Hüseyin Rahmi Gürpınar, Şık RomanıŞık, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın ilk romanıdır. Şık romanında, alafranga yaşama özenen saf bir gencin başından geçen gülünç olaylar anlatılır.

Sponsor Bağlantılar

Roman, 1888 yılında Ahmet Mithat Efendi’nin Tercüman-ı Hakikat gazetesinde tefrika edildikten sonra 1889 yılında kitap halinde basılmıştır.
Hüseyin Rahmi Gürpınar, Şık romanının önsözünde, kitabın yayımlanması sırasında yaşadığı heyecanı, hayranı olduğu usta yazar Ahmet Mithat Efendi’nin kendisinin elinden tutması sayesinde bir anda tanınmış bir yazar olduğunu çekici bir üslûpla anlatır.

“Şık’ın yazılmış yarısını büyük bir zarfa doldurarak Ahmet Mithat Efendi’ye gönderdim. Efendi merhumun eserlerini okurum. En büyük tutkunu, hayranıyım. Ama daha kendini yüzce tanımakla şeref bulmuş değilim. Ne yaradılışta ve ahlâkta bir kimsedir, onu da bilmem. Eseri gönderdikten sonra bana korkunç bir pişmanlık geldi. Hiç öyle büyük bir adama böyle çocukça, budalaca, saçma yazılar gönderilir mi? Eyvah… Ben ne yaptım?!..

O gece üzüntümden, utancımdan uyuyamadım. Düşündükçe utançtan terler döküyordum. Eserin iyi bir kabul göreceğine binde bir ihtimal vermiyordum.

Ertesi günü arkadaşlarımdan biri elinde bir Tercüman-ı Hakikat gazetesiyle karşıma çıkarak:

– Müjde… Eserin beğenilmiş. Ahmet Mithat Efendi Hazretleri seni matbaaya çağırıyor. (…)

Bütün aczimle Ahmet Mithat Efendi gibi o dönemin bir fikir adamının huzuruna çıkmak da bence pek önemli bir mesele idi. Bütün cesaret ve güzel söz söyleme gücümü toplamaya uğraşarak matbaaya gittim. (…)

… büyük bir yürek çarpıntısıyla Hazret’in huzuruna çıktım. Gür kaşlı, kara sakallı, iriyarı, heybetli bir adam… Beni görünce ilk sorusu şu oldu:

– Kimsin sen çocuğum?

– Şık yazarı Hüseyin Rahmi…

Ah, korktuğuma uğradım. Efendi’nin yüzünde hemen bir güvensizlik gülümsemesi belirdi. Deyim hiç aklımdan çıkmaz. Bana pek alaycı gelen bir sesle:

– Oğlum, senin ağzın daha süt kokuyor. Bu roman usta işi. Senin ne kalemin, ne güzel yazı yazmadaki yetkinliğin, ne tecrüben ve ne de görgün daha bunu yazmaya elverişli değil. Bu gerçek görünüyor. Sen böyle bir şey yazmaya özenebilirsin. Ama bu işi yalnız başına başaramazsın. Sana bir yardım eden var. Baban mıdır? Ağabeyin midir? O kimdir? Söyle…

O yazılarda bana hiçbir kimsenin bir tek kalem yardımı yoktu. (…)

Koca Ahmet Mithat Efendi’nin … suçlaması karşısında küçüldüm. Bozuldum. Hiçbir söz bulamadım. Nihayet gözlerimden dökülen iki damla, acıklı bir karşılık yerine geçti. Bu saf, içten, çocukça ağlayışım Efendi’ye dokundu. Hemen:

– Ağlama… Ağlama, inandım. Ama böyle güzel başlayan eserlerin bazen sonu başına uymayıverir. Bunu tamamla. Sonra yayımlayalım, dedi.

Bin yürek çarpıntısı, üzüntü, umutsuzluk içinde hikâyemi bitirdim. Efendi, başı kadar sonunu da beğendi…

Matbuat pazarına dökülen isimlerin o acıklı, bilinmezlik ve geçersizlik dönemi olan çetin başlangıcı görmedim. Şık, Tercüman’da tefrika edildi. Efendi’nin pohpohlarıyla birden tanındım. Yazdıklarım tutuldu.”

