İstemek inanmanın yarısı, başlamak ise bitirmeninmiş! Bu sözler rehberliğinde devam ederken rutinlerimize, nefes alıp-verme çabasından sıyrılıp; artık nefes darlığı çektiğimiz gerçeği ile yüz yüze bırakılarak idrakine varıyoruz bir şeylerin…
Elimizi attığımız her yer kururken değil de, günümüz bal tutupta parmağını yalayanlar sebebi ile kurutulurken; ileriye dönüşler, çıkmaz sokaklara gebe kalmaktan kurtulamıyor ne hikmetse… İşin gerçek ehli, dışarıda kaldırım mühendisliğinde ihtisas yapa dursun, o işten bihaber çokbilmişler kendilerine basamak kazanma çabasıyla gemileri batırdıklarına; öğrenme, ustalaşma demekten çekinmiyorlar artık… İşin ilginci ise bu yağdanlık görevini hakkıyla üstlenen kişilerin sözüm ona şahsiyet sahibi! olanların egolarına yaptıkları yıkama yağlama ile ayakta durması pekte zor olmuyor nedense… Kendilerine inşa ettikleri suni cennette, artistik patinajları ile göze girmeyi başarıp, vicdanlarında en ufak bir manevradan aciz olan bu gökten inme yalakalar en üstlere ve çaktırmadan üstlerinin de üstlerine kuruluvermeyi başarıyorlar sessizce… Bu iş becericiler, konumları uğruna efendilerini dahi maşa gibi kullanmakta ustalaştıklarından, üçlü iletişim çemberine farkına bile varmadan çekilen biz alın teri savaşçıları oluyoruz da, ayakta uyutuluyoruz haberimiz ola… Kendileri çayı fokurdatan ateş olup demlik yerine koydukları patronlarını yaka dursunlar, onların sıcaklığını çevreye aksettirmeme görevi, bizler gibi nihale sınıfına piyango resmen.

Sponsor Bağlantılar

Oysa biz bu dünyanın cennet olduğuna ne kadar da kaptırmıştık kendimizi öyle değil mi? Para ve mülkün anlamından bihaber, rahatlığın batmasından muzdarip hıçkırıklar süslerdi boğazlarımızı. İsteklerimiz inatlaşmanın ve iki zırlamanın akabinde yerine getirilirken; geleceğin bizlere müjdelediği sorumluluklardan habersiz nasıl da mutlu oluyorduk dolu dolu… Diplomalar ve başarı hikâyelerinin ardından o kadar emindik ki, hakkımızın daha alın terimiz soğumadan verileceğine. İlk darbeyi yediğimizde soğuk duş etkisinden zoraki sıyrılmamız sanırım bu yüzden zor olsa gerek. Hayallerimizin süslediği mesleğin kontenjanlarına; kedinin kasap dükkanı kapısında sabahlaması gibi yaklaştık hep ve her hüsranımızda ciğerin mundar olduğuna inandırmayı başardık kendimizi… Dürüstlüğün ve samimiyetin para etmediğini, ancak bu kelime oyuncuları ile aynı sahalarda yer alırken, yıllarımızı verdiğimiz emeklerimizin karşılığında, sırf kelimelerle dans edemediğimiz ve godoman efendilerin kulaklarına sadece oların istediğini fısıldamadığımız için; başımıza taç edilişlerine şaşkınlıkla kani olduk… İşte bu sebeptendir ki; Analar dandini deyip bostancıya talimat verirken pışpışladıkları çocuklarının, bir gün gelipte bostan değil, bostancı olmaları için niyazda bulunmaya başladılar, iç çekişlerinin arasına gizleyerek.

