PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ
FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ
TARİH BÖLÜMÜ

DENİZLİ’NİN TERMAL KAYNAKLARI
THERMAL SPRINGS OF DENİZLİ
Adnan Eskikurt* – Erol Kapluhan**

Sponsor Bağlantılar

Özet
Eskiçağdan itibaren Ege bölgesini İç Anadolu ve Akdeniz bölgelerine bağlayan ticaret yolları üzerindeki konumuyla mamur ve müreffeh kent yerlesimlerine sahne olan Denizli’de fiziko-kimyasal özellikleri bakımından farklılar arz eden çok sayıda termal kaynağın varlığı önemli bir zenginliktir. Denizli’deki bu potansiyel erken dönemlerden itibaren fark edilmis, Roma döneminden itibaren de bunların sifa özelliğinden yararlanmak üzere Hierapolis ve Laodikeia gibi bazı kentlerde birtakım hamam ve havuz yapıları insa edilmistir. Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde sürdürülen ve giderek sosyal bir anlayısla ele alınan bu faaliyetler, kaplıcalar vasıtasıyla günümüzde de devam etmektedir. Mamafih, doğal ve tarihî güzelliklerin varlığı bir yana tesis ve hizmet kalitesi bakımından sağlık turizmi imkânlarının gelismesi hala Denizli’nin önemli meselelerindendir.

Abstract
The presence of many thermal springs with different physical and chemical qualities is an important wealth of Denizli which, being located on the trade routes connecting the Aegean region to Middle Anatolia and the Mediterranean regions has been a scene for prosperous city settlements since the antiquity. This potential was noticed in a very early age and starting with the Roman era several baths and pools were built in order to benefit from these thermal springs healing power in cities such as Hierapolis and Laodikeia. These activities continued in Byzantium, Seljuk and Ottoman periods and in the course of time a social understanding developed. Today activities are in progress by means of hot springs. Despite the natural and historical beauties Denizli can offer the development of health tourism, particularly in terms of facilities and quality of service, is an issue that needs to be worked on.

I. Giriş

Termal kaynakların insanlar tarafından kullanılmaya baslanması oldukça eski bir faaliyettir. Bu konuda Eskiçağ düsünürlerinin eserleri yeterli bilgi içermese de arkeolojik çalısmalar sayesinde Anadolu, Mezopotamya, Mısır ve eski Yunan uygarlıklarındaki gelismelerin tetkiki mümkündür. Meselâ bazı termal kaynaklar üzerinde birtakım eserler bina edilmistir ki bunlar muhtemelen ilahların armağanı olarak görülen esrarlı kudrete olan inanç ve belki istifade edilen imkânın devamını garantiye alabilmek düsüncesinin bir ürünü olup belli dönemlerin temsilcisi olmuslardır. Nitekim, Roma dönemi ile birlikte saray mensubu imtiyazlılar ile savasan askerlerin tedavisine yönelik bir termalizm anlayısı gelismis ve uzun süre bu karakterini muhafaza etmistir. İmparatorluk dönemine girildiğinde, pencerelere cam takılması, taban ya da duvar içine borular ya da sıcaklık tasıyacak dehlizler dösenmesi, atese dayanıklı yapı malzemesi olarak sert pismis tuğlaların bilinçli biçimde amacına uygun kullanılması vb. mimarî gelismeler durumu değistirmistir2. Meselâ, MÖ. 100. yılda C. Sergius Orato isimli bir Romalı sıcak hava ile merkezî ısıtma sistemini bulduktan sonra halk hamamları gelisirken tedavî edici özelliği bilinen termal suların kullanımı da artmıstır. Halkın termal sulara rağbet etmeye baslamasıyla thermae adı verilen abidevî yapıtların insası idareciler için adeta bir güç gösterisine dönüsmüstür.3

Ancak Ortaçağın baslarından XIII. yüzyıla kadar Anadolu’da termalizm faaliyetleri adeta bir duraklama dönemine girer. Bu durum, büyük ölçüde Hıristiyan inanısındakilerin taassubun ölçüsünü kaçırmalarının bir sonucudur. Öte yandan MS. VII. yüzyıldan itibaren Arapların, MS. XI. yüzyıldan itibaren de Türklerin Anadolu’da ilerleyisiyle Pax-Romana denilen o Roma dönemi barıs ortamının sona ermesinin tesiri de dikkate alınmalıdır. Zira, Anadolu’da yerlesim alanlarının giderek küçülmesi ve güvenlik gerekçesiyle kısıtlı üretim imkânlarına sahip yüksek mevkilere çekilmesine yol açan gelismeler meydana gelmistir. Hatta, Doğu Roma’nın son döneminde merkez İstanbul’da bile Justinien döneminde olduğu gibi Ayasofya benzeri bir yapının insası yerine artık ancak resim, mozaik ve benzeri süsleme sanatlarında çalısmalar yapılabilmis olması Anadolu’nun imar ve iskândan yoksun kaldığı hakkında fikir vermektedir.

Anadolu’da, özellikle Türk döneminde sosyal bir termalizm anlayısının egemenliği söz konusudur.4 Fethedilen Bizans sehirlerinde bulunan ılıca ve kaplıcalardaki hamam kalıntıları, İznik (Diocletianus hamamı) ve Yalova’daki (Pythia hamamı) gibi kilise ve saray mensuplarının kullandığı kaplıcalar Türkler tarafından onarılıp yeniden isletilmistir. Zamanla Türk milletine özgün bir mimarî anlayısla Kırsehir Karakurt (Kalenderbaba) kaplıcası gibi halka açık birçok sifalı tesis de kurulur.5 Türklerin bazı alıskanlıkları yanında İslâmiyet’in olumlu tesirlerinden kaynaklanan bu durum Osmanlı dönemi ile birlikte tedavi maksatlı Türk Hamamı’nın dünyaca tanınmasına yol açmıstır. Osmanlılar, sağaltma (iyilestirme) hamamı adını vererek termal tesisleri diğer hamam yapılarından ayırmıslardır.6

Cumhuriyet döneminde kaplıcalardan daha fazla yararlanmak için Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün desteği ile birçok kaynağın su analizleri yapılmıs, su (Balneoterapi) ve çamur tedavisinin (Peloidoterapi) sağlık yönünden sifa veren tesirleri arastırılmıs, hidrojeolojik etütler yapılmıstır. 1928’de Bursa Kaplıcaları Anonim Sirketi’nin kurulması, Yalova Termal Otelin insası, Tuzla İçmelerin ıslahı dönemin önemli gelismeleridir. 1938’de İstanbul Tıp Fakültesi bünyesinde Hidro-Klimatoloji Kürsüsü’nün kurulması (1975’den itibaren Tıbbî Ekoloji ve Hidro-Klimatoloji) kaplıca hekimliğinin gelismesine büyük katkılar sağlamıstır. 1960’lardan itibaren MTA Enstitüsü hidrojeolojik etütlere baslamıs ve Türkiye’de 615 kaynak sahası tespit edilmistir. 1982’de Turizm Tesvik Kanunu ile kaplıcalar turizm merkezi olmus, 1988 yılında da ek bir madde ile turizm yatırımcılarına sifalı sıcak ve soğuk maden suyu kullanma hakkı tanınmıs, projeler desteklenmistir. 1991’de ilan edilen Turizm Yatırım ve İsletmeleri Yönetmeliği’nde termal suların kaplıcalarda kullanımı için MTA’nın onaylı hidrojeoloji raporu ve Sağlık Bakanlığı’nın termal suyun fiziksel ve kimyasal analizini yapmıs olması sartı getirilmistir.7

Rahmetli Yalçınlar Hocanın, “… devletlerin yönetim, ticaret ve dinî merkezleri olarak seçilen sehirlerin büyüyüp genis ölçüde gelismelerinde doğal sartlar yani, strüktür, rölyef, madenler, kayaçlar, çesitli kaynaklar ve akarsular, iklim ve bitki örtüsü, erozyon ve dolgu materyalleri çok büyük rol oynar”8 seklindeki ifadesinden hareketle basladığımız bu tarihî coğrafya arastırmasında Denizli’deki tesisi olan ya da tarihî kıymete sahip termal kaynakların varlığı müzakere edilmistir.

