BİLİNÇ

Giriş (Bilinç Nedir?)

I. Dikkat ve Bilinç
    A. Nöral Mekanizmalar

II. Bilincin Değiştirilmesi
    A. Ayrışma (DISSOSIASYON)

III. Uyku ve Rüyalar
    A. Uyuyan Beyin ve Rüya Gören Beyin
    B. Uyanıklık ve Berrak Rüyalar

Sponsor Bağlantılar

IV. Benlik ve Bilinç
    A. Faillik ve Niyet
    B. Yer Değiştirmiş Benlik

BİLİNÇ NEDİR?

Beynimizdeki hücrelerin elektriksel olarak ateşlenmeleri dünyaya dair bilinçli deneyimlerimizi nasıl meydana getiriyor ve bununla birlikte ayrı bir benlik duygusu, soyut ve eylem üzerine düşünme becerileri gibi şeyler nasıl gerçekleşiyor? Bu, zorluğuyla ünlü bir sorudur. Ona yanıt vermek, fiziksel ve zihinsel dünyalar arasında bir köprü kurmayı içerir. Nörobilim ilerledikçe, bilincin ne olduğu ve nasıl ortaya çıktığını anlamaya daha fazla yaklaşıyoruz. Örneğin şimdilerde farklı bilinç durumları beynin belirli alanlardaki aktiviteyle ilişkilendirilebiliyor.

Bilinç aslidir, o olmadan yaşamın bir anlamı olmazdı. Bilinçli farkındalığı yaratan beyin aktivitesini tanımlayabiliyoruz, ancak görünürde fiziksel varlığı olmayan bir olgunun fiziksel bir organdan nasıl doğduğu hala gizemini koruyor.

Bilinç başka şeyler gibi değildir. Bir düşünce, duygu veya fikir evrenin geri kalanını oluşturan fiziksel şeylerden daha farklı gibi görünür. Zihinlerimizin içeriği zaman ve mekânda konumlandırılamaz, bu aktivitenin kendisinin mi bilinci oluşturduğu (monist, materyalist görüş) yoksa beyin aktivitesinin zihin ya da bilinç dediğimiz farklı bir şeyle mi ilişkili olduğu (düalist görüş) bilinmiyor. Eğer bilinç sadece bir beyin aktivitesi değilse, bu maddi evrenin gerçekliğin sadece bir kısmını oluşturduğu ve bilincin tamamen farklı kuralların geçerli olduğu paralel bir gerçekliğin parçası olduğu anlamına gelir.

RENÊ DESCARTES VE DÜALİZM

Fransız filozof Renê Descartes (1596-1650) modern düalizmin kurusucu kabul edilir. Maddi dünyanı, düşünceleri, duyguları, zevk ve acıyı barındıran zihin dünyasından ayrı olduğunu iddia etmiştir. “Zihinsel” şeylerin boyutu, şekli veya hareketi yoktur, ama maddi dünyayla etkileşirler; böylece düşünceler eylemlere, maddi dünya da düşüncelere neden olabilir. Bu etkileşimin, o zamanlar hiçbir işlevi belli bilinmeyen, beyinde küçük bir çekirdek olan epifiz bezinde olduğunu iddia etmiştir.

Bilincin duygular, duyumlar, düşünceler ve algılar gibi hepsi nöral aktivite, dikkat ve konsantrasyon seviyelerinde deneyimlenen farklı biçimleri vardır. Nöral aktivitenin seviyesi bilincin derinliğini belirler. Dikkatin odağı dış dünyaya ya da iç dünyaya (düşünceler hakkında düşünmek) yönelebilir. Konsantrasyon birçok hedefe (örneğin bir dizi nesneye) sahip olduğunda dağınık ya da sadece bir nesneye yöneldiğinde odaklanmış olabilir. Bilinçte farkındalık üçe ayrılır: ana dair farkındalıkta beyin şimdiki olayları kaydeder ve onlara yanıt verir, ama onları bellekte kodlamaz; bilinçli farkındalıkta olaylar belleğe kaydedilir ve kodlanırlar; son olarak öz farkındalıkta olaylar kaydedilip hatırlanır ve kişi bunu yaptığının farkındadır.

