Bizler, evrenin en üstün canlılarıyız. Fakat durmadan halimizden şikayet etmemiz, çevremizdekileri kendimizden uzaklaştırmak için en emin yoldur. Hiçkimse, (bu arkadaşımız, dostumuz hatta ailemiz bile) durmadan dert, sıkıntı dinlemeye tahammül edemez.
Bizlerde böyle halimizden şikayetçi isek; çevremizdekileri kendimizden uzaklaştırmakla kalmayıp, yüzümüzü de çirkinleştiriyoruz. Yapılan bir bilimsel araştırmaya göre; Stres, sinir, memnuniyetsizlik, üzüntü ve nefret, bunların hepsi vücudumuzda ve yüzümüzde hiçbir krem veya masajın gideremeyeceği izler bırakmaktadır.

Sponsor Bağlantılar

Ne yazık ki hiç kimse dertlerini anlatıp sempati kazanamamıştır. Büyük İngiliz devlet adamlarından birisi olan “DİSRAEL” zor durumda veya ismini hatırlayamadığı kişilere “eski şikayetleriniz ne alemde” sorusunu sorarak düştüğü durumdan kendini kurtarmasını bilmiştir.

Pek az şey, insanı, dertlerini anlatmaya davet edilmek kadar memnun edebilir. Bu konulardaki doktorlar hastalarına, zeki kadınlar ise kocalarına bunu tavsiye edip durmaktadırlar. Fakat davetsiz olarak halimizden şikayete başlamak, yalnızlığa bize iten en büyük yoldur.

Bu şekilde kendi kendine acıyan insanların ortak özellikleri, kendi kendilerine verdikleri zarar değil midir? Yoksa dertlerimizin herkesin bize odaklanması veya sempatisini kazanmamız için bir alet veya görev elemanı vazifesini mi görüyor?

Bu konuyla ilgili bilim adamlarını yaptığı bir araştırmaya göre;

Hastanelerin acil servislerine başvuruların % 80-90 arasındaki bölümü, Merdivenlerden düşme, el kemse vakalarının artışı doktorlarında ilgisini çekmiştir. Bazı kişilerin ise nasıl olupta sanki adetmiş gibi herkesten daha fazla kazaya uğradıklarının sebeplerini araştırmışlardır ve Kazaların %80-90’ının tesadüf olmadığını görmüşlerdir. Gerçekten de kazaya uğrayan kişilerin çoğu psikolojik mücadeleler arasında yorgun düşen kişiler olduğu ortaya çıkmıştır.

Yapılan bir başka çalışmadı ise; hiç kazaya uğramayan 10 kişilik bir grup ile, sık sık kazaya uğrayan diğer bir 10 kişilik madenci grubu, Colorado Üniversitesi profesörleri tarafından psikolojik testlere tabii tutulmuşturlar. Sonuçta ailevi sıkıntıları olan, işlerinden emin olmayan veya amirleriyle arası kötü olan madencilerin en çok kazaya uğradıkları anlaşılmıştır.

Bazı kimseler ise; fedakâr görünmek arzusuyla çırpınırlar. Zalim bir müdür, amir, hadbir bir eş veya eziyetçi eşler şikâyetlerinin çoğusu hayatlarını asla değiştirmeyi düşünmezler. Özellikle de ülkemizde bu daha sıktır. Çünkü eşlerinden veya işlerinden ayrıldıklarında yuvam dağılacak, çocuklarım annesiz veya babasız büyüyecek gibi olumsuz düşüncelerdir. Halbuki çocuğun veya diğer aile fertlerinin o ortamda yaşamaları daha derin yaralar açabilmektedir.

Mutluluğa giden ön önemli yol ise insanın kendi kendine güvenmesi değimlidir? Yalnız insanın kendisine güvenmesi güçlükleri inkar etmesi anlamına gelmemesi lazım. Tam bir özgüven insanın karşılaştığı üzüntü ve zorlukları realist bir bakışla görmesini mümkün kılmaktadır. Ayrıca, bizleri, isabetli bir şeklide hareket etmeye teşvik etmez mi?

Ancak şikayetimizle başa çıkmanın yolunu bulabildiğimiz takdirde, başkalarıyla daha iyi anlaşabileceğimizi düşünmek gerekmektedir. Ağlamak, sızlanmak, sinirlerimizi kontrol etmemek etrafımızdakileri bizlerden uzaklaştırmaktan başka bir işe yarar mı? Cesaretle mücadele etmek sorunlarımızla bize etrafımızdakilerin daha fazla desteğini sağlamaz mı?

Adem YILDIRIM