a) Fecr-i Âti İçinde Ele Alınan Yazarlar ve Romanları

Servet-i Fünûncuların Meşrutiyet’in ilan edilmesine rağmen hâlâ suskun kalmaları üzerine edebiyatta ses getirmek için yola çıkan Fecr-i Âticiler ne yazık ki, sonradan anılabilecek ne bir roman ne de romancı bırakabilmişlerdir. Sonraki dönemde Milli Edebiyat cereyanı içinde yer alan Yakup Kadri, Refik Halid gibi büyük nesir ustalarını saymazsak Fecr-i Âti içinde öne çıkan romancı hemen hemen hiç yoktur. Fecr-i Âti içinde adını zikredebileceğimiz iki romancı vardır: Cemil Süleyman Alyanakoğlu, İzzet Melih Devrim.
Cemil Süleyman Alyanakoğlu (1886-1940): Fecr-i Âti içinde daha çok roman-hikâye alanında tanınan ve mesleği hekimlik olan Cemil Süleyman Balkan Savaşı’na katılmış ve görevli olarak Mısır, Suriye, Hicaz gibi birçok cepheye gönderilmiştir. Bu aralarda yazdığı hikâyelerle tanınmaya başlayan Cemil Süleyman, görevi nedeniyle İstanbul’dan uzak kalınca 1909-1913 yılları arasında edebiyatta edindiği yeri kaybetmeye başlamıştır.

Sponsor Bağlantılar

Okuma zevkini Edebiyat-ı Cedide’den alan edibin eserlerinde Mehmet Rauf ve Halit Ziya’nın etkisi vardır. 1909’da ilk hikâye kitabı “Timsal-i Aşk” yayınlanır.

Eserlerinde mesleğinin etkisi görülen yazarın, hasta ve hastalık psikolojisini çok iyi işlediği görülür. Bu açıdan psikolojik tahlillerde başarılıdır. Kahramanları tek yönlü, iyi kişilerdir. Hastalık, aşk, sevgi, ölüm, yalnızlık, vefa, vefasızlık, fakirlik ve kıskançlık eserlerinin ana temasını oluşturur.1 (Çetişili vd., 2007: 505-506)

Yazarın, 1912’de yayınlanan “Ukde” isimli ikinci hikâye kitabının dışında yayınlanan “İnhizam” (1911), “Siyah” Gözler” (1912), “Kadın Ruhu” (1914) isimli romanlarında teknik mükemmellik olmamakla birlikte psikolojik tahliller başarılıdır. (Akyüz, 1995: 161)

İzzet Melih Devrim (1887-1966): Doğduğu Girid’ten, çıkan karışıklık sebebiyle ailesiyle birlikte İstanbul’a gelip yerleşmiştir. Lise yıllarında yazdığı şiirler, mecmualarda yayınlanan İzzet Melih, 1908’den sonra tiyatro ve roman yazmaya başlar. “Sermed” ve “Tezad” isimli hikâye ve romanları vardır. İlk zamanlarda kuvvetli ve ümit verici olmasına rağmen o da arkadaşları gibi edebiyat sahasından çabuk ayrılmıştır. (Banarlı, 1971: 1097)

b) Milli Edebiyat İçinde Ele Alınan Yazarlar ve Romanları

Birçok önemli ismi içine alan bu dönemin romanları, konuları çok farklı açılardan ele alması bakımından oldukça önemlidir. İdeolojik olarak milliyetçilik, istiklâl mücadelesi, Tanzimat’tan sonra Türk aile hayatındaki yozlaşma ve taşradaki yaşam gibi birçok konuyu başka başka açılardan ele alan romanlarımız, bu dönemde romanlarımızın ferdiyetçi bakışıyla bilinen Fecr-i Âti’nin yanında, memleket meselelerini konu eden bir edebiyat ve roman anlayışının da var olduğunu ve hızla ilerlediğini göstermektedir. Duruma bu açıdan bakan Kenan Akyüz, bu devrin romanları için şu tespitte bulunur: “Sonuç olarak bu devrin romanlarında ve hikâyelerinde fert hayatından sosyal hayata doğru genişçe bir açılmanın; tema bakımından sosyal konulara doğru büyük bir kaymanın başladığını söylemek gerekir.” (Kenan Akyüz, 1995: 180)

