Birinci Bölüm

Sponsor Bağlantılar

Bir papazdan aldığı yarım yamalak eğitimle on beş yaşına gelen Charles Bovary, Rouen Koleji’ne verilir. Sınıf arkadaşları, aralarına yeni katılan bu yeni öğrenciyi çok komik bulurlar, onun köylü kılığıyla, saf duruşuyla, şaşkınlığıyla dalga geçerler. Eski bir alay cerrahı yardımcısı olan babası, zengin bir kadınla evlenince kendisini iyiden iyiye tembelliğe vermiş, vaktinin çoğunu servetini tüketmek için harcamıştır. Babasının aksine annesi, oğlunun okuması, yüksek yerlere gelebilmesi için çok emek sarf etmiştir.
Annesinin onca çabasına rağmen, Charles başarılı bir öğrenci olamaz. Tıp okuması için kolejden alınır. Charles’a tıp dersleri çok ağır gelir, çok çalışmasına rağmen derslerden hiçbir şey anlamaz. Doktorluk belgesi almak için girdiği sınavda başarısız olur. Annesinin teşvikiyle sınavlara yeniden hazırlanır, gece gündüz çalışır, her şeyi ezberler. Sonunda iyi bir notla sınavı geçer.

Charles Bovary, annesinin yönlendirmesiyle Tostes’ta doktorluğa başlar. Yine annesinin isteğiyle kırk beş yaşında dul bir kadınla evlenir. Madame Dubuc, yüzü sivilcelerle dolu, çalılar gibi kuru, son derece çirkin bir kadındır. Sürekli kendisiyle ilgilenilmesini ister, istekleri bitmez, her şeyden dert yanar. Annesinin zoruyla evlenmiş olan Charles, mutlu değildir.

Bir gece yakın bir çiftlikten mektup gelir. Mösyö Rouault adındaki hali vakti yerinde olan bir çiftçinin kırılan bacağını tedavi etmesi için çağrılmaktadır. Karısını iki yıl önce kaybeden Rouault Baba, Emma adındaki genç kızıyla birlikte yaşamaktadır. Charles, Bertaux Çiftliği’ne gitmek için sabahın dördünde yola koyulur. Çiftliğe giderken hocalarının kırıkla ilgili öğrettiği bilgileri hatırlamaya çalışır. Charles, beklediğinden daha basit bir kırıkla karşılaşır. Doktor Charles, çiftlikte Roult Baba’nın genç ve güzel kızı Emma’yı görür. Emma’nın bembeyaz ve parlak tırnaklarına, özellikle de kestane rengindeki gözlerine hayran kalır. Kırılan bacağın sargısı bittikten sonra çiftlikten ayrılır. Üç gün sonra geleceğini söyler, ancak hemen ertesi gün hastayı kontrole gelir. Sonraki haftalarda da çiftliğe sık sık gelir. Charles Bovary, hem Rouault Baba’dan hem de kızı Emma’dan çok hoşlanmıştır.

Kocasının para almamasına rağmen yeni kıyafetini giyip sık sık Bertaux’a gitmesinden şüphelenen Madame Dubuc, ufak bir araştırmadan sonra, Mösyö Rouault’nun manastırda rahibelerin elinde yetişmiş, dans, coğrafya, elişi bilen, piyano çalan bir kızının olduğunu öğrenir. Kocasının çiftliğe niçin gittiğini anlar. Madame Dubuc, bir daha çiftliğe gitmemesi konusunda kocasına yemin ettirir. Charles bir daha çiftliğe gitmez.

Beş ay sonra Charles’ın karısı ölür. Bir sabah Rouault Baba, bacağını iyileştirme ücretini getirir. Kızı Emma’nın da kendisini özlediğini söyler ve doktoru çiftliğine davet eder. Karısını kaybettiği için üzgün duran Charles’a, moral verecek sözler söyler.