İnsan bilinci kişinin her parçasının çevresiyle iletişim kurmasından doğar. Beynin bilinçli farkındalığı üretmede temel bir rol oynadığını biliyoruz. Ama bunu nasıl gerçekleştirdiğini bilmiyoruz. Beyindeki belirli süreçler ve belirli alanlardaki nöral aktivite bilinç durumlarıyla güvenilir bir biçimde ilişkiliyken, diğer kısımları ilişkili değildir. Bu süreçler ve alanlar bilinç için gerekli gibi görünse de, yeterli olamayabilir.

Beyinde farklı nöral aktivite türleri bilinçli düşüncelerin ortaya çıkmasıyla ilişkilidir. Kortekste, özellikle frontal loblardaki nöral aktivite bilinçli deneyimin meydana gelmesiyle ilişkilidir. Bir uyaranın beyinde kaydedildikten sonra bilinçli hale gelmesi yarım saniye alır. İlk olarak, uyaran tarafından tetiklenen nöral aktivite amigdala ve talamus gibi beynin “alt” kısımlarında gerçekleşir, daha sonra “yukarı” beyinde, yani korteksin kısımlarında aktivite oluşur. Genelde frontal korteks, beynin bu kısmının bilincin önemli bir kısmını oluşturduğunu gösterecek biçimde, bir deneyim yalnızca bilinçli hale geldiğinde aktive olur.

“Kaptaki Beyin” deneyi: bilinçli ama bedensiz beyin birçok bilim kurgu ve korku filmine konu olmuştur ve sıklıkla gerçeğin doğasına ilişkin felsefi tartışmalarda düşünce deneyi olarak kullanılır. Bilinçli deneyimi simule den, süper bir bilgisayara bağlanmış, bir bedene sahip olmayan beyinler olduğumuz fikri ünlü bir düşünce deneyidir. Matrix, 1999 yapımı film sanal gerçekliğin insanın deneyimlediği tek gerçeklik olduğu düşüncesini keşfeder. İnsanların beyni fiziksel deneyimi simule eden devasa bir bilgisayar programı olan Matrix’e “bağlanır”. Son yıllarda, modern teknoloji beyinde, bedende deneyimlenen gerçeklikten ayırt edilemeyen, sanal bir gerçeklik yaratabilmenin sınırlarına yaklaştıkça, bu fikir tamamen teorik olmaktan uzaklaşmaya başladı. Hatta buna zaten ulaşılmış olması bile muhtemeldir ve dış dünyanın “gerçek” olmaması bile mümkündür.

Bilinçli deneyimin oluşturulmasında, hiçbiri tek başına bunu sürdürmeye yeterli olmasa da, beynin farklı kısımları rol oynar. Eğer bunlardan herhangi biri hasarlanırsa, bilinç gerçekleşemez, değişir ya da kaybolur.

Suplementer Motor Alan: İstemli hareketler burada “prova edilir”, bu da onları bilinçsiz tepkilerden ayırır.

Motor Korteks: Bedensel farkındalık bilinç için gerekli gibi görünen, benlik duygusu için çok önemli olabilir.

Primer Görsel Korteks: Bu olmadan görsel korteksin diğer kısımları sağlam olsa da, bilinçli görme olmaz.

Dorsolateral Prefrontal Korteks: Farklı fikirler ve algılar burada birbirine bağlanır – bu sürecin bilinçli deneyim için gerekli bir süreç olduğu düşünülmektedir.

Orbitofrontal Korteks: Bilinçli duygular burada meydana gelir, eğer bu alan aktif değilse uyarana verilen yanıtlar duygu içermeyen sadece refleksif bedensel eylemler olarak kalır.

