BUDAPEŞTE’DEKİ TÜRK İZLERİ
Dile kolay… Tuna’nın İncisi olan bu güzel şehir 150 yıl Türk hâkimiyetinde kalmış. Amacı kuru cihan kavgası olmayan, diğer devletler gibi gittiği yerlerin halkını köleleştirip doğal zenginliklerini sömürmeyen, aksine gittiği yerlere yaptığı eserlerle mimarisini zenginleştiren, gittiği yerlere adalet götüren, her zaman gurur duyduğum ecdadım, buraya da bir hoş seda bırakmış. Bunu, nereli olduğumu sorduğunda Türkiye dediğim zaman bana samimi bir şekilde “kardeş” diyen seyyar satıcının gözlerindeki ışıltıdan, Türk isimleri verilen cadde ve sokaklardan ve en önemlisi 466 yıldır ayakta kalan “Gül Baba Türbesi”nden anlamak mümkün.
Şehrin en işlek caddelerinde bulunan Türk restoranlardaki Macar personelin, pilav istediğinizde size pilavın üstüne kuru veya nohut da olsun mu diye Türkçe sorması, Hun İmparatoru Attila’nın buralarda çok sevilmesi ve Attila’nın adının verildiği cadde ve sokaklar olması, Estergon Kalesi, Attila’nın mezarının Tuna üzerinde bir adada olduğu rivayeti, yürürken karşınıza çıkan “Török Utca(Türk Caddesi)”tabelası ve daha onlarcası… Budapeşte’de Türk tarihi ve kültürü izleri taşıyan ve bana keyif veren çok şey oldu.
MANEVİ FETİH
Büyük seferlerimizin birçoğunun zaferle sonuçlanmasında; askeri ve siyasi başarımızın yanı sıra, ozanlarımızın çabaları, erenlerimiz ve dervişlerimizin manevi fethi de kuşkusuz etkili olmuştur. Ordu sefere çıktığında askerlerin ruhlarını güçlendirmek için; dervişler ve saz ozanları da sefere katılıyordu. Mola zamanlarında dualar okunuyor, destanlar söyleniyordu. Bu dervişler ve ozanlar, gerektiği zaman silahlanıp savaşa da katılıyordu.
BEKTAŞİ DERVİŞİ GÜL BABA
“Gül Baba”da bu dervişlerden birisiydi. Gül Baba, sadece Türkler değil, aynı zamanda Macarlar tarafından da çok sevilen, elinden tahta kılıcı, başındaki sarığından gül eksik olmayan bir Türk dervişi. Gül Baba’nın ordu üzerinde de etkisinin büyük olmasının sebebi; Yeniçerilerin Hacı Bektaş-ı Veli’yi Pir olarak kabul etmesi ve dolayısıyla Yeniçerilerin Bektaşi dervişlerine büyük saygı göstermesidir. Asıl adı Cafer olan, Amasya Merzifon doğumlu Gül Baba, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Avrupa seferlerine katılan önemli bir Bektaşi babasıdır. Katıldığı seferlerde başından hiç gül eksik olmazmış. Bu yüzden de böyle anılmış Gül Baba.
Sayısız savaştan sonra, 1526 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın daveti üzerine Gül Baba, Budin serfine katılmıştır. Budin alındıktan sonra Gül Baba, geri dönmemiş ve Budin’de 10 yıl yaşamıştır.1 Eylül 1541 yılında vefat etmiştir. Evliya Çelebi’nin kaynaklarına göre; Kanuni Sultan Süleyman dâhil 200.000 kişi katılmıştır Gül Baba’nın cenaze namazına. Çünkü Gül Baba, Macarlar tarafından da çok sevilmektedir. Bu sevgi öyle büyük ki, Gül Baba, Macar edebiyatına girmiş, adına operetler, şiirler, tiyatro oyunları yazılmış ve hayatı filme alınmıştır.
GÜL BABA TÜRBESİ
Orta Avrupa’da kalan önemli eserlerimizden birisi “Gül Baba Türbesi”.Bizde Gül Baba Türbesi’ne gitmek için önce türbenin bulunduğu “Gültepe”ye çıktık. Türbenin arkasındaki sokağın adı da “Gül Baba”.Türbeye vardığımızda sağ elini kalbinin üzerine koymuş vaziyette selam veren Gül Baba heykeli karşıladı bizi. Türbenin avlu kısmı açıktı. Ne yazık ki mezarın olduğu kısım için ziyaret saati çoktan bitmişti. Ama ziyaret saati olmadığını öğrendiğimizde yüzümüzdeki üzüntü ifadesini gören görevli, dayanamayıp anahtarı getirdi ve mezarın olduğu kısmı kısa süreliğine de olsa bize açtı. Birçok türbede olduğu gibi burada da mezarın üstünde bir sanduka ve onun üstünde de ayetler yazılı yeşil örtü vardı. Sanduka’nın üstünde bulunan Gül Baba’nın kavuğunun altındaki yeşil kumaşta da bir gül deseni vardı.
