Erden ÖZKANT

Şimdiye kadar birçok kez “Liberal Müslüman olamaz mı” veya “Liberal Müslüman olabilir mi” soruları gündeme geldi, aynı “dindar ailelerin çocukları niye dindar olmuyor’ sorusu gibi… Kimisi “Müslüman insan liberal olamaz” derken kimisi de “Müslüman insanlar da pekâlâ liberal olabilir” dedi. Doğrusu bu hafta yayınlanan iki farklı görüşteki yazılar kadar bilinçli yazı yazılmamıştı son zamanlarda medyamızda bu konuda. Gerçekten ikisi de insanı bilgilendirici yazılar… Önce ikisini de alıntılayalım…
Birincisi: Yenişafak gazetesi yazarı Özlem Albayrak’ın, 29 Temmuz Cuma günü “Liberal Müslüman olur mu” başlıklı yazısı:  Bir süredir dipten akan bir tartışma var muhafazakâr camiada: “Liberal Müslüman olur mu?”, “İslam ve liberalizm aynı cümle içinde yan yana gelir mi?” Yalnızca liberallik değil elbette, sosyalist Müslüman ya da milliyetçi Müslüman kategorileri de var, ancak liberal Müslüman ayrımı sanırım bunlar içinde en güncel olanı ve aritmetik olarak en geniş kitleyi kapsayanı. Aslında genellikle Müslümanlar kendilerini “liberal” olarak tarif etmiyor, hatta bazısı bu sıfata bozuluyor bile, ancak aşağıda belirteceğim nedenler dolayısıyla Müslümanlar arasında böyle bir kategorinin oluştuğunu –en azından görüntüde- varsayabiliriz, diye düşünüyorum. Bu tartışmanın ateşini ekonomide uygulanan neoliberal politikalar olduğu kadar, aslında ondan daha çok AK Parti iktidarı döneminde ivmelenen modern Müslüman kimliği tetikledi. Karar verici mekanizmalarda bulunan ya da bulunmasa bile bir sivil toplum ağı içinde örgütlenen dindar Müslümanların insan hakları ve özgürlükler sözkonusu olduğunda “damdan düşenin halini damdan düşen anlar” düsturunca, yıllar boyunca rejimden dayak yemiş, ötekileştirilmiş hemen tüm toplumsal gruplara sahip çıkmaya başlaması, dindarlarla liberal kalem ve düşünürleri aynı kesişim kümesi içinde buluşturdu. Siyasal pozisyon olarak statüko karşıtı olmakla ve iktisatta liberal politikalarla birleşen bu kesişim kümesini, geliri arttıkça mülk edinmeye, cipe binmeye, elinde meyve suyu dolu kadehle içkili ortamlarda bulunmaya, gece kulüplerinin tadına bakmaya ve kadın-erkek ilişkilerinde artık eskisi kadar hassas olmamaya başlayan dindarların yaşam tarzı biraz daha genişletti ve sözkonusu ettiğim alan, belirginleşti. Liberallerle dindar Müslümanları eylemce bağlayan bağlar arttı. Bu kümenin ortaya çıkması, vesayetin çatırdaması, özgürlüklerin genişletilmesi, Türkiye’nin ötekilerinin seslerinin çıkmaya başlaması yolunda çok önemli, kırılma denebilecek kadar önemli sonuçlara yolaçtı. Ancak, bendeniz yine de İslam ve Liberalizm arasında, bir insanın kendine “Müslüman liberal” diyebilmesinin önüne geçecek ölçüde ciddi ontolojik ayrımlar olduğunu düşünenlerdenim. Bu noktada uzun uzun, Locke, John Stuart Mill, Adam Smith, David Hume referanslarından girip, Popper, Berlin, Hayek’ten çıkarak liberalizm eleştirisine varılabilir, ancak konuyu ontolojik/temel bağlamda ele almanın daha net ve açıklayıcı olacağı kanaatindeyim. Şöyle ki; liberalizm bireyi merkeze alan ve özgürlüğü önceleyen bir sistemdir, statükoya karşıdır ve varlığın düzenini devam ettiren bir “görünmez el” olduğu varsayımıyla mukimdir. Liberalizm teorisine göre, her birey kendi menfaati peşinde koşarken, katkıda bulunmayı amaçladığından çok daha fazla başkalarına katkıda bulunur. Herhangi bir otorite tarafından insana yapılan/dayatılan müdahale ise bu tabii işleyişi bozar. Oysa tam da İslam indinde, bu tez doğru olsa bile –ki değildir, aksi takdirde dünyanın güney yarıküresindeki açlar, açıklanamaz hale gelir- “menfaat peşinde koşarken, farkında olmaksızın başkasına bulunulan katkı”nın bir kıymeti harbiyesi yoktur. Çünkü İslam, kulluk yolundaki insanın özdenetimini öngörür ve kendini yasaklı birtakım dünyevi zevk ve mutluluk araçlarından alıkoymuş bireye, uhrevi vaatlerde bulunur. Minik bir not düşmek gerekirse; buradan İslam’ın asketik bir din olduğu sonucunun çıkmaması gerektiğini hatırlatalım. Hatta bilakis, Weber’in tezine göre, kapitalizm asketizm sonucu doğmuştur. Kolonyalizm ve dünyevi asketizm, kapitalin biriktirilmesi ve biriken sermayenin yeni yatırımlar için kullanılması sonucunu doğurmuş, bu da Kalvinizm mezhebinde neş-ü neva bulmuştur. Liberalizme dönersek, liberallerin genelde savunduğu, bu ideolojinin dinle ilgili herhangi bir yorumu olmadığı ve neye inanırlarsa inansınlar bireylerin seçtikleri hayat biçimlerini yaşayabileceği politik bir toplum yapısı oluşturma fikridir. İlk bakışta gerçek bir özgürlük algısı gibi gözükse de, sözkonusu İslam olduğunda manzara değişir. Yüzlerce örnek verilebilir ama biriyle yetinmek isterim: Bireyi neredeyse kutsallık atfedercesine öncelemek, bireye sorumluluklar-sınırlar-görevler ihdas etmiş bir dinle bağdaşmaz. Sonuç olarak, Türkiye’nin sırtındaki pek çok kamburdan kurtulmasında büyük çabaları görülmüş olan liberal kanaat önderlerine teşekkürle yazıyı bitirelim, ama Müslüman-liberal nitelemesine de pek yüz vermeyelim, demek isterim.