Temporal Lob: Kişisel anılar ve dil buna dayanır; bu nitelikler olmadan bilinç kısıtlıdır.

Tempo-Parietal Bağlantı: Beynin dünyayla ilişkili biçimde kendiliğinin bir haritasını depolar ve birçok alandan bilgi toplar.

Talamus: Dikkati yönlendirir ve duyusal girdiyi açar kapatır.

Hipokampus: Anıların kodlanmasından sorumludur ve o olmadan bilinç zamandaki tek noktayla sınırlıdır.

Retiküler Formasyon: Kortikal aktiviteyi uyarır, o olmadan bilinçli farkındalık gerçekleşmez.

Peki, “Dikkat”in önemi nedir? Dikkat bilinçli yönlendirir ve kontrol eder. Dünyanın belirli bölümlerinin öne çıkmasını sağlayan bir işaret kalemi görevi yapar ve geri kalanının arka plana çekilmesine neden olur. Çevredeki şu anda en önemli olan unsuru seçer ve beynin ona verdiği yanıtı güçlendirir.

Dikkat duyusal uyaranlardan en önemlisini seçmenizi ve onun tam ve kesin bir biçimde bilincinde olmanızı sağlar. Bilinç ve dikkat birbirine o kadar bağlıdır ki, bir şeye dikkat ettiğinizde o şeyin bilincinde olmamak neredeyse imkansızdır. Açık dikkat kulaklarınızı, gözlerinizi ve diğer duyu organlarınızı bir uyarana bilinçli bir şekilde yönlendirmek ve ona dair bilgiyi işlemek anlamına gelir. Kapalı dikkat duyu organlarını o uyarana yönlendirmeden dikkatin yönlendirilmesi anlamına gelir. Dikkat devamlıymış gibi görünebilir, ama odaklanmış dikkati sürdürmek genellikle nadir ve zordur. Dikkatli bir uyarandan diğer uyarana yönlendirmekte zordur: Bir uyarana ne kadar dikkat ederseniz, dikkatinizi o uyarandan uzaklaştırmakta da o kadar yavaş olursunuz. Yani dikkatinizi çeken bir uyaran, geri kalan her şeyin bir anlığına ortadan kalkmasına neden olur.

Odaklanmış Dikkat: Bu kişinin çevresinde bulunan tek bir nesneyi seçip ayırma ve ona yanıt verme becerisidir. Bir atletin başlama ateşine odaklanarak, kalabalıktan gelen sesi duymazdan gelmesi buna bir örnek teşkil eder.

Sürdürülen Dikkat: Dikkat doğası itibari ile gezinme eğilimindedir. Sürdürülen dikkat, belirli bir süre boyunca ağır araç kullanımı gibi, belirli bir nesne ya da aktiviteye dair konsantrasyonun sürdürülmesi becerisidir.

Seçici Dikkat: Bu sürdürülen dikkate benzer, ama dikkatin seçili hedeften uzaklaşmasına direnmeyi de içerir: dikkatinizi çelmeye çalışanlara rağmen golf topunu deliğe sokmak için için yapacağınız vuruşa odaklanmak.

Değişen Dikkat: Bu dikkatin hızlı bir biçimde uyarandan diğer uyarana geçmesidir ve farklı bilişsel yanıtlar gerektirir –örneğin resim yaparken dikkatinizi resimden modele yönlendirmekte olduğu gibi.

Bölünmüş Dikkat: Genelde “çoklu görev” olarak bilinir. Bu dikkatin birbiriyle yarışan iki veya daha fazla ödeve bölünmesini içerir. Son yıllarda yapılan araştırmalar bölünmüş dikkatin aslında sık değişen dikkat olduğunu göstermektedir.