Gül Baba Türbesi’ni 1543–1548 yılları arasında Budin Beylerbeyi olan Mehmed Paşa yaptırmış. Osmanlı, aynı zamanda Bektaşi Tekkesi olarak da kullanılan türbeye hazineden düzenli maaş alan bir Dede de görevlendirmiş. Budapeşte Osmanlı’nın elinden çıktıktan sonra türbe kısa bir süre kilise olarak kullanılmış. Sultan Abdülaziz’in 1867’deki Avrupa ziyaretinden sonra onarılarak tekrar türbeye dönüştürülmüş. Türbenin önemli bir özelliği de Avrupa’da Türkiye Cumhuriyeti’nin restore etmesine verilen ilk yapı olması.
SON OLARAK…
Üç kıtada olduğu gibi bu coğrafyada da ecdadımızın bıraktığı eserler ve kültürümüzden birçok iz var. Her ne kadar birçok yerde eserlerimiz yıkılmış ve izimiz oradan silinmeye çalışılmış olsa da 466 yıldır ayakta kalan Gül Baba Türbesi ve Balkanlardaki birçok eserimiz, ecdadımızın gittiği yerlere zulüm etmeye ve gittiği yerleri yakıp yıkmaya gitmediğini bana bir kez daha gösterdi. Her ne kadar diğer Avrupa ülkeleri, Atalarımızı işkenceci ve soykırımcı gibi göstermeye çalışıp yeni nesillerini bu kinle yetiştirseler de, Macaristan ve Balkanlardaki birçok ülkedeki kalıcı eserlerimiz ve insanlara bıraktığımız hoş seda, bize olan kardeşlik duyguları, elinde hiçbir belge olmadan Türk Milleti’ni işkencecilikle ve soykırımcılıkla suçlayanlara adeta bir Osmanlı tokadı olmuştur. Bizler de günümüzdeki kötü durum karşısında karamsar olmamalı ve geçmişimizdeki büyük başarıları ve sırlarını iyi öğrenmeli, atalarımızın hoşgörü ve adalet anlayışını örnek almalı ve bu yolda ilerlemeliyiz. Bir zamanlar bizim vergiye bağladığımız Amerika, antlaşmayı Türkçe yollayıp geri Türkçe göndermesini istediğimiz ve Türk korkusundan titreyen Avrupa Devletleri, Türk İmparatoru önünde diz çöken Papa… Ya şimdi? İşte şimdi durumlar tam tersine döndü. Sınır ötesi operasyon için Amerika’dan icazet alır olduk, kebap yemek için Avrupalıdan… Kafamıza çuvalda geçirildi, titrettiğimiz Avrupa’nın birliğine girmek için onlarca yıldır kapılarında oyuncak da olduk. Bunlar tersine döner elbet. Cumhuriyetimizin 100. Yılı olan 2023 yılında neden “Lider Ülke Türkiye” olmasın? İmkânsız mı? Tek çare; inanmak, geçmişi iyi bilmek ve bu uğurda azimle çalışmaktır. Unutulmamalıdır ki,
“GEÇMİŞİNİ İYİ BİLMEYENLER, GELECEĞİNİ İYİ ŞEKİLLENDİREMEZLER”
28.06.2009
Emrullah TÖREN
Gül Baba; Isparta’nın Uluğbey kasabasında türbesi ve tekesi bulunan Veli Baba ile aynı soydan olup, 4. İmam Zeynel Abidin’in oğlu Zeyd’in torunlarından ve Batal Gazi’nin amca torunlarındandır. Gül Baba’nın yeğeni Veli Baba ile aynı dönemde yaşamıştır.
Kanımızca Uluğbey’deki Hasan Gazi Tekesi/dergahı postnişinliğine Veli Baba SULTAN ( Ö. 1648’de 115’da Haka yürür) getirilince, gül Baba’a Merzi-fon’un Sarı Köyü’ndeki Batal Gazi soyundan akrabaları olan dedelerin yanına gider. Merzifon bölgesinde Cem ve muhabet sohbetlerinde, Piri Baba dergah’ ından tanıştığı ulu ozan Pir Garip Abdal (Garip Dede)’la musahip kardeşi olurlar. Tekelerin kapatıldığı 1925 yılına kadar Piri Baba Tekesi’nde Hayretin Köyü’ nden Uysal ailesinden bazı fertlerin tekeşinlik görevini deruhte etiklerini bilmekteyiz. Muhtemelen Gül Baba ile Garip Dede; Piri Baba Tekesinde kurban tığlayıp, ikrar verip Ayn-ı Cem’le Musahiplik Kavli’ne girip; “malı mala, canı cana” katmışlardır.