Şık romanı, 81 sayfalık metne sahiptir. (Şık, Özgür Yayınları, Onuncu Basım-Haziran 2002)

Roman dış yapı itibarıyla on bölümden oluşur. Yazar, her bölüme konuya uygun başlıklar vermiştir. (Beyoğlu’nda Bir Metres, Drol, Sarhoş İki Külhanbeyi, Canavar, Canavara Hücum, Zarar Ziyan Ödeme, Bir Bela Daha, Bir Şık Daha, Ahbap Belalıları, Tepebaşı Bahçesi)

Şık Romanının Konusu

Şık romanında, Batı’nın sadece giyim kuşamını ve eğlencesini taklit etmekle Batılı olunacağını zanneden, alafranga yaşama hayranlık duyarken kendi toplumuna yabancılaşan, aptallık derecesinde saf olan bir gencin Batılı görünmek hevesi yüzünden düştüğü gülünç durumlar anlatılır.

Şık romanındaki en belirgin tema “yanlış Batılılaşma”dır. Romanın baş kahramanı Şöhret Bey, nam-ı diğer “Şık”, alafranga görünmek sevdasıyla kendini gülünç durumlara düşürür. Kendisine soyluluk katacağını düşündüğü için adının başına “Şatırzade” unvanını katar. Süse püse düşkün, kadınlar gibi yüzüne pudralar sürer, modayı takip eder.

“İşte bizim Şatırzade böyle korsalı, pudralı şıklardandır. Fakat varlık bakımından öyle ünlü terzilerin dükkânlarına yanaşacak durumda olmadığı için sokak içlerinde, tenha yerlerde çalışan sünepe terzilerin başına bela olur…

Örneğin bu yıl dar elbise giymek moda değil mi? Bizim Şatırzade kostümü o kadar darlaştırır ki, öteki şıklarınki gerçekten onun kostümünün yanında bol kalır. Yakalıkların enlileştiğini görünce, ertesi gün kulaklarının uçlarına değecek kadar enli bir yakalık diktirip takar. İşte her süsü böyle benzetme veya benzetmeyi de aşırarak moda olan şey her ne ise onun pek aşırısını yaparak âleme gülünç olur.” (s.28)

Beyoğlu eğlencelerinde tanıştığı Madam Potiş’le gönül eğlendirmek için para gerekir. Çok düşük bir maaşla çalıştığı ve kazancını artıracak beceriden yoksun olduğu için annesinin elmas küpelerini çalarak gönül macerasını sürdürür. Fransız asıllı bir hayat kadını olan Madam Potiş ile Şöhret Bey arasında, sevgi ve aşkın olmadığı paraya dayalı bir ilişki vardır. Yabancı bir kadını koluna takıp eğlence yerlerinde dolaşmak, Şık Bey’imiz için önemli bir Batılaşma göstergesidir. Madam Potiş’in ağzından, Avrupalıların yanlarında mutlaka bir köpekle gezintiye çıktıklarını duyunca, bir daha köpeksiz dolaşmaz. Madam Potiş, başına kırmızı başlık geçirdiği bir sokak köpeğini, çok değerli bir köpek olarak tanıtır. Beyoğlu’ndaki bir birahanede yabancılar, Şöhret’in saflığından ve alafranga özentisinden faydalanarak onunla dalga geçerler. Şöhret’in hemen her konudaki cahilliği herkesçe bilinir. Yabancılar, Mösyö Kanber adındaki yazarın Batı’da çok popüler olduğunu, herkesin bu yazara hayran kaldığını söylerler. Aslında bu, eğlence olsun diye söylenmiş uydurma bir addır. Şöhret Bey, kendisiyle dalga geçildiğinin farkında değildir. Yine bu yabancı gençler, Batılı bilim adamlarının şu sıralar “sülük” konusuyla ilgilendiklerini, sülüğün kansızlığa çare olacağını söylerler. Şöhret Bey, sağdan soldan duyduğu gerçekle uzaktan yakından ilgisi olmayan safsataları, arkadaş meclislerinde, tanınmış bir edebiyatçı yahut bir bilim adamı edasıyla satmaya kalkışır.