Halide Edip Adıvar (1884-1964): Son devir Türk Edebiyatının en çok eser veren, eserleri hep takdir gören isimlerinden biridir Halide Edip. Kenan Akyüz, onun şöhretini karakter yaratmada gösterdiği başarıya borçlu olduğunu söyler. (Akyüz: 1995)

Eserlerinde, özellikle kadın karakterler, onun doğudan gelen ruhla eğitimi ve tecrübesiyle vakıf olduğu  Batı zihniyetini birleştirmesindeki başarı neticesinde vücut bulur. Gerçi biz karakterleri onun vücuda getirdiğini söylüyoruz ama kendisi durumun böyle olmadığını, bir süre sonra karakterlerin kalemine hâkim olduklarını ifade ediyor. Nihad Sami Banarlı’nın Ruşen Eşref Ünaydın’ın2 “Diyorlar ki” eserinden aktardığı ve edibin kendine ait olan sözleri şöyle: “Büyük mevzular aklıma kolaylıkla gelir. Ve hep şimdiye kadar da öyle gelmiştir. Ben iki türlü yazıcıyım: Bir romancı, bir de küçük hikâye, küçük mensur şiir muharriri. Romancılıkta mutlak, zihnimde mevzuumun planını yaparım. Bütün vakayı takarrur eder. Mesela, hâkim vasıflar nasıl olacak? Ötekiler arasında nasıl yaşayacaklar!… Bazen bab, fasıl tertibatını bile zihnimde yaparım. Ondan sonra kolayca yazarım. Yalnız kitabın orta yerine gelince karakterler bana hâkim olur. Ben onlara değil… Mesela ilk satırlardan o sahifeye kadar hükmümün altında yürüttüğüm, idare ettiğim şahsın bana karşı isyan ettiği zamandan sonraki gidişini, yaşayışını bazen beğenmem. Fakat o hareketler o kadar öyle olmalıdır ki, artık o şahıslar istediklerini yaparlar.” (Banarlı, 1971: 1227-1228)

Milli Mücadele döneminin en ateşli ismi, mitinglerin isyan sesi Halide Edip, belki de karakter vücuda getirmedeki başarısını, karakterlerini özgün kılmada yakaladı. Bu doğal başarısı da onu Türk romancılığındaki haklı şöhretine kavuşturdu.

İlk romanlarında bireyler arası ilişkileri, ferdi meseleleri konu eden Halide Edip, “Yeni Turan” ile ideolojik milliyetçiliği, “Ateşten Gömlek” ve “Vurun Kahpeye” ile de Milli Mücadele’yi ele alan romanlar yazmaya başlar. Bu eserlerinde yine, geri planda kalsa da, “aşk”ı ihmal etmeyen yazar eserlerinde Farsça ve Arapça tamlamalardan kaçan, daha çok konuşma diline yaklaşan bir üslup tercih eder. Aslında bu, son devir romancılığının üslup meselesini geriye bıraktığını da gösterir mahiyettedir.

Bu döneme ait romanları: Seviye Tâlib (1910), Handan (1912), Yeni Turan (1913), Mev’ûd Hüküm (1918), Son Eseri (1919), Ateşten Gömlek (1923).

Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1889-1974): Edebiyatta adını 1909’da girdiği Fecr-i Âti’de duyuran Yakup Kadri, bu topluluğu hararetle savunmuştur. Milli edebiyat ilk ses getirdiğinde topluluğa ve edebiyat fikirlerine karşı olan yazar, daha sonra bu edebî topluluk içine girmiş ve topluluğun önemli roman yazarları arasında yerini almıştır. (Akyüz, 1995: 182) II. Meşrutiyet dönemi içinde iki roman kaleme almıştır: Kiralık Konak, Nur Baba.

