Başta yanımızda sandığımız insanların, arkamızda olduğunu öğrendiğimizde başlar hayat… İlk defa sırtımızdan vurulduğumuzda kendimizi büyümüş hissederiz. Biz mutlu olmak isterken, hayat bize hep acı tarafını gösterir… Dayanmaya, katlanmaya çalışırız. Mutluluğu bekleriz inadına… Hayata sağlam durduğumuzu, hiçbir darbenin bizi yıkmadığını kanıtlamaya çalışırız. Ama öyle bir gün gelir ki, yediğimiz darbeler mutlu olduğumuz anları 3’e, 5’e, 10’a katlamıştır…
Artık ne dayanacak gücümüz vardır, ne de yarının güzel olacağına dair beslediğimiz umutlar… Uzun cümleler kurmayı bırakırız, konuşmaya bile gücümüz yoktur çünkü. Olanlara tepkisiz kalmayı yeğleriz, “daha kötü ne olabilir ki” diye düşünmekten kendimizi alıkoyamayız… Verilecek cevap çoktur aslında, ama yorgunuzdur ve susmak en kolayıdır. Kolay ve sakin… Çok isteriz konuşmayı, derdimizi anlatmayı… Ama hayat o kadar üstümüze gelmiştir ki, sesimizi çıkaramayız… Dışarıda uzun süre kalmış bir çocuğun annesinden yediği tokatlar gibi haksızdır hayatın bize attığı tokatlar… Görünüşte suçlu, içte temiz ruhumuza…
Çoğu zaman, “hayattan vazgeçmek, her şeyden umudu kesmek bu kadar çabuk mu olmalıydı” diye düşünürüz. Tutunacak dal ararız. Yeterince kötü olan hayatımızı, bu kadar basit bitirmek istemeyiz. Yalnızlıktan o kadar sıkılmışızdır ki kötü insanları bile özleriz. Eskiden tövbe ettiklerimizi, şimdilerde yalnız kalmamak adına geri isteriz. Hayatın kötü ve acımasız tecrübelerinden akıllanmayıp, yeni insanlar alırız hayatımıza. Yeni insanlar, başlangıç sandığımız yeni sonlar… Her ne kadar kötü bir yaşam geçiriyor olsak da kendimizi güvende hissetmek, birilerine bağlı kalmak isteriz… Sevilmek isteriz mesela, bir zamanlar çok isteyip de yaşayamadığımızı yani…
Mesela yalnız kahvaltı etmek istemeyiz, kahvaltıdan sonra gelen keyif kahvemizi yudumlarken iki çift sohbet edecek insanlar ararız. Alışverişe yalnız gitmek sıkar bir süre sonra, denediğimiz kıyafetlerin yakışıp yakışmadığını duymak isteriz en sevdiğimiz insanlardan… Ama hayat bu ya, “en sevdiğim” dediğimiz tüm insanları almıştır bizden, mutluluğumuza inat gibi… Her sabah sahil boyunda bize eşlik edecek insan ararız yanımızda.
Mesela çoğu zaman bir kalabalığın içinde bulmak isteriz kendimizi… Gürültülü yerlere gidip doyasıya eğlenmeli, bazen de alabildiğine koşmak uzun ağaçların arasında…
Ama hayat bu ya, izin vermez hayallerimizi gerçekleştirmeye… Sürekli yalnızlığa iter bizi, dayanabilirsen ne ala… Hep ayrılıkları yaşarız, mutlu olduğumuz anlar geçmişin en derinliklerindedir…
Ve ayrılmak vazgeçmek gibidir. Doğru değildir ama gereklidir… Çünkü hayat olduğu gibidir, olması gerektiği gibi değil…
yorum için teşekür ederim.kitap haline getireceğim günler de gelir umarım.
öncelikle kitabınızı cok begendim ama içinde uygunsuz kelimeler duyuyorum ben hamdi arslanın oğlu enes arslan su an sizin kitabınıza yorum yapıyorum cok sanslısınız hadi eyvlah 😀