Hüseyin Rahmi Gürpınar, Tanzimat’la birlikte toplumda türeyen, Batı’nın ilmini, edebiyatını, felsefesini değil de sadece giyim kuşamını, modasını ve eğlencesini taklit etmekle Batılılaştığını zanneden alafranga züppe tipini eleştirir. Okuyucu “Şık” romanını okurken, kendisini tiyatro
salonunda Molière’in komedilerinden birini seyrediyormuş hissine kapılıyor.

“Tanzimat ile birlikte ortaya çıkan Batılılaşma çabası Türk toplumunun hayat tarzı ve değer kavramlarında köklü değişiklikler meydana getirmiştir. Toplumun Tanzimat ile değişen hayat tarzının önemli göstergelerinden biri de dış görünüştür. Batılı görünmek isteyen orta ve üst sosyal kesim, Avrupa modasını takip edebilmek için büyük bir gayret sarf eder. Ancak Batı kültürünü gereğince algılayamamış tipler, Avrupaî görünüş tarzını taklit ederek Batılılaştıklarını sanırlar. Romanları aracılığıyla Türk toplumunu eğitmeyi amaçlayan yazarlar ise romanlarında kurguladıkları olaylar ve yarattıkları karakterler aracılığıyla bu konuda da halka yol gösterici olmaya çalışırlar.” (Yrd. Doç. Dr. Ayşe Melda ÜNER, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Romanlarında “Şık” Delikanlılar)

Romanda göze çarpan diğer bir tema “ahlâkî yozlaşma”dır. Şöhret Bey, sevgilisinin bir hayat kadını olmasında hiçbir sakınca görmez. Onun için önemli olan, Fransız bir bayanı koluna takıp eğlence yerlerinde caka satmaktır. Parası bitince, Madam Potiş’ten bir süre ayrılmak zorunda kalır. Kazandığı para, Madam Potiş gibi bir kadınla gönül eğlendirmesi için yeterli gelmez. Sevgilisine yeniden kavuşmak uğruna annesinin elmas küpelerini çalıp satar. Batılı görünme sevdası, Şöhret Bey’e hırsızlık gibi yüz kızartıcı, adî bir suçu işletir.

Romanda olumlu bir tip olarak gösterilen Maşuk Bey, arkadaş grubunu kız arkadaşıyla tanıştırmak için evine davet eder. Konyak almak için dışarı çıktığında, sokakta yalnız başına kalan Şöhret Bey’i de evine davet eder. Maşuk Bey’in evindeki konuklardan Raik Bey, kişilik yönünden Şık’a benzer. Şöhret Bey, sağdan soldan edindiği uyduruk, saçma sapan bilgilerle millete hava atmaya kalkar. Cahilliğini süslü püslü laflarla gizlemeye çalışır. İçtikleri konyağın etkisiyle Şöhret Bey ile Raik Bey, sohbetin tadını kaçırırlar, bayağılaştıkça bayağılaşırlar. Maşuk Bey’in kız arkadaşı Adel’i utandırırlar. İçten içe de Adel’e karşı çirkin şeyler düşünürler. Şöhret Bey bir ara tuvalet ihtiyacı için dışarı çıktığında, yaşlı bir kadına asılır. İlk anda yüz vermeyen yaşlı kadın, geceleyin Şöhret Bey’in kaldığı odaya gelir. Şöhret Bey, Maşuk Bey’in arkadaşlarının paralarını ve değerli eşyalarını çalar. Çünkü sevgilisi Madam Potiş’le görüşebilmesi, modaya uygun giyinebilmesi için kendisine para gerekmektedir.

Madam Potiş, âşığının alafranga düşkünlüğünden ve saflığından kendisine çıkar sağlar. Âşıklarını Baba Perdriks’in lokantasına götürür, iyice sarhoş olan âşıklarına bolca para harcatır. Baba Perdriks, Madam Potiş’e belli oranda pay verir. Madam Potiş’in belalılarından Hristo da bu kadroya dahil olur. Dans hocası kılığına bürünerek Şöhret Bey’den para koparmaya çalışır.