Bu dönemde yayınlanan ilk romanında (Kiralık Konak) bir konak içinde üç neslin temsilcilerini sunar okuruna. Tanzimat’tan 1. Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde yaşanan Batılılaşma sürecinin getirdiklerini ama en çok da götürdüklerini işler. Naim Efendi- Sermet Bey-Seniha’nın temsil ettiği bu üç nesil dönemin Türk toplumunda yaşanan yozlaşmayı, konaktaki rolleri çerçevesinde ve nispetinde yansıtırlar. Nesiller arası çatışmanın derinden işlendiği “Kiralık Konak” dönemin toplumsal içerikli romanlarındandır. (Çetişli vd., 2007: 219; Moran, 2009: 180)

Önce yazılmasına rağmen Kiralık Konak’tan sonra yayınlanan “Nur Baba”da da bu yozlaşmanın tekke yönünü gözler önüne sermeye çalışır. Asıl amacı “ruh terbiyesi” olan ve 20. yy.’a kadar bu görevini yerine getiren tekkeler, bu yüzyılın başında birçok alanda görülen
“aslından uzaklaşma” sendromunu yaşamıştır. Şahsî ihtirasların, nefsânî duyguların ön plana çıkarıldığı dolayısıyla da zamanla insanların tepkisini çeken mekânlar haline gelmiştir. Yazar eserinde işte bu raydan çıkma durumunu işler. (Çetişli vd., 2007: 219)

Böylece Yakup Kadri Fecr-i Âti’de başlayan ve ferdiyetçi yaklaşımın hâkim olduğu edebi anlayışını, dönemin milliyetçi tavrına daha fazla duyarsız kalamayarak Milli Edebiyat cereyanı içinde ve toplumsal varlığı önemseyen “sanat toplum için” anlayışına kaydırmıştır.

Refik Halid Karay (1888-1965): Bu dönemde yayınlanan tek romanı “İstanbul’un İç Yüzü”nde yazar İstanbul’un II. Meşrutiyet öncesi sosyal hayatını anlatır. Altı bölümden oluşan romanın her bölümünde İstanbul’un başka bir yönünü sergiler. Bu da romanda bir ana olay örgüsünün gelişmesini engeller. (Çetişli vd., 2007:220)

İlk dönemde Fecr-i Âti’ye katılan Refik Halid 1917’se Milli Edebiyat’a katılır. Mili Mücadele karşıtı yazıları yüzünden tevkif edilip sürgün edilen yazarın Türkiye hakkındaki fikirleri değişir ve hatta 1928’deki Harf  Devrimi’ni ve onu takip eden öz Türkçe hareketini desteklemiştir. (Akyüz, 1995:184)

Özellikle dil konusunda edebiyatımıza çok şey katan Refik Halid için Nihad Sami Banarlı’nın şu önemli tespitlerine aynen yer vermek isteriz: “Refik Halid, her şeyden önce Türkiye Türkçesinin edebiyat dilimizde yerli, milli ve zevkli bir kıvam kazanması yolunda gerçek hizmeti dokunmuş bir nesir ve hikâye sanatkârıdır. Onun zeki ve usta kaleminden ışıklı bir hareket güzelliği ile rakseder gibi dökülen, duru ve şeffaf “nesir” dili, yirminci asır Türkçesinin “örnek dili” olabilecek derecede güzel ve sağlam bir mimariye sahiptir”. (Banarlı, 1971:1206)

Aka Gündüz (1886-1958): Popüler romanları ile son devir edebiyatımızda yer alan Gündüz, Genç Kalemler’in dolayısı ile Milli Edebiyat’ın hararetli isimlerindedir. 1911 yılında hece vezni ve sade dil hareketlerine katılan Aka Gündüz 1927’den sonra yazdığı roman ve hikâyelerle edebiyatımızda kalıcı bir yer edinmiştir. (Banarlı, 1971:1241)

Bu dönemde yazdığı romanlar: Katırcıoğlu (1916) (Çetişli vd., 2007:220), Kurbağcık (1919) (Akyüz, 1995:185).