II. Doğal Ortam Özellikleri

Denizli, Ege bölgesindeki Menderes ovasının yukarı kesiminde önemli bir geçis sahasında yer alır. Arazisinin büyük bir bölümü Ege bölgesinde, daha küçük bir bölümü ise Akdeniz bölgesindedir. Kuzeyde Usak, batıda Aydın, kuzeybatıda Manisa, güneyde Muğla, doğuda; Afyon, Isparta ve Burdur ile çevrelenen Denizli’nin yüzölçümü 11.868 km2 dir.9

Güneyde Honaz dağı (2528 m.) ve Babadağ (2300 m.), kuzeyde Büyük Çökelez (1841 m.) ve Küçük Çökelez (1734 m.) dağlarıyla boylanan güneydoğu-kuzeybatı doğrultulu bir çanağa benzeyen Denizli
yöresinde dağlık alanlar genis bir yer kaplar. Alüvyal ovaların tabanı güneydoğuda 300 m. iken, Denizli önlerinde 220 m. ye, Sarayköy önlerinde ise 150 m. ye iner.

Denizli’de Akdeniz iklimi denizden uzaklık ve yükseltiye bağlı olarak değisikliğe uğramıstır. Yazlar sıcak (Denizli’de ortalama 26.6 C, maksimum 41.3 C), kıslar Aydın ve Söke yörelerine göre daha soğuk (ortalama 5.5 C ve minimum -11.4 C) geçer. Yıllık yağıs ortalaması da fazla değildir (Denizli 535 mm., Sarayköy 442 mm.). İç Anadolu’ya doğru gidildikçe yükseltiye ve denizden uzaklığa bağlı olarak Akdeniz ikliminin yerini kısları uzun, soğuk ve kar yağıslı, yazları serin ve kurak geçen kara iklimi alır.10 Yüksek kesimlerdeki palamut meseleri ve karaçamlar dısında umumiyetle ağaçlı bir step görünümündeki Denizli arazisinin hemen hemen yarısında tarım yapılmaktadır ve özellikle Büyük Menderes nehrinin suladığı topraklar, tarıma en elverisli kesimdir.11

Ege bölgesinin en uzun nehri olan Büyük Menderes (584 km.), Denizli’nin de en büyük akarsuyudur. Afyon ilinde Dinar’dan doğup, Akdağ ve Isıklı kaynaklarını alarak gittikçe çoğalan suyu ile Çivril, Çal, Baklan Ovalarını geçerek Güney ilçesi arazisine girer. Yolu üzerindeki daralan vadiler içinde Usak’tan gelen Banaz Çayı ile birlestiği yerde Adıgüzel Barajı yer almaktadır. Çürüksu (Lykos), Dalaman (Gireniz) ve Akçay ırmakları da diğer önemli akarsulardır. Denizli’nin en büyük gölü bir kısmı Denizli hudutları içinde kalan Acıgöl (Çardak Gölü) dür. Balık yasamayan göl suyundan sanayi tuzları (sodyum sülfat) üretilmektedir. Isıklı Baraj Gölü, Çaltı (Beyler) Gölü, Honaz dağının doğu yüzünde Karagöl, Buldan’da Süleymaniye ve Derbent gölleri sayılabilecek diğer göllerdir.12

Türkiye arazisi geneli itibariyle dikkate alındığında aktif tektonik bir kusakta yer alması sebebiyle jeotermal kaynakların olusumuna uygun jeolojik özelliklere sahiptir. Tektonik faaliyetlerin devam ettiği Batı Anadolu’da özellikle de Denizli’de kimyasal bilesimleri ve sıcaklıkları farklı birçok termal kaynak vardır. Bunların önemli bir kısmı sekil 1 de görülen doğu-batı yönlü aktif faylar üzerinde bulunmaktadır.13 Denizli’de Pamukkale, Karahayıt, Yenice (Çizmeli), Gölemezli, Kavakbası ve Buldan önemli ılıca ve kaplıcalardır.

Termal kaynaklarda yeryüzüne çıkan suyun sıcaklığı bulunduğu yerin ortalama sıcaklığının üzerindedir. Suyun sıcaklığı derinliğin artması ve jeoterm basamağının daralması (ortalama bir değerle her 33 m. de 1 C sıcaklığın artması), suyun yüzeye çıkıs sürati ve yeraltına sızan soğuk su miktarı gibi farklı durumlara bağlı olarak değisebilir. Pamukkale’den Yenice’ye doğru güzergâh üzerinde sirkülasyon derinliği arttığından termal suyun sıcaklığı yükselir. Meselâ su sıcaklıkları Pamukkale’de 35 C, Karahayıt’ta 58 C, Gölemezli’de 51-65 C olarak ölçülmüstür. Yer yer de anyon ve katyon konsantrasyonuna bağlı olarak kimyasal kompozisyonun değistiği tespit edilmistir.14

Geçirimsiz örtü kaya ile yüzeye yakın magma arasındaki gözenekli ve çatlaklı hazne kayanın muhafaza ettiği yüksek ısıdaki sular sondajlarla yeryüzüne çıkarıldığında basınç düsmesi ile birlikte su buharı ayrısır ve enerji açığa çıkar. M.T.A. Enstitüsü Genel Müdürlüğü’nce baslatılan sondaj çalısmaları sırasında (1968’de) Denizli iline bağlı Sarayköy ilçesi ile Aydın iline bağlı Çubukdağ (Burhaniye) bucağı arasındaki Kızıldere’de ilk jeotermal buhar kaynağı bulunmustur.15

Pamukkale’de yer alan travertenler ise, çok yönlü, çesitli nedenlere ve ortamlara bağlı, kimyasal reaksiyon sonucu çökelme ile olusan tortul (kalker tüfü) bir kayaçtır.16 Pamukkale termal kaynağını meydana getiren jeolojik olaylar genis bir bölgeyi etkilemistir. Bu bölgede sıcaklıkları 35-100 C arasında değisen 17 sıcak su alanı vardır. Pamukkale termal kaynağı, bölgesel potansiyel içindeki bir ünitedir. Kaynak, Eskiçağdan beri kullanılmaktadır. Termal su kaynaktan çıktıktan sonra, 320 m. uzunluğunda bir kanal ile traverten basına gelmekte ve buradan 60-70 m. lik kısmı çökelmenin olduğu traverten basamaklarına (seki, taraça) dökülmekte ve ortalama 240-300 m. yol kat etmektedir. Basamak havuzcuklarında çökelmekte olan kalsiyum karbonat, baslangıçta yumusak bir jel halindedir. Traverten teraslarının ilgi çekici bir özelliği beyazlığıdır. Bu beyazlığın nedeni ana kayacın kireçtası olması sonucu sudaki kalsiyum oranının yüksek olmasıdır.17 Beyazlığın olusumunda hava sartları, ısı kaybı, akısın yayılımı ve süresi etkilidir. Çökelme, termal sudaki karbondioksit ile havadaki karbondioksit dengeye gelinceye kadar devam etmektedir. Zamanla da sertlesme meydana gelmekte ve traverten olusumu tamamlanmaktadır. Ancak foto 1 de görüldüğü gibi yakın zamanlarda yasaklanana kadar ziyaretçiler tarafından basamaklar üzerinde gezilebilirdi ve bu henüz yumusacık haldeki kalsiyum karbonatların ezilmesine, dağılmasına neden olmaktaydı.

III. Beserî Ortam Özellikleri

Denizli, Asya ve Avrupa kıtaları arasında adeta bir köprü gibi uzanan Anadolu yarımadasının doğal ve tarihî özellikleriyle dikkati çeken yerlerindendir. Yapılan arkeolojik incelemeler, burada yerlesik hayat süren Luviler, Frigler ve Lidyalılar hakkında önemli tanıklıklar ortaya koymustur. İnsan yasamının yaklasık 4500 yıl öncesine ait bu önemli kanıtlar incelendiğinde, doğal ortam özelliklerinin sunduğu imkânların insanlarca değerlendirilmesiyle meydana gelen potansiyelin erken dönemlerden itibaren dikkat çekici bulunduğu görülür. Dolayısıyla Doğu ve Batı medeniyetleri arasındaki mücadeleler sırasında Denizli’nin Persler ve ardından İskender tarafından ele geçirilmesini ve sonraki gelismeleri bu durumla alakalı incelemek yerinde olacaktır. İskender’den sonra da generallerinden Selevkos ve ardılları, Bergama Krallığı, Roma ve Bizans imparatorlukları Denizli’de hakim olurlar.

