Yoksulluk suç üzerinde ya doğrudan doğruya ya da dolaylı yoldan etki eder. Karnı aç olan bir kişinin çalışma eğilimi oldukça yüksektir. Yoksulluk ve zaruret insanların kötü mesken şartlarını ve bu tür ikamet bölgelerine sığınmış olan suçlularla daimi temas etmelerine sebep olur. Ayrıca çocuklar suçluların yaptıkları kötü hareketleri taklit etme imkânını bulmalarına, anne ve babanın aynı zamanda çalışmaya mecbur olmaları dolayısıyla da çocuklar ile yakın ilgilenememeleri suça yönelmeye sebep olabilir.
Genelde ekonomik durumları iyi olmayanların daha fazla suç işlediğine dair bir ön kabul bulunmaktadır. Farklı bölgelerde ve ülkelerde yapılan araştırmalar sonucunda bu görüşü doğrulayan ve yalanlayan sonuçlar elde edilmiştir. Bununla birlikte, istatistikler bireylerin ya da ailelerin ekonomik durumları hakkında tam bilgi vermekten uzaktır. Örneğin zengin sınıfın işlediği suçlar (beyaz yaka suçları), genellikle istatistiklerde yer almamaktadır.[1] Yüksek gelir sahibi suçlular, yakalanma veya mahkûm olma olasılıklarını azaltmak üzere; suçlarını planlamaya, iyi avukat tutmaya ve rüşvete, daha fazla para harcama eğilimindedirler. Çünkü onlar için katlandıkları bu maliyetler, hapis cezası aldıkları zaman karşılaşacakları maliyete oranla daha azdır. Bununla birlikte düşük gelirli suçlular bu imkânlara sahip olmadıkları için ve para cezası ödeyemedikleri için hapis cezasına katlanırlar; onların hapishanede geçirecekleri zamanın maliyeti, para cezasının maliyetine göre daha düşüktür. Zengin suçlular para cezası ödeyerek de hapis cezasından kurtulmakta ve böylece bu suçlular mahkûm istatistiklerinde yer almamaktadırlar.[2] Bununla beraber, yoksul kesim, hayat şartları iyi olmayan ve suç teşkil eden hayat tarzıyla devamlı temas halinde olan bölgelerde yaşamaktadır.

Sponsor Bağlantılar

İşsizlik, fakirlik ve gelir dağılımı sorunlarının, adaletsizliğin, ırk ayırımcılığının suçu azdıracağı tezi 1960’lı yıllarda Columbia Üniversitesi Sosyologları Richard Cloward ve Lloyd Ohlin (Kennedy, Johnson ve Carter adlı ABD başkanlarının danışmanı idi)  tarafından kuvvetle gündeme getirilmişti. Özellikle işsiz gençlerin suça dönmesi sosyologlara göre bir sosyal eleştiri formu idi. ABD vatandaşlara yukarı doğru sosyal mobilite vaat ediyordu ama özellikle gençler itiraz ediyorlar, toplumun yukarı doğru sosyo-ekonomik mobilite sağlamadığını vurguluyorlardı. Bu bilim insanlarının düşüncesine göre, eğer suç işleme eşitsizliğe rasyonel bir isyan ise, devlet sosyal hizmetler vererek, refah programları, danışmanlık hizmetleri, iş becerisi geliştiren programlar ve eğitim girişimleri ile ve gelir ve servet dağılımını değiştirerek, suçu önleyebilirdi. Yani çözüm suç işleyeni tevkif etmek ve içeri tıkmak değildi. Bu tez çerçevesinde polis faaliyetinin suça sadece olaydan sonra müdahale ettiği, hâlbuki sosyal kökenli problemlerin büyük çapta polisiye vakalar olmadığı vurgulanıyordu. Refah devletinin asli görevi suçu önlemekti. Ancak 1960’lı yıllarda yapılan deneysel gözlemler ters veriler de sergiliyordu. Cinayetlerin sayısı 1960’lı yıllarda aslında yüzde 43 azalmıştı. Kaldı ki eldeki istatistiklere göre 1929 sonrasındaki Büyük Depresyon’da da suç istatistikleri önemli boyutta daralma sergilemişti. Buna rağmen 2008 yılında, New York Times Barack Obama’ya ekonomik krizin daha fazla suç ve çete üreteceğini, bunun da en çok kentsel bölgelerde kent içinde yerleşik gençler arasında gerçekleşeceğini ve derhal önlem programları geliştirmesini söylüyordu. Ancak hayat sürprizlerle doludur. 2009 yılı ilk altı ay sonunda FBI tarafından derlenen tüm ulusu içeren suç istatistiklerinde cinayet yüzde 10, ağır suçlar yüzde 4,4 ve mülke karşı suç ise yüzde 6 ve otomobil hırsızlığı ise yüzde 6,1 daralıyordu. Genel işsizlik yüzde 10,2 düzeyine çıkıp aşağıya inmeye başlarken de, işsizliğin yüzde 12,3 olduğu California Eyaleti’nde, Los Angeles Times Gazetesi’nin araştırmasına göre 2009 yılı bütününde suçlar yüzde 25 azalmıştı. Aynı eyalette araba hırsızlığı da yüzde 20 azalmıştı.

İlginçtir, 1977 ila 2008 arasında ise suç sayıları güçlü bir eğilimle düşerken, tevkif edilen ve içeri tıkılan insan sayısı 300 bin kişiden 1,6 milyon kişiye çıkmıştı.

Ve gene ilginç bir şekilde,  2008 yılında durgunluk başladığında Los Angeles polis şefi ve New York polis sorumlusu kentlerinin durgunluk nedeni ile suç artışı yaşamayacağını ortaya atmışlardı. Çünkü polisin aldığı bazı önlem ve tedbirler sayesinde son on altı yılda New York’ta suç sayısı yüzde 77 azalmıştı.

2009 yılında New York’ta cinayetler yüzde 19 düşmüştü ve bu 1963 yılından bu yana en düşük düzeydi.

2009 yılında Los Angeles’te ise cinayet yüzde 17, haneye tecavüz ve hırsızlık yüzde 8, ağır suçlar yüzde 10 düşmüştü.

Bu kentlerde bugünkü temel felsefe 1960’ların teorisinden çok farklıdır. Uygulanan polis yaklaşımı kanunların uygulanmasında ısrar etmeye dayanıyor. Bu sayede de anti sosyal davranış önleniyor ve vatandaşların güvenliği de sağlanıyor.

Tabii durgunluk suç oranını, farklı bir ortamda  artırabilirdi de. Eğer kentler polisleri, durgunluk nedeni ile ve mali sorunlar gerekçesi ile azaltsa ve suçluları da birer birer (Rahşan Affı gibi) serbest bırakmaya başlasa, durgunluk ile beraber suç artardı.

Sonuçta suçu ekonomik toparlanma ve kısmi gelişme düşürmemiş! Kent hayatı rahatladı, çünkü kanun çerçevesinde kontrol ve enformasyon sistemi polis tarafından ısrarla uygulanmaya başlandı.

 
KAYNAKÇA

http://www.aksam.com.tr/2010/01/11/yazar/15880/deniz_gokce/issizlik_suc_yaratiyor_mu_.html

[1] Dönmezer, a.g.e., s.293.
[2] Becker, Gary, “Crime and Punishment: An Economic Approach”, Journal of Political Economy, Yıl:1968, ss.195-6.