ISPARTA SENİRKENT ULUĞBEYLİ GÜL BABA
15. Yüzyılın sonu ile 16. yüzyılın başlarında yaşayan Garip Dede, bir Anadolu erenidir. Gül Baba ile musahiptir. Yol kardeşi bu iki erenin Merzifon’da başlayan birlikteliği uzun süre devam eder. Kimsesizliğinden dolayı Garip Dede diye anılmış olabilir. 102 yaşında Haka yürüdüğü söylenmektedir.söylenceye göre, I. Beyazıt Amasya Valisi iken Merzifon Piri Baba Dergahı ndaki erenlerle yakın bir ilişki kurar. Padişah olunca da bu erenlerle birlikte İstanbul’a gider… Garip Dede, Gül Baba ve I. Beyazıt arasındaki iyi ilişkiler İstanbul’da da sürer. Gül Baba, hayırlı bir iş yapmak isteyen I. Beyazıt’a bir okul açmasını önerir. Okul, devşirme usulüyle alınan yeniçerilere ve acemi olanların yetiştirilmesini gerçekleştirecektir. Galata Sarayı Enderun’u Hümayunu’nun, bugünkü adıyla Galatasaray Lisesi’nin kuruluşu gerçekleşir. Gül Baba okulun ilk hocalarındandır. Bir gül bahçesi olan ve başında sürekli gül taktığı için böyle anılan Gül Baba I. Beyazıt için sarı ve kırmızı güler yetiştirmektedir. I. Beyazıt sarı ve kırmızının okulun renkleri olmasını emrederek, bu okulu öneren ve kuruluşuna büyük emeği olan Gül Babayı onurlandırır.
Galatasaray Lisesi’nin içinde Gül Babanın hatırasını yaşatmak için sembolik bir anıt mezar yapılmıştır. Lise yakınında ise Gül Babanın makam türbesi vardır. Bir gelenek olarak Galatasaray Lisesinden mezun olanlar Gül Baba türbesini ziyaret ederler.
Gül Baba ve Garip Dede’nin beraberliği Kanuni Sultan Süleyman’ın Macaristan seferinde de devam eder. Gül Baba ve Garip Dede’nin de katıldığı bu yolculuğun daha başında Garip Dede 16. yüzyılın başlarında Hak’a yürür. Küçükçekmece Gölü’nün yanı başına gömülür. Adına yapılan türbeye daha sonra bir de dergah eklenir. Daha yolculuğun başında yol kardeşinden ayrılan Gül Baba, Osmanlı ordusuyla Macaristan’a ulaşır. Gül Baba, hoşgörülü yaklaşımı ve insan sevgisine dayalı düşünceleri ile kısa zamanda herkesin sevgisini kazanır. Avusturya İmparatorluğu’nun kıskacındaki Macaristan’a 10 yıldan fazla bir zaman himayesi altına alan Kanuni Sultan Süleyman, sonunda Budin’i de almaya karar verir. Budin’in fethi sırasında Gül Baba şehit düşer Tuna nehrinin yamaçlarına gömülür. Cenaze törenine Kanuni Sultan Süleyman’la birlikte binlerce kişi katılır. Gül Baba’nın Merzifon’dan başlayan yolculuğu 1541 yılında Macaristan’da noktalanır. Bir ömre çok şey sığdıran Gül Baba’nın adı, yüzyılardır hoşgörünün, barışın, dostluğun simgesi olur. Ölümünden birkaç yıl sonra yaptırılan türbesi farklı kültürlerden insanların ziyaretgahı olur. Gül Baba tekesi ise Hacı Bektaş Veli’nin uyandırdığı çerağın aydınlını Macaristan’a yansıtır
Garip Dede’ nin de menkıbesi şöyledir:
Nurani yüzlü, uzun sakalı, garip bir dede bütün köyü dolaşmasına rağmen, bir lokma ekmek, sıcak bir aş bulup karnını doyuramamıştı. Bu zavalı Hak dostunu, kimse evine davet edip sofrasını açmaz. Umutsuzdur, açtır. Karnı doyduktan sonra dünya malı onun için anlamsızdır. Uğramadığı bir tek ev kalmıştır. Son umutla o kapıyı da çalar.
-“Buyurun ne istiyorsunuz?”
-“Açım!”
Kapıyı açan yaşlıca kadıncağız onu içeriye davet eder. Sıcak bir aş ikram eder,karnını doyurur.
Garip Dede dua etikten sonra, yaşlı kadına ;
-“Çocuklarını al ve bu köyden uzaklaş, ama uzaklaşırken arkana bakma” der.
Kadıncağız çocuklarını alır ve köyden uzaklaşır, yolda aklına gelir, "Neden arkana bakma dedi?" merakını yenemez ve döner bakar. Ne görsün; köy çökmekte ve yerini sular kaplamakta. Bağırırlar; -“Köy çöktü…Köy çöktü…!”
Evet söylence bu ya köy çökmüştür. Yerinde göl oluşmuştur. İşte çöken köyün bulunduğu yerin adı "ÇEKMECE GÖLÜ"olarak değiştirilmiştir. İşte Çekmece ve Garip Dede’nin hikayesi…Garip Dede, Alah’ın verdiği ilahi gücü kulanır. Onun işi sevgidir, halk insanı olmaktır. Garip Dede kerametleri sayesinde evliya olmuş, halkımızın gönlüne taht kurmuş,dertlere derman, gönülere şifa olmuş, sevilmiş, umut olmuş.