1071’de Malazgirt savası ardından Türk akınları Bizans arazisinde Denizli’ye kadar ulasır ve sehir 1094 yılında fethedilir. I. Haçlı seferinden sonra birkaç kez el değistirse de 1206’da ikinci kez Anadolu Selçuklu Devleti’nin merkezi Konya’ya bağlanır. Selçuklu Türklerinin, Anadolu yarımadasındaki varlıklarını kesinlestiren Myriokephalon Savası’nı (Eylül 1176) Denizli sınırlarındaki Kûfi Çayı vadisinde kazanmaları sehrin tarihindeki en önemli olaylardandır.18 Anadolu Selçuklu Devleti’nin Kösedağ’dan sonra Moğol otoritesini tanımasıyla uç bölgelerde birçok beylik kurulur. Bunlardan biri Denizli’ye hakim olan Germiyanoğulları’dır. Sehirde 1432’de Osmanlı idaresi baslar. Uzun süre merkezi Kütahya’daki Anadolu Beylerbeyliği’nin Aydın Sancağı’na (liva) bağlı kalan Denizli, ancak 1920’de bağımsız bir sancak olur. Cumhuriyet döneminde ise vilâyete dönüstürülür.19

Bu ilimize Denizli adının verilmesi konusunda muhtelif görüsler vardır. Meselâ Kâtip Çelebi, Türklerin bol suyu ve küçük gölcüklerini denize benzettikleri ve deniz ili anlamına gelen bu adı yakıstırdıklarını, Baybars Mansuri, Denizli’nin kurucusu Türkmen beylerinden Tonguzlu Bey’in adıyla anıldığını, İbn-i Batuta Türklerin fetihten sonra civardaki domuz bolluğundan dolayı Tonguzlu (Domuzlu) adını taktıklarını kaydetmislerdir. Kasgarlı’nın eserinde de Tonguz kelimesinin Türkçe’de
Domuz anlamında kullanıldığı görülür. Timurlenk’in Zafernâmesi’ni yazan Serafettin Yezdî de Tonguzluğ- Tenguzluğ gibi adlarla burayı anar.20

Denizli vilâyeti sınırlarında Bergama Krallığı, Roma İmparatorluğu ve Bizans uygarlık dönemlerine ait eserleri ile birer tarih hazinesi olarak kabul edilen yerlesme harabeleri vardır. Bunların bir kısmında arkeolojik tetkikler sonucunda termal kaynakların Eskiçağdan itibaren kullanıldığını ortaya koyan bir takım yapı kalıntıları (hamamlar, havuzlar vb.) ortaya çıkarılmıstır.

Denizli’nin yaklasık 20 km. kuzeyinde yer alan Pamukkale’deki Hierapolis öreni bunlardan biridir. Kolonizasyon dönemi öncesi adıyla ilgili fazla bilgi bulunmayan kentin Eskiçağ’da Phrygia ve Caria bölgelerinden hangisinin sınırlarında bulunduğu konusu açık değildir. Zira Aziz Paulos kentin Phrygia yakınında, güneybatıda ve Caria sınırına yakın olduğundan bahseder, ayrıca Colossae kentinin de kuzeybatısında olduğunu söyler. Strabon ile Ptolemaeus ise verdikleri bilgilerde Caria bölgesine sınır olan Laodikeia ve Tripolis kentlerine yakınlığı ile Hierapolis’in de Phrygia kenti olduğunu ileri sürerler. Bizanslı Stephanus ise kentin Lydia ile Phrygia bölgeleri arasında zengin sıcak su kaynakları ile tanındığından söz eder. Kentin kurulusu hakkındaki bilgiler Bergama Kralları’ndan II. Eumenes tarafından K. Çökelez dağının güneybatıya doğru alçalan eteklerinde Çürüksu (Lykos) ovasını kuzeydoğudan sınırlayan plato düzlüğü üzerinde 370-450 m. yükseltiler arasında boyutları 1000 x 800 m. olan genis bir alanda MÖ. II. yüzyılda kurulduğu ve Bergama’nın efsanevi kurucusu Telephos’un karısı Hiera’dan (Hijyen) dolayı Hierapolis adını aldığı seklindedir. MÖ. 133 yılında Bergama Krallığı ile birlikte Roma idaresine giren Hierapolis, Tiberius (MS. 17) ve Neron (MS. 60) dönemlerinde sismik faaliyetlere sahne olmus ancak Helenistik kentlesme ilkelerine bağlı kalarak özgün dokusunu sürdürmüstür. Bizans döneminde kısmen yeniden insa edilmis ve tamiratlar yapılmıstır.21

Hierapolis depremler sebebiyle giderek Helenistik niteliğini kaybetmis, bir Roma kenti görünümünü almıstır. MS 80 yıllarında Hz. İsa’nın havarilerinden olan Aziz Philip’in burada öldürülmesi üzerine MS. IV. yüzyıldan itibaren Hıristiyanlarca kutsal bir merkez kabul edilmistir. Hierapolis XII. yüzyıl sonlarına doğru Türklerin eline geçer. Daha sonra tekrar Bizanslılar tarafından geri alınır. 1354 yılında meydana gelen siddetli bir depremle kent tahrip olmus ve terkedilmistir. Bundan sonra da o güne kadar kente can veren sifalı suları harabeleri yavas yavas bir traverten tabakası ile kaplamaya baslamıstır.22

Çürüksu (Lykos) vadisinde yer alan Laodikeia (Goncalı), Denizli vilâyet sınırları dahilinde bulunan bir diğer Eskiçağ yerlesimidir. Büyük Menderes ovasının yukarı kesiminde bugünkü Denizli sehrinin yaklasık 6-7 km. kuzeyinde savunmaya elverisli bir noktada (Eskihisar köyü civarında) yer alır. Sardeis kentini Mezopotamya’ya bağlayan Kral Yolu üzerinde MÖ. III. yüzyılda Selevkoslardan II. Antiokhos tarafından kurulmustur. Diospolis ve Rhoas adlarını da tasımıstır. Hierapolis, Tripolis ve Kolossai’ye nazaran daha geç kurulmus olmasına rağmen kabiliyetli insanları ve verimli toprakları sebebiyle kısa sürede gelismistir. Ticaret yolları üzerindeki konumu da bu gelismede önemli pay sahibiydi.23 Roma döneminde gelisip büyüyerek varlığını sürdüren kent, güzel anıtları, hekimliği ve eczacılığıyla ünlüydü. Hıristiyanlığın yayılma devrinde dinî bir merkez vasfı kazandı. MS. 17 ve MS. 60 depremleri ile ağır bir tahribat yasadı. Kısa sürede eski canlılığına kavusan sehri ziyaret ettikleri bilinen Hadrianus, Commodus ile Caracalla imarına katkıda bulunmuslardır.24

Kent, MS. 395’ten itibaren Bizans idaresinde giderek sönüklesti. MS. 494 depremi sehri neredeyse tamamen tahrip etti. Türklerin Denizli civarındaki fetih hareketleri baslayan kadar da komsu kentler Hierapolis ve Tripolis ile rekabet etmek zorunda kaldı. Selçuklu-Bizans mücadeleleri ve Haçlı Seferleri sebebiyle kent cazibesini yitirdi. MS. XIII. yüzyılda Germiyanoğulları idaresi sırasında Türklerin Lâzkiye veya Lâdik olarak adlandırdıkları kent 1354 depreminden sonra terk edildi. Bunun hemen güneyinde 100 m. kadar daha yüksek bir mevkide bulunan Doğuzlu (Donguzlu) köyü yeni yerlesimin merkezi oldu ve bir süre sonra da Denizli olarak anılmaya baslandı.25

Tripolis olarak tanınan kent ise MÖ. III. yüzyıl sonunda Selevkoslar tarafından kurulmustur. Buldan’ın doğusunda, 16 km. mesafedeki Yenice köyü yakınlarında ovaya dönük (güneye bakan) bir yamaç yerlesmesidir. Kurulusu hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte Roma devrinden itibaren gelismeye baslamıstır. Zaman zaman yıkıcı depremlere maruz kalmıs ve yeniden insa ve imar edilmistir. Nüfusu Hierapolis ve Laodikeia’ya nispetle daha az olan kent Hıristiyanlığın yayılısı ile bir piskoposluk merkezi olmustur. Bizans ile Selçuklular arasındaki mücadeleler ve Haçlı seferlerinden olumsuz etkilenmis ve giderek harap olup ıssızlasmıstır. 1305-6 yıllarında Germiyanoğulları burayı fethettiler. Böylece Denizli’nin her tarafı Türklerin denetimine girmis oldu. 1354 depremi ardından tamamen terk edilmistir.26