Reşat Nuri Güntekin (1889-1956): Esas şöhretini “Çalıkuşu” ile bulan yazar edebi zevkini Halid Ziya’dan alır. Bu konuda Nihad Sami Banarlı’nın görüşlerine yer verelim: “Çanakkale’de okuma yazma bilen komşu hanımların, kış geceleri bir araya toplanarak okuyup dinledikleri romanlar içinde Fatma Aliye Hanım’ın “Ûdî” isimli romanı da sanatkârın çocukluk hayatında iz bırakan ve heves uyandıran eserlerdendir. Fakat Reşat Nuri hikâye yazmak zevkini Türk edebiyatında Halid Ziya’nın hikâyelerini okuduktan sonra duymuştur. “Bugün eser denmeye layık bir şey vücuda getirebilirsem onu Halid Ziya Bey’e borçlu olacağım” deyişi bunu belirtir. Reşat Nuri bu bakımdan hatta bir evvelki üstadlardan feyz almayı şeref addeden klasik terbiye ananesine bağlıdır.” (Banarlı, 1971:1210)

Okuma zevkini edinmenin yanında kendi kabiliyetini de başarı ile kullanan yazar öğretmenliği sırasında Anadolu’yu yakından görme ve tanıma fırsatı bulmuştur. Bu gözlemler sonucu ortaya koyduğu “Çalıkuşu” hem toplumsal anlamda hem ferdi anlamda ele alınabilecek çok yönlü ve başarı bir eserdir. Yazarın bu dönemde ayrıca “Gizli El” (Akyüz:1995) ve “Harabelerin Çiçeği” (Çetişli vd.:2007) isimli iki romanı vardır.

Halide Nusret Zorlutuna (1901-1984): Daha çok şiirleri ile tanınan ve Milli Edebiyat’a iştirak eden Edip samimi ve oldukça sade bir üslup kullanır. 1921 yılında yayınlanan ilk romanı “Küller” onun romancılığı için ilk adımdır. (Banarlı:1971)

Peyami Safa (1899-1961): Bu  dönem içinde yayınlanan tek romanı “ Sözde Kızlar” (1923) toplumsal içerikli bir romandır. Konusu Refik Halid’in “İstanbul’un İç Yüzü” isimli eserinin konusu ile yakınlaşan eser, işgal altındaki Anadolu’dan gelip İstanbul’a yerleşmeye çalışan, akrabalarının köşküne sığınan Mebrure’nin hayatını anlatır. (Çetişli vd.:2007)

Ayrıca doğrudan bu topluluklara iştirak etmemiş fakat II. Meşrutiyet döneminde kaliteli denebilecek romanlar vermiş birkaç ismi de burada zikretmek yerinde olacaktır.

Bu isimlerden Bekir Fahri İdiz (1876-1938), II. Abdülhamid dönemi siyasi faaliyet ve çatışmalarını anlattığı “Jönler” (1910) adlı romanı ile dikkat çeker.

Yine Ebubekir Hazım Tepeyran (1864-1947), doğrudan Milli Edebiyat cereyanına iştirak etmemekle birlikte “Küçük Paşa” (1910) romanıyla Anadolu’ya yönelmiş ve bu özelliği ile bir bakıma bu harekete yol göstermiştir. (Çetişli vd.:2007)

II. MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE ROMANLAR ve ROMANCILIĞIMIZ (1908’den 1923’e…)

DİPNOTLAR

1 C. Süleyman Alyanakoğlu hakkında geniş bilgi için bkz. (Baran: 1998)
2 Geniş bilgi için bkz. (Ünaydın: 1913 [1334] )