Doktorlar için nöbet gününün ayrı bir önemi vardır. Öyleki nöbet öncesinde nöbeti yaşamaya başlarlar, sonrasında istemeyerekte olsa o büyük gün gelir. Yirmi dört saat süren stresli gün bittiğinde geriye sadece nöbetin yorgunluğu kalır… Güzel gören ve güzel düşünen bir doktor olmadığımda söylenemez ama isterseniz bende bu negatif bakış açısının nasıl oluştuğunu size anlatayım.
Ortalama bir nöbette ortalama bir hastanede, yirmidört saat içerisinde 150-200 hastaya bakarsınız. Bu hastaların 25-30 tanesi çoğu zaman şikayet bulmakta bile zorlanırcasına karşınıza gelirler. Doktor bey aslında birşeyim yok ama kendimi halsiz hissediyorum, tansiyonum yükseldi gibi, çocuğumun ateşi var gibi, birazcık öksürdüm gibi…
Ortalama bir nöbette ortalama bir hastanede gelen hastaların sadece 15-20 tanesi o anda acilde olmayı hakeden hastalardır. Trafik kazası geçirmiştir, kronik bir hastalığı vardır alevlenmiştir. Ciddi solunum yolu enfeksiyonu vardır, kalp krizi geçirmiştir…gibi
Aslında nöbet süresince gelen her hastayı anlarım,en azından anlamaya çalışırım. Bende en derin izi bırakan hasta popülasyonu; doktor, bir tarafta ölüm kalım mücadelesi veren hastayı hayata bir adım daha yaklaştırmaya çabalarken. Doktorun etrafında mrın kırın edip onu sıkıştıran ve efendim biz 15 dakikadır buradayız muayene ettiniz ve gittiniz, burası ne biçim acil diyen ve ilk saydığım hasta grubunda olduğunu bile farkedemeyen, o saatte acilde olmaması gereken gruptur..
Ülkemizin bir parçası olan hastanelerde insanlarımız arasındaki derin algılama farkını görmek mümkün. Bir tarafta yirmi gündür kan kusup hastaneye çok geç gelen hastalar, diğer tarafta sinek ısırmasıyla hastaneye koşan hastalar. Ortada ise azda olsa ne zaman ve hangi şartta hastaneye gitmesi gerektiğini bilen hastalar…
takdir sizin…
çok anlamlı bir yazı…acil ortamını iyi tavsir etmiş.. B)
🙂 tam anlamıyla bir doktorun hisetiklerine tercüman olmuşsunuz. doktor değilim ama sizi cok i anlayabiliyorum..bu durum dısardan da gözlenilebiliyor..hayırlı geceler..:)