Denizli’deki diğer bir önemli yerlesme ise Khonai’dir. Denizli’nin Honaz ilçesinde muhtemelen korunma amacıyla Honaz dağı eteklerindeki tepelik bir alanda kurulan kentin Bizans dönemindeki adıdır. Daha asağısında, Çürüksu (Lykos) vadisindeki Kolossai kent harabeleri ise önceki döneme ait izler tasır.27

IV. Termal Kaynaklar ve Bunlardan Yararlanma

Alp-Himalaya orojenik kusağı üzerinde bulunan Türkiye’de genç tektoniğe bağlı olarak gelisen grabenlerin, yaygın volkanizmanın, fümerollerin (doğal buhar ve gaz çıkısları) hidrotermal alterasyonun ve yer yer farklı sıcaklıkta 1000 den fazla sıcak ve mineralli kaynağın varlığı, ülkemizin önemli bir jeotermal enerji potansiyeline sahip olduğunu göstermektedir. Bir görüse göre ülkemiz jeotermal enerji potansiyeli bakımından 31500 MW güç ile Avrupa’da 1. dünyada 7. sıradadır. Bu potansiyelin % 3 ünün kullanımda olduğu ülkemiz bölgesel ısıtma, sera ısıtması ve kaplıcada yararlanma bakımından 992 MW ile dünyada 5. sıradadır.28

Yerli enerji kaynaklarımızdan olan jeotermal enerjinin, yurdumuzun içinde bulunduğu enerji darboğazı da göz önüne alındığında, enerji açığının karsılanması, petrole olan bağımlılığın azaltılması ve döviz kaybının önlenmesi için öncelikle değerlendirilmesi gerekmektedir. Jeotermal enerji, hidrolik, günes, rüzgar vb. enerjiler gibi tükenmez enerji kaynaklarındandır. Ayrıca fosil veya nükleer kaynaklı enerji üretimlerine kıyasla, çok daha az ve genellikle kabul edilebilir sınırlar içerisinde çevre sorunlarına neden olabilir.29

Kaynakların ülkemiz genelinde dağılımı da enerji ihtiyacımızın niteliğine uymaktadır. Genellikle elektrik açığının fazla olduğu Batı ve Kuzeybatı Anadolu’da sıcaklığı yüksek, elektrik üretimine elverisli kaynaklar, Orta ve Doğu Anadolu’da ise ısıtma amacıyla kullanıma elverisli düsük sıcaklıklı kaynaklar bulunmaktadır.

Arama sondajları aynı zamanda üretim imkânı olması sebebiyle uygulamaya geçis süreci kısadır. Jeotermal santrallerin yapım süresi diğer santrallere oranla daha kısa olup bu süre ortalama üç yıldır.
Jeotermal enerjide özellikle elektrik dısı uygulamalarda yerli teknoloji kolaylıkla gelistirilebilir.

Uluslararası Kaplıcalar Birliği’nin (FTEC) düzenlemesine göre sifalı sular; termal (doğal sıcaklıkları 20 C nin üzerinde olan), mineral (litresinde 1 gramın üzerinde çözünmüs mineral bulunan) ve termomineral (hem doğal sıcaklıkları 20 C ın üzerinde olan, hem de litresinde 1 gramın üzerinde çözünmüs mineral bulunan) sular olarak sınıflandırılmıstır.30 Türkiye’de kullanılan “ılıca”, “girme”, “çermik” kelimeleri de yerden kaynayan sifalı sular üzerine kurulmus, bir çesit hamam manasına gelmektedir. Halk arasında buna kaplıca da denir ki, “Kaplı ve Ilıca” kelimelerinden meydana gelen, sıcak suyu tabii olarak çıkan hamam, üzeri örtülü ılıca demektir. Eğer bu sular banyo olarak değil de içme kürü olarak değerlendiriliyorsa o zaman “içme” olarak adlandırılırlar. Yeraltından çıkan bu suların içlerinde erimis halde kükürt, kireç, potasyum, magnezyum ve silis gibi bazı madenî tuzlar bulunur ve bunlar bazı hastalıklarda sifa tesiri gösterirler. Ayrıca bazı göze görünmeyen ısınlar vardır ki bunlara radyoaktif ısınlar denir.

Türkiye’de kaplıcalarla ilgili ilk yasal düzenleme 10.06. 1926 tarih ve 927 Sayılı Kanun’la gerçeklesmistir. 04.01.1934 tarihinde çıkarılan 2376 Sayılı Kanun’un ek 1. maddesinde ise maden suyu siseleme tesislerinin kurulusuna ait hükümler ve kaplıca sularının kullanımı belirlenmistir. Ayrıca 6309 Sayılı Maden Yasası’nın 1. maddesine göre, sıcak ve soğuk maden suları bu yasanın kapsamına alınmıs ve maden sayılmıstır. 6209 Sayılı Kanun’un 158. maddesi içmeye, yıkanmaya mahsus sifalı sıcak ve soğuk maden suları ile kaplıcalara ait hükümleri saklı tutmak kaydıyla 12 Nisan 1914 tarihli “Maden Nizamnamesi” nin diğer hükümlerini yürürlükten kaldırmıstır. 158. maddenin saklı tuttuğu ve 4268 Sayılı Madenlerin Aranma ve İsletilmesi Hakkındaki Kanun’un 2. maddesi ile de il özel idareleri, özel mütesebbisler, belediyeler ve köylerin bu sulardan istifadesi, kullanımı, bunların ihale yolu ile isletilmesi, denetlenmesi vb. konularda bazı hükümler belirlenmistir.31

Günümüzde birçok hastalığın tedavisi yanında iyi bir dinlenme ve dinçlik kazanmak için Balneoterapi’ye (banyo ve tedavi) yani doğal kaynaklara ilgi giderek artmaktadır. Sağlık Turizminin bir kolu olan kaplıca turizmi, sıcak ve soğuk maden sularının içilmesi, çamurunun sürülmesi ve banyo yapılmasını kapsayan su tedavisi ile birlikte dinlenme ve eğlenmeyi içine alan bir turizm seklidir.32

Memleketimiz de kaplıca yönünden oldukça zengindir. Yaklasık 1300 kadar kaplıca ve içmemiz varsa da, bunların pek azından yararlanabiliyoruz. Dolayısıyla kaplıcalarda yeterli ve nitelikli tesislerin az olması bunların turizme açılmasının önündeki asıl engeli olusturuyor.

Türkiye’de maden sularının kullanımı kaynak üzerinde tesislerin kurulması, havuzlar, banyolar, konaklama tesisleri yapımıyla gelisme göstermistir. Son yıllarda bu tür yeni tesislerin çoğalmaya basladığını görmek geleceğe yönelik umut verse de sağlık söz konusu olduğunda yabancı turistler için kaplıca tesislerinin niteliği çok daha önemlidir ve su kültürünü “Türk Hamamı” ile doruğa çıkarmıs bir topluma çoğu termal tesislerin durumu hiç yakısmamaktadır. Oysa Avusturya, Almanya, Fransa, İtalya, Çekoslovakya, Macaristan ve Romanya turizminin en büyük gelir kaynaklarından birini termal turizm teskil etmektedir. Türkiye’de de termal kaynakların çoğu denize yakın ve ılıman iklimli yörelerdedir. Dolayısıyla mevcut ve yapılacak tesislerden uzun bir sezon yararlanılabilmek mümkündür. Üstelik, arkeolojik, doğal, klimatolojik, thalassoterapik (deniz, günes, kum, iklim vb. gibi) imkânların birlestirerek paket programlar hazırlandığında Türkiye kısa sürede dünyanın bir numaralı termal turizm merkezlerinden biri olabilir.

