Ağlayamazsın. Değil bir çay bardağını doldurmak, gözyaşların kirpiklerini dahi ıslatamaz. Bazen bağırmak istersin, bağıramazsın çünkü ne izlediğin filmler, diziler gibidir hayat, ne okuduğun masallar gibidir. Gerçek hayatın ne olduğunu işte o an ayrımsarsın.
Burnun sızlar. Ağlamaktan, bağırmaktan, yıkmaktan, dökmekten, kırıp parçalamaktan bir şeyleri, daha fenadır burnunun sızlaması. Burnunun sızladığını hissettiğin o birkaç saniye koparsın hayattan, sanki o anda orda değilsindir. Nefes alamazsın biraz, biraz kalbinin atış ritmi değişir.
Yerin dibine girmeyi yeğlersin, yaşamaktansa dünya üzerinde artık hüküm sürmemek, sürememek; daha basit, daha kolay, daha cazip gelir gözüne. Ama ne daha basittir yok olup; sevdiklerini, sevenlerini arkanda bırakmak, ne de daha kolaydır, fazla yapaydır sadece.
Gücün varsa; ya akan bir suya anlatırsın derdini – merak etme balıklar dile gelip haykırmaz onlara anlattıklarını- ya da bir kağıda yazarsın. Ve o kağıdın kül olmasını izlersin.
Gücün yoksa; yüzün erkenden kırışmaya başlar, çizgiler yüzünü asimetrik parçalara ayırır, bünyen seninle oyun oynar ve saçların beyazlar, ne ağlayabildiğin için rahatlarsın, ne bağırabildiğin için rahatlarsın, ne yazabildiğin için, ne de anlatabildiğin için rahatlarsın; rahatlayamazsın. Beklersin sadece, zaman her şeyin ilacı mıdır, beklemek; beklenen sona daha mı erken varmanı sağlar, yoksa beklemek; ölüme her geçen saniye daha da yaklaşmak mıdır bilinmez, sadece beklersin. Bir gün ikinci baharını yaşamaya başlarsın ve bilirsin ki ikinci bahar; sonbahardır…
Emircan ALKAN