Son yılların belki de en çok telaffuz edilen terimidir küreselleşme. Uluslararası çizgiyi aşıp sınır ötesi yaşamaktır, başka bir dilde konuşmak başka fikirde düşünmektir. II. dünya savaşı sonunda dünya dengeleri Amerika ve Rusya arasına sıkışıp kalmıştı, artık global yaşamda iki saf oluşmuştu. II. dünya savaşından sonra artık savaşın bir güç oluşturma biçimi olduğu fikri kaybolmuştur, artık teknoloji ve büyük ekonomik yapı en büyük güç kaynağıdır. Sonuçta milyonlarca askerin olmasına, milyonlarca silahının olmasına gerek yoktur, çünkü savaşı kazandıran sadece bir bomba.Savaşın önemini kaybetmesi teknoloji ve ekonominin güç kazanması devletler arasında büyük çekişmeye yol açtı. Ve bu çekişmeli ortamda en çok kullanılan terim küreselleşme yayılmaya başladı. Son derece tehlikeli olan bu terim gün geçtikçe küresel güçlerin en büyük silahı basın sayesinde yumuşatılarak bir gereksinimmiş gibi lanse edildi. 90 lı yılların en kötü çocuğu olan küreselleşme yıllar sonra kuzu postu giymiş kurt gibi aramızda gezmeye başladı hayatımızın her safhasına girdi artık bizim için bir yaşam biçimi oldu. “ Merkezi Amerika’da bulunan bir şirketin Londra’daki bürosunda çalışan genç İngiliz, işi bitince Japon yapımı arabasına binerek eve döndü. Alman mutfak gereçleri ithal eden bir firmada çalışan eşi eve ondan önce gelmişti, çünkü İtalyan arabasıyla trafikte daha kolay ilerleyebiliyordu. Yeni Zelanda pirzolası, Kaliforniya havucu, Meksika balı, Fransız peyniri ve İspanyol şarabından oluşan yemeklerini yedikten sonra Fin yapımı televizyonlarında İngilizlerin Falkland adalarını alışına dair bir program seyrettiler “işte küreselleşmenin en güzel tanımını R. Williams böyle yapmış.

Sponsor Bağlantılar

Her şeyden önce şunu çok iyi kavramalıyız; bu konuyu değerlendirmemizde Işık olarak MUSTAFA KEMAL’i almalıyız. M. Kemal, gerek Milli Mücadele döneminde, gerekse Cumhuriyet döneminde, dünyada olan gelişmelere ve değişmelere duyarsız kalmamış, hepsini yakından takip ederek olumlu ve olumsuz yönlerini tespit etmiş ve ülkemiz için zararlı olabilecek etkilere karşı önlemler almıştır. Gelişmeleri önyargısız değerlendirmiş, doğrudan kabul veya olduğu gibi ret yöntemine başvurmamıştır. Bu bağlamda bizlerin de küreselleşmeyi tamamıyla yararlı veya tamamıyla zararlı bir kavram olarak değerlendirmemiz mümkün değildir. Bu olgunun olumlu etkileri olduğu gibi pek çok da olumsuz etkisi var. Küreselleşme bilgi ve teknolojik iletişim adına son derece faydalı bir yapıya sahipken ne var ki , bu terimin küresel yapı içine sızmış emperyalist ülkeler tarafından ekonomik silah olarak kullanmaları son derece zararlı yanını göstermektedir