Türkiye jeotermal kaynaklar bakımından çok zengindir. Ancak günümüz kosulları dikkate alındığında bir kısmı oldukça eski zamanlardan beri kullanılan kaplıcaların çoğu yeterli ve kaliteli hizmet verebilmek için daha fazla gelistirilmelidir. Denizli’nin; Buldan, Sarayköy, Pamukkale, Akköy ve Kızıldere gibi sekil 2 de görülen termal kaynak sahalarında bulunan kaplıca ve içmelerin sektörde ayrı bir yeri vardır. Bunların önemlileri asağıda sıralanmıstır.

a) Pamukkale (Hierapolis) Termal Kaynakları

Pamukkale, kaynaklarını Çürüksu’nun suladığı ovanın kuzeyindeki Çökelez dağından alan termal suları ve beyaz travertenleri ile ünlüdür. Travertenler Küçük Çökelez dağının batı yamaçlarında, deniz yüzeyinden 400 m. yükseklikte ve yaklasık 900.000 metrekarelik bir alana yayılmıstır. Pamukkale’de bilimsel olarak yapılan analizler sonucunda suların toplam debisinin 330 lt/sn nin üzerinde, sıcaklığın 35 0C civarında (33 C – 35.5 C), Ph değerinin 5.8-6.02 arasında Radon konsantrasyonu (Rn 222) 1381-1537 Pci/H, bikarbonat, sülfat, kalsiyum, sodyum, magnezyum ve Co2 den olusan bir bilesime sahip olduğu tespit edilmistir.33 Muhtelif noktalardan yeryüzüne ulasan bu sular, travertenlerin üzerinden asağıdaki ovaya akarlar. Bu sırada suyun içindeki CO2 birden havaya karıstığı için kalsiyum bikarbonat, karbonat halinde çökelir, böylece uzaktan pamuk yığını seklindeki görünüm tesekkül eder. Kalsiyum bikarbonatlı ılıcalar grubunda incelenen Pamukkale suları içimi hos, hiperstenik ve spazmalı midelere iyi gelen diüretik özelliktedir. Bu sular, asit ürik ve üre sorununa, böbrek kum ve taslarına, idrar yolu iltihaplarına, kalp ve damar rahatsızlıklarına da iyi gelmektedir. Banyo ile birlikte içme tedavisine uygun özelliktedirler.34

Kaynağın ardında yer alan Apollon tapınağı ve Nympheum (anıtsal çesme) önünde Cin Deliği (Plutonium) adı verilen ve volkanik ve karstik hadiselere bağlı olarak içinden CO2 ve N gazları çıkan ilginç bir yer vardır. Buraya eskiden “Cehennemin Ağzı” adı verilmesi zehirli gazlar nedeniyle içine canlıların girememesinden kaynaklanmıs olmalıdır.35

Arkeoloji literatüründe “Kutsal Kent” (Holy City) olarak adlandırılması, kentteki birçok tapınak ve diğer dinsel yapıların varlığından kaynaklanır.36 Hatta bu sifalı suyun özel bir dağıtım sebekesi vasıtasıyla kent dahilindeki evlere de sevk edildiği bilinmektedir. Muhtemelen termal maden suları ve hamamları yanında yörenin olağanüstü görünümü sebebiyle büyük devlet adamları ve imparatorlar kenti ziyaret ederken, zenginler tedavi amacıyla Roma gibi uzak yerlerden ve Anadolu’nun çesitli bölgelerinden gelip, yasamlarının son dönemlerini Hierapolis kentinde geçirirlerdi. Bu nedenle kentin nekropolisi (mezarlık alanı) son derece anıtsal ve değisik yörelere ait mezar anıtlarıyla süslüdür.

Strabon kent sakinlerinin kaynak suları çabuk donduğundan bunları çukurlara akıtarak tas çitler elde ettiklerini ve yün boyanmasında termal sulardan yararlanıldığını kaydeder. Ona göre, kök boyalarla renklendirilen yünler yıkandıklarında aranan üstün kalitede mamuller haline gelmekteydiler.37 Öte yandan kolay islenebilir ve hafif olan travertenler buradaki yapıların insasında büyük bloklar halinde kullanılmıstır.38 Traverten kalkerlerinin kurudukça sertlesmeleri nedeniyle bunları sıkıstırmak için bir harç malzemesinin kullanılmamıs olması da dikkat çekicidir. Günümüzde de küfeki tası veya damarlı
tas adlarıyla traverten kalkerleri hala köylerde ve hatta bazı sehir meskenlerinin yapımında yer yer kullanılmaktadır.

1887’de Almanlar ve 1957’de de İtalyanlar tarafından arkeolojik arastırmalar yapılan kentin ören yerinde tespit edilen kalıntılardan en önemlisi foto 2 de dahili görünümü bulunan Büyük Roma Hamamı’na aittir. MS. II. yüzyıla ait bu yapının soğuksu bölümü (frigidarium) ve sıcaksu bölümü (caldarium) kısımları günümüze ulasmıstır. Yapımında büyük yekpare taslar kullanılan bu eserin üzeri kapalıdır ve bir bütün halindedir. Mimarisinde tonozlar ve kemer seklindeki nislerin kullanıldığı görülür. Bazı yıkık kesimleri sonradan onarılmıstır. Bu kapalı kesim 1984’den beri müze olarak kullanılmaktadır. Bir diğer eser ise Hamam Bazilika’dır. Sehir surları dısında Roma döneminde sonunda insa edilmis, MS. II yüzyılın sonu ile III. yüzyıl baslarında hamam olarak kullanılmıstır. MS I. yüzyılda kiliseye dönüstürülmüstür. Kemerlerle desteklenen fil ayakları üzerinde insa edilmistir. Yakın tarihlere kadar Pamukkale Oteli tarafından kullanılan havuz ise MS. IV. yüzyılda yapılmıstır. MS. V-VI. yüzyıllarda sur sisteminin insası sırasında yapılan Bizans Hamamı da agoranın güneyinde insa edilmis bir kamu hamamıydı. Foto 3 de görülen bu yapı, MS. VII. yüzyıldaki depremden sonra terk edilmistir.39

Doğal cazibesinin yanında, travertenlerin hemen yanı basında yer alan antik Hierapolis kentinin kalıntıları, yörenin tarihi zenginliğine katkıda bulunur. Termal suları Pamukkale’nin turistik önemini arttırmaktadır. Her yıl pek çok yerli ve yabancı turist yöreyi ziyaret edip, burada konaklamaktadır. Ancak buradaki otellerin termal suları kendi havuzlarına aktarmaları, travertenlerin yenilenememesine yol açmıs, bu nedenle yöre Kültür ve Turizm Bakanlıklarının ortak kararı ile “Milli Park” haline getirilmis ve daha önemlisi 1988 yılında UNESCO tarafından “Dünya Doğal ve Kültür Mirası” kapsamına alınarak 1990 yılında da uluslararası koruma çalısmaları baslatılmıstır.40 Nihayet 2000-2001 sezonunda kent içinde özellikle de travertenler üzerinde yer alan söz konusu tesisler yıkılmıstır. Mamafih antik kente günü birlik ziyarete gelenler günümüzde özel mütesebbis eliyle isletilen antik havuzdan yararlanabilir ve yapılan dört seyir terasından istifade edebilirler.

b) Akköy İlçesi Termal Kaynakları

Karahayıt ve Kızılleğen kaynakları, Akköy ilçesi Karahayıt kasabası içindedir. Pamukkale’nin yaklasık 5 km. kuzeyinde, Denizli’ye 25 km. mesafededir. Suları Pamukkale ile benzer özellikler tasır, ancak daha sıcaktır (55 C). Yakın zamana kadar daha çok iç turizme hizmet veren Karahayıt kaplıcaları, romatizma, nevralji ve kadın hastalıklarını tedavi edici özelliklere sahip olması ve artan konaklama tesisleri ile 1960’lı yıllardan itibaren önem kazanmıs, böylece Pamukkale’den sonra turizmdeki yerini almıstır. Bu sular üzerinde bir umumî havuz ile sıra banyolar vardır. Sular, içme kürleri yanında daha çok kaplıca civarındaki otellerdeki hususî banyo ve havuzlarda kullanılmaktadır. Astım, romatizma yanında kalp, damar sertliği, yüksek tansiyon ve bazı deri hastalıklarına sifa etkisi vardır. Karahayıt Kırmızısu Travertenleri, yaklasık 500 m2 lik bir alanda termal su kaynağı çevresinde olusmustur. Foto 4 de görüldüğü gibi termal suyun içindeki maden oksitleri nedeni ile kırmızı, yesil ve beyaz renkli traverten tabakaları olusturmaktadır. Doğal güzelliği bakımından da ilin görülmeye değer önemli turizm beldelerinden birisidir. Kızılleğen mevkiindeki sularda (Uyuz kaynağı) bol miktarda demir (Fe) minerali vardır. Kubbelihamam ve Cami mevkileri yöredeki diğer kaynaklardır. Suların debisi Kubbelihamam’da 40 m/sn., Cami kaynağında 0.2 m/sn. dir. Gölemezli Kaplıcası (Akköy), Gölemezli kasabası Kokar Hamam mevkiindedir. Üçgöz ve Gölemezli Havuz Kaplıcası olarak da tanınır. 1962 yılından sonra kullanılmamıstır. Çevresinde sıcaklıkları 38 C ile 55 C, 51 C ve 65 C arasında değisen farklı niteliklere sahip kaynak suları vardır. Gölemezli (Sanlıalp) Kaplıcası, Akköy ilçesinde Gölemezli kasabası Avlu Mezar mevkiindedir. Özel mütesebbisin eliyle 1960 yılında yapılan tesisleri 1993’de yenilenmistir. 24 odalı 48 yataklı, banyolu ve çamur banyosu bulunan otel binası, sosyal tesisleri ve banyolarıyla hizmet vermektedir. Yüksek debili, CaSO4 içeren sular grubunda olup sıcaklığı 50 C dır. Pamukkale sularıyla benzer özellikleri vardır.41