Yazar bu romanında, Batılılaşma sevdasına kapılan gençlerin ahlâkî yönden nasıl yozlaştıklarını çarpıcı bir biçimde yansıtır. Batılılaşmayı layıkıyla idrak edemeyen gençlerin sonu, tam anlamıyla bir hüsrandır. Nitekim Şöhret Bey, romanın sonunda hırsızlık suçundan hapsi boylar.

Romanda işlenen diğer bir tema “aşk”tır. Romanda olumlu bir tip olarak gösterilen Maşuk Bey ile Matmazel Adel arasında yaşanır bu aşk. Maşuk Bey, gömlek diktirmek için girip çıktığı terzide Matmazel Adel’i görür ve kalbini bu güzel kıza kaptırır. Adel, yıllar önce hem annesini hem de babasını kaybetmiş, kötü yola sapmaktansa namusuyla çalışarak geçimini çıkarma yolunu seçmiştir. Maşuk Bey, Adel’in sevip âşık olduğu ilk erkektir. Her ikisi de utangaç olduğu için uzunca bir süre birbirlerine gönüllerini açamamışlardır. Nihayet bir yılbaşında Maşuk Bey, kız arkadaşına hediye olarak güzel bir dikiş çekmecesi verir. Matmazel Adel, çekmecenin kapağını açınca “yadigar-ı muhabbet” sözünü görür. Her ikisinin de kalbini tatlı bir heyecan kaplar. Daha sık buluşmaya başlarlar. Maşuk Bey, Adel’in kaldığı evde bir oda kiralar. Ev halkına sezdirmeden buluşurlar. Maşuk Bey, sevgilisiyle daha rahat görüşebilmek için güzel bir daire kiralar. Maşuk Bey ile Matmazel Adel, birbirlerine en içten, en saf duygularla bağlıdırlar. Yazar, Şöhret Bey ile Madam Potiş’in en küçük bir aşk ve sevgi kırıntısının olmadığı, paraya dayalı ilişkilerini eleştirir, bunun yanında Maşuk Bey ile Matmazel Adel arasındaki tertemiz duygularla örülmüş, sevgi ve saygıya dayalı ilişkiyi yüceltir.

Şöhret Bey ile Madam Potiş arasında, gerçek anlamda bir aşk yoktur. Madam Potiş, çekici bir kadın değildir, aksine uzun boylu, şişman, çilli, çirkin bir kadındır. Otuz beşini geçmiş bir hayat kadınıdır. Şöhret Bey’in saflığından, ahmaklığından faydalanır, onu avucunun içinde oynatır. Madam Potiş için Şöhret Bey, yolunacak bir kazdır. Şöhret Bey’in gözünde Madam Potiş’i değerli kılan şey ise, Madam Potiş’in Fransız asıllı olması, Fransızcayı gayet düzgün konuşmasıdır. Yabancı bir kadını koluna takıp eğlence yerlerinde dolaşmak, Şöhret Bey için büyük bir şereftir.

Şık Romanının Kişileri

Şöhret Bey: Romanın baş kahramanıdır. Alafranga yaşam özentisi, tüm benliğini kaplamış, adeta hastalıklı bir tutku halini almıştır. “Şık” namıyla tanınan Şöhret Bey için Batılı görünmek, her şeyin üstünde bir öneme sahiptir. Bu uğurda tüm olanakları seferber eder. Soylu ve zengin bir aileden gelmediği, yüksek maaşlı bir işi olmadığı için hayalini kurduğu alafranga yaşamı sürmesi çok zordur.