Nöral mekanizmalar; eğer beyin, yüksek bir ses veya
başka bir potansiyel olarak anlamlı bir uyaran gibi beklenmedik bir hareketi kaydederse –gözleri ani hareketin olduğu yöne çevirme gibi- duyu organlarını ona yönlendirir. Bu, beynin alt kısımlarında otomatik olarak gerçekleşir ve kendi başına uyaranın bilinçli olarak algılanmasını gerektirmez. Örneğin o uyaran bir insansa, kişinin bulunduğu mekândaki konumunu izleyen Parietal alanlarda ve bunlarla ne yapılacağıyla ilgilenen suplementer motor alanda aktivasyon artar. Eğer nöronlar belirli bir noktanın üstünde bir ateşlemeye ulaşırlarsa, bilinç faaliyete geçer.

Beyin algılarımız ve hislerimizin tüm dünyanın çarpıcı bir biçimde farklı görünebilecek kadar değiştirilebildiği durumlar dâhil, geniş bir yelpazeye sahip olan bilinçli deneyimler meydana getirme yetisine sahiptir. Bu değişmiş durumlar artık yoğun nörobilim çalışmalarına konu olmaktadır.

Normal uyanıklık durumunuz, hayal kurmaktan, rahatlamış farkındalığa, hatta keskin bir biçimde odaklanmaya kadar değişir. Beyin, yine de bundan daha geniş bir yelpazede bulunan bilinç durumları yaratma kapasitesine sahiptir. Bazen, çok heyecanlı ya da yorgun olduğumuzda veya duygusal açıdan zorlayıcı bir olay sonrasında olduğu gibi, kendiliğimizden normal aralığın dışına çıkarız. Bilinçli bir şekilde, uzun süreli dans ritüelleri, meditasyon ya da madde kullanımıyla normal durumdan çıkmaya çalışırız. Trans hali; hipnoz, madde kullanımı ya da ritüellerle tetiklenebilen değişmiş bir bilinç durumudur. Korkutucu ya da keyif verici olabilir.

Dissosiasyon: Dissosiasyon bir bütün olarak birleştirilen bilincin farklı unsurlarının (şimdiki ana dair duyumlar, düşünceler ve duygular) ayrı ayrı deneyimlendiği ya da bilinçli farkındalıktan uzaklaştırıldığı durumlara işaret eder. Çoğu değiştirilmiş bilinç durumu bu kategoriye girer. Genelde, dissosiasyon zihinsel ya da davranışsal bir bozukluk olarak nitelenir, ama hayal kurma ya da konsantre olma gibi bazı normal bilinç durumları da dissosiatiftir. Bilinç durumlarına bir ucunda oldukça birleşmiş veya bağlanmış deneyim, diğer ucunda da parçalı bilincin bulunduğu sprektrum gibi yaklaşmak daha doğrudur.

Hipnoz: Hipnoz kişinin dikkatinin tek bir düşünce, duygu ya da fikirle kısıtlandığı bir dissosiasyon biçimidir. Bu bilinç durumunu deneyimlerken, normal çelinmeler ve meşguliyetler zihinden uzak tutulur. Gönüllü olarak hipnotize edilen kişiler hipnotize eden kişinin fikirlerinin etkisi altında kalabilir, bu nedenle mesela sigara içmek gibi bir alışkanlıktan kurtulmak için terapötik olarak kullanılır.

Hayatın üçte biri, beynin bir dizi önemli işlevleri yerine getirdiği ve aktif olmaya devam ettiği uykuda geçer. Beyin, uyku esnasında, en yoğun ve tuhaf deneyimlerimizi yaşadığımız rüyaları üretir.