Kapitalizm denilen olgu var olmaya başladığından beri kapitalist düşünce sınırları aşmaya global ekonominin oluşmasına neden oldu, bunu oluşturmak için küresel piyasaların kapılarını açması gerekiyordu bunu yapmak içinde gerekli olan şey sınırları her yönden açmak insanlara yeni gereksinimler yaratmaktı. Bunun içindir ki bazen değişik düşünce kurumları ve strateji araştırma kurumlarında küreselleşme kapitalizmin bir basamağı olarak görülmekte ve dile getirilmektedir. Ama şu bir gerçektir ki kapitalizm ve küreselleşme her daim emperyalizmin önünü açmıştır. Küreselleşme denilen olguda her zaman en önemli etki insan faktörüne yönelik olmalıdır bu basın yayın yoluyla insanlara kabul ettirmeli ve kendi değerlerinden fazla başka değerlere önem vermeyi sağlamaktı. İşte küreselleşmenin ulusal ekonomiye etkisi burada başlıyor. Düşünün dünyanın en kaliteli bluejean markası kot kumaşını Türkiye den alıyor dünya pazarına Türkiye den giden kot kumaşını kullanarak biraz tasarımlayarak sahip oluyor, Türkiye den giden kumaş 5 liraya gidiyorsa bizim gönderdiğimiz kumaş tekrardan bize 20 liraya geliyor ama insanların aklında kalite, gönderilen kumaşın Türkiye den gitmesinden değil ürünün üzerinde yazan markadan kaynaklanıyor. Aynı kumaştan yapılan aynı model bluejean bir Türk markası olarak rağbet görmezken aynı kumaşı kullanan aynı model bir Alman markası son derece fahiş bir fiyata ürününü pazarlamaktadır. Burada da devreye küresel ekonominin ve kapitalizmin en büyük silahı devreye giriyor basın yayın silahı, ve bu silahı kullanarak güzel bir reklamla ürünü süslemek ve marka değerini arttırmak. Güzel ve kaliteli bir mal yoktur güzel ve insanları etkileyen bir reklam vardır. Küresel ekonomilerde bu durumu çok güzel kullanırlar ve ürünü pazarlayacakları ülkenin kültürel yapısına göre reklam yapmayı tercih ederler. Dünyanın en büyük firmaları neden dünyanın her yerinde her zaman çalıştıkları en büyük reklam şirketini kullanmazlar, çünkü bu sektörde en iyisi diye bir şey yoktur. Amerika nın en büyük reklam şirketi sadece Amerika da en güzel reklamı yapar, çünkü bildiği yer Amerika dır tanıdığı kültür Amerikan kültürüdür aynı firma aynı ürünün reklamını Amerika dan gelip Türkiye de yapamaz, çünkü tutmaz, küreselleşmenin tek kullanılmadığı yerde belki reklam sektörüdür ürün aynıdır ama reklam her zaman farklıdır. Dünyanın en büyük İçecek firması Brezilyada ürününe yaptığı reklamında bölgenin en büyük ilgi alanı futbolu format olarak kullanıyor, aynı yaptığı reklamı Türkiye piyasasında aynı reklamla yayınlayamaz, çünkü aynı duyguya hitap edemez. Aynı firmanın Türkiye de yaptığı reklamlara bakarsak ramazan ayında dini duyguların en yoğun olduğu zamanda reklam formatı dini duygulara yöneliktir, milli maç dönemlerinde yaptığı reklam milli duygulara yöneliktir. dediğimiz gibi basın yayın organları küresel sermayenin en büyük silahı, düşünsenize gazeteler reklam almadan hayatta kalmazlar çünkü masrafı getirisinden daha fazla olursa batarlar, ancak birçok gazete tiraj ı ne kadar düşük olsa da masrafı getirisinden fazla olsa da kapanmaz ve yayınına devam eder çünkü misyonu kar yapma değil, belirli konuları halka iletme, bazı konuları halka adapte etmedir misyonu.