O bir Hak aşığıdır. İçindeki o ilahi aşkı aramış,ömrü boyunca Anadolu’yu karış karış dolaşmıştır. Pir Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin felsefesinden etkilenerek onunla gönül ilişkisi kurmuş, onun hoşgörü ve insan sevgisini kendisine ilke edinmiştir. Rumeli’de Hacı Bektaş Veli’nin halifesi gibi İslam’ı yaymakla ömrünü geçirmiştir. Ve ömrü boyunca insanları uyarmak uğraşmış, insanlara yol göstermiştir, umut olmuştur.
Garip Dede Türbesi takviminden
GARİP DEDE TARİHİ KİŞİLİĞİ ve SÖYLENCESİ
1965 Yılında Füruz Köyü’nü ziyaretim esnasında Küçükçekmece, Mimar Sinan köprüsü güneyinde yolun göl tarafında bulunan Garip Dede Türbesini, Arkeolog Dr. İsmail Kaygusuz’la birlikte inceledik,
Kesme taşlarla yapılan mezar kaidesi, köprüde kulanılan taşların özeliğini taşımakta idi. Mezar taşı (şahidesi); Oniki ilimli hüseyni tipte Bektaşi tacılı, üze-rinde Osmanlıca yazılar bulunmakta idi. Bugün Zeytinburnu, Kazlı çeşme’deki Er-Yek Baba Bektaşi Tekesi mezarlığında bulunan mezar taşlarının aynısı idi. Bugün anımsadığım kadarıyla Dr. Kaygusuz Garip Dede’nin 16. yüzyılda yaşadığını savaş nedeniyle buradan geçerken vefat etiğini, Türbe ziyaretimizde söylemişti.
O tarihlerde Füruz Köyü’nde ve K. Çekmece’de yaşlıların söylediklerine göre ise; Padişah ordusuyla Rumeli’yi fethe giderken onun önünde yürüyen kera-met ehli Garip Dede ani hastalığıyla vefat eder ve öldüğü yerde defnedilir. Başka bir söylenceye göre ise; Osmanlılar, Küçükçekmece’yi fethetiklerinde Yeni-çerilerle birlikte gaza eyleyen Bektaşi Babası Garip Dede bu yerde şehit olur. Yeniçeriler, Garip Dede’yi buraya gömerek mezarını da türbeye dönüştürürler ve bugüne değinde ziyaretgah olarak yaşatılır…
Garip Dede türbesini onarma ve Dernek çalışmaları esnasında, uzun zaman sonra gitiğimde mezar yol çalışmalarından dolayı göle doğru nakledilmiş, mezar taşı da yok olmuş idi. Vakıflar, Müftülük, Mezarlıklar gibi devlet dairelerine kişisel tanıdıklarımla araştırmama rağmen bir netice alamadım.
Yazılı kaynaklar ve söylenceden hareketle Garip Dedenin tarihi kişiliğini ortaya koymaya çalışacağım…
Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ve fetihlerinde Dede, Baba, Abdal, gibi Alp erenlerinin önemli roleri vardır. Prof. Köprülü ve Prof Ocak bu konuda ge-niş açıklamalarda bulunmaktadırlar. Garip Dede de fütuhat ehli Bektaşi Babalarından bir gazi yan-i Rum erenidir.
Bektaşi geleneğinde Şahkulu Baba’nında dahil olduğu Anadolu yakasının serhat şeyhleri olan “Kırk Erenler”in –Yörük Baba, Sancaktar Baba, Balcı Baba,
Mansur Baba, Semerci Baba, Gözcü Baba, Mâh Baba, Gül Baba, Garipçe Baba, Eren Baba, Kartal Baba, bu zatlardan bazılarının lakaplarıdır da şehit edildikleri kabul edilmektedir. Göztepe, Erenköy, Kartal gibi çevredeki bazı semt adları da bu şehitlerin lakaplarından kaynaklanmaktadır.
Garip Dede’de andığımız “ Kırk Eren”den biri olabilir. Ya da Orduy-u Hümayun’un önünde tahta kılıçla fethe giden bir alp-eren olasıdır.
Anadolu’nun bir çok yöresinde Garip, Gaip, Garipçe gibi ön adlarla anılan ya da başına “pir” eklenerek sonuna da “ dede, baba, abdal” takısı getirilerek anı-lan bir çok zat vardır.
Zikredilen bu zatlar ayrı kişilikler olsa da; Alevi tasavufunda ki, “tenâsuh” ve “hulûl” gereği tek bir kişilik olarak kabulensek de, söylenceleri zaman ve me-kanı mevhumuna göre değerlendiriyoruz.
Çorum-Amasya bölgesinde Alevilik üzerine 1985 yılında araştırmalar ya-parken; Merzifon, Hayretin Köyü’nde “Garip Dede adıyla bir ermişin efsanesi” nin halk arasında söylencesine rastladım. Bu söylenceyi kısaca Cem Dergisi’nde yayınladım.
Hayretin Köyü’nde meskenlerin orta yerinde bulunan ve köylerce Garip Dede’nin mezarı olarak kabul edilen ve Bayram Altınışık’ın evine dayalı dört metre karelik alan; Garip Dede’nin makamıdır, yani Garip Dede’nin evidir.