Karısının ölümünden sonra özgürce hareket etme olanağı bulan Charles, günden güne yaşamdan tat almaya, mutlu olamaya başlar. Yapmak istediklerini gönlünce yapar. Bertaux’a da canı istediğinde gider. Charles ile Emma her geçen gün birbirlerine biraz daha yakınlaşırlar. Charles, Emma’yla evlenmeyi düşünür. Doktorun yanında kızının yanaklarının kızardığını gören Rouault Baba, her şeyin farkındadır, doktorun pek yakında kızını istemeye geleceğini düşünür.

Nihayet bir gün Charles Bovary, sevdiği kızı babasından istemek üzere Bertaux Çiftliği’ne gider. Rouault Baba’ya bir şeyler mırıldanır, fakat bir türlü asıl konuya giremez. Başından beri her şeyin farkında olan Rouault Baba, razı olduğunu, kızıyla konuşup kendisine haber vereceğini söyler. Kızının fazla heyecanlanmaması için de, şayet kızının cevabı olumlu ise pencerenin panjurunu duvara çarparak kendisine işaret göndereceğini söyler. Doktor, atıyla biraz uzaklaşır, meraklı gözlerle beklemeye başlar. Bir süre sonra pencerenin panjuru büyük bir gürültüyle açılır.

Charles, ertesi gün çiftliğe gider. Emma, kendisini isteyen doktoru karşısında görünce heyecanlanır, kızarır, gülümser. Baharda evlenmeye karar verirler. Kış mevsimi bekleyiş içinde ve çeyiz hazırlıklarıyla geçer. Bahar gelir, düğün yapılır. İki gün sonra Charles, karısı Emma’yla birlikte Tostes’a döner.

Charles Bovary, hayranlık duyduğu bir kadınla evli olduğu için çok mutludur. Karısının en küçük bir hareketi bile onu mutlu etmeye yeter. Fakat Madame Bovary için aynı şeyleri söylemek zordur. Emma Bovary, evliliğinde tutku, heyecan, sarhoşluk gibi duyguları bulamadığı için yanıldığını düşünür. Emma’nın manastırdayken gizli gizli okuduğu romanlarda gördüğü aşk ve heyecan dolu yaşamlarla kendi tekdüze ve sıkıcı yaşamı arasında büyük bir uçurum vardır. Emma’nın okuduğu romanların hepsi “aşklar, sevgililer, ıssız köşklerde çile dolduran hanımlar, her konaklamada öldürülen seyisler, her sayfada gebertilen atlar, karanlık ormanlar, coşkun yürekler, yeminler, hıçkırıklar, gözyaşları, öpüşler, ay ışığında sandallar, koruluklarda bülbüller, aslanlar kadar yiğit, kuzular kadar yumuşak başlı, görülmedik derecede erdemli, hep güzel giyimli, mezar başlarında gözyaşı döken beyefendiler üstüneydi.” (s.47)

Madame Bovary, her geçen gün kocasından biraz daha soğur, uzaklaşır. Kocasını beğenmez, onda hayranlık duyacağı hiçbir şey göremez. Charles; heyecansız, ruhsuz, basit, sıradan bir kocadır. “Charles’ın konuşması bir sokak kaldırımı gibi dümdüzdü, bayağı kılıklar içinde, bir heyecan, bir kahkaha, bir düş uyandırmadan geçip giden, orta malı düşüncelerle doluydu. Rouen’da kaldığı sıralarda tiyatroya gidip Paris oyuncularını görmek merakını duymamıştı, öyle söylüyordu. Ne yüzmesini biliyordu, ne kılıç kullanmasını, ne de tabanca atmasını; bir gün Emma bir romanda bir binicilik terimine rastlamıştı da onu bile açıklayamamıştı.

