Erden ÖZKANT

1930’lu yılların sonunda Dersim’de 13 bini aşkın kişinin öldürüldüğünü söyleyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 23 Kasım 2011 günü bu olaylar için özür diledi. Erdoğan, özetle şunları dile getirdi:
“Dersim’e yapılan operasyonlar bir isyanın bastırılması olarak zihinlerde ve vicdanlarda meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Bunu iddia edenlere karşı söyleyecek çok söz var. Ama, ilk Meclis’te Dersim Mebusu olarak bizzat Atatürk tarafından davet edilen Diyap Ağa’dan hiç kimse bahsetmiyor. Dersim operasyonları sonucunda tutuklanan ve asılan Seyid Rıza’nın 1915 olayları sırasında işgalci ordulara karşı savaştığından dönemin Valisi tarafından da “din ve namusuyla bize hizmet etti” denerek şereflendirildiğinden kimse bahsetmiyor.

Sponsor Bağlantılar

Dersim’de adım adım çerçevesi çizilmiş, bahaneleri hazırlanmış bir operasyon var. Çeşitli tarihlerde Dersim raporları hazırlanıyor. Bakın, şu rapor değerli kardeşlerim, sadece 100 adet bastırılarak gizli ve zata mahsus olarak bu notla belli yerlere gönderilmiş bir rapordur. Şimdi ne var bu raporda? Sadece birkaç cümleyi size aktarıyorum, sayfa 199, 1926 yılında Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey’in raporuna atıf yapılıyor ve deniyor ki: ‘Dersim, Hükümeti Cumhuriyet için bir çıbandır. Bu çıban üzerinde kati bir ameliye yapmak ve ihtimalatı elimeyi önlemek, selameti memleket namına farzı ayndır. Hükmü görüyor musunuz, farzı ayn. Ve değerli kardeşlerim, 201. sayfasında şu ifade var: “Dersim, Türkiye için cehalet, maişet darlığı, dahili ve harici tesvilat ve Kürtlük temalüatı ile bulaşmış tehlikeli bir çıbandır. Kati bir ameliyeye -kesin bir ameliyeye, işleme- tabi tutulması lazımdır. Bunun için evvela silah toplamak, badehu, ardından ıslahat yapmak icap eder.” Yine 1935 yılında bir kanun çıkartılıyor. Kanunun adı, ‘Tunceli Vilayetinin İdaresi Hakkında Kanun.’ Tabii Tunceli dediğimiz zaman, o zaman sadece Tunceli’yi kapsamıyor, çevrede bugün il durumunda olanları da kapsıyor, öyle bir durumu var. Kanunun ilk maddesinde şu belirtiliyor, madde 1: ‘Tunceli vilayetine ordu ile irtibatı baki kalmak ve rütbesinin salahiyetini haiz bulunmak üzere korkomutan rütbesinde bir zat, vali ve kumandan olarak seçilir’ diyor, üst derece. Sonra bu vali ve kumandana yasada çok enteresan haklar tanınıyor. Mesela, vali ve kumandan gerek görürse aileleri bir yerden bir yere göç ettirebilir. Mesela, idam hükümlerinin vali ve kumadan tarafından teciline lüzum görülmezse hemen infaz yapılır. Sayın Kılıçdaroğlu, haberin var mı bunlardan?

Dersim olayları sırasında orada asker olan Muhsin Batur anılarında aynen şu ifadeyi kullanıyor: ‘Günlerden bir gün emir geldi, tren yoluyla Elazığ’a vardık. Oradan da ilk durak Pertek olmak üzere harekete geçtik. İki aya yakın Dersim’de görev yaptım. Okuyucularımdan özür diliyorum ve yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum’ diyor. Babalarını arayan ve yanına gitmek istediklerini söyleyen iki masum çocuk Hozat Kaymakamı tarafından süngületilerek babalarının yanına gönderiliyor. Kendisinin öğretmen ve köy halkıyla alakasız bir şahıs olduğunu iddia ederek alevler içinden fırlamak isteyen bir genç, kalasla alevlerin içine itiliyor ve karşısında da sigara içiliyor. Bir köy halkı önce kurşunlanıyor, daha sonra buğday sapları üzerinde yakılıyor. İktidar, CHP iktidarı. Bütün sürgünlerin altında, bu öldürmelerin altında İnönü’nün imzaları var, havadan bombardımanların altında imzası var. Bir diğer isim ise Ali Çetinkaya.