Şık, soylu ve zengin bir aileden geldiğini göstermek amacıyla adının başına “Şatırzade” unvanını koyar. Gerçekte bu unvanın Şöhret Bey’in ailesiyle uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Süsüne düşkündür; kadınlar gibi korse takar, pudra sürer. Modayı da yakından takip eder, tabi ki abartılı bir biçimde. “Örneğin bu yıl dar elbise giymek moda değil mi? Bizim Şatırzade kostümü o kadar darlaştırır ki, öteki şıklarınki gerçekten onun kostümünün yanında bol kalır. Yakalıkların enlileştiğini görünce, ertesi gün kulaklarının uçlarına değecek kadar enli bir yakalık diktirip takar. İşte her süsü böyle benzetme veya benzetmeyi de aşırarak moda olan şey her ne ise onun pek aşırısını yaparak âleme gülünç olur.” (s.28)

Batı hayranlığı, Şöhret Bey’in özel yaşamına da damgasını vurur. Sırf Fransız asıllı olduğu ve Fransızcayı gayet düzgün konuştuğu için, otuz beşini geçmiş, şişman, çirkin bir hayat kadınıyla ilişki yaşar. Madam Potiş, Şık’ın saflığından faydalanır, suyuna göre gidip parasını sömürür. Parası bittiğinde, Madam Potiş’le görüşemez. Düşkün bir kadınla keyfince eğlenebilmek için önce annesinin elmas küpelerini, daha sonra da arkadaşlarının paralarını ve değerli eşyalarını çalar. Alafranga yaşamını sürdürebilmek adına her türlü çirkinliği, ahlâksızlığı yapar.

Şöhret Bey, fiziksel yönden çok çirkin biridir; ancak dünyada kendisi kadar yakışıklı birinin olmadığını savunur. “Efendim, Şık’ımda
renk esmer; yüz, insanların orangutan soyundan azman olduğunu iddia eden bazı bilim ve fikir adamlarının sözlerini kabul ettirecek derecede kaba ve uzun. Alt çene ileriye doğru çıkık. Kara kaşların her biri ikişer parmak enliliğinde. Burun Fransızların aquilin dedikleri biçimde, yani gaga gibi. Ufacık siyah gözler pek çukurda. Boy sırık, endam zayıf. Yaş aşağı yukarı yirmi beş – yirmi altı kadar.” (s.29-30)

Şöhret Bey’in sanatla, edebiyatla, felsefeyle, bilimle en ufak bir ilgisi yoktur; ne Türk edebiyatından ne de Batı edebiyatından tek bir eser okumuştur. Son derece cahil bir insandır. Bilgisizliğini kabullenmez, sağdan soldan duyduğu saçma sapan şeyleri, çok önemli bilgilermiş gibi yutturmaya çalışır. Aydın görünmeye çalışan bir cahildir.

Madam Potiş: Şöhret Bey’in Beyoğlu eğlencelerinde tanıştığı Fransız asıllı bir hayat kadınıdır. Şöhret Bey gibi alafranga yaşamaya özenen züppelerin parasını yiyerek hayatını kazanır. Madam Potiş ile Şöhret Bey arasındaki ilişki, aşk ve sevginin olmadığı, paraya dayalı bir ilişkidir.

“Şatırzade’nin metresi Madam Potiş piyasa aşiftelerinin en bayağılarındandır. Madam Potiş, kötü halce vardığı taşkınlıktan dolayı bugünkü uygar âlemin düşkün kadınlara sığınak olarak açık bıraktığı genelevlerin pek çoklarından bile kovulmuştur.

Bu derece aşağılık bir geçime alışmış bulunan kadınlar ne kadar sıkıntı ve yokluk çekseler, yine rezilce sanatları dışında namuslu bir iş tutma gücünü gösteremezler. Madam Potiş, avladığı Şöhret Bey gibi müşterilerden boş kaldıkça bazı geceler aç yatmak zorunluluğuna kadar düşerdi. (…)

Bu nazlım, gayet uzun boylu, şişman, çilli ve kırmız yüzlü, endamca çirkin, tatsız tuzsuz, otuz beşini geçkin bir kadındır. Aslında Fransız olduğu için anadilini çok düzgün ve o mlletin kadınlarına özgü hoş bir ağızla söylediğinden o konuştukça Şöhret hayran olup kalırdı.” (s.31-32)

Madam Potiş zeki ve kurnaz bir kadındır. Şöhret Bey’in alafranga yaşama olan düşkünlüğünü ve aptallık derecesindeki saflığını fark edince, suyuna göre giderek onu adeta bir kaz gibi yolar. Karşısındaki insanın zaaflarından çok ustaca faydalanır. Şöhret Bey’i, anlaşmalı olduğu, kârdan belli bir hisse aldığı lokantaya götürür. Sarhoş olan âşıklarına fazlaca para harcatır. Sokak köpeğini, değerli bir cins köpek olarak tanıtır, Şık’ı kandırır. Eski bir belalısı olan Hristo ile plan yaparlar. Hristo, dans hocası kılığına girerek Şık’tan para koparır.