Oysa bir erkeğin her şeyi bilmesi, birçok alanlarda üstün derecelere yükselmesi, insanı tutkunun güçlerine, yaşamın inceliklerine alıştırması gerekmez miydi? Ama nerde, hiçbir şey öğretmiyordu bu adam, hiçbir şey bilmiyor, hiçbir şey arzulamıyordu.” (s.51)

Madame Bovary’nin resim yapması, piyano çalması, evi çekip çevirmesi, hastaların muayene hesaplarıyla ilgilenmesi, Charles’ın karısına duyduğu hayranlığı artırır. Charles’ın annesi, harcamalar konusunda tutumlu olmadığı için gelinini eleştirir. Karısı ile annesi arasında kalan Charles, ne diyeceğini bilemez. Charles, geceleri eve geç döner, yemeğini yer, gittiği köyleri, hastaları, reçeteleri anlatır; sonra da yatağa sırtüstü uzanıp horlamaya başlar. Emma, ilişkilerine heyecan katmak için bazı geceler, bahçede ay ışığında tutkulu şiirler okur, fakat kocasında en ufak bir coşku, heyecan belirtisi göremez. Sevişmeleri bile bir alışkanlıktır artık. “Charles’ın yüreği üzerinde bir-iki çakmak çakıp da bir kıvılcım çıkartamayınca, tutkusunda hiçbir aşırılık kalmadığına inanıverdi. Sevişme istekleri düzenli bir duruma girmişti; belli saatlerde kucaklıyordu onu. Bu da ötekiler gibi bir alışkanlıktı, yemeğin tekdüzeliğinden sonra, ne olacağı önceden sezilen bir tatlı
gibiydi.”
(s.53)

Eylül sonuna doğru Emma için olağanüstü bir gelişme olur. Charles, Ardervilles markisinin ağzında çıkan bir yarayı iyileştirmiş, buna karşılık olarak marki, şatosunda vereceği baloya Bovary çiftini de davet etmiştir. Madame Bovary, kocasıyla birlikte bu baloya gider. Gördüğü zenginlik, lüks, kibarlık karşısında başı döner. Emma, kocasını beğenmediği, kendisine yakıştıramadığı için baloda başka erkeklerle dans eder. Balodaki göz kamaştırıcı yaşam, Emma’nın kitaplarda okuduğu yaşama benzemektedir.

Tostes’a dönünce Madame Bovary, hizmetçisi Nastasiye’yi kovar. Felicite adında bir yetim kızı hizmetçi olarak alır. Bu balo, Emma’nın yaşamında büyük bir boşluk yaratır. Charles Bovary, köylüler arasında sevilen bir doktordur. Madame Bovary, kocasının hırslı, çalışkan, ünlü bir doktor olmasını ister. Fakat Charles’da hırs diye bir duygu yoktur. Charles, yemeğini yedikten sonra uyuklamaya başlar. Yaşamındaki her şeyden sıkılan Emma, kendisini yaşama bağlayacak bir gelişme bekler. Günler tekdüze ve sıkıcı bir şekilde geçer. “Demek sırayla, bitmemesiye, birbirlerini izleyip duracaklar, hep aynı olacak, hiçbir şey getirmeyeceklerdi! Başka yaşamlarda, ne kadar durgun olurlarsa olsunlar, hiç değilse bir olayla karşılaşmak şansı vardı. Bazen bir serüven beklenmedik, sürü sürü değişiklikler getirir, dekor değişirdi. Ama ona bir şeycikler gelmiyordu. Tanrı böyle istemişti! Gelecek karanlık, kapkaranlık bir koridordu, kapısı da sımsıkı kapalıydı.” (s.71)

Madame Bovary, çok mutsuzdur, Charles gibi bir adamla evlendiği için pişmandır. Onu zavallı biri olarak görür. Bir çıkış arar. Sinirleri yıpranır, dengesiz hareketler yapmaya başlar. Piyano çalmayı bırakır, resim kartonlarını, nakışlarını dolaba atar. Okuması gereken bütün kitapları okuduğunu düşünür. Hiçbir şeyden tat almaz. Günden güne sararıp solmaya başlar.

