Yazar: umutg

Eksiklik

İnsanoğlunun hayatta birçok eksiği vardır şüphesiz. Ama eksiklik manevi olmasın yeter ki… Para, pul ; bunlar çözümlenebilecek eksiklikler bence. Fakat bir ebeveynin, bir babanın, bir ananın eksikliği tartışılamayacak derecede incitir kişiyi yaşamı boyunca. Ben ”babamın yokluğu”ndan yola çıkarak bazı şeyleri belirtmek istiyorum. Mesela en basitinden ; okullarda dağıtılan ”öğrenci tanıma formu”na anne-baba durumuna BOŞANMIŞ olarak işaretlemek hep ağrıma gitmiştir çocukça yüreğime. Düşünsenize, bütün sınıf EVLİ işaretlerken siz diğerini işaretliyorsunuz. Bu, gelişim döneminde bir çocuk için yadsınamaz bir olumsuzluk.Buna rağmen derslerim gayet iyiydi. Arada bir arayan babama ”tüm derslerim 5” diyebilmeliydim. ”Öğretmen en çok benim ödevimi beğendi, son yapılan deneme sınavında 1. oldum” diyebilmeliydim. O da gurur duymalıydı kilometrelerce uzaktaki oğluyla. Dedim ya, ben her ne kadar sempatik gözükmeye çalışmışsam da becerememiş olsam gerek ki ; sınıf öğretmenim beni okulun yanındaki halk eğitim merkezindeki psikolojik danışmana götürürdü. Sohbet ederdik, uzun ince bir masada karşılıklı. Daha ilkokul 2’ye giden bir çocuk, adam yerine konulduğunu hissettiğinde ne kadar seviniyorsa, bende en az o kadar sevinmiştim. Ta ki yıllar sonra anladım ; babasızlığın verebileceği psikolojik travmayı önlemek için gittiğimi o danışmana. Aylar, yılları kovaladı. Zaman su misali! Arkadaşlarımla sokakta tek kale maç yapardık. Kalenin bir direği sokak lambasının direği, diğeri ise ordan burdan bulduğumuz taş yığınlarıydı. Gelen ortaya, zamanın favori oyuncularından olan ”Michael Owen” edasıyla vuruyordum. Muhtemelen gol oluyordu! Uzağa giden topu, arkadaşlarımdan birinin babası getiriyordu ayağıyla kendi kendine paslaşarak. Elinde poşetler, güler...

Devamını Oku

Sevgili Sevgi

Öncelikle bu mektubu veya mektubumsu yazıyı okumadan atmamanı rica ediyorum.. Tamam, edebiyatım hiç iyi değildir ama ‘’sevgi‘’nin edebiyat gerektireceğini de hiç sanmıyorum.. Lafı uzatıp seni sıkmaktansa, kısa ve öz tutup derdimi anlatmaya çalışayım… Bu mektubu çok uzaklardan yazmıyorum sana. Bildiğin gibi karşı apartmanın beşinci katından yaşıyorum. Şu an seni o kadar çok görmek isterdim ki, bunları yüzüne karşı söyleyebilmek en iyisi olurdu benim için. Gerçi balkonun sağ tarafındaki demirlerden biraz sarkınca senin odanı görebiliyorum. Genelde ders çalışıyorsun. Dedim gibi, mektuptan edebiyattan anlamam. Nasılsın diye sorsam, cevapta alamam. Beni soracak olursan, seni görmediğim gün hastalanıyorum diyebilirim. Sırf seni görebilmek, sesini duyabilmek umuduyla, evdeki bütün pirinci saksıların dibine sakladım ki anneme diyebileyim sizden isteyebileceğimizi. Gerçi biraz tuhaf gelebilir sana! Apartmandaki komşularımızdan istemek varken niye sizden isteyeyim! İşte küçük bir umut benimkisi. Bir kere de kapıyı sen açsaydın ya? Annen, Süheyla teyze beni göre göre bıkmış olsa gerek ki: ‘’Oğlum, daha dün istedin ya unu! ‘’..Ne bileyim be Süheyla teyze, ne istediğimi… Benim aklım başımda mı ki? Gelgelelim okul işine. Allah’tan var şu okullar! Yoksa her gün bir şey istemeye gelemem ya sizden? Burada güldüğünü biliyorum, sakın saklamaya çalışma. Aslında sana bir şey diyecek olsam; ‘’salak, aptal‘’ diye lafı ağzıma tıkıyorsun. Olsun… Konuşuyorsun ya benimle. O da yeterli benim için. Hatırlıyor musun, geçenlerde olduğumuz felsefe sınavını? Senin b grubuydu, benim a. Bizim kağıtta bir soru vardı ki, yine sen geldin aklıma…’’İnsanı yaşatan...

Devamını Oku

Hayal Kurmak

Uzun ve yorucu bir günden sonra evine dönüyordu Hasan. Cebindeki son parayı, öğle arası dönere harcadığı için, yürümek zorundaydı. Zaten döneri alırken geçirmişti aklından. ’’Ne olacak , yürüyüveririm bir güncük.. Abi bi yarım tavuk daha!‘’Yolda , parasını harcadığına pişman olup, ‘’Ah benim aptal kafam, ayı herif, niye yersin ki bi yarım daha?!‘’ Böyle böyle yolu yarılamıştı. Önüne gelen bir caminin sebilinden su içmeye yeltendi. Zaten soğuk olan havada bu kadar soğuk su içilmezdi. Susuzluğunu dindirecek kadar, bir-iki yudum aldı. Camiden çıktı ve yoluna devam edecekti. Bir an iç cebinde kulaklığının olduğu aklına geldi. Çıkardı ve soketini taktı telefona. Müzik çalardan müzik açmaya yeltenirken, telefonun şarjsızlıktan kapandığını fark etti. Bir kaç kez açmaya çalışmasına rağmen, fayda etmedi. Giderken, yanında onunla birlikte giden rayları fark etti. Kendince eğlenmek için, rayların üzerinden gitmeyi tercih etti. Şöyle bir oyunu vardı kafasında, taşlara değerse yanıyordu ve değmemesi lazımdı. Devamlı demirlerin üzerinden gitmeliydi. Bir süre devam ettirdi. Öylesine kaptırmıştı ki kendisini, tren çarpsa ruhu duymazdı. Biraz ilerledikten sonra, rayların üstüne taş yerleştiren üç çocuk gördü. Çocukların ikisi esmer, birisi beyaz tenliydi. Hepsi ortalama 5 ya da 6 yaşlarındalardı. Ne yaptıklarını çok merak ediyordu? Amaçları neydi, taşları raya yerleştirmekle? Yanlarına sokuldu ve muhabbet kurmaya çalıştı : – ‘’Napıyorsunuz?‘’ İçlerinden beyaz tenli olanı cevap verdi : – ‘’Tiyen yoluna taş koyuyoz.‘’ Onu görüyordu, fakat bunu yapmakla ne hedeflediklerini anlamamıştı : – ‘’Ne oluyo onları raya koyup?‘’ –...

Devamını Oku