Sponsor Bağlantılar

İkincisi: Albayrak’ın bu yazısı üzerine Star gazetesi yazarı Mustafa Akyol’un, 3 Ağustos Çarşamba günü yayınlanan “Liberal Müslüman olmaz mı” başlıklı yazısı: Yeni Şafak gazetesinin ilgiyle okuduğum yazarlarından Özlem Albayrak, geçen hafta “Liberal Müslüman olur mu?” başlıklı bir yazı yazdı. Bu sorunun muhafazakar camiada bir süredir tartışıldığını belirten Özlem hanım, kendi cevabını da kestirmeden verdi: “Liberal Müslüman” olamazdı, en azından olmamalıydı, çünkü liberalizme göre “her birey kendi menfaati peşinde koşar”dı. Oysa İslam “bireye sorumluluklar-sınırlar-görevler ihdas etmiş” idi.

Ben tabii böyle düşünmüyorum. Düşünmeyişimin sebebi de, liberalizmin sıkça indirgendiği bu “menfaat peşinde koşan birey” karikatürüne inanmayışım.

Bu karikatürü o kadar sık görüyoruz ki Türkiye’de… Geçenlerde muzip bir banka reklamında bile vardı. “Fakir ama onurlu bir genç”e kızını bırakması için para teklif eden “röptoşambırlı fabrikatör”, tam bizde “liberal” denince akla gelen tipti: Bir elinde viski, öbür elinde puroyla paracıklarını sayan, “hayatı çok seviyorum, ho ho ho” diye kahkaha patlatan bir zevkperest.

