Mainz; 16.10.2010

İleri demokrasilerin hiç birinde görünmeyen bazı hususları biz, „Bize Özgü“ durumlar diyerek geçiştrime taraftarıyızdır. Bu durumlardan biri de „Emanetçi Genel Başkan“ geleneğidir. Siyasi geçmişimizde çokça örneği bulunan bu durum şimdilerde sanki CHP`nin başına gelmiş gibidir.Ben prensip olarak çok otoriter bir yapı olması hasebiyle bir partinin tamamen genel başkanlara emanet edilmesi fikrine sıcak bakmam. Ancak bir parti genel başkanının sıradan bir kişilik olarak partide yer alması da kabul edilebilir bir durum değildir.

Sponsor Bağlantılar

Lider kelimesini bile-isteye kullanmıyorum. Zira partilere genel başkan olmak başka bir şeydir, „lider“ olmak ise bambaşka bir şeydir. Kemal beyìn bir parti lideri olduğunu hiç bir zaman kabul etmedim. Ancak skandal bir kasedin ardından genel başkan koltuğuna oturtulan Kemal beyìn genel başkan bile olup olamadığı artık tartışmalı hale gelmiştir. Referandum sürecinde yaşanan „traji-komik“ hadiseler ve hele hele Abant toplantısından sonra ortaya çıkan ahval ve şerait CHP`nin Kemal bey`e emanet edilemiyecek kadar „derin“ bir parti olduğu gerçeği ortaya çıkmıştır. Bugün artık dost-düşman herkes bu partinin sayın Kılıçdaroğluna teslim edilmeyeceği gerçeğine uyanmaktadır.

Son zamanlarda parti içindeki çatlamaların „ideolojik“ bir ayrışma gibi sunulmasına rağmen asıl mesele bu değildir. Kılıçdaroğlu ne zaman bir açıklama yapsa partinin diğer sözcüleri tarafından (asıl sahipleri dememek için…) ya yalanlanmakta yahutta bir düzeltme yapılmaktadır. Kamuoyunun çok yakından takip ettiği bu misalleri uzun uzun burada konu edecek değilim. Ancak en son ortaya dökülen „Resepsiyon“ kavgası bile parti içerisinde ne kadar büyük anlaşmazlıkların olduğunu göstermektedir. Önder Sav ve ekibinin „katı laikçi“ damarı temsil ettikleri ve tavizsiz bir çizgide yürüdükleri, Kemal beyin ise adeta ikinci Cumhuriyetçi ilan edilerek partiyi büyütme adına toplumun her kesimiyle barışmak için özgürlüklerden yana tavır aldığı ve dolayısıyla böylesi kavgaların açığa çıktığı yönündeki yorumlar bir tespitten ziyade genel bir „arzu“ gibi durmaktadır. Zira yukarıda da kısaca temas ettiğim üzere kavganın temelinde ideolojiden ziyade „ikbal beklentisi ve koltuk sevdaları“ yatmaktadır.

2011 seçimlerine şurada ne kaldı ki… Partilerde vekil konumunda bulunanların yerlerini garantileme adına her türlü gayretin içine girecekleri bilinen bir gerçektir. Partinin Kemal Kılıçdaroğluna teslim edilmemesinin yegane sebebi „güvensizliktir“. Kemal beyi o koltuğa apar-topar oturtmuş olan güçler, onun partiye hakim olma hevesini görünce adeta bile-isteye bir „itibarsızlaştırma“ operasyonuna giriştiler. Kemal beyin Abant toplantısında „ön seçim“ fikrini izhar etmesi bence iplerin kopmasına neden olmuştur. Zira Önder Sav ve ekibinin ön-seçim yoluyla sandıklardan çıkması şapkadan tavşan çıkarmaktan bile daha zordur.

Hani bir zaman başbakan „kasetle gelen kasetle gider“ diye bir laf etmişti de çoğu kimse burun kıvırmıştı. Ancak olur mu? Olur. Nihayet burası, Türkiye…

Normal şartlar altında hiç bir siyasi partide bir genel başkan bu durumlara düşürülemez. Grup başkan vekili Muharrem İnce “29 Ekim resepsiyonuna katılmayacağız“ diyor, iki saat sonra partinin genel başkanı gayet mahçup bir şekilde „Daha zaman var o konuda karar almadık“ ancak diyebiliyor. İlk bakışta maşaallah ne kadar demokrat bir yapı diyecek gibi oluyor insan ama işin aslı o değil. Parti içindeki derin kuvvetler adeta genel başkana seni oraya kimin oturttuğunu unutma mesajları veriyor. Hatta daha da ileri gidip “Seni oraya oturttuk ama bu partiye sahip olabilirsin anlamına gelmiyor“ türünden te`dip edici davranışlara imza atıyorlar.

Bizim sahip olduğumuz medeniyyet „İnsan onurunu incitmek insanı katletmek gibidir“ der bize. Bir parti genel başkanının kamuoyu önünde böylesine küçük düşürülmeye çalışılması kabul edilebilir bir durum değildir. CHP ile hiç bir düşüncem örtüşmemesine rağmen bu durum insan olarak benim şahsen ağrıma gidiyor. Denebilir ki onu orada zorla mı tutuyorlar, istifa denen bir müessese var. İyi ama koltuk sıcaktır diye bir mesele de var ki, bu ülkemizde çok daha revaçta olan bir durumdur.

CHP içinden Kemal bey için reva görülmekte olan bu itibarsızlaştırma operasyonu sonuç verir mi bilmem. Ancak bildiğim bir şey var o da şu: CHP`de hizipçilik hiç bir zaman bitmez. Kemal bey partide özgürlüklerden yanaymış gibi sunulsa da hem bu partide genel başkan koltuğunda oturup hem de millet hayrına icraatlara soyunmak mümkün değildir. Yani CHP ile milletin lehine politikalar üretmek imkansızdır. Zira bu partinin „genleri“ buna izin vermez. Geçmişinde „tek parti diktatörlüğü“ gibi muazzam bir kara sicil bulunan bir partinin oldukça başarısız mütekait bir memur tarafından dönüştürülebileceği fikrine kargalar bile güler. Hem ben zaten Kemal beyin de CHP`yi dönüştürmek gibi bir niyeti olduğunu da sanmıyorum. Bana göre o koltuğa hasbel-kader bile oturmuş olsa sıcaklığın tadını almış durumdadır ve dolayısıyla koltuk kavgasının tarafıdır.

Türkiyenin „Gandi“ si olarak lanse edilen sayın Kılıçdaraoğlunun  bu kadar kısa bir sürede adeta bir „ıslak mendil“ muamelesine tabi tutulması gerçekten üzüntü vericidir. Siyaset böyle bir şey işte : „Vezir“ de eder… „Rezil“ de…

Baki Selam ve Saygılarımla.

Ömer Erdem
Mainz/Almanya