Türkiye gibi bir ülkede küreselleşmenin etkin olması gayet zor gibi görünürdü, çünkü gelenekçi yapısı dışa kapalı çerçevesi küresel sermayeyi küresel siyaseti ve son yıllarda çokça kullanılan küresel kültürü hazmetmeye kapalıydı, bir ülkenin gelenekçiliğini bağlılığını yıpratmak için o ülkede kutuplaşmalar yaratmak gerekirdi. bu konuda oldukça hassas olan Türkiye bu oyuna geldi, yıllarca değişik medeniyet ve kültürleri bünyesinde yaşatarak bunu bir zenginlik olarak gören Türkiye son yılarca kendi silahıyla vurulmaya başlamış değişik kültürleri kullanan bazı dış mihraklar bu zenginlikleri ülkeyi zedeleyen bir kutuplaşma haline getirmişlerdir. Yıllarca kardeş diye nitelenen kültürel klanlar zamanla kışkırtmaların aleti olarak ülke içinde bir hak ve özgürlük istemiyle yanıp tutuşmaya başladılar. Bunun sonucunda da kendini kışkırtan mihrakların maşası haline gelerek ülkeyi bölücü bir faaliyet içine soktular. Kendi toplumuna uzaklaşmaya başlayan bu gruplar kaçınılmaz bir biçimde emperyalist ülkelerin kaos değneği haline geldiler. Ülke içinde çıkan huzursuzluk, bölünme ve parçalanma sinyalleri iki tarafı da dışa itmeye başladı değişmez kalıplar değişmeye vazgeçilmez feragat lar olmaya başladı. Gelenekçi olmayan bir ülke için belirli bir kalıbı olmayan bir ülke için küreselleşme aslında çokta kötü bir şey değildir ancak yıllarca belirli bir sistemini
kültürüne oturtmuş olan bir ülkede küreselleşme sona yaklaşma demekti. Aslında bunun kökeni lale devrinde başladı Osmanlıdan dışarıya gönderilen elçilerle başladı bunun başlangıcı. Paris, viyana. Moskova ve Lehistan a a gönderilen elçilerin gönderilme amaçları Avrupa da ki teknik bilim ve sosyal gelişmeleri takip etmeyi ve Avrupa devletlerinin politikalarını öğrenmeyi amaçlamıştır. Bu güne kadar dışa kapalı yaşayan devlet artık politikasını değiştirerek dışa açılan bir sisteme geçmişti. ancak bilim teknik ve diğer ülke politikalarını takip etmeye gönderilen elçiler tam tersi bir tavır sergiledi. batının marjinal yaşam biçimi halktan kopuk yaşam felsefesini ve siyasi organizasyonunu birebir Osmanlı yönetimine uygulattı, yönetim bu konudan gayet memnun bir haldeydi lüks yaşam ve göz boyayıcı eğlence yaşamı son derece cazip gelmişti ve kimsede bu durumun Osmanlı devletini sona doğru yaklaştırdığını göremedi. Ünlü tarihçi Hammer in bu durumu açıklayan çok güzel bir sözü var “sanmayın ki Osmanlıyı yıkan haçlı ordularıdır, sanmayın ki Osmanlı kendinden daha güçlüler e yenildiği için yıkıldı şudur ki nedeni Osmanlı zevk-i sefaya, nefs-i sefaya yenildi” Bu günde bu durumun aynısını görmek hiç de zor değil sadece elçiler gönderilmedi o kadar, basın ve yayın organları bu görevlerini son derece başarılı bir biçimde yerine getiriyor.

