oku

Bir Kıç Gördüm Şiiri…

Başıboş kalmış serseri bir şiirin hikâyesi bu aslında ya da şiirin şairine getirdiği kara ama dalga geçilecek kadar da komik bir haber sadece… Dünyanın en kolay işidir şairlik bir bakıma, hiçbir zaman meslek olamayacak kadar aylak, hiçbir disipline kanamayacak kadar serseri ve bir o kadar da başıboş sahipsiz bir iştir. Hiçbir zaman bir işçinin kutsal ellerinde rastlayamayacağınız zarif parmaklara sahiptirler. Tanrı bir ayrıcalık göstermemişse eğer bedenide bir çiftçi gibi yük görmemiş olacaktır. Olmasa da olur işlerin başında gelir şairlik çünkü şiirde tanrı öğütleri gibi dar vakitlerde denk düşecek bir duygu durumunda kırılacak camın arkasındadır. Şairler bunu gayet iyi bilir ama ne yazık ki daha büyük belalar açmaktan korkarlar Dünyanın başına ve şiirle aktararak zehirlerini daha beter felaketlerden korurlar insanoğlunu. Bir doğum sancısının ağrılı iniltileridir şairi için şiir bu nedenle de kanamalı bir ruh halidir. Aklın, duyguların ve ruhun ete, kemiğe büründüğü o an tek düşmanıdır şairi şiirin. Ve her zaman kazananı aynı taraf değildir bu savaşın. Her şey şairle şiir arasında olur biter ve bir tanık bırakmadan geriye kendi serüvenine başlar şiir. Türlü araçlarla çıkar insanoğlunun karşısına ve dikilir şairinin dik edasıyla… Ben geldim, kitapla geldim, dergiyle, gazeteyle bir söyleyenin sesiyle geldim, sana geldim. Cevap yok…     Sana geldim diyorum hey… Savaşarak geldim, kavga ederek, çok sevdiğim şairimi delip geçerek hey… Yine cevap yok… Bin bir türlü kurnazlıkla ve şirinlikle dikilir karşısına okuyucunun ancak bir yanlış tanımlamanın kurbanı olur...

Devamını Oku

Böcek 4 (Dinler)

Dinler; Tıpkı yemek, yemek, su içmek, soluk almak gibi doğal bir ihtiyaç inanmak. Ve tüm insanların ortak zaafı, toplumların kullanılmaya açık yegâne duygusu inanmak. Her ne olursa olsun, bir fikre, görüşe, bilime ya da dine inanmak doğal ihtiyaçlarını karşılamak gibi gereksinimidir insanın. Doğasında olan bir duygudur çünkü soru sormak ve sorularına cevap aramak. Omuzlarının üzerinde taşıdığı en önemli organıdır aklı. Ve insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliğidir. Tıpkı yaşamını kolaylaştırmak için uzuvlarını kullanması gibi gereksinim duyar aklını kullanmaya da. Ne var ki bu aklını kullanma tutkusu, yaşamını ve içerisinde yaşadığı gezegeni sürekli sorgulama arzusu türlü işler açar başına. Bilimin cevapları yetişemez insanoğlunun soru sorma hızına. Devreye en büyük zaafı olan bilmediklerinden korkma duygusu girer ve hayatının karmaşasını ateşler. Günümüzde bilim hayatın her alanında kullanılmaya, insanların yaşamını kolaylaştırmaya ve yaşamın doğal bir parçası olmaya çalışmaktadır. Bu nedenle bir dönemin ölümcül korkusu olan hastalıklar, günümüzde bilimin çözümleri ile sıradan, basit rahatsızlıklara dönüşmüştür. Hatta bazı hastalıklara neredeyse artık rastlanmamaktadır. Ya da geçmişte yüzlerce insanın yaptığı işleri çağımızın teknolojisi ile birkaç dakikada minicik aletlerle yapılabilmektedir. Bu örneklerin binlerce çoğaltılabilmesi mümkündür. Ancak yinede cevaplayamadığı soruları vardır insanın. Ölümden sonra ne olacak, hayat içinden çıkılmaz bir hal aldığında kim yardım edecek gibi. Örneğin kredi kartı borçlarını ödeyemeyen bir kimsenin, amansız bir hastalığı olanın ya da ev sahibi olmak isteyenin sığınabileceği bilimsel bir merci yoktur. Ya da günümüz tıp anlayışına göre beyin ölümü gerçekleşmiş bir...