c) Sarayköy İlçesi Termal Kaynakları

Tekkeköy Ilıcası, Sarayköy’e 20 km. mesafede Ilıcalar mevkiindedir. Mazisinin Pamukkale kadar eski olduğu Roma devrinden kaldığı düsünülen tek gözlü tas hamam yapısının varlığından bellidir. Kadınlar kısmında bir Roma havuzu vardır. Mevcut tesislerin yapımına 1936 yılında baslanmıs, 1958’de yeni ilaveler yapılmıstır. Kaplıcanın sıcaklığı 80 C civarındaki sularının romatizma, deri, kadın hastalıkları, idrar yolu rahatsızlıklarına iyi gelir. İnaltı Kaplıcası, Sarayköy’e 12 km. mesafede Tekke köyündedir. 1983 yılında özel mütesebbis tarafından isletmeye açılan 120 yatak kapasiteli tesislere sahiptir. Kaynakta sıcaklığı 90 C olan suyun debisi de yüksektir. Motopomplar vasıtasıyla tesislere getirilen su kükürtlü olup bilesimi Tekkeköy kaplıcalarına benzer. Banyo kürleri sekliyle sifa özelliğinde faydalanılır. Ayrıca bir kükürtlü çamur kaynağı vardır. Kabaağaç (Bubacık, Pınar) Kaplıcası, Sarayköy’e 20 km. mesafede Kabaağaç köyünün Kayaaltı, Sıra Melengeçler mevkiindedir. 1992’de özel mütesebbis tarafından kurulan tesisler 40 yataklıdır. Kızıldere jeotermal sistemi içinde yer alır ve iki kaynaktan istifade etmektedir. Sıcaklıkları 62 C ve 43 C olan, debisi bol kaynaklardan çıkan su karbondioksit bakımından zengindir. Sahintepesi Kaplıcası, Sarayköy ilçesine bağlı Tırkaz köyünün Hamamaltı mevkiinde 1985 yılında faaliyete geçmis, 50 yataklı bir tesistir. İki havuz ve 9 özel banyosu vardır. Kaynaktan 130 m. mesafede bulunan tesisin kullandığı suyun sıcaklığı 85-95 C arasındadır. Cilt ve kadın hastalıklarına sifa özelliği vardır. Kızıldere, Denizli’nin Sarayköy ilçesi Karatas köyü sınırları içerisindedir. Türkiye’de elektrik üretimine uygun ilk jeotermal alan 1968’de Kızıldere-Denizli sahasında kesfedilmistir. Bu saha önemli jeotermal enerji potansiyeline sahip olup, Batı Anadolu’daki Büyük Menderes grabeni doğu kısmında yer almaktadır. Bu alandaki çalısmalar M.T.A. Genel Müdürlüğü ile U.N.D.P. isbirliği çerçevesinde gerçeklestirilmistir. Jeoloji, hidrojeoloji, jeofizik, jeokimya etütleri ile 108 sığ gradyan sondajları tamamlanmıstır. Bunlardan sonra ilk derin sondaj (KD-1) ile elektrik üretimine elverisli yüksek sıcaklıktaki jeotermal akıskan elde edilmistir. Alanda toplam 13.380 m. yi bulan 20 derin kuyu açılarak, iki rezervuar belirlenmistir. Pliyosen yaslı kireçtaslarının olusturduğu birinci rezervuar sıcaklığı 1980 C° dır. Jeotermal akıskanın ortalama buhar oranı % 10’dur. T.E.K. tarafından yaptırılan ve Subat 1984’de devreye giren 20.4 MW gücündeki pilot santral Türkiye için önemli bir jeotermal santral olmustur. Sahada elektrik üretimi yanında buhar içindeki kondense olmayan gazlardan kuru buz üretimi amacıyla 40000 ton/yıl kapasiteli bir tesis 1986 yılında kurulmus ve ticari üretime baslamıstır. Elektrik Üretim Anonim Sirketi tarafından isletilen santralden çıkan 140 °C sıcaklıktaki yaklasık 1.500
ton/saat debili atık akıskanda yaklasık 500 dönüm serayı ve 8.000-10.000 konutu ısıtabilecek 100 termal MW’lık bir ısı enerjisi mevcuttur. Denizli’nin bir bölümünü bu atık akıskanla ısıtma projeleri uygulanmaktadır.42 Halen 4500 m2 olan sera uygulamalarının gelistirilmesi için Tarım Orman ve Köy İsleri Bakanlığı tarafından 1.000.000 m2 lik bir alan istimlâk edilmis bulunmaktadır. Bu sahalardaki entegre tesislerin (dokumacılıkta iplik ağartma, kurutmacılık vb.) tamamlanması durumunda ulusal ekonomimize büyük katkı ve önemli döviz tasarrufu sağlamıs olacaktır. 1998 yılında açılan 2261 m. derinliğindeki arastırma kuyusunda 242 C° sıcaklığında rezervuar kesfedilmis olup üretilen buharın oranı % 20’ye yükselmis ve sahanın kapasitesi önemli ölçüde artmıstır. Rezervuarın beslenmesi ve çevrenin korunması amacıyla sahada yeni geri basım sondajlamanın açılmasına devam edilmektedir.43

d) Buldan İlçesi Termal Kaynakları

Buldan-Yenice (Çizmeli) Kaplıcası: Buldan ilçesinin Yenicekent beldesine 3 km. uzaklıkta, Büyük Menderes nehri kenarında bulunmaktadır. Kaplıca yakınında Romalılardan kalma tarihi Tripolis (eski adı Apollonia) kenti harabeleri vardır. Selevkos hükümdarlarınca MS. III. yüzyılda kurulmustur. Büyük Menderes bölgesini Gediz vadisine bağlayan ticaret yolu üzerindeki surlarla çevrili bu kentteki kaplıcanın Romalılar döneminde de isletildiği ileri sürülmektedir.44 Evvelce buradaki kubbeli bir hamamın göbek tasında ayak girecek büyüklükte iki deliğin varlığından Çizmeli Hamam olarak da tanınmıstır. Sonradan kubbesi kaldırılıp özel mütesebbis tarafından yap-islet-devret olarak yenilenmistir. Böylece 17 müsaade no ve 25.01.1957 tarihi ile faaliyete baslamıs olan kaplıcada biri kadınlara diğeri erkeklere ayrılmıs 2 adet kapalı termomineral su havuzu bulunmaktadır. 4 adet sıra banyosu vardır. Otel odalarında 7 adet küvete termomineral su verilmektedir. Havuz zemin ve duvarları betondan yapılmıstır. Hijyen önlemi olarak havuz dip temizliği yapılmaktadır.45 Termomineral suyun fizikokimyasal analizleri 1984 yılında yaptırılmıstır. Debisi 1 lt/sn. olan ana kaynağın sıcaklığı 45 C dır. Yenice (Çizmeli) hamam ve Yenice açık hamam suları mineral zenginidir. Suyun bilesiminde hidrokarbonat, sülfat, sodyum, kalsiyum iyonları vardır. Acı bikarbonatlı alkali ve toprak alkali maden suları grubundadır. Demir ve bakır ihtiva eden suyun radyoaktivitesi 91 emandır. İçme kürü olarak hazmettirici, idrar arttırıcı, banyo olarak da romatizma, kırık çıkık, kadın hastalıkları, mantar, karaciğer ve kireçlenme sıkıntısı olanların rahatsızlıklarına olumlu tesirleri görülebilir. MTA genel Müdürlüğü tarafından hidrojeolojik etüt çalısması yapılmıstır. Koruma alanları çalısması yaptırılmamıstır. Özel mütesebbis elinde olan tesiste yatak kapasitesi 215 tir. Kamara Kaplıcası, Buldan’a bağlı Yenicekent kasabası Diribol bükü mevkiindedir. Traverten olusumu sebebiyle kaynağın yön değistirmesini önlemek için sık sık temizlik yapılmaktadır. Özel mütesebbisin elinde olan isletmede banyo ve konaklama imkânları yeterlidir. 72 C sıcaklıkla kaynaktan çıkan suyun rengi kırmızıdır. Maden sodası lezzetinde, hazmettirici bir sudur.46

V. Denizli’de Termal Turizm

Denizli, gelismis sanayi ve tarımsal zenginlikleri yanında yerli ve millî kültür dokusuyla, antik çağlardan günümüze uzanan tarihi ve doğal güzellikleriyle bir turizm merkezi olma özelliğine sahiptir. Bu yönüyle kendi sınırları dısında kazanılmıs gelirleri de çekerek, ekonomik refahı mevcut kaynaklarına nazaran daha fazla yükseltmeyi basarmaktadır. Turizm sektörünün bütün kazancının, elbette Denizli ekonomisinde kaldığı iddia edilemez. Fakat turizmin çektiği insanlar, bazen doğrudan bazen de dolaylı olarak, yörenin ekonomisine kazanç ve gelir olabilecek harcamalarda bulunurlar.