Dönemin Malatya Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil bir röportajda bunu şöyle anlatıyor: Son sözünü sorduk, 40 liram var, oğluma verirsiniz” dedi, Seyid Rıza. Bu sırada, çok enteresan, Fındık Hafız asılıyordu. Asarken iki kez ip koptu. Seyid Rıza görmesin diye ben arabanın önünü kapattım diyor. Fındık Hafız’ın idamı bitti, Seyid Rıza’yı meydana çıkarttık, soğuktu ve etrafta kimseler yoktu, ama Seyid Rıza meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti; bu da çok önemli. Evladı Kerbela’yız, bihataydı, yani Kerbela’nın çocuklarıyız, biz hatasızız, bihataydı, ayıptır, zulümdür, cinayettir diyor. Devlet adına özür dilemek gerekiyorsa ve böyle bir literatür varsa ben özür dilerim ve diliyorum.”

Gazetelerin manşetlerden verdiği Başbakan Erdoğan’ın bu cümleleri ve özellikle de özür dilemesi, bazılarını rahatsız etti. Ama gazetelerin ve yazarların büyük çoğunluğu, Erdoğan’a destek verdiler. Tabii rahatsız olanlar da vardı ancak bir de gerçek duruyordu karşımızda: Devlet, yıllar önce halkına yaptığı zulümden dolayı yıllar sonra özür diliyordu. İlginç olan ise özür, o dönem devletin başındaki tek parti konumunda olan CHP’den değil, 9 yıldır iktidarda olan AKP’nin Genel Başkanı ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’dan geldi. İşte bu özür, CHP’den, Dersimli Kemal Kılıçdaroğlu’ndan gelmediği için bazılarını rahatsız etti belki de. Bilmem belki de bu gerçeklere rağmen başta Tunceli’liler olmak üzere Alevi vatandaşların, ısrarla CHP’ye oy vermeleriydi rahatsız eden.

Özrün AKP’den gelmesini içine sindiremeyenleri, katliamın yaşandığı dönemlerde devletin başında kimin olduğunu söylemeye dili varamayanları Erdoğan’ın özrü rahatsız etti de şunlar rahatsız etmeye yetmedi: Kadınların, erkeklerin, yaşlıların, çocukların öldürülmeleri, bazı çocukların yetiştirilmeleri için asker ailelerine verilmeleri, insanların zorla göç ettirilmeleri ve o dönemin tanıklarının anlattıkları daha nice şeyler…

“Orada insanlar isyan ettiler. Devlet, bu isyanı bastırmayıp da ne yapacaktı?” diye sorabilenlerin, velev ki isyan olsa bile bir isyanın bu şekilde, binlerce insanın öldürülerek mi bastırılacağı sorusuna cevap veremeyen zavallıların, “İnsanlar da yaramazlık yapmasalardı” şeklinde insanlığa epey uzaklardan bakanların cevaplarına, Seyit Rıza’nın şu sözleri de yetmedi: Ayıptır, zulümdür, cinayettir

Evet…
Bir özür yetmez…
Zira…
1915 olayları var…
Güneydoğu’daki fail- i meçhuller var…
1960, 1980 darbeleri ile 28 Şubat post- modern darbesi var…
Bu darbelerde zarar görenler var…
Başbağlar Katliamı var…
Madımak katliamı var…
Maraş katliamı var…
Çorum katliamı var…
Yıllarca üniversitelere alınmayan başörtülü öğrenciler var…
İşlerinden ve okullarından uzaklaştırılan dindar insanlar var…
Solcular var…
Sağcılar var…
Müslümanlar var…
Gayrimüslimler var…
Türkler var…
Kürtler var…
Sünniler var…
Aleviler var…

“Babam, yıllar önce rahatsızlandığında onu hastahane hastahane dolaştırırken hayatını kaybetti” diyen ve bunu anlatırken gözleri dolan arkadaşım ve bu arkadaşım gibi binlerce insan var…

Kısacası bu ülkede, sosyal devletin gereklerini yerine getiremediği için zarar gören, mağdur olan insanlarımız da dahil olmak üzere özür dilenmesi gereken daha çok insan var…

Birilerinin hoşuna gitse de gitmese de…

Şu bir gerçek: Bu ülkede devlet, vatandaşlarına zulmetti yıllarca. Türkler de, Kürtler de, Ermeniler de, milliyetçiler de, solcular da, Sünniler de, Aleviler de, başörtülüler de,
Müslümanlar da, Gayrimüslimler de bu ülkede yıllarca acı çektiler. Kısacası bu ülkede acı çekmeyen kimse kalmadı.

Bunu anlamak istemeyenler, hala daha “Ya sev ya terk et” diyebilenler, bu ülkede hep beraber mutlu bir şekilde yaşayabilecek potansiyele sahip olmamıza rağmen bunu engellemeye çalışanlar ve buna, doğrudan ya da dolaylı bir şekilde destek verenler, önce “Ne mutlu insanım” diyemeyenler; Seyit Rıza’nın şu sözleri aklınızdan hiç çıkmasın: Ayıptır, zulümdür, cinayettir