Devamını Oku

Böcek 3 (Savaş ve Ölüm)

Savaş ve ölüm; Yalnızca ülkemize has olmayan bir durumdur bu, Dünya tarihi savaşlar çöplüğüdür. Savaşlar ve ölümler. Bu konu benim özellikle hassas olduğum, sabit fikirli olduğum ve hatta sübjektif olduğum bir konudur. “Savaşın Kazananı Olmaz” Bu söz sonuna kadar arkasında durduğum, savunduğum ve her fırsatta kendime de çevremdeki diğer insanlara da tekrarladığım önemli bir sözdür. Savaşın kazananı olmaz çünkü savaşın tüm tarafları sonunda mutlaka zarar görür. Taraflardan biri ya da birkaçı amacına ulaşmış, hedeflediği başarıyı sağlamış olabilir. Ama bu savaşı kazandığı anlamına gelmez. Savaştan herkes zarar görür, savaşmayan, savaşın yakınında olan bile… Kendimizden, yakın tarihimizden bir örnekle açıklayayım durumu. Hemen hepimizin bildiği Çanakkale zaferi örneğin; Bu savaşta tarafların tümü ağır zayiatlar vermiştir. Binlerce insan bu savaşta ölmüş ve bu savaşın sonucunda ülke topraklarının bütünlüğü korunmuş, Çanakkale geçilememiş ve ülkemiz açısından istenilen başarı sağlanmıştır. Bizim açımızdan buraya kadar her şey normal, ortada kazanılmış koca bir zafer var. Karşı taraftan bakıldığında da bizden çok daha üstün ordu teçhizatlarına sahip olmalarına rağmen ortada kazanılamamış bir zafer, kaybedilmiş koca bir savaş var. Onlar savaşı kaybettiklerini düşündüler, biz de kazandığımızı düşündük sonuç bundan ibaret görünüyor. Oysa onlar başarabilselerdi bile istediklerini sizce kazanmış olacaklar mıydı gerçekten? Binlerce insanın öldüğü bir savaşa zafer diyebilecekler miydi? Politikacılar halkın gözünü boyamak, bakın verdiğiniz vergilerle biz bu savaşı kazandık diyebilmek ve hatta bakın kocalarınız, kardeşleriniz, babalarınız öldü ama verdiğiniz vergileri iyi kullandık diyebilmek için evet buna zafer diyebileceklerdi belki....

Devamını Oku

Böcek 2 (İlkel Böcekler)

İlkel Böcekler; Birçok teori ve ispatlanmış gerçek bulunmasına rağmen görmezden gelinen en önemli yasaklardan hatta konuşulması sakıncalı durumlardan biride budur. Ya sonu gelmeyen muhabbetlerden ibaret olabilmiştir böcekler arasında ya da herkesin fikri kendini bağlar cümlesi ile son bulmuş tarifi mümkün olamamış bir gerçektir ilkel yaşam. Darvin’e yazık etmiştir siyaset anlayacağınız.Ucuz ama sonuçları kıymetli bir amaç uğruna harcanmıştır bilim.  Dönemin en değerli bacasız fabrikaları olmuştur tanrı müessesi. Gerekli her durum için tanrılar yaratılmış ve düzen, intizam sağlanmıştır. Dönemin yöneticileri bu fabrikasyon tanrıların vekili olarak istediklerini almış ve halkın ırzına geçmiştir. Günümüz yöneticilerini sorumlu tutamayacak kadar eski zamanlarda gerçekleşen bu olaylar hakkında pervasızca söz söyleyebilmek de benim bir nebze olsun içimi rahatlatmıştır. Katarsis, yani sözlük anlamı tam olarak bu olmasa da aslında iktidarın toplum üzerinde tanrılar aracılığı ile yarattığı korku ve iktidar olmayanın ırzına geçme eylemidir. Bu durum böcek oğlu ateşi, rüzgârı ve diğer bilmediklerini keşfetmeye başladıkça geçerliliğini yitirmeye başlamış ve iktidarı yeni arayışlar içersine itelemiştir. Bu durum aynı zamanda bir başka gerçeğinde ipuçlarını vermiştir bize. Böcek oğlu bilmediklerinden korkabilmekte ve bildikçe korkularından kurtulabilmektedir. Yazık ki iktidar böcek oğlunun bu özelliğini kendisinden önce keşfetmiştir. Ve harekete geçmekte tereddüt etmemiştir. İnsan bilmediklerinden korkmuştur hep tarih boyunca ve maalesef bu durum bu günde hala güncelliğini sürdüre gelmiştir. Bu korku halinin kendisini koruyan bir otokontrol olduğuna bile inanmıştır çok zaman. En acı olan da budur zaten, korkularının esiri olma hali.  Korktuklarına tapınma, yaltaklanma hatta...