“Emma hiçbir şeyi beğenmemeye başlıyordu, gelgeç heveslere kapılıyordu durmadan. Kendisi için yemekler ısmarlıyor da elini bile sürmüyordu, bir gün sade sütten başka bir şey içmiyor, ertesi gün düzine düzine çay içiyordu. Çoğu zaman dışarıya çıkmamakta diretiyor, sonra bunalarak, pencereleri açıyor, hafif giysiler giyiyordu. Hizmetçisini iyice haşladıktan sonra, ona armağanlar veriyor ya da komşu kadınlara gezmeye yolluyordu…”

“Bu düşkünlük böyle sürüp gidecek miydi? Sıyrılamayacak mıydı bundan? Oysa mutlu yaşayanların hiçbirinden daha aşağı değildi! Vaubyessard’da beli daha kalın, tavırları daha beylik düşesler görmüştü, Tanrı’nın adaletsizliğine lanet ediyor, ağlamak üzere başını duvarlara yaslıyordu; gürültülü yaşamları, maskeli baloları, bilmediği ve vermeleri gereken bütün çılgınlıklarıyla birlikte aykırı hazları kıskanıyordu.” (s.74-75)

Charles, karısını eski hocasına götürür. Karısının hastalığı psikolojiktir. Hocası, iklim değişikliğinin iyi geleceğini söyler. Karısının durumunun düzelmediğini gören Charles, ufak bir araştırma yapar. Yonville-l’Abbaye adlı yerde bir doktorun yerinden ayrıldığını öğrenir. Yonville’in eczacısıyla mektuplaşır, uygun yanıtlar alınca da baharda göç etmeye karar verir. Mart ayında Tostes’tan ayrılırlar. Madame Bovary hamiledir.

İkinci Bölüm

Yonville’in eczacısı Mösyö Homais, Bovaryleri karşılar. Akşam yemeğini dul bir kadın olan Madame Lefrançois’nın Lion d’or adlı hanında (Altın Aslan otelinde) yerler. Mösyö Homais ile Charles Bovary sohbet ederler. Yemek masasında hanın müşterilerinden olan Mösyö Leon Dupuis de vardır. Mösyö Leon, Noter Guillaumin’in yanında yazmanlık yapan yirmi yaşında bir gençtir; müzikten, edebiyattan anlayan, ince, kibar biridir. Mösyö Leon ile Madame Bovary sohbet ederler, aynı şeylerden hoşlandıklarını anlarlar. Yemekten sonra Bovaryler yeni evlerine giderler.

Mösyö Homais, yeni komşularına her konuda yardımcı olur, onlara oldukça hoşgörülü davranır. Öğleden sonraları doktorun yanına gider, onunla sohbet eder. Charles, müşterisi -hastası- olmadığı için üzgündür. Bir emekli gibi sabahtan akşama kadar evde boş boş oturmaktan sıkılır, basit işlerle sıkıntısını dağıtmaya çalışır. Harcamaları fazla olmasına karşılık para kazanamadığı için üzülür.

Madame Bovary bir oğlunun olmasını arzular, fakat bir kızı olur. “Bir oğul istiyordu; güçlü olacaktı, esmer olacaktı; adını Georges koyacaktı onun; bir erkek çocuğu olacağını düşünmek, bütün geçmiş güçsüzlüklerinden bir öç alma umudu gibiydi. Hiç değilse erkek özgürdür; tutkuları da, ülkeleri de dolaşabilir, engelleri aşabilir, en uzak mutlulukları dalından koparabilir. Ama kadın durmadan engellenir. Hem kımıltısız hem esnektir, yasanın bağları da, bedenin güçsüzlüğü de ona karşıdır. İstemi, şapkasının bir kaytanla tutturulmuş tülü gibi, her yelden çırpınır; her zaman sürükleyen bir arzu, engel olan bir yol yordam vardır.” (s.94) Madame Bovary, kızına hangi adı koyacağına bir türlü karar veremez. Sonunda Vaubyessard Şatosu’nda markizin genç bir kadına Berthe diye seslendiğini hatırlar ve kızına Berthe adını verir.

