Yenişafak gazetesi yazarı Hayrettin Karaman, 7 Ağustos Pazar günü “Tahammül mü hoş görmek mi?” başlıklı yazısında şunları yazdı ve ortalık karıştı:
“Bir Müslüman imkânlar ve şartlar elverdiği takdirde İslam ahkâm ahlak ve âdâbının hâkim olduğu, kimsenin aleni olarak bunları çiğneyemediği bir toplumda yaşamak ister. Yine imkân bulduğunda, şartlar müsait olduğunda, düzelteyim derken bozma ihtimali bulunmadığında, daha büyük sakınca doğurmadığında her Müslüman, aleni (açıkça, kamuya açık yerde) dine, ahlaka, âdâba aykırı bir davranışa -engellemek veya ıslah etmek maksadıyla- müdahale etmekle yükümlüdür.İslam’a inanmayanlar kendi inançlarını serbestçe uygulayabilirler; ama bu uygulama Müslümanların hayat, ahlak ve dindarlıklarını, nesillerin eğitimini olumsuz etkileyecekse -İslam toplumunda- “onların aykırı filleri için özel mekanlar ihdas edilmek gibi” tedbirlere başvurulur. Bir Müslüman yukarıda özetlediğim imkanlardan mahrum ise, çok dinli, çok kültürlü, çok ahlak anlayışlı bir toplum içinde yaşamak durumunda kalmış ise ne yapacaktır? Şartlar müdahaleye ve düzeltmeye müsait olmadığına göre bunu yapamayacaktır. Şartlar, ötekilerden ayrı bir mekana yerleşip orada kendi inancına göre yaşamaya elverişli değilse bunu da yapamayacaktır. Geriye beraber, yan yana yaşama şıkkı kalıyor. Şimdi bir apartmanda, bir sokakta, bir mahallede eşcinselinden sarhoşuna, nikahsız birlikte yaşayanından (zina edenlerden) kumarcısına, Müslümanları sevmeyenlerden düşmanına, sokakta sevişenden çıplağına… kadar birçok insanla yan yana yaşıyoruz. Peki dindar Müslümanların bu insanlara karşı iç ve dış tavırları ne olacaktır? İç tavırdan başlayalım: Müslüman bu davranışları asla beğenemez, bu fiillerden nefret eder, imkân bulsa düzeltme ve engelleme niyetini muhafaza eder. Dış tavır olarak da dine, ahlaka ve âdâba aykırı davranışı çekinmeden, gözünün içine baka baka, meydan okurcasına sergileyen insanlara cesaret verecek, davranışlarını meşrulaştıracak tavırlardan sakınır. Onlar kötü halleri içinde iken en azından tebessümünü esirger. Durum böyle olunca çoğulcu bir toplumda yaşayan Müslümanın farklı olanlarla zorunlu ilişkisinin adına ben ısrarla “hoşgörü” değil, “tahammül” diyorum.“
Bu nasıl bir yazı?
Bu yazı ne anlama geliyor?
Ne yani dindarlar bir yerde, dindar olmayanlar ayrı bir yerde yaşasın, aralarında bir ilişki olmasın, birbirleriyle alış veriş yapmasınlar, birbirlerine kız alıp vermesinler öyle mi?
Zaten kimileri de Türkler ile Kürtler ayrı yerlerde yaşasın diyorlar… Ne güzel değil mi? Dindarlar ile dindar olmayanlar ayrı yerlerde, Türkler ile Kürtler ayrı yerlerde yaşasınlar… Ortada Türkiye diye bir ülkenin kalacağını mı düşünüyor acaba bu önerileri ortaya atanlar? “Bu ülke bölünmesin” diyenlerin asıl böyle saçma sapan düşünceleri yüzünden bölünecek zaten bu ülke…
…
En iyisi hem Star yazarı Mustafa Kiras’ın yazısının hem de Karaman’ın yazısının cevabını, Taraf genel yayın yönetmeni Ahmet Altan versin…
İşte Altan’ın 9 Ağustos’taki “Başbakan’ın takımı ve borsa” başlıklı yazısının son kısmından bir alıntı: “Başbakan’ın medyasının ‘biz galip geldik, artık istediğimiz gibi saçmalarız, kutsal liderimizin her hatasını alkışlarız’ anlayışı bir yarar getirmez kimseye. Kendilerine benzemeyenleri ‘gettolara’ sürme hayallerinin kibrine ve Başbakan’ın her yaptığını alkışlama dalkavukluğunun rahatlığına kaptırırlarsa kendilerini, hep beraber kaybederiz. Türkiye, kimsenin ‘tek başına’ galip gelemeyeceği bir ülke, biri kendine benzemeyenleri mağlup kendini de galip hissetmeye başladığında bilin ki hep birlikte kaybetmeye doğru gidiyoruz.”
Bir Müslüman imkânlar ve şartlar elverdiği takdirde İslam ahkâm ahlak ve âdâbının hâkim olduğu, kimsenin aleni olarak bunları çiğneyemediği bir toplumda yaşamak ister. ben de.