80 yaşın üzerinde Hak’a yürüyen Bayram Altınışık; köydeki evinin yanında ki bu alanın Garip Dede’nin evi olduğunu söyleyerek, “Osmanlı Padişahların-dan biri kerametlerini duyar ve Amasya’ya davet eder, ilmini ve muhabetini beğendiği için onu yanına alarak paytaht’a ***ürür” demişti söyleşimizde…
I. Beyezid (1447-1512) padişah olmadan önce Amasya Valisi olarak
bulunuyordu. Padişah olunca Amasya’dan bir çok bilgini İstanbul’a ***ürmüştür. Bunlardan birisi de Hayretin Köyü’nde kurucusu Aktûfi Hayretin Hızır’dır.
Muhtemelen Piri Baba Dergahında yetişmiş, Hayretin Köyü’nünde Dede’ lerinden olan Garip Dede’yi de Atûfi’yle birlikte I. Bayezid, İstanbul’a ***ürt-müştür. Çünkü, Padişah olan Bayezid, Atûfi Hayretin Hızır’ı saray öğretmenliğine atamıştır.
Garip Dede’nin evinin bulunduğu yeri küçük bir türbe şeklinde yaptıran köyün eski muhtarı Hakı Yıldız da şunları söylemiştir.
“ Garip Dede 3-4 asır önce bu köyde yaşamış ermiş bir kişi olan Garip Dede köyümüz ünde rehber dedesidir. Eskilerinde anlatığına göre ise; Garip Dede, köyün mezarlığında bulunan Hasan Hayretin Dede ile kardeş imişler. Bazıları anlatıklarına göre ise; zamanında Rumeli’ye gitmiş olan Sarı Köylü Gül Baba ile Garip Dede musahip kardeşmişler.
Hubyarlı Dedeler yılık görgü cemi için köyümüze geldikleri zaman Garip Dede, zakirlik yaparmış, yörede tanınan büyük bir aşıkmış. Babam Mehmet Ça-vuş böyle anlatırdı, bizim ahır da temizlendikten, kilimler ve minderler serildik-ten sonra cem evi olarak düzenlenirdi.
Şimdilerde, görgü, cem, dâr, hısım kurbanı ve ikrârı kalmadı, unutulup giti. Şimdiki gençlerin Dede, ebe bildiği yok…” Köyde 70’in üzerinde 8-10 yaşlıyla yaptığımız sohbetler böyle konuşmuştu; eski muhtar, öbürleri de tiklercesine başlarını hafifçe öne eğmişler idi, bazıları da eklemeler yapmışlardı.
Bahsedilen Gül Baba; Macaristan’ın Budapeşte kentinin Buda’daki Rözsa-domb (gültepesi)’un doğu yamacında türbesi bulunan gönüler sultanı, dostluk ve hoşgörü timsalı , Seyid, Bektaşi Babası Gül Baba’dan başkası değildir. A. Aziz Taşan; Gül Baba’nın Merzifon’lu bir Bektaşi dervişi olduğunu yazmaktadır ki, söylenenleri doğrulamaktadır.
Gül Baba; Isparta’nın Uluğbey kasabasında türbesi ve tekesi bulunan Veli Baba ile aynı soydan olup, 4. İmam Zeynel Abidin’in oğlu Zeyd’in torunlarından ve Batal Gazi’nin amca torunlarındandır. Gül Baba’nın yeğeni Veli Baba ile aynı dönemde yaşamıştır.
Kanımızca Uluğbey’deki Hasan Gazi Tekesi/dergahı postnişinliğine Veli Baba SULTAN ( Ö. 1648’de 115’da Haka yürür) getirilince, gül Baba’a Merzi-fon’un Sarı Köyü’ndeki Batal Gazi soyundan akrabaları olan dedelerin yanına gider. Merzifon bölgesinde Cem ve muhabet sohbetlerinde, Piri Baba dergah’ ından tanıştığı ulu ozan Pir Garip Abdal (Garip Dede)’la musahip kardeşi olurlar. Tekelerin kapatıldığı 1925 yılına kadar Piri Baba Tekesi’nde Hayretin Köyü’ nden Uysal ailesinden bazı fertlerin tekeşinlik görevini deruhte etiklerini bilmekteyiz. Muhtemelen Gül Baba ile Garip Dede; Piri Baba Tekesinde kurban tığlayıp, ikrar verip Ayn-ı Cem’le Musahiplik Kavli’ne girip; “malı mala, canı cana” katmışlardır.