Uykunun ne olduğu ve onu bu kadar önemli yapanın ne olduğu konusunda kimse emin değildir. Kuramlardan biri, bedenin kendini onarmak için “dinlenme süresi” sağladığıdır. Bir diğeriyse, basitçe, uykunun kişinin hareketsiz kalmasını sağlayarak, onu her gün belirli bir süreliğine tehlikeden uzak tuttuğudur. Üçüncüsü ise beynin bilgileri sınıflandırmak, işlemlemek ve ezberlemek için kendisini dış dünyaya kapama ihtiyacıdır. Önemli bellek işlevleri kesinlikle uyku sırasında olur, ama uykunun birincil amacının bu olup olmadığı açık değildir. Uyku-uyanıklık döngüleri beyinde uykuyu başlatmak ve uyandırmak için farklı bölgelere etki eden nöro-ileticiler tarafından kontrol edilir. Araştırmalar uyanık olduğumuzda kanda adenozin adlı kimyasalın üretildiğini, uyurken de bu kimyasalın yavaş bir biçimde parçalandığını ortaya koymuştur. Uyku süresinin azlığı, düşünme ve hatırlama becerilerini açıkça ve hızlı biçimde azaltır. Hipotalamustaki ventroleteral prooptik çekirdek, beyindeki uyanıklık merkezlerine giden ve uykuya geçmek için gamma aminobütrik asit (GABA) nöro-ileticilerini üretir.

Uyurgezerlik, genelde derin uyku aşamasında, motor uyaranları engelleyen blokaj ortadan kalktığında, ama diğer uyku mekanizmaları sürdürülürken gerçekleşir. Uyurgezerler giyinmek ya da araba sürmek gibi karmaşık işler yapabilirler, ama bu eylemleri beynin bilinçdışı kısımlarındaki otomatik eylem planlarını izlediklerinden robotik bir biçimde gerçekleştirirler.

İki çeşit rüya görme biçimi vardır. Derin uyku esnasında genelde hemen unutulan, muğlak, duygusal açıdan yüklü ve anlamsız rüyalar görürüz. Beyin çok aktif değildir, ama bilgiyi bellekte tutmak için kibarca işliyor gibi görünür. Rem uykusunda1 ise oldukça aktif hale gelir ve tipik olarak bir anlatısı olan canlı, yoğun “sanal gerçeklikler” üretir. Rem uykusu sırasında beyinin duyumları işlemleyen beyin kısımları oldukça aktiftir. Deneyimize eleştirel bir analiz uygulayan alanlar içeren frontal loblar etkin bir biçimde kapatılmıştır, böylece rüyamızda çılgınca şeyler olsa da onları kabul ederiz.

Uykudan uyanıklığa geçerken, genelde, beyinde birçok değişiklik aynı anda olur. Gelen uyaranlar üzerindeki engel kalkmıştır, böylece dışsal duyusal uyaran beyne girebilir, bu da rüyaları oluşturan içsel duyumları kapatır ve onları geçersiz kılar. Buna ek olarak, frontal loblar tekrar aktive olur, böylece kim olduğumuzu, nerede olduğumuzu ve fantezi ve gerçeklik arasındaki farkı söyleyebilir halde olduğumuz normal bilinç durumuna geri döneriz. Berrak rüyaları uyku esnasında frontal loblar “uyandığında” görürüz, ama gelen ve giden sinyaller üzerindeki engel devam eder. Frontal loblar aktif olduğundan, rüya gören kişi gerçekten rüya gördüğünü çıkarsayabilir ve olayları normal bilinç durumundaymış gibi deneyimleyebilir.

Bu konu hakkında en çok merak edilen fenomenlerden biri olan uyku felci, motor uyaranlar üzerindeki engel hale aktifken uyanmak olarak açıklanır. Bu korkutucu duyum aşağı çekiliyormuş hissi yaratır ve uyuyanların üzerinde çöken şeytani ruhlar olan karabasan ve ifrit mitlerinin kökeni olabilme ihtimali çok yüksektir.