Denizli ekonomisinde önemli bir yeri olan turizm sektörü, son yıllarda büyük gelismeler göstermistir. Ayrıca mevcut potansiyeller değerlendirildiğinde daha baska turizm alanları yaratılabilecektir. Son yıllarda, turistik ürün bilesimini zenginlestirmek ve çesitlendirmeye dönük çalısmalar sistematik bir yoğunluğa ulasmıstır. Turizm arzının, mevcut her türlü kaynağı değerlendirerek genisletilmesi ve talep edenlerin faydalarına sunulması, turist girislerini, gelir ve kazançları arttırabilecek, buna paralel olarak yeni olanaklar ve ekonomik değerlendirmeler gündeme gelecektir. Böylece turizm hareketlerinde faaliyet tüm yıla yayılarak, yaz sezonu gibi yerlesmis klasik kalıpların dısına çıkılmıs olacaktır. Bu bağlamda, yaz turizminden çok az pay alan yöreler ve tesisler de sisteme dahil olacak, ulastırma faaliyetleri, istihdam, eğitim ve arastırma gibi diğer alanlarda da yıl boyunca bir hareketlilik ve canlanma sağlanacaktır.

Denizli’nin sahip olduğu jeotermal potansiyel eskiden beri dikkat çekmistir. Kaplıca tıbbının temelini yöreye özgü doğal iyilestirici unsurlar yani “balneolojik kaynaklar” ve iklim kosulları olusturur. Kaplıca kürünün özgünlüğünü de bu sifalı doğal tedavi edici etkenlerden balneo-klimatolojik yöntemlerden yararlanmak sağlar. Bu nedenlerle kurulacak olan tesislerin bu doğal unsurları kullanacak sekilde organize olması gerekmektedir.

Pamukkale, Çürüksu ovasında kırsal bir ortam içerisinde yer almaktadır. Dolayısıyla doğa, kaplıca ve kültür turizmi kırsal turizmle birlikte yapılmalıdır. Bu alanda 4-5 yıldızlı büyük oteller yerine pansiyon ve apart otellere yer verilmesi ve büyük yatak kapasiteli otellerin Denizli sehrinde toplanması daha uygun olacaktır. Ayrıca kırsal turizm yörede ünlü olan dokumacılığın gelisimine katkı sağlayacaktır.

Denizli’de gerek merkezi yönetim, gerekse yerel yönetimler ve kisisel girisimler sonucu çok sayıda tesis faaliyet göstermektedir. Mamafih termal turizm kapsamında dünyada yılda 3.5 milyon dolar harcanırken Türkiye bu gelirden sadece % 1 lik bir pay alabilmektedir. 2005 yılı sonu itibariyle Pamukkale ören yeri kapılarından biletli giris yapan 1.358.500 turistin 303.750 si yerli, 1.054750 si yabancı turisttir. Bu bakımdan, özellikle Pamukkale ve Karahayıt’taki tesislerin fiziki ve sosyal alt yapılarının standardizasyonu, hizmetlerin kalitesini yükseltmek ve buraların doğal özelliklerinin korunması konusunda, gerekli olan tüm çalısmalar bilimsel düzeyde sürdürülmektedir. Nitekim, Pamukkale Koruma Amaçlı İmar Planı’nın yapılması, Fransız desteği ile Pamukkale Kür Merkezi’nin 45 milyon dolarlık bir proje olarak ele alınması ve yaklasık 7000 kisilik modern tesislerin kurulusunun planlanması gibi adımlar atılmıstır ki böylece ziyaretçilerin daha uzun süre konaklamaları da mümkün olabilecektir.

Turizm, artık bilinen klasik tanımını çoktan asmıs bulunmaktadır. Denizli’de turizmi, tarihi yerler görmenin de dısına tasırmak önemlidir. Kongre turizmi, yayla turizmi, kıs turizmi ve termal turizmin fonksiyonel ve kurumsal boyutta yapılması gündemdedir. Denizli ve çevresinde bu potansiyel fazlasıyla bulunmaktadır.

Denizli termal kaynakları

“Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir; kaynak gösterilmek sartıyla iktibas ve atıf seklinde kullanılabilir.”

DİPNOTLAR

* Yrd. Doç. Dr, Beykent Üniv. İktisadi İdari Bilimler Fakültesi, Turizm İsletmeciliği Bölümü, adnaneskikurt@beykent.edu.tr
** Marmara Üniv. Eğtim Bilimleri Enstitüsü Coğrafya Eğitimi Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi ve İst. Üniv.Çapa Tıp Fak. Radyoloji Bölümü Sağlık Teknisyeni, ekapluhan@superposta.com.

