Haftanın yedinci, yılın 198. günü. Saat öğlenin 2’ye 10 kalası…

Geceden kalma bir baş ağrısı ve çok uyumaktan şişen bir vücutla açtım gözlerimi. Koltukta yanımdaki peçetelerim günaydın dedi bana ilk önce. Sonra yere düşen battaniyem ve sessizdeki telefonum. Arayan yoktu. Vardı aslında ama yoktu işte. Aynı senin gibi.
Kalktım. Ama çay suyunu koymadım. Sen ve beraber yaptırdığımız pazar pideleri yoksa çayda olmamalıydı. Eski bizi düşündüm. Geçen pazarki bugünümüzü işte. Ne kadarda mutluyduk. Sen ve ben. Çok sıradandı o gün tabii… Eğer bu denli ani olacağını bilseydim bu gidişin, son gün olduğunu bilseydim o günün, sana sarılır ve bütün gün bırakmazdım. Bilmem hatırlarmısın. Daha ufakken ben, sen her çarşıya gidişinde paçalarına yapışır ‘benide götür’ diye ağlardım. Ha işte. Yine ol yanımda, yine öyle yapışır, yine öyle ağlarım. Çünki sen bunu hakeden tek adamsın. Babasın. Babamsın…

Sponsor Bağlantılar

Annem telefonda ‘babanın eşyalarını ihtiyacı olan birilerine dağıtalım’ dedi bugün. İzin vermedim, veremedim. Ne bileyim, belki geri gelirsin. İmkansız değil. Asıl imkansız imkansızdır. Hem bana sen öğrettin imkansız denen birşeyin olmadığını. Unuttum sanma.

7. gün bugün. Zaman acımasız ve çok hızlı. Mezarına gelemedim, darılma bana sakın. Çünkü sen orda değil, yanımda olmalıydın. Herkes hakettiği yerde olmalıydı. Gazeten ve gözlüğünle, şu karşı koltukta…

Bu pazar savan. Bu pazar babasız, soğuk ve saçma. En sevdiğim gün pazardı, bilirsin. Ama senli pazarlar.

Şimdi sende bittin, pideli pazarlarımızda…