FREUD VE PSİKANALİZ

Freud, psikanaliz alanını kuran Avusturyalı bir psikiyatristtir. Rüyaları “bilinçaltına giden asıl yol” olarak tanımlamıştır, çünkü rüyaların uyanıkken bastırdığımız arzu ve duyguları açığa vurduğunu düşünmüştür. Ona göre, bu bastırılan arzuların bilinçli olarak itiraf edilmesi o kadar şok edicidir ki, rüyalarda bile sembollerin arkasına gizlenmişlerdir. Freudyen rüya analizi, rüya gören kişinin arzularının gerçek doğasını açığa çıkarmak için sembolleri çözümlemeyi hedeflemiştir.

İnsan beyni kendi deneyimlerimize “sahip olmamıza” izin veren bir “benlik” fikri yaratır ve düşüncelerimiz, niyetlerimiz, bedenlerimiz ve eylemlerimiz arasında bir bağlantı oluşturur. Benlik duygumuz kendi zihinlerimizi araştırmamızı ve gördüklerimizin davranışlarımıza rehberlik etmesini sağlar.

Dünyayı öznel ve içsel olanlar ile dışsal ve nesnel olanlar olarak ikiye böleriz. İkisi arasındaki sınır ilkini tutan ve diğerini dışarı yerleştiren bir kap görevi yapan benliktir. Diğerlerinin yanında, düşüncelerimizi, niyetlerimizi, alışkanlıklarımızı ve gerçek bedenlerimizi içerir. Değişmiş bilinç halleri dışında (bkz. p. 7) bildirdiğimiz tüm deneyimler bir benlik duygusu içerir, ama çoğunlukla bu his bilinçaltıdır. Bu “benlik-sahibi-bilinç” genelde bilinç adını verdiğimiz şeydir. Benlik duygusu bilinçli hale geldiğinde “öz benlik” olmaktan bahsederiz.

BİLİNÇ SEVİYELERİ

Benlik duygusu deneyimlerimizin temelinde yatar. Farklı formlar alır ve farklı bilinç seviyelerinde işlev görür.

İçe Bakış: Kendi düşünceleriniz ve eylemleriniz hakkında düşünürsünüz; bunun bir çeşidi bir eylem gerçekleştirirken “öz-bilinçli” olmaktır.

Normal bilinç: Düşüncelerinizin size ait olduğunu ve eylemlerinizin kendi kararlarınınız sonucu olduğunu bilirsiniz ve bunları bildirebilirsiniz.

Bilgi: Karmaşık davranışlarda olduğu gibi (araba kullanmak) çevreye yanıt verirsiniz, ama sorulduğunda onu hatırlayamazsınız.

Bilinçsizlik: En derin uykuda, beyniniz dışarıdaki dünyayı algılamaz veya herhangi bir şey deneyimleyebilecek benlik duygusu yaratmaz.

Faillik eylemlerimiz üzerindeki kontrol duygumuzdur. Bilinçli düşüncelerimizin bize yaptıklarımızı belirlediğini düşünürüz, ama bu doğru değilmiş gibi görünüyor. Benjamin Libet2 tarafından gerçekleştirilen ünlü bir deney, kişi onu yapmaya bilinçli bir şekilde karar vermeden, beyinlerinin eylemi planlayıp bilinçsiz bir şekilde harekete geçtiğini göstermiştir. Bu sıklıkla faillik duygumuz ve karar verme becerimizin asılsız olduğunu gösterir. Deneyimlediğimiz faillik duygusu aslında bizi kendi eylemlerimiz konusunda değil, diğerlerinin eylemleri konusunda erkenden uyarmak için evrilmiş olabilir. Kendimizi failler olarak düşündüğümüzden diğerlerinin de fail olduğunu sezeriz, bu nedenle onların niyetlerini bildiğimizi ve ne yapacaklarını öngörebileceğimizi düşünürüz.