Gül Baba, Anadolu’daki büyük ocakların atası olan Zeyd’in soyundan geldiği için makam olarak “mürşidlik” titrini taşımaktadır. Pir Garip Abdal ve arkadaşları müşkülata düşünce, yetişmesi için Gül Baba’ya yakarmaktadırlar. Nefe-sinde şöyle seslenmektedir:
GÜL BABA
Gelin bugün dost iline varalım
Arşa direk direk zârım, Gül Baba
Yârimden ayrılmadım, feryat ederim
Kalmadı namus ve ârım, Gül Baba
Kan revandır gözümüzde yaşımız
Bir araya gelmez oldu beşimiz
Şimden geni HÛ demektir işimiz
Gel dinim, imanım, nurum Gül Baba
Geleydi aklım dört köşe bürürsün
İstekliye muradını verirsin
Din süruru, Muhamed’in nurusun
Gel dinim, imanım, nurum, Gül Baba
Pir Gaip Abdal’ım çekerler yasın
Turnada kalmıştır senin gözün yaşın
Geleydi aklım dört köşe gezersin
Gel dinim, imanım, nurum, Gül Baba
Cahit Özteli, Bektaşi Güleri adlı eserinde, Pir Gaip Abdal sanlı bir ozanın deyişinden hareketle şu kanatini bilmektedir:
“Kanuni Sultan Süleyman ile birlikte, Macaristan’ın başkenti Budin Kuşatmasında bulunup şehit olan Gül Baba’dan manevi yardım isteyen nefesinden, Pir Sultan Abdal’ın oğularından olduğunu sanıyoruz. 16. Yüzyılda yaşamıştır. Mezarı dersimdedir.
Bu şiri yazan ozanın 16. Yüzyılda yaşamıştır diyen Özteli’nin görüşüne katılıyoruz. Ama, Pir Sultan’ın oğlu olduğunu kanatini paylaşmıyoruz.
Dersim’de mezarı bulunan Pir Sultan Abdal’ın oğularının; Pir Garip Abdal’la bir ilgilerinin olabileceğine ihtimal vermiyoruz. Bu ozan Küçükçekme-ce’de türbesi bulunan Garip (Gaip) Dede’den Başkası olamaz. Tunceli’nin Pülü-mür ilçe’sinin Hasılı Köyü’nde bulunan ve Banaz’dan sonraki ikinci Pir Sultan Ocağı olan Pir Sultan Soylu dedelerin bulunduğu bu köy; Pir Sultan’ın başkaldırışından sonra yöreye sığınan Pir Sultan evlatlarının kurduğu bir ocaktır ki yörenin dışına çıkamamışlardır.
Gül Baba musahip kardeşi Garip Dede (Garip Abdal)’la birlikte Isparta’ya giderek baba ve atalarının türbelerini ziyaret etmişlerdir. Dergahın postnişini Veli Babanın Sercem’lilğini yaptığı Cem törenlerine de katılan Gül ve Garip Dede 12 hizmetlerden zakirlik görevini de ifa etikleri anlaşılmaktadır. Garip (Dede) Abdal cemde Veli Baba için bir “Nefes yakar” ve şöyledir:
Nesini sorarsın Veli Baba’nın
Oturmuş cevherin sacup oturur
Uzaktan yakından cağıranlara
Hayır gülbengini çekip oturur
Gül oğluda eder, gel varanlara
Halimiz malumdur hep erenlere
Uzaktan yakından çağıranları
Oturmuş tesbihin çekip oturur
Dua etse nehirleri kurutur
Nefes etse karlı dağlar eritir
Cansız duvarlara binse yürütür
Zemheride gülün kokup oturur
Muhamed-Ali’dir dedenin piri
Şehidler elinde domurcuk gülü
Güzel şahım eder eyvalah Veli
Şehitler yoluna bakıp oturur
Büyük oğlu eder, okuyup yazar
Şimdi dervişleri savsata gezer
Garip Abdal eder, sarı bend çözer
Sofrası meydanda açıp oturur
Tabduk Emre’nin Dergahı’na eğri odun getirmeyen Yunus Emre; “Her dem yeni doğarız, bizden kim usanası” diyerek, yeniden yeniden doğuşu anlat-maktadır. Bizim görevimizden dünden günümüze güneş gibi doğarak gelen toplumu ışıklandıran, aydınlatan, sözlü ve örtülü duran Alevilik kültürünü yazılı hale getirip gün ışığına çıkartmaktır. İşte bunlardan bir taneside Garip Baba, Garip Abdal, Garip Dede, Pir Gaip Abdal adıyla anılan Küçükçekmece’deki Hak Ereni Garip Dede’dir.
Veli Baba Dergahı’na eğri odun dahi getirmeyen, tekenin oduncusu Sünbül Arap; Hak’a yürüdüğü için Garip Abdal bir “Ağıt yakar” Sünbül için.
Yemen elerinden seni getirdim
Kah elimde kah kolumda ***ürdüm
Oniki ayın birisinde yitirdim
Yas edemde ağlayayım Sünbülüm sana
Evel bahar beş aylarında gelir
Dedelerin senin ne olcan bildin
Oniki ayın birisinde ne oldun
Yas edemde ağlayayım Sünbülüm sana
Dedelerin seni koydu Hak ile
Ansızın uğratı ecel okuna
Anan yoktur, kız kardeşin çekine
Yas edemde ağlayayım Sünbülüm sana
Dedelerin seni severdi candan
Acıların çıkmaz oldu ya benden
Hayalerin gelmez oldu yabandan
Nedeyimde ağlayayım Sünbülüm sana
Sersemiydin ne gezerdi orada
İsmin okunurdu her dem burada
Cenet mekancığım olsun orada
Neyleyemde ağlayayım Sünbülüm sana
Garip Abdal büküldümü belimiz
Hep oraya uğrar varır yolumuz
Horasanlı Deden kaldı yalınız
Nedeyemde ağlayayım Sünbülüm sana
Kanımızca Gül Baba ile Garip Dede; Isparta’nın Uluborlu İlçesinin İlegüp Köyü’nden, Veli Baba Dergahına veda ederek İstanbul’a dönerler. İstanbul, Cibali’de Gül Camisi içinde yatan Gül Baba diye bir zata ait türbe vardır ki hak-ında bir bilgilimiz yoktur. Burası da Gül Baba’nın makamı mıdır beli değildir.