Küreselleşme kendi başına yayılan ucu açık bir kavram mı peki? Bu sistemi yöneten bir güç var mı ? Kimse bu soruların cevabını aramadı, arayamazdı, çünkü arayanlar bu gücün sahipleri tarafından tarihe gömüldü. Bu gücü kullanan oligarşik grup tüm dünyaya zehirli bir sarmaşık gibi yayıldı dedik kimi zaman adı NATO oldu kimi zaman IMF kimi zamanda dünya bankası hepside duyunca ne kadarda masum gibi görünüyor, kötü günlerinde devletlerin en büyük yardımcısı sanılıyor. Peki hiç düşündük mü biz, ulusal bir devlette alınması gereken vergileri bu vergilerin nerden kimden alınacağını hangi oranlarda alınacağını IMF nin belirlediğini, bağımsız bir ülkede senin vergini küresel bir güç belirliyorsa bağımsızım demek biraz absürt olmaz mı? Ne farkı var acaba IMF nin düyun-ı umumiyyeden? Şimdinin IMF si 1881-1928 de kurulan düyun-ı umumiyyeden yani dış borçları denetleme kurumundan ne farkı var O zamanlar Osmanlı mali idaresi içinde kurulan bu kurumun başında yabancı borç denetçileri vardı Osmanlının girdisini çıktısını hesap edip kendilerine düşen payı tahsil edip geri kalanını da devlete harçlık gibi verirlerdi. Yıllar sonra bu kurumun değişerek gelen bir adı vardı o da IMF binevi aynı işlevi yapıyor, borçlar alınmadan önce şartnameler hazırlanıyor hangi koşullarda bize borç vereceğini belirtiyor kurum. Bağımsız bir ülke de buna bağlı olarak ulusal meclisinden IMF den gelen emirler doğrultusunda kanun ve yasalar yapıyor ekonomik stratejiler geliştiriyor kendi ülke politikasına uygun yapması gereken bu stratejileri küresel sermayenin silahına hizmet olarak gerçekleştiriyor olması ulusal yapının son bulduğu anlamına geliyor. İşte ekonomik bağımsızlık burada ellerden kayıyor ya ulusal güvenlik ve stratejik politikalar burada da elimizi kolumuzu Birleşmiş Milletler ve NATO. ) Nisan 1949 da Washington da kurulan NATO amacı 3, 4, 5 inci maddelerinde gayet açık ifade edilmiştir. Üye devletler ortak savunma için yeteneklerini geliştirmeye, herhangi bir üyenin toprak bütünlüğü, siyasî bağımsızlık ve güvenliği tehlikede olduğunda bir araya gelmeyi ve herhangi birine saldırıldığında bu saldırıya hepsine karşı yapılmış bir saldırı olarak kabul etmeyi taahhüt etmişlerdir. Bu bileşkeye Türkiye Yunanistan la birlikte 1952 de eş zamanlı üye olmuştur. İşte bu saatten sonra ülke güvenlik politikası ve kırmızı çizgiler açık ve esnek bir yapıya gelmiştir. Üye ülkeler arasında yeniden güvenlik anlaşmaları yapılarak bazı konularda kırmızı çizgiler yeniden çizilmiştir ülkelerin katı ulusal güvenlik politikaları üye devletler arasında esnek bir hale getirilmiştir Ve NATO nun yılarca süren etkinliği açığa çıkmıştır. NATO nun etkinliği sadece dış güvenlik ile sınırlı kalmamıştır. 1950’li yıllarda İTALYA ‘dan başlayarak NATO ülkelerinde gizli Özel Harekat daireleri kurulmuştur. Örgütün İtalya’daki adı Gladio (Kılıç) idi. Yunanistan’da B-8 ya da SheepSkin (Koyun Postu), Belçika’da SDRA-8, Hollanda’da NATO Command, Batı Almanya’da Gehlen Örgütü, Stay Behind ya da Sword, Avusturya’da Schwert, Fransa’da Rüzgâr Gülü, Türkiye’de Özel Harp Dairesi, Kontrgerilla, İspanya’da Anti-Terör Kurtarma Grubu (GAL), İngiltere’de ise, Secret British Network olarak bilinir.

GLADİO adı ile anılan bu birimler ülkelerdeki devrimci sol hareketler başta olmak üzere her tür muhalefete karşı bir önlem olarak oluşturulmuştur. Bu birimler aynı zamanda Derin devlet kavramının da ortaya çıkmasında büyük rol oynamıştır. Pek çok ülkede daha sonra bu birimler ortaya çıkarılarak sorumluları yargılandıysa da, TÜRKİYE dahil çoğu ülke bu süreci henüz yaşamamıştır. NATO soğuk savaştan sonra bu birimlerin yani Gladio nun dağıtılıp tasfiye edildiğini söylese de bu konuda muammalı durum hale ülkelerin üzerinde kara bir bulut gibi durmaktadır. Türkiye Gladio adına fazla yabancı bir ülke değildir. Her daim ülke gündemini meşgul etmesine karşın bu güne kadar somut bir tarifi yapılamamıştır.

Türkiye 3 kasım 1996 da Balıkesir in susuzluk ilçesinde olan bir kazayla sarsıldı literatürlere susurluk skandalı olarak geçen bu kaza normal bir kazadan öte derin ilişkilerin gün yüzüne çıktığı bir olay olarak tarihe kazındı. 20 RC 721 plakalı kamyona çarpan 06AC600 plakalı Mercedes marka araba belki de ülkenin karanlık geçmişin bir tarihi kanıtı gibiydi, araçta devlet-siyaset-mafya üçgeninin bir kanıtı vardı. DYP Şanlıurfa milletvekili SEDAT BUCAK, İstanbul Kemalettin Eröge polis okulu müdürü HÜSEYİN KOCADAĞ, Mehmet ÖZBAY sahte kimlikli ABDULLAH ÇATLI ve Melahat ÖZBAY sahte kimlikli GONCA US bulunmaktaydı. Yıllarca aranan Abdullah Çatlının içerisinde bir milletvekili ve bir üst düzey polis müdürün olduğu bir arabada kazaya kurban gitmesi hiçte masumane bir olay değildi. yıllarca derin devlete hizmet ettiği konuşulan ve daha sonraları kendi imparatorluğunu kuran çatlı hala devletle olan bağını koparmamıştı. Peki bu kaza tesadüfmüydü yoksa GLADİO nun tasfiyesi niteliğinde bir komplomuydu. İlk bakıldığında tasfiye gibi görünse de bu derin bağ çözülmek için açılan davalar kapatılmaya bazı deliller karartılmaya başlanınca olayın bir derin çatışma olduğu anlaşılmıştı. Sorun görüldüğünden de derindi devletin en üst kademesi davayı engelledi dava kısmi bir biçimde incelenip sonuçlandı. Derin ilişkilerin sorgulandığı bu davada anlaşıldığı gibi küçük örgütlenmeler yoktu, tepe noktası da bu kirli ilişkiye bulaşmış gözüküyordu. Gladio nun tasfiyesi olarak gösterilen bu olay aylarca ve yılarca gündemden düşmese de hala çözülmüş ve çözülmeye çalışılmış bir olay değil hala kapalı bir şeyler vardı ta ki yıllar sonra Ergenekon denilen dava açılana kadar.

