Aidiyet Şuuru

Aidiyet kavramı ait olma, içinde bulunma, mensubu olma gibi anlamlara gelmektedir. Herder’e göre de aidiyet duygusu insan olmanın bir özelliğidir. Nasıl ki insanlar yemeğe, içmeğe, güvenmeğe ve hareket özgürlüğüne ihtiyaç duyarlarsa, aynı şekilde bir gruba ait olma ihtiyacı da duyarlar; bunu bulamazlarsa kendilerini zayıf ve mutsuz hissederler. Mehmed Niyazi de “Elbette lisanların, kurulan hayatların, renklerin müşterekliğinin insanlar arasında yakınlık doğurması tabii idi. Bu yakınlık ve insanın fıtrî bir özelliği olan alışkanlık, toplumu meydana getiren kişilerde aidiyet şuurunun doğmasına sebep olmuştur” der. Demek ki insanın bir topluma, inanca, millete  ait olma isteği insanlıkla beraber vardır. Kişinin aslı, özünde kim olduğu, benimsediği değerler ve kişilikler, tarihi çok önemlidir. Bundan bihaber yetişen genç amaçsız bir yaşantı, oturmamış bir kişilik gibi tehlikelerle karşı karşıyadır. Nerden geldiğini, kim olduğunu bilmeyen insan, ne istediğini, nasıl yaşayacağını da bilemez. Efendimizin (s.a.s) “Aslını inkar eden bizden değildir” hadis-i şerifi, böyle bir lüksümüz olmadığını net bir şekilde ortaya koymaktadır. Babası güzel işler yapmış bir evlat çevrede onun ismiyle zikredilir, ona ayrı değer verilir, babasından dolayı hürmet edilir. Evladından da ona layık bir yaşam sürmesi beklenir. Nitekim bizim milletimiz de İslam aleminde böyle bir değer ihtiva etmektedir. Bize düşen de elbette bunu bilerek yaşamaktır. Dünyaya diz çöktürüp hocasının yanında iki büklüm olan Fatih ne kadar bizimse, bugün dahi eserlerine hayranlıkla bakılan Mimar Sinan, daha düne kadar Avrupa üniversitelerinde okutulan İbni Sina o kadar bizimdir. Cemil Meriç bizim, Molla Ceziri...

Devamını Oku