Madam Potiş, Şöhret Bey için Batılı görünmenin olmazsa olmaz bir parçasıdır. Şöhret Bey’in hırsızlık yapmasının, gülünç durumlara düşmesinin sebebidir.

Baba Perdriks: Madam Potiş’in alafranga düşkünü züppe âşıklarını soyup soğana çevirmek için götürdüğü, Beyoğlu’ndaki lokantanın sahibidir. Lokantada, çiftlerin baş başa kalıp gönüllerince eğlenebilmeleri için özel bölümler vardır. Madam Potiş, Şöhret Bey’i bu lokantaya götürür. Yanlarında götürdükleri köpek, lokantanın altını üstüne getirir. Baba Perdriks, kurnaz bir adamdır. Köpeğin yol açtığı zararı, ne yapıp eder, Şöhret Bey’den tahsil eder.

Hristo (Mösyö Tirel): Madam Potiş’in eski bir belalısıdır. Madam Potiş’in, Şöhret Bey gibi bir budalayı tek başına sömürmesine gönlü razı olmaz, kendisi de pay almak ister. Bu konuda Madam Potiş’e baskı yaparak istediğini elde eder. Mösyö Mirel adında usta bir dans hocası kılığına girerek Şık’tan para koparır.  Mösyö Tirel, kafasından uydurduğu yapılması çok zor olan hareketleri, Paris’in kibar salonlarında oynanan bir dans türü olarak gösterir. Şöhret Bey, dans figürlerini, alafrangalığın bir gereği olarak gördüğü için olanca gayretiyle yapmaya çalışır.

Maşuk Bey: Romanda yazar tarafından eleştirilen, olumsuz yönleriyle öne çıkan Şöhret Bey’e karşılık olarak sunulan, olumlu tavırları ve nitelikleriyle örnek gösterilen kişidir. Maşuk Bey, halasının yanına gidip gelirken Şöhret Bey’le arkadaş olmuştur. Onun alafranga görünme tutkusunu ve saflığını anlayınca, arkadaşına birtakım öğütler vermeye çalışmış, ancak sözünü dinletememiştir.

Maşuk Bey zeki, çalışkan, bilgili bir kişidir. Gayet yüksek bir maaşla çalışır. Kıvrak zekası sayesinde ek işler yaparak aylığı kadar daha para kazanır. Özel yaşantısında da seçici davranır. Şöhret Bey gibi değildir. Çok sayıda erkekle düşüp kalkan, sadece parası için yüzüne gülen kadınlara değer vermez. Matmazel Adel adında, terzide çalışan, yabancı bir kıza gönlünü kaptırmıştır.

Matmazel Adel: Maşuk Bey’in sevgilisidir. Fransız bir anneyle İtalyan bir babanın kızıdır. Matmazel Adel, anne ve babasını yıllar önce kaybetmiştir; hem öksüz hem de yetim bir kızdır. Madam Potiş gibi kötü yollardan değil, namusuyla çalışarak hayatını kazanma yolunu seçmiştir. Bir terzide haftalıkla çalışmaktadır. Gömlek diktirmek için dükkâna gelen Maşuk Bey’e âşık olur. Maşuk Bey, Matmazel Adel’in sevdiği ilk erkektir. Yazar olumsuz yönleriyle öne çıkardığı Madam Potiş’in karşısına, namuslu, utangaç, sevdiği erkeğe içten duygularla bağlı bir kadın olarak Matmazel Adel’i çıkarır.

“Şık” Romanı’nın Özeti (Olay Örgüsü)