Dinler; Tıpkı yemek, yemek, su içmek, soluk almak gibi doğal bir ihtiyaç inanmak. Ve tüm insanların ortak zaafı, toplumların kullanılmaya açık yegâne duygusu inanmak. Her ne olursa olsun, bir fikre, görüşe, bilime ya da dine inanmak doğal ihtiyaçlarını karşılamak gibi gereksinimidir insanın.
Doğasında olan bir duygudur çünkü soru sormak ve sorularına cevap aramak. Omuzlarının üzerinde taşıdığı en önemli organıdır aklı. Ve insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliğidir. Tıpkı yaşamını kolaylaştırmak için uzuvlarını kullanması gibi gereksinim duyar aklını kullanmaya da. Ne var ki bu aklını kullanma tutkusu, yaşamını ve içerisinde yaşadığı gezegeni sürekli sorgulama arzusu türlü işler açar başına. Bilimin cevapları yetişemez insanoğlunun soru sorma hızına. Devreye en büyük zaafı olan bilmediklerinden korkma duygusu girer ve hayatının karmaşasını ateşler.
Günümüzde bilim hayatın her alanında kullanılmaya, insanların yaşamını kolaylaştırmaya ve yaşamın doğal bir parçası olmaya çalışmaktadır. Bu nedenle bir dönemin ölümcül korkusu olan hastalıklar, günümüzde bilimin çözümleri ile sıradan, basit rahatsızlıklara dönüşmüştür. Hatta bazı hastalıklara neredeyse artık rastlanmamaktadır. Ya da geçmişte yüzlerce insanın yaptığı işleri çağımızın teknolojisi ile birkaç dakikada minicik aletlerle yapılabilmektedir. Bu örneklerin binlerce çoğaltılabilmesi mümkündür.
Ancak yinede cevaplayamadığı soruları vardır insanın. Ölümden sonra ne olacak, hayat içinden çıkılmaz bir hal aldığında kim yardım edecek gibi. Örneğin kredi kartı borçlarını ödeyemeyen bir kimsenin, amansız bir hastalığı olanın ya da ev sahibi olmak isteyenin sığınabileceği bilimsel bir merci yoktur. Ya da günümüz tıp anlayışına göre beyin ölümü gerçekleşmiş bir kimsenin geri dönüşü mümkün değildir. Fiziki olarak ölümden sonra gerçekleşecek süreç, toprağa karışmak (fosilleşmek) ve doğaya bir başka biçimde dönmektir. Diyalektik olarak da madde eksilmeden, şekil değiştirerek doğadaki varlığını sürdürmektedir. Bilimin bu açıklaması insanı pek tatmin etmiyor tabi…
Ölümün bir gün gerçekleşeceği bilgisi ve korkusu insanı farklı arayışlara yönlendiriyor. Dinlerin sosyal yaşama son derece önemli katkıları olmuştur. Toplumsal yaşamın yasalarla belirlenmeyen sosyal ve ahlaki kurallarını belirlemiş ve toplumların kendi dinamiklerini oluşturabilmesine olanak sağlamıştır. İnsanların ortak değer ve duygularla toplu hareket edebilmelerine katkıda bulunmuştur. Ancak tüm bu olumlu yanlarının yanı sıra olumsuz yanlarını da göz ardı edemeyiz. Örneğin; din adamları, yöneticiler, toplumların bu zaafını kullanarak önemli hatalar yapmalarına sebep olmuşlardır. Haçlı seferleri, din savaşları gibi. İktidar olma hevesi için din üzerinden siyaset yapanlar, dini kurallara göre yasalar uygulayanlar, bilime ve sanata karşı olanlar insanlığa karşı en büyük suçlardan birini işlemişlerdir. İnsanların inançlarını kullanarak çıkar sağlamışlardır. İnsanları akılcı olmayan, koşulsuz, şartsız, sorgusuz inanmaya teşvik ederek çıkarları için kullanmışlardır. Sorgulayan, akla, mantığa ya da bilime, sanata inanan insanlar en büyük düşmanı olmuştur bu soysuzların. Düşünen, bilen insan çıkarları ile örtüşmemektedir çünkü. Ve maalesef iktidar oldukları da için çok zaman, amaçlarında da başarılı olabilmişlerdir.