Şizofrenisi olan insanlar hasarlanmış bir faillik duygusuna sahip olabilir. Bazıları dış güçler tarafından kontrol edildiklerini iddia ederek, kendi eylemlerini diğerlerinin niyetlerine atfederken, diğerleri, güneşin hareket etmesi gibi, kendi hareketleriyle ilişkisi olmayan eylemlere neden olduklarını söyler. Çalışmalar faillik duygusuna dair bu bozuklukların eylem ve sonuç arasındaki zamansal gecikmenin yanlış algılanmasının sonucunda meydana geldiğini göstermiştir.

Beyindeki farklı beden haritaları, fiziksel benliğin içsel temsilcileri vardır. En erken, en temel harita bedenimizin nerede bittiğini ve dünyanın geri kalanının nerede başladığını söyler. Daha gelişmiş bir beden atlası dünyadaki mekânsal konumumuzu bilmemizi sağlar. Normalde beden ve içsel haritalar birbiriyle örtüşür, ama bu ikisinin çarpık durması da mümkündür. Eğer bir kişi, örneğin bir uzvunu kaybederse hayalet uzuv diye bilinen –aslında artık var olmayan uzva sahip oldukları hissi- duruma sahip olabilirler. İnsanlar bir uzva sahipmiş ya da aslında onların olmayan bir beden onlarınmış gibi bile hissedebilir.

Bunun yanı sıra, beden dışına çıkma deneyimleri (BDD), bedenin içsel temsilcileri gerçek dünyayı olması gerektiği gibi temsil ettiğinde gerçekleşir. Bu rüyalarda her zaman olur, ama uyanık olduğumuzda gerçekleşirse doğaüstü bir olaymış gibi algılanabilir. BDDler tipik olarak, uyandığımız sırada, beyin dış dünyayla uygun bir şekilde yeniden bağ kurmadan önce gerçekleşir. BDDlere sıklıkla heyecan duygusu eşlik eder ve bunlara ölüme yaklaşma adı verilen deneyimlerin temel bir unsurudur.

“Yaptığınız gerçekten istediğiniz şeydir. Yapmıyorsanız aslında istediğiniz şeyi yapıyorsunuz: yapmamayı!”

KAYNAKÇA

Carter, R. (2013). Beyin Kitabı. İstanbul: ALFA Publisher.
Feinberg, T. & M. Farah. (1997). Behavioral Neurology and Neuropsychology. New York: McGraw-Hill.
Flanagan, O. (1991). The Science of the Mind. Cambridge, MA: Bradford Books.
Freud, S. (1996). The Standart Edition of the Complete Works of Sigmund Freud. Vol.1-23. Londra: Hogart Press.
Humphrey, N. (1992). A History of the Mind. New York: Simon & Schuster.
James, W. (1890). The Principles of Psychology. New York: Henry Holt, 288-89.
Johnson, G. (1995). Fire in the Mind. New York: Random House.
Kosslyn, S. (1996). Image and Brain. Cambridge, MA: MIT Press.
Winson, J. (1986). Brain and Psyche. New York: Vintage Books, Random House.
Zeki, S. M. (1993). A Vision of the Brain. Oxford : Oxford University Press.

DİPNOTLAR

1. Rem uykusu, uykunun dördüncü safhasında yer alır. Bu bölümde görülen rüyalar belleğe kaydedilir. Vücut asla hareket edemez duruma gelir. Normal bir uyku boyunca 4 ila 7 kez arasında Rem uykusuna geçiş yaparız. Toplam uyku süresinin %15 ila %20’sini kaplar. Adrenalin salgısında artış, kan basıncında yükselme ve kalp atışında hızlanma gözlemlenir.
2. Öne alma etkisi eğer beyin doğrudan uyarılırsa gerçekleşmez. Bu ele dokunma duygusuyla aynı öznel duyguyu yaratan somatoduyusal korteksteki “el” alanının uyarılmasıyla gösterilmiştir. Ama Benjamin Libet’nin bulduğu gibi, eğer beyni ve eli aynı anda uyarırsanız, ele dokunmayla meydana gelen duygu beyinde gerçekleştirilenden önce bildirilir.