Macar Kraliçesi İsabela, Kanuni Sultan Süleyman Han (1495-1566)’dan yardım ister. Padişah Orduyla birlikte 20 Haziran 1541’de İstanbul’dan hareket eder. Avusturya-Alman ordusunca imha edilir. Macaristan Osmanlı İmparatorlu-ğuna katılır. Macar Kralı Yanoş ve Kraliçe İsabele’nin bir yaşındaki oğlu Sigusmond Yanoş, Erdel Baniliğine tayin edilir. 30 Ağustos 1541’de Budin Beyler Beyliği ve idari teşkilatı kurulur. Budin’in en büyük kilisesi padişahın adı verilerek Camiye dönüştürülür ve 2 Eylül 1541 günü Cuma namazının Şeyhülislam Ebu Sud Efendi kıldırır.
Bu olayda önce; 29 Ağustos 1541’de Mohaç Savaşı’nın 15. Yıl dönümünde Kanuni Sultan Süleyman; Macaristan’ın Dul Kraliçesi bele ile Budin’in altındaki Otağ-u Hümayun’da mahiyetleriyle sohbet ederken, Gül Baba da yeniçerilerin başında azar azar şehre sızarak teslim alırlar. Bu çarpışmada Gül Baba şehit olur. Kanuni Sultan Süleyman’ın yüz bin kişinin katıldığı Gül Baba’nın cezan Namazını Ebu Sud Efendi kıldırır.
Kanımızca Garip Dede’de Kanuni ile orduyla birlikte Macaristan Seferine giderken, 1541’de Küçükçemece’de aniden vefat etmiştir. Firüz Köyü Bektaşilerce kutsal kabul edilen Garip Dede türbesi 1965’li yılarda sıkça ziyaret edilen bir mekan olduğuna tanık olmuşumdur. Silivri’in Kavaklı köyünden Bulgaristan göçmeni bir arkadaşımın Dedesi; Garip Dede’nin ermiş bir Bektaşi olduğunu o yılar bize söylemişti. Şahidesinde hayat ağacı ve motiflerin Arapça yazıların bulunduğu; mezar taşına gençliğimizin verdiği duyarsızlıktan gerekli ilgili o yılar gösteremedik. Bu da eğitimimizde Tarih Bilincinin yeterince verilmediğinin göstergesidir. Bugün gelinin nokta da Anadolu ve Rumeli’yi Türkleştiren ve İslamlaştıran Alp erenlerin türbelerine gereken ilgiyi ulusça göstermeliyiz. Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin Hâce Ahmet Yesevi ve Gül Baba’nın türbelerinin onartması olumlu bir gelişmedir.
Sonuç olarak:
Alevi Tarihi; Alevi-Bektaşi Dede ve Babalarının yaşam öyküleri sözlü tarihe dayanır, ozanların şirlerinde gizli bir şekilde anlatılır. Pir Gaip Abdal; Gizemli dizeleriyle Ezop diliyle kan revan, gözyaşıyla çileci bir ruh halini anlatarak, beş kişinin dahi bir araya gelemediğinden yakınıyor; tefekür içinde toplum olarak “tevekül dönemi’nden geçtiklerini ve Gül Baba’dan yardım ve önderlik istemektedir.
Çünkü Gül Baba; Hz. Muhamed-Ali soylu bir seyidtir. Çıkmaz yoldan aydınlığa çıkış yolu da: Hak-Muhamed- Ali yoludur. Bu yolda gidenlerdin bir tanesi de Gül Baba’dır. Alevi toplumu; Çileciliği, ezilmişliği erdemleştirmişlerdir. Hacı Bektaş Veli, “incinsende incitme” deyişi bu anlayıştan kaynaklanmıştır. Alevi Ahlakının övdüğü; iyilikçilik, alçak gönülülük, yiğitlik, doğruluk, dürüstlük gibi niteliklerin genel adı: Erdemliliktir.
Aleviliğin temelini teşkil eden, On iki İmam Öğretisi’ni dedelik Kurumu taşımış; Dedeler ve Babalar, Aleviliğin inanç-İbadet, bilgi ve beceri boyutuyla günümüze kadar sözlü gelenekle yaşatarak getirmişlerdir.