2. Fritz Kretzschmer, Antik Roma’da Mimarlık ve Mühendislik (trc. Z. Zühre İlkgelen), Arkeoloji ve Sanat Yayn., İstanbul, 2000, s.105.
3. Berge Aran, Anadolu’da Roma Devri Mimarisi [=Roma Devri Mimarisi], İTÜ Mimarlık Fak. Yayn., İstanbul, 1971, s. 32, 128; Tülay Tasçıoğlu, Türk Hamamı [=Türk Hamamı] (haz. Ali Pasinler), Duran Ofset, İstanbul, 1998, s. 26-27; Mustafa Avsaroğlu, Termalizm ve Klimatizm I Türkiye Kaplıcaları ve İçmeleri Kılavuzu [=Türkiye Kaplıcaları], Ankara, 1968, s. 9.
4. Sosyal termalizm, termal tedavi masraflarına malî gücü yetmeyen, dar gelirli ve yoksul vatandasların da termal kaynakların sifalı özelliklerinden yararlanmasıdır. Günümüzde, kendi imkânları yanında Sosyal Sigortalar Kurumu, Bağ-kur ve Emekli Sandığı gibi kurumların sağladığı imkânlarla Türkiye Cumhuriyeti vatandasları termal tesislerden faydalanabilmektedir.
5. A. Süheyl ve H. Fehmi, “Selçuk Türkleri Zamanında Anadolu’da Kaplıcalar”, Besinci Millî Tıp Kongresi Tebliğlerinden (Ayrı Basım), Kader Matbaası, İstanbul, 1934, s. 1-5; A. S. Ünver, “Selçuklular Zamanında ve Sonra Anadolu Kaplıcaları Tarihi”, Konya Halkevi Mecmuası, Burhaneddin Matbaası, Konya, 1939, s. 8.
6. Türk Hamamı, s. 13-23, 34-78, 80 ve 201.
7. Suna Doğaner, Türkiye Turizm Coğrafyası, Çantay Kitabevi, İstanbul, 2001, s. 75-76.
8. İsmail Yalçınlar, “Türkiye’de Eski Çağ İnsanlarının Bazı Faaliyet ve Eserlerinde Coğrafî Etkiler”, X. Türk Tarih Kongresi’nden Ayrı Basım, TTK, Ankara, 1990, s.25.
9. T.C. Denizli Valiliği İl Turizm Müdürlüğü, Denizli İli Turizm Envanteri [=Denizli İli Turizm Envanteri], Denizli, 1992, s. 1.
10. B. Darkot ve M. Tuncel, Ege Bölgesi Coğrafyası [=Ege Bölgesi Coğrafyası], Edebiyat Fak. Basımevi, İstanbul, 1995, s. 57.
11. Tahıllardan en çok buğday, arpa ve mısır ekilir. Endüstri bitkileri arasında yaygını pamuktur. Tütün ve seker pancarı tarımı da yapılmaktadır. Baklagillerden nohut önemli bir ekonomik gelir kaynağıdır. Ayrıca her türlü sebze ve meyve yetistirilmektedir. Akarsu kıyılarındaki vadilerin en iyi ürünü ise üzümdür. Süha Göney, Büyük Menderes Bölgesi [=Büyük Menderes], İst Üniv. Ed. Fak. Matbaası, İstanbul, 1975, s. 227-228, 246. Son yıllarda kekik ve hashas ekimi de yaygınlasmaya baslamıstır.
12. Resat İzbırak, Türkiye I [=Türkiye], MEB Yayn., İstanbul, 2001, s. 117, 169; Büyük Menderes, s. 231-234; İbrahim Atalay, Türkiye Coğrafyası [=Türkiye Coğrafyası], Yeniçağ Yayn., Ankara, 1989, s. 143.
13. Türkiye, 211.
14. XI. Ulusal Balneoloji ve Tıbbî Biyometeoroloji Kongresi 12-14.06.1991, Yalova-Termal, İstanbul; S. Tekin Kaptan, Sifa Kaynaklarımız (Denizli’de Kaplıca Ilıca ve Sifalı Sular) [=Sifa Kaynaklarımız], Denizli, 1997, s. 16-17.
15. Hayati Doğanay, Ekonomik Coğrafya 2 Enerji Kaynakları [=Enerji Kaynakları], Safak Yayn., Erzurum, 1998 s. 550.
16. Hayati Doğanay, Coğrafyaya Giris I, Özeğitim Yayn., İstanbul, 1997, s. 535-536.
17. Suna Doğaner, “Anadolu’nun Coğrafî Mirası Pamukkale” [=Anadolu’nun Coğrafî Mirası], Türk Coğrafya Dergisi, sayı: 31, İstanbul, 1996, s. 13.
18. Adnan Eskikurt, “Kufi Çayı Boğazı’nın Doğal ve Tarihî Coğrafyası (Çivril/Denizli)”, Natural And Historical Geography Of The Kufi Brook Gorge” (Mehmet Akif Ceylan ile), Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Marmara Coğrafya Dergisi, sayı: 3, cilt: 1, İstanbul, 2001, s. 123-154.
19. Tuncer Baykara, Anadolu’nun Tarihî Coğrafyasına Giris I, Anadolu’nun İdarî Taksimatı, TKAE. Yayn., Ankara, 1998, s. 128, 238; Ali Tevfik, Memalik-i Osmaniye Coğrafyası, İstanbul, 1329, s. 347-348; Ali Cevad, Memalik-i Osmaniye’nin Coğrafya Lugatı, Dersaadet, 1314, s. 393.
20. İbn Batuta, İbn Batuta Seyahatnâmesi’nden Seçmeler (Haz. İsmet Parmaksızoğlu), Kültür Bakn. Yayn., Ankara, 1981, s. 11; Kasgarlı Mahmut, Divân-ı Lügâti’t-Türk, c. I, TDK., Ankara, 1985, s. 304; Ahmet Tevhid “Denizli (Ladik) Emareti”, Türk Tarih Encümeni, c. III, sayı. 13, İstanbul, 1892, s. 809. Ayrıca bkz. Andreas Tietze, Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçe’si Lugatı, c. I (AE), Simurg Yay., İstanbul, 2002.
21. Anadolu’nun Coğrafî Mirası Pamukkale, s. 17; F. D’andria, Hierapolis (Pamukkale) Arkeoloji Rehberi (İtalyan Kazı Heyeti) [=Hierapolis], (trc. Nalan Fırat), Ege Yayn., İstanbul, 2003 s. 24, 26, 35; Harry Brewster, Classical Anatolia [=Classical Anatolia], I.B Tauris and Co. Ltd. Publishers, London-New York, 1993, s. 152-154; Büyük Menderes, s. 337; Türkiye Kaplıcaları, 60; Sifalı Sularımız, 144; N. P. Erdem ve E. Lahn, Türkiye Depremleri İzahlı Kataloğu, Yıldız Teknik Üniv. Vakfı Yayn, İstanbul, 2001, s. 30.
22. Denizli İli Turizm Envanteri, s. 23
23. Denizli İli Turizm Envanteri, s. 21. Menderes bölgesinin tarihî süreçteki yol sebekeleri hakkında detaylı bilgi için bkz. W. M. Ramsay, Anadolu’nun Tarihî Coğrafyası (trc. Mihri Pektas), MEB. Basımevi, İstanbul, 1960, s. 50-51 ve Büyük Menderes, s. 571-590.
24. Classical Anatolia, s. 150-151; Veli Sevin, Anadolu’nun Tarihî Coğrafyası I [=Sevin], TTK., Ankara, 2001, s. 203-204; Büyük Menderes, s. 339.
25. Ege Bölgesi Coğrafyası, s. 58; Bilge Umar, Türkiye’deki Tarihsel Adlar, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 1993, s. 505.
26. Büyük Menderes, s. 336-337; Umar, Bilge, aynı eser, 800; Denizli İli Turizm Envanteri, s. 28.
27. Bilge Umar, aynı eser, 432, 457.
28. Ahmet Dağdas, “Jeotermal Enerjiden Yararlanmada Türkiye’nin Dünya’daki Konumu ve Potansiyeli”, Tesisat Mühendisliği, Mart-Nisan 2004 (http://www.mmoistanbul.org/yayin/tesisat/tesisat80/4/); Orhan Mertoğlu vd. “Alternatif Enerji Kaynakları ve Düsük Sıcaklıklı Jeotermal Bölgesel Isıtma”, Tesisat Mühendisliği Ocak-Subat 2000, s. 3. (http://www.mmoistanbul.org/yayin/tesisat/55/8/).
29. Zeynel A. Demirel, “Jeotermal Enerji ve Çevresel Etkileri”, III. Ulusal Çevre Mühendisliği Kongresi Bildiriler Kitabı, 1999.
30. Zeki Karagülle, Kaplıca Tıbbı ve Türkiye Kaplıca Rehberi, Nobel Tıp Kitabevi, İstanbul, 2002, s. 2; İ. Ülker, Türkiye’de Sağlık Turizmi ve Kaplıca Planlaması, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayn., Ankara, 1998, s. 21.
31. Salih Özbey (ed.), Sifalı Sularımız Kaplıcalar ve İçmeler Rehberi [=Sifalı Sularımız], Yurt Haber Ajansı Yayn. 1, s. XXV.
32. M. Tuncel ve S. Doğaner, “Kütahya’da Kaplıca Turizmi”, Ege Coğrafya Dergisi, sayı 6, İzmir, 1992, s. 47.
33. K. Ö. Çağlar, Türkiye Maden Suları ve Kaplıcaları, MTA., Ankara, 1948; Türkiye Maden Suları III, Ege Bölgesi, İst Üniv, Tıpa Fak Yayn, İstanbul, 1975, s. 54-59.
34. Türkiye, 219; Sifalı Sularımız, s. 233-234; Denizli İli Turizm Envanteri, s. 42.
35. Hierapolis, 142-144.
36. Ramsay, Brewster ve Sevin adlı arastırmacılar buranın eski bir kült merkezi olduğunu kaydederek, Hiera ve Kibele (sonradan Apollo) inanıslarından bahsederler. Ramsay, s. 88; Clasical Anatolia, s. 153; Sevin, s. 203.
37. Strabon, Coğrafya (Anadolu, kitap: XII, XIII, XIV), (trc. Adnan Pekman), Arkeoloji ve Sanat Yayn., İstanbul, s. 162-163.
38. Büyük Menderes, s. 338.
39. Hierapolis, 62, 126, 192-197; Roma Devri Mimarisi, s. 65-66; Classical Anatolia, s. 154.
40.
Anadolu’nun Coğrafî Mirası Pamukkale, s. 25.
41. Sifa Kaynaklarımız, 78-85, 114-121, 231; Denizli İli Turizm Envanteri, s. 42
42. Enerji Kaynakları, s. 550; Türkiye Coğrafyası, s. 229; Denizli İli Turizm Envanteri, s. 3; Jeotermal Enerji, s. 3; Ersin Güngördü, Eğitim Fakülteleri İçin Türkiye’nin Beserî ve Ekonomik Coğrafyası, Nobel Yayn., Ankara, 2001, s. 203.
43. Sifa Kaynaklarımız, 100-106, 129-140, 158- 161, 163-196.
44. Büyük Menderes, s. 336.
45. Türkiye, s. 219; Sifalı Sularımız, s. 236.
46. Sifa Kaynaklarımız, s. 60-64, 107-113.