Emma’nın bebeği sütanneye, bir dülgerin karısı olan Rolet Ana’ya verilir. Emma bir gün minik kızını görmek için sütannenin yanına gitmeye karar verir. Yolda Mösyö Leon’a rastlar, ondan kendisine eşlik etmesini ister. Rolet Ana’nın evine giderler. Emma, uyumakta olan kızını kucağına alır, ona ninni söylemeye başlar. Rolet Ana, kızına bakmasının karşılığı olarak Emma’dan bazı isteklerde bulunur: sabun, kahve, rakı. Madame Bovary köylü kadının elinden kurtulduktan sonra Mösyö Leon’un koluna girer, eve doğru birlikte yürürler. Emma, yakından bakınca Leon’un temiz giysilerinden, taranmış saçından, uzun ve bakımlı tırnaklarından etkilenir.

Akşam yemeklerinde Homais ile Leon da vardır. Yemeklerden sonra doktor ile eczacı saatlerce iskambil ve domino oynarlar. Bu sırada Emma ile Leon ise, birbirlerine kitaplardan bahsederler. Leon, Emma’ya alçak sesle şiirler okur. Leon, doktorun karısından çok hoşlanmıştır. Duygularını açmak için çırpınır durur, ancak buna bir türlü cesaret edemez. “Emma’ya gelince, onu sevip sevmediğini hiç düşünmedi. Ona göre, aşk birdenbire, büyük gürültülerle, ışıklarla, şimşeklerle gelirdi herhalde –yaşamın üstüne düşüp onu altüst eden, istemleri yapraklar gibi koparan, her yüreği uçuruma sürükleyen bir gök kasırgasıydı.” (s.105)

Mösyö Lheureux, moda mağazasının sahibidir, kumaş satıcısıdır. Bir gece Madame Bovary’nin evine gelir; paranın önemli olmadığını, dükkânının kendisine her zaman açık olduğunu, dantel, çamaşır, şapka, elbise, kumaş ne isterse bulup getireceğini söyler. Mösyö Lheureux, işi gereği göstermelik bir saygı gösteren, ince laflar etmeyi çok iyi bilen, kurnaz bir satıcıdır.

Madame Bovary, kocasıyla ve kızıyla yakından ilgilenmeye başlar. Görünüşte kocasını seven sadık bir eştir, ancak içinde fırtınalar kopmaktadır. Bir çıkmazın içine düşmüştür, çırpındıkça batar. Ruhunu rahatlatmak için kiliseye gider, papaza derdini anlatmak ister. Küçük çocukların haylazlıklarıyla
boğuşan papaz, Emma ile ilgilenemez. Emma, sinirli bir halde evine döner. Kızı Berthe kendisine yaklaşmaya çalışır. Emma, kızını dirseğiyle iter. Berthe düşer, yanağı kesilir. Bu sırada Charles gelir. Emma, kocasına kızının oynarken düştüğünü söyler.

Yonville’de yaşamaktan sıkılan Leon, yaşamını düzene koymak için Paris’e gitmeye karar verir. Vedalaşmak için Emma’nın yanına gelir. İçindeki aşkı açmaya cesaret edemez. Emma’ya küçük kızı Berthe’i öpmek istediğini söyler. Leon, küçük kızı boynundan öper. Eczacı Homais ile patronu Noter Guillaumin, Leon’u yolcularlar.

Madame Bovary, Leon’a karşı kalbinde bir şeyler duymasına rağmen onun avuçlarından kayıp gitmesine seyirci kaldığı için pişmanlık duyar. Sıkıcı ve mutsuz günler yeniden başlar. Emma, hiçbir şeyden keyif almaz. Mösyö Lheureux’ya yeni siparişler verir. Saçlarının modelini değiştirir, İtalyanca öğrenmeye merak salar, yeni sözlükler,  yeni kitaplar satın alır. Gece yarılarına kadar kitap okur. Hiçbir şekilde gönlündeki boşluğu dolduramaz.