Devamını Oku

Böcek (Birinci Bölüm)

Böcek felsefesinden söz etmeden önce, içinizden böceğin de felsefesi mi olur dediğinizi duyar gibiyim. O halde söze böceğin kendisinden bahsederek başlayalım. Sözünü ettiğimiz böcek, evlerimizde ya da her gün çeşitli yerlerde karşılaştığımız sıradan yaratıklar değil elbette.Onlar, yani bizler, sadece Dünya üzerinde tüketmek için varlığını sürdüren ve tüketeceği her şeyi satın alabilme gücüne sahip oldukları sürece varlıkları anlam kazanan, sıradan insanlardır. Yani egemen gücün işleyişine katkıda bulunabildiği sürece var olması gereken, ancak bu vesile ile varlığını sürdürebilmesine olanak sağlanan sıradan insanlar. Kim bu insanlar ve nerede yaşarlar? Köylerde, kasabalarda, şehirlerin kenar semtlerinde, yani şehir olmayan yerlerinde yaşar ve inanın işe yararlar. Yaramasalar var olamazlar zaten. Şimdi ne yerler, ne içerler, ne iş yaparlar diye anlatmaya başladığımda ise birçoğunuz bana kızacaksınız belki önce. Çünkü bu insanlar çok yakınımızda ve hatta kuvvetle muhtemel içimizde yaşıyor, Belki de biziz ve bu adam ne biçim bir isimle adlandırıyor diye düşüneceksiniz. Ancak verdiğim bu isim (Böcek) insanların yaşamı ile ya da yaşamdaki gerekliliği ile doğrudan örtüşüyor ve anlatılmak isteneni karşılıyor diye düşünüyorum. Pekâlâ, artık benim sahip olamadığım o hoşgörüye ve sabra sahip olanlar daha sempatik bir sıfatta koyabilirler sonra. Lafı fazlada uzatmadan, bodoslama girelim artık konuya ve diyelim Mevla rast getire. Hepimizin yediğini yer, hepimizin içtiğini içer ve hepimizin yaptığı işlerde çalışır bu insanlar. Öyle sıradan ve olağan görünür ki durum, bazen kendimizin de bir farkı kalmaz onlardan. Askere gider, evlenir, çoğalır, gezer ve görürler...

Devamını Oku

Özel Tiyatrolara Salon Rezaleti…

Her tiyatrocu bilir, birçok oyuncu da bilir bu durumu ama nedense kimse kimseye söylemez. Kimse bundan şikâyet etmez, biri sesini yükseltip bağırmaz. Sanki herkes paronayak, bir yanlışı dile getirip söylerse gizli bir el gelip onu alır ve hiçleşir… Hoş susup piçleşmekten iyidir bu durum ama yinede susulur. Susanı adam sayarız ya ulusça ondan herhalde… Tiyatro salonlarını herkesin bildiği gibi büyük ölçüde belediyeler işletir. Belediyelerin bir kısmı oy kaygısıyla bu salonlarda oynayan tiyatrolardan kira almaz, bir kısmı da cüzi bir miktar para alır. Buraya kadar sorun yok gibi aslında. Kimi alır, kimi almaz, bu işleyişten kimse de rahatsız olmaz. Malum her belediye farklı bir ekonomik yapıya sahip, alınmamasını tercih ederiz ama alana da çok kızmayız. Problem hangi tiyatronun hangi salonlarda oynayabileceği ile ilgili… Çünkü a partisinin yönettiği bir belediye salonunda oynayan tiyatro b partisinin yönettiği belediyenin salonun da oynayamaz. Oynar ama oynayamaz, görünürde hiçbir problem yok, ama eyleme gelince oynayamaz. Gidersin görüşmeye salon yetkilisiyle, boş gün yoktur, ülkem kültür patlaması yaşamaya başlamıştır ya ondan koca salonda sana verilecek bir 2 saatlik boşluk yoktur. Çünkü o boşluk sana o zihniyetle bakan, o düşünceye sahip aptal yöneticinin kafasındadır. Eee sen tiyatrosun, afişinle, broşürünle ya da gazete ilanınla hiçbir araştırmaya gerek bırakmadan kabak gibi ifşa edersin kendini. Dur bakayım hangi salonda oynamışın, heee sen oralısın. Bir nevi hemşericilik yani, Sanatın siyaset üstü bir durum olduğunu, insana dair bir eylem olduğunu anlayamadı maalesef bu...