Küreselleşen devletlerin sorunları ve kendilerini küresel olarak bağımlı hale getiren kurumları sıraladık, güvenlik konusunda olsun, siyaset konusunda olsun, ekonomi konusunda olsun nasıl da bağımlılık yaratan uluslar arası örgütler olduğunu söyledik. Ama şunu da söyleleyelim peki bu durumda birleşen dünyadan ayrı durmak ne anlama geliyor ? bunun cevabı basit birleşen
dünyadan ayrı durmak en gözü aç emperyalist ülkelerin avı durumuna düşmek oluyor, son yıllarda bunların örnekleri var kendini başka bir dünya olarak gören devlet başkanlarının bir sabah boynunda iple boşluğa bırakılması bunun kanıtıydı. yalnız gezen yalnız ölür. Şu unutulmamalı her gün bir önceki günden daha hızlı koşmalısınız, çünkü bir gün önce sizden daha yavaş koşan ceylan aslana av oldu. Peki bu zıt durum nasıl aşılır küreselleşmelimi yoksa küreselleşmeye karşımı konulmalı?. Küreselleşmeyi kendimize avantaj olarak çevirebilirsek hiçbir ülkenin hegemonyası altında kalmayız, bunu da iradeli bir siyaset, demokratik bir ordu ve sağlam temellere oturmuş bir ekonomiyle başarabiliriz. Düşünün Türkiye de özel bir kurumda ihale almış olan Koreli bir firma Türkiye içinde kullanacağı araba tercihini Japon menşeli bir markadan yana kullanıyor, bir alman çok iyi İngilizce bilmesine rağmen mecburen kalmayınca kendi dili dışında konuşmuyor bunun nedeni ulusal değerlere verilen saygı ve bağlılıktır. Türkiye açısından durum nasıl ?Türkiye son yıllarda ekonomik açıdan fazla parlak bir döneme girmese de eskiye oranla daha bağımsız bir hale geldi üreten bir yapıda hızla ilerlemeye başladı eskiden toplu iğne için bile uluslar arası ekonomiye muhtaçken bu gün değişik sektörlerde dünyanın en büyük tedarikçisi konumunda. Bölgesel konumunu iyi değerlendirip Avrupa ülkeleri üzerinde bir baskı kurabilirse, muhtaç değil muhtaç olunan bir konuma gelebilirse küreselleşen dünyanın ezilen değil söz sahibi bir devleti haline gelir. Örneğin nabucco projesi gibi Amerika ve AB ülkeleri şimdilerde bu proje için Türkiye ye muhtaç konumda. Siyasi otorite bunu kendisine avantaj olarak çevirebilirse Türkiye tekrardan kaybettiklerini kazanabilir etkilenen bir ülke değil etkileyen bir ülke olur. Ulus olmayı başarabilirsek ve sadece Türkiye değil tüm dünya Türkleri olarak başarabilirsek emperyalizmin oyuncağı kapitalizmin sermayesi konumuna düşmeyiz. Küreselleşen dünyadan kopuk ulusal bir model değil, Küreselleşen dünya içinde güçlü bir ulusal model olmak önemli olan.

MUSA TOSUNOĞLU tarafından “Makale Yarışması” için yazılmıştır…