Bir gün Charles Bovary’nin muayenehanesine, Yonville’in yakınında bir şatosu ve çiftliği olan zengin bir adam gelir. Otuz dört yaşında, oldukça yakışıklı ve çapkın biri olan Mösyö Rodolphe Boulanger, yanında çalışan bir adamını, kan aldırması için getirmiştir. Kan alma sırasında hasta ile eczacının çırağı Justin bayılır. Charles, kendisine yardım etmesi için karısı Emma’yı çağırır. Mösyö Rodolphe, doktorun karısından çok etkilenir. Onu Parisli kadınlara benzetir. Doktorun kirli tırnaklarını ve üç günlük sakalını görünce Emma’nın mutlu olmadığını anlar. Bu güzel kadını bir şekilde elde etmeyi, istediğini aldıktan sonra da bir yolunu bulup ondan kurtulmayı düşünür. Mösyö Rodolphe, Madame Bovary’nin gözlerinden, güzelliğinden çok etkilenmiş, âdeta büyülenmiştir.

Mösyö Rodolphe, Yonville’de yapılan Tarım Şenliği’nde Emma ile kol kola gezer, ona gönül alıcı sözler söyler. Kendisini özletmek düşüncesiyle şenlikten sonra ortalıktan kaybolur. Altı hafta sonra bir akşam Bovarylerin evine gelir. Emma evde yalnızdır. Rodolphe, aşkını dile getirir. Tam çıkarken Charles gelir. Emma’nın sağlık durumundan söz açılır. Rodolphe, ata binmesinin Emme’nın sağlığına iyi gelip gelmeyeceğini sorar. Emma atının olmadığını belirtir. Rodolphe, hemen bir at verebileceğini söyler. Charles, teklifi kabul etmesi için karısına ısrar eder. Emma kabul eder.

Ertesi gün Mösyö Rodolphe, iki binek atıyla gelir. Emma, Rodolphe’u kadife ceketi, ak süvari pantolonu ve yumuşak çizmeleriyle görünce ona hayranlık duyar. Mösyö Rodolphe ile Madame Bovary atlarıyla gezintiye çıkarlar. Rodolphe, en tatlı sözlerle aşkını dile getirir. Emma yaptığının bir çılgınlık olduğunu söyler. Eve dönerler. Emma’nın kalbini tatlı bir heyecan kaplar.

“ ‘Bir sevgilim var! Bir sevgilim var!’ diye yineliyordu, yeni gelmiş bir başka ergenlik çağından zevk alır gibi zevk alıyordu bu düşünceden. Aşkın sevinçlerine, çoktan umudunu kestiği mutluluk ateşine en sonunda kavuşacaktı demek. Her şeyin tutku, coşkunluk, sayıklama olacağı, olağanüstü bir alana giriyordu; mavimsi bir sonsuzluk çevreliyordu her yanını; düşüncelerinin altında duygu tepeleri kıvılcımlanıyor, gündelik yaşamı ancak ta uzakta, aşağılarda, gölgede, bu yüksekliklerin aralıklarından görünüyordu…

Öte yandan, bir öç alma sevinci duyuyordu Emma. Çektikleri yetmez miydi! Şimdi yenen kendisiydi, ne zamandır içinde gömülü kalmış aşk, sevinçli kaynayışlarla, bütünüyle fışkırıveriyordu. Pişmanlık duymadan, kaygılanmadan, heyecanlanmadan tadını çıkarıyordu onun.” (s.162-163)