Devamını Oku

Aşk

Tüm zamanların değişmez konusu, kadın erkek ilişkileri, sanatın her alanında önemli bir yer işgal etmiştir. Elbette ki bizde gerekli özeni göstereceğiz bu konuya… Kimimiz kadınız, kimimiz erkek, kimimiz aşığız kimimiz yalnız, kimimiz mutluyuz, kimimiz mutsuz ama hepimizin hayatında bir karşı cins olsun isteriz. Tırnak içerisinde hem cinsleri ile mutlu olanlarda var, unutmadık onları da elbette. Ama hangi tarafta olursak olalım, bir insan, bir ayak sesi, bir nefes isteriz elbette hayatımızın yaşanan kısmına tanıklık edecek. İsteriz ki bizi anlasın, bizi sevsin ve bize eşlik etsin bu kısa yaşam içerisinde. Nede iyi ederiz hayatı paylaşmak istemekle, isteriz istemesine de… Bazen işler karışır, bazen bu romantik anların arasına yalancı duraklar yerleştiririz, kendimize ait olsun isteyeceğimiz kısa ama kalıcı izler bırakacak anlar… İşte bizi bu anlarda kurtaracak, bize o yalancı durakları aralayacak zamanlar için, bizce masum ama onlar için affedilemez yalanlar olur bu kimi zaman. Zaman, zaman, bazı zaman, yahu galiba her zaman… İşte bu yalanlardan bazıları, bakalım bu tutar diye düşündüğümüz yalanlar, gerçekten bizi o nefes alma duraklarına götürür...

Devamını Oku

Kısık Ateşte Aşk

Aşkın tarifiyle girmek konuya hem aşka, hem de aşıklara yapılacak önemli bir haksızlık olur sanıyorum. Zira aşk herkesçe başka yaşanır diye düşünüyorum, dar kalıplara sıkıştırıp aşkı tanımlamak, tanıma uymayanlara da aşk değil demek olur biraz. Oysa herkes aşkı kendi gibi, bilebildiği kadar yaşar.Tanımı sizce ne olursa olsun hani biraz teslimiyet, biraz da zaaf barındırır ya içerisinde ve aşık olduğunuz kişiye yükler ya anlamını, kim bilir belki aynı kişide aşk kişiden kişiye bile değişebilir. O halde bırakalım saçma tanımlamaları ve bakalım aşk ateşi kaç derece… Bir sürü aşklarım oldu ve düşündüm de bu konuda söz söyleme hakkı bulacak kadar kendimde bir başarı örneği miyim, yoksa bir başarısızlık abidesi mi? Bir aşk ömür boyu sürebilirse mi siz onu yakalamış olursunuz, yoksa şu kısacık ömrümüze sığdırabildiğimiz kadar aşkı sığdırmakla mı başarmış oluruz? Sanırım en doğrusu herkesin mutlu olabildiği kadar aşık olması, bunu bir kişide yada birden fazla kişide yakalamak sadece mutluluğa götüren aracın durak sayısıyla ilgili… Yıllar sonra ve aşklar sonra edindiğim deneyim bana şunu öğretti, zamanlama çok önemli… Aşık olduktan sonra verilen kararlar maalesef bir mucize gerçekleşmemişse eğer, sonu hüsranla tamamlanan bir aşka dönüşüyor. Çünkü aşk etkisinde verilen kararlar kendi kararlarınız değil… Sadece seçiminiz oluyor… Oysa aşka çeyrek kala iyi bir zamanlama, anlamak, kavramak ve seçim yapmak için kullanılabilecek en iyi zaman dilimi. Karar vermenin en ideal yeri, etki altında kalmadan, kararlarınızı sırtlanmak zorunda olacağınız seçimler yüküne dönüştürmeden akılcı kullanılacak bir...

Devamını Oku