‘Menfaat peşinde koşmak’

Oysa gerçekte liberalizmin ideali, “menfaat peşinde koşan birey” değildir. Neyin peşinde koşacağına kendi karar veren bireydir. Menfaatçi olmayı seçebilir kuşkusuz. Ama fedakar, yardımsever ve paylaşımcı olmayı da seçebilir. Din-dışı bir hayatı seçebileceği gibi, alabildiğine dindar olmayı, hayatını zühd ve takvâ içinde geçirmeyi de tercih edebilir.

Liberalizmin ısrarı, bireylerin kendi hayatları üzerindeki asıl karar mercii olmasıdır; o kararın “menfaatçi” olması değil.

Mesela, bakın mübarek Ramazan ayına girdik. Oruç, gücü yeten her Müslüman için bir vecibe. Eğer liberalizmi Özlem hanımın tarif ettiği gibi anlayacaksak, “liberaller herhalde oruç tutmaz, çünkü onlar istek ve tutkuları üzerinde herhangi bir sınır tanımaz, ne zaman canları çekerse o zaman yiyip içerler” diye bir tahminde bulunmak lazım.

Oysa benim hem Müslüman hem de
liberal olan nice arkadaşım var ve hepsi de kendi iradeleriyle açlıklarını bastırıp diğer tüm müminler gibi iftar saatini bekliyor. Liberallikleri, ancak birilerine “zoraki oruç” dayatılırsa ortaya çıkar. Buna karşı çıkar, “isteyen oruç tutsun, isteyen tutmasın” derler.

Bireyin sorumluluğu

Bana enteresan gelen, liberalizme yönelik bu “menfaatçilik” suçlamasının, İslamcılar’dan Kemalistler’e, milliyetçilerden solculara dek tüm bir “Türkiye yelpazesi” tarafından benimsenmiş bir ezber olması.

Sanırım, farklı ideolojik pozisyonları olsa da, tüm bu gruplar, “cemaatçi” bir zihniyete sahipler. İnsanların, ancak kolektif gruplar içinde ahlaklı olabileceklerini, “sürüden ayrıldıkları”nda ya kendi nefislerindeki tutkular ya da dış dünyadaki saptırıcılar tarafından ayartılacaklarına inanıyorlar.

Bir başka deyişle, bireyselleşmenin mutlaka bencilleşme yaratacağını düşünüyor,“bireysel ahlak”a pek itimat etmiyorlar.

Oysa, başkaları neyse de, en çok mütedeyyinlerin “bireysel ahlak”ı önemsemesi gerek. Çünkü İslam’da imanın “taklidi” değil “tahkiki” olanı, yani kalabalığa uymayla değil “bireysel tefekkür”le ulaşılanı makbuldür. İbadetin de “konu-komşu ne der” endişesiyle değil, sadece Allah rızası için yapılanı değerlidir.

Aslında İslam’ın özünde bireye hitap eden bir din olduğunu Özlem hanım da teslim etmiş: İslam’ın “bireye sorumluluklar-sınırlar-görevler ihdas etmiş” olmasının anlamı başka ne ki?

Bana sorarsanız, liberalizm, işte bu “sorumluluklar-sınırlar-görevler”in dış baskıyla değil de iç şuurla yerine getirilmesinin siyasi ve toplumsal zeminidir.

Çünkü, liberal düşünür Lord Acton’ın ifadesiyle, “özgürlük, canımız ne isterse onu yapma hakkı değil, yapmamız gerekeni yapabilme gücüdür.”

Gördüğünüz gibi iki farklı görüşte yazılmış yukarıdaki yazılar ancak ikisi de argümanlarını ileri sürerek “Niye” sorusuna çok iyi cevap veriyor. Veriyor ama ben yine de Albayrak’ın yazısına katılmıyorum.

“Çünkü”sü bir sonraki yazıda…

Liberal Müslüman Olamaz mı? – 1
Liberal Müslüman Olamaz mı? – 2