Bilimin, sanatın en önemlisi de insanlığın önünde en önemli engel olmuşlardır. İşte bu yüzden saçma sapan hırsları bir kenara bırakıp, önümüzü açmalıyız. Aklımızı, insanlığımızı aşağılamasına izin vermemeliyiz bu zihniyetin. Kendi ülkemizin şatları ile birkaç örnek göstermek istiyorum sizlere. Ülkemizde din eğitimi zorunludur neden? Din eğitimi vereceksiniz ki size güvenen, sözünüzü dinleyen insan sayısı artsın. Yıllardır uygulanıyor bu eğitim sistemimizde neden? Çünkü cumhuriyetin ilanından sonra din ve devlet işleri birbirinden ayrıldı. Ve dini otoritenin gücü sarsıldı. Elbette bunun bir bedeli olacaktı ve bunu iktidar değil, halk ödeyecekti. Dini otoriteden alınanın yerine bir başkası verilecekti. İşte buda o bedelin bir parçasıdır diye düşünüyorum. Bir zaman sonra kaldırılacak belki bu saçma kural ve bunca zaman uygulanan bu aptalca baskının mağdurlarına bunun hesabını kimse verecekmi acaba? Sanmıyorum… Ezan hiçbir ilahi özelliği olmayan, namaza çağrının metnidir. Ve yıllardır Türkçe okunmaz, okunsun istenmez neden? İnsanlar bildikçe otoritenin kaybı artar, toplumun otoriteye olan ihtiyacı azalır. Eskiden çalar saat, radyo, televizyon ve benzeri gibi araçlar yoktu. Bu nedenle de insanlar namaza ezan ile çağrılırdı. Şimdi tüm bu olanaklar var, namaza gitmek isteyen pekâlâ saatini kurabilir ama ezan insanları namaza çağırmak için ısrarla okunmakta. Üstelik nostaljik yanını da kaybederek, hoparlörlerden okunmakta. Bu gerçekten bir çağrımı, rahatsız edici bir ısrar mı? Eğer çok samimi bir çağrı ise bu, insanlara salak muamelesi yapmayı bırakın aptal durumuna düşüyorsunuz…
Bu örnekleri de binlercesi ile çoğaltmak mümkün ancak, hepimiz zaten bu gerçeklerle iç içe yaşıyoruz. Bildiğimizi tekrar, tekrar anlatmanın da bir faydası olacağını zannetmiyorum. Burada önemli olan dinlerin akıl karşısındaki acziyetini ortaya çıkarmak değil, yaşamımızdaki olumsuz yansımalarını ortadan kaldırmaktır. Saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok olumsuz etki bulabiliriz istersek. Ama söylediğim gibi önemli olan bizlerin yaşamındaki olumsuz etkilerini ortadan kaldırmak. Korkmadan, herkes öyle düşünüyor diye saklamadan, toplumdan dışlanırım ya da örümcek kafalılar beni sevmez kaygısı gütmeden, içimizdekini söylemeli, düşündüklerimizi insan gibi yaşamımıza da geçirebilmeliyiz. Bu din düşmanlığı gibi algılanır ve toplum beni aforoz eder korkusu ile yaşamımızı sürdürmeye çalışırsak aslında bizde kendimizi hayattan aforoz etmiş oluruz.
Bilime ve sanata inanmak, insanın yaşam boşluklarını doldurur. Hayatı kaliteli yaşamamızı sağlar ve varlığımızı anlamlandırır. Bu Dünyadan ayrılma vaktimiz geldiğinde, gideceğimiz yerin kaygılarını yaşamaktansa, geride bıraktıklarımızın hazzını yaşamamızı sağlar. Bir kere gelmiş bulunmaktansa, yaşayıp gitmiş olursunuz.
* Böcek (Birinci Bölüm)
* Böcek 2 (İlkel Böcekler)
* Böcek 3 (Savaş ve Ölüm)
* Böcek 4 (Dinler)