Ertesi gün yeni bir tatlılık içinde geçer, birbirlerine aşklarını söyleyip yeminler ederler. O günden sonra mektuplaşmaya başlarlar. Bir gece Charles, evden şafaktan önce çıkar. Emma, o anda sevgilisini görme hevesine kapılır. Yonville’de herkes uyurken, yürüyerek Rodolphe’un şatosuna gider. “Seni seviyorum.” diyerek kendisini Rodolphe’un kollarına bırakır. Sonraki günlerde de kocası ne zaman evden erken çıksa, Emma hemen giyinir, dere kenarlarından, tarlalardan ince potinleri çamurlara bata bata Rodolphe’un şatosuna gider. Emma’ya çoğu zaman, sevgilisinden ayrılmak zor gelir. Emma’nın habersizce ve korkusuzca gelmesi, Rodolphe’u endişelendirir. Aşklarının duyulması, dedikoduların çıkması Rodolphe’u güç duruma sokacaktır.

Kış boyunca haftada üç-dört kez, Rodolphe geceleri bahçeye gelir, panjurlara bir avuç kum atar. Emma, kocasının uyumasını büyük bir sabırsızlıkla bekler, sonra da Rodolphe’un kucağına koşar. Yağmurlu gecelerde muayene odasına sığınırlar. Altı aylık bir birliktelikten sonra aşklarındaki heyecan azalmaya başlar. Emma yaşadığı ilişkiye rağmen yine de mutsuzdur. Bir an pişmanlık duyar. Kızı Berthe ile yakından ilgilenmeye başlar, âdeta tiksinti duyduğu kocasını da sevmeye çalışır. Rodolphe’a soğuk davranır, buluşmalara gitmez.

Eczacı Homais, çarpık ayakların düzeltilmesiyle ilgili yeni bir yöntemin övgüsüne dair bir yazı okur. Yonville’de de strefopodi (çarpıklıkları düzeltme) ameliyatının yapılabileceğini düşünür. Eğer böyle bir ameliyat yapılırsa, bunu yapan cerrahın ve Yonville’in ünleneceğini, bu başarının her tarafa yayılacağını söyler. Kocasının ünlü bir cerrah olacağı düşüncesi, Emma’yı heyecanlandırır. Bu şekilde kocasını sevebileceğini düşünür. Lion d’or hanında Hippolyte adındaki genç uşağın bir ayağı çarpıktır. Mösyö Homais ve Madame Bovary, Hippolyte’in çarpık ayağını ameliyat etmesi için Charles’ı ikna ederler. Ünlü bir doktor olma hevesi, Charles’ı heyecanlandırmıştır. Yeni kitaplar getirtir, her akşam strefopodi konusuyla ilgili kitaplar okur. Mösyö Homais, genç uşağı ameliyat olması konusunda ikna eder. Hippolyte, çarpık ayağının düzeleceğine gerçekten inanır.

Ameliyatın yapılacağı yerde büyük bir kalabalık toplanmıştır. Herkes sonucun ne olacağını merakla beklemektedir. Charles, çarpık ayağın üzerindeki deriyi deler, siniri keser. Ameliyat çok çabuk biter. Hasta en ufak bir ağrı duymaz. Hippolyte sevincinden ve şaşkınlığından ne diyeceğini bilemez. Charles, hastanın ayağını mekanik bir kalıba bağlar, evine döner. Madame Bovary, kocasına sevgiyle yaklaşır. Kocasının aslında hiç de çirkin biri olmadığını fark eder. Bu ameliyat Emma ile Charles’ın arasındaki buzların erimesine vesile olur.