Zaman ahir zaman… Gerçek ise masallar gibi değil, tecrübe ile sabit oldu. Kurbağalara kondurulan öpücükler; onların ejderhaya dönüşmesine katkıda bulunmaktan ileri gitmezken, kaf dağının zirvesine oturtulan geleceğimize, eteklerinden el sallamakla yetindik durduk yıllarca. Ve mutlu sonlar en kötü bildiklerimizin sofralarında; hırlayan seslerine eşlik eden bir galibiyet şarkısından öte gidemedi ne yazık ki… Ekmekle aslanın iletişimini bilemem ama; Ne aslan miyavladı, nede fare yerine konulan bizler kükremeyi öğrenmeye cesaret edebidik. Zaten sessizliğimizi delip de hak arama savaşına giriştiğimizde, öyle bir makas vuruldu ki ses tellerimize, sitti sene iç ahlarımızın ağzımızdan öylece çıkıvermelerini engellemek için çelikten bir fermuar diktik dudaklarımızın ucuna… Üç maymunlar bizim yanımızda halt eder oldu zamanla. Onca eğitim ve insanlık derslerinin maziyi süsleyen birer hikâyeden ibaret oluğunu anladığımızda yavaş yavaş ayak uydurma potansiyeline sahip olduğumuzu anladık şaşkınlıkla… Mazlumun kesesine uzanan hortumları görmemeyi, zayıfın ezilme gıcırtılarını duymamayı ve en nihayetinde de haksızlığa uğradığımızı dillendirmemeyi öğrendik vesselam…

Söz namustur, laf ağızdan bir kere çıkar zırvalamaları kulağımıza çalınan bir sinek vızırtısı gibi değdi ve bir kulağımızdan girerken, diğerinden çabucak çıkıverdi. O gün kabullendik menfaatler uğruna tutulamayacak sözler verip, ümitleri parçalamayı… Nitekim önce can sonra canan gelirdi ve bu yaptığımızda bir beis yoktu. Öylesine makul kılıflar bulduk ki efendilik oyunlarımıza, bir gün dilimizde bir dolu yağ tabakası, efendilerimizin önünde el pençe divan rezaletimizi sahte mahcubiyetlerle savuşturduk ve  acınası bir kabullenme ile karşıladık bu büyük değişimimizi.

Artık hayaller dahi tatlı tadında değil. Önceden ufak ama kendimize özgü hayallerimizin yerini, kocaman dünyanın nokta kadar menfaatleri alıverdi. Ancak bir yerlerde; Herkesin sözcüklerini allayıp-pullayan ama kimsenin kendi elleriyle icraata geçiremediği bir gerçek patladı suratlarımızda. Bir dolu faaliyet ve sosyal hayatın içinde, eksikliğini en üst tabakadan, en alt tabakaya kadar tüm insanlığın yer yer hissettiği bir gerçekti bu ve adı Huzurdu!!! Çok paralar kazandık, çevremiz ufak bir dünya kadar genişledi zamanla, çalıştık, didindik ve elde ettik istediklerimizi ya da astarını aldıkça yüzünü… Lakin huzur denilen şeye sahip olmanın yolu kendimizi, aslımızı yok ettiğimiz yollardan geçmiyordu ve bu gerçeği anladığımızda içimize düşen yangının külleri boğazımızı daladı da burnumuzun direğini sızım sızım sızlattı. Hepimizin arkasına dönüp de, geçmişin tozlu raflarının bir noktasına takılan ve yüzümüze belli belirsiz bir tebessüm yayan huzurlarımız oldu öyle değil mi? Parasız-pulsuz, belki işsiz-güçsüz ancak sadece ve sadece o huzurun getirdiği sarhoşlukla; dertsiz tasasız ve gamsız kedersiz günler geçirdik bir vakitler. Artık ne geçmişin özlemi ile hayıflanmaya ne de geleceği düşünüp yanıp-yıkılmaya takatimiz kalmadığını anladığımızda geri adım atmak zorumuza gitmediği gibi elzem oldu. Ve sonrası…

İşte böyle hisseden ve düşünen biri olarak; Sizleri bilmem ama ben boyun büküyorum adaleti kendisine bırakmamızı emredene… Elbette çalışırım yine ve geçinirim bir soğan, bir ekmekle. Cennet dediğimiz yatmıyor ne parada ne kariyerde. Bundan böyle yok sayamam fani hayatımın yegane hayat pınarı olan huzuru ve illaki sonsuz âlemin en güzel vaadi cenneti de… Hakkımı almaya gelince; Benim olmayan hak fersah fersah uzak dursun yüreğime. Zaten o hak bana aitse, konuverir ellerime; Gün olur hesap dönerde…

 
Öznur Yılmaz Kirenci
19.10.2011