Hazreti Ali; Kur’an-ı Kerim hiçbir Ayeti yoktur ki dört anlamı bulunmasın: Zahir-Batın-Had ve Mutala. Zahir: dil ile ikrar içindir. Batın: Kalb ile kavramak ve tik etmek içindir. Had: Meşru ve caiz olanla, olmayanı belirtmek içindir. Mutala: Alah’ın her bir ayeti ile insandan gerçekleştirmeyi irade buyurduğudur.
Aleviliğin Kuramcısı 6. İmam Ca’fer-us-Sadık’la Kuran’ın dış anlamı halk içindir, içsel anlamı seçkinler ve özel yetenekte olanlar içindir. Buyurmaktadır. Alevi tasavufu da içsel ve öze yönelik “İnsan-ı Kamil” mertebesine erişmiş insanlara yönelik bir felsefedir.
İşte böylesine bir tasavufa erişmiş, Hak ile yeknasak olmuş bir zata Garip dede’dir.
Kanımıza göre; Garip Dede Merzifonludur. Gül Baba’ya çağdaş ve pirdaş-tır, ve aynı zamanda müsahip kardeştirler.
Garip Dede; Merzifon’da Piri Baba Tekesi’nde yetişerek ve mütekamil bir insan olarak İstanbul’a gelmiş, muhtemelen devlet ve yeniçeri ocağında çeşitli görevlerde bulunmuştur. Sefere giderken bilmediğimiz bir nedenle Hak’a yürümüş, naşı öldüğü yere gömülerek inşa edilmiştir.
Garip Dede; 16. Yüzyılda yaşamış bir Alevi Dede’sidir. Bektaşi geleneğindeki “Kırk İstanbul Erenleri”nden bir zat-ı muhteremdir.
bugun gul baba turbesini ziyaret etim ve bu ziyaret sirasinda ilgimi ceken olayi paylasmak istedim. bazi arkadaslarin yazdiklarina nazaran oradaki guvenlikci ozel olarak turbe kapisini benim icin acti. duami ederken bazi macar turistlerde iceriye girdiginde bunlara macarca biseyler dedi ve bunlar apar topar disariya ciktilar. cok anlayisli birine denk geldim okadarki beraber resim cekindik ve sonrasinda el verdim ve beni iki gozumden optu ve gul babanin selamindan selamladi beni..sanli tarihimizin biraktigi derin baglar ve duygular olmali…selam olsun turk ve macar kardesligine..
Güzel yorumlar. Bende bu yıl haziran ayında gitim. Rehberimiz Adil bey’in anlatıklarından ilave olarak”Gül Babanın İstanbul Galatasaray Lisesinde de bir türbesinin olduğu detayı” ek olarak vermek istedim. saygılarımla
Ben de ziyaret etim geçen yaz. Ama oradaki görevli (türk değildi macardı) türbeyi açmadı. dışarıdan duva edebildim, içeriyi de zar zor küçük camlardan gördüm.. sanırım açık olma zamanı vardı. anlamadım pek. soğuk davrandı bana. zaten nedense budapeştede gördüğüm türklerde çok soğuktu.. yine de atalarımızın var olduğu yerlerde bulunmak güzeldi. Alah kısmet ederse, islam tekrar yayılacak türkler eliyle ve dünyanın süper gücü olacağız !!!
Dogru ve guzel yorumlar. Emegi gecenlere tsk ederiz.
Selamlar
Budapeşteye gelipte tarihi ve ecdat yadigarlarını tam öğrenmeden görmeden gitmeyin. Tavsiyem .budapestetur.com bir bakın aklınıza gelenleri sorabilirsiniz. Ucretsiz yardım edeceklerdir ve artı türkçe özel rehberlik sunmaktalar.
Iyı gunler dıleklerımle
bende size katiliyorum Gül baba Merzifonlu olduna bende inaniyorum cünkü merzifondan cok Pasalar da neden Bir ermis cikmasin nurlar icinde yatsin cokta güzel biryede türbesi var tam Tüna nehrinin üstünde kus bakisi cok güzel ayfica Buda peste cok gütel bir sehir.
Hüseyin Bey,size katılıyorum.Yurdum insanı, bazen yalakalığın sozunu kaçırıp tarafsızlığını kaybedebiliyor.Şimdi, yeniden bir araştırma yapılsa Gül Baba,büyük ihtimale Rizeli çıkar heralde?
🙂
2010 yılı nisan ayında ben de Budapeşte’de Gül Baba’yı ziyaret edenlerdenim.Ancak bize rehberlik eden Tur görevlisinin anlatığı hikaye beni hem güldürdü hemde üzdü.Hikaye şu: yapılan araştırmalar sonunda Gül Baba’nın Merzifonlu olduğu ancak daha sonra Süleyman Demirel’in Başbakanlığı döneminde Budapeşte’ye gidip Gül Baba’yı ziyaret etmesi ile birlikte ne hikmetse bizim araştırmacılar yeniden koları sıvamış ve araştırma yapmışlar.Bu kez Gül Baba’nın Isparta’lı olduğuna kanat gertirmişler.Halbuki Gül Baba’nın Merzifon’lu olması daha doğru gibi geliyor bana.Zira Merzifon’da da Gül Baba adına türbe var.Siz ne deresiniz.