Beş gün sonra Lefrançois Ana feryat ederek gelir, oğlu Hippolyte’in acılar içinde kıvrandığını, ölmek üzere olduğunu söyler. Charles, hastanın bacağındaki mekanik kalıbı sökünce ayağın şiştiğini, derinin yara bere içinde olduğunu görür. Birkaç saat sonra ayağın şişliği iner. Bu kez hastanın ayağını daha sıkı bir şekilde kalıba koyarlar. Hippolyte çektiği acılara daha fazla dayanamaz, üç gün sonra kalıp çıkarıldığında, bacağın üstüne mavimtırak bir şişkinlik yayıldığı, kabarcıklardan kara bir sıvı sızdığı görülür. Hastanın durumu her geçen gün kötüye gider. Hippolyte acılar içinde kıvranır. Oğlunun acı çekmesine daha fazla dayanamayan Lefrançois Ana, başka bir doktoru, Neufchâtel’de ün kazanmış Mösyö Canivet’yi çağırtır. Doktor Canivet, böylesine yanlış bir işe giriştikleri için
meslektaşı Charles’a ve Eczacı Homais’ye ağzına geleni söyler. Hastanın ayağının kangren olduğunu, kesmekten başka çarenin kalmadığını söyler.

Charles, başarısızlıkla sonuçlanan bu ameliyatın her tarafa yayılacağı, onurunun beş paralık olacağı için üzülmektedir. Emma ise böyle başarısız, değersiz, zavallı bir adamla evli olduğu için kahrolur. Bu adamı, bir an için sevebileceğini düşündüğü için kendisini suçlar.

“Emma, karşısında, ona bakıyordu, alçalışını paylaşmıyor, bir başka alçalış duyuyordu; bu alçalış, kaç kez yetersizliğinin farkına varmamışçasına bu adamın bir değeri olabileceğini sanmış olmanın verdiği alçalıştı.” (s.182)

“Nasıl olmuştu da Emma (öylesine akıllı olan Emma) bir kez daha aldanmıştı? Sonra, hangi çılgınlığa kapılmış da sonu gelmez özverilerle yaşamını yıkmıştı? Bütün lüks içgüdülerini, ruhunun bütün yoksulluklarını, evliliğin, ev işlerinin bayağılıklarını, yaralı kırlangıçlar gibi çamura düşen düşlerini, bütün arzuladıklarını, bütün teptiklerini, bütün elde edebileceklerini anımsadı. Peki niçin, niçin?” (…)

“Emma soluk dudaklarını ısırıyor, kırdığı bir bitki dalını parmaklarının arasında çevirip duruyor, ateşli gözbebeklerini atılmaya hazır iki ateşten ok gibi Charles’ın üzerine dikiyordu. Yüzü, giysisi, söylemediği sözler, bütün kişiliği, kısacası varlığı, her şeyi, her şeyi kızdırıyordu şimdi onu. Bir cinayet işlemiş gibi pişman oluyordu eski erdemliliğine; son kalan erdemleri de gururun kızgın yumrukları altında yıkılıyordu. Üstün çıkan aldatmanın bütün kötü alaylarından zevk alıyordu. Sevgilisinin anısı baş döndürücü bir çekicilikle geri dönüyordu; ruhu bu anılara doğru gidiyordu; Charles hiç gelmemek üzere gitmiş kadar, ölmek üzereymiş, gözlerinin önünde can veriyormuş kadar hiçleşmiş, yaşamından kopmuş gibi geliyordu ona.” (s.183-184)

Madame Bovary geceleyin bahçeye iner, Rodolphe’un öpüşleri her şeyi unutturur. Başarısız geçen ameliyat olayından sonra -Hippolyte’in ayağı kesilmiştir- kocasına duyduğu tiksinti daha da artmıştır. Öte yanda âşığı Rodolphe’la daha sık buluşmaya başlamıştır. Kendisine çeşit çeşit elbiseler alır, sevgilisi Rodolphe’a hediyeler götürür. Madame Bovary, sevgilisi Mösyö Rodolphe’a, dört yıldır acı çektiğini, kocasına daha fazla dayanamayacağını, kendisiyle birlikte uzaklara kaçmak istediğini söyler. Emma her buluşmalarında kaçma isteğini dile getirir. Kaçacakları günü sabırsızlıkla bekler, sevgilisiyle birlikte geçireceği güzel günlerin hayalini kurar.

Emma ile Rodolphe kaçma planları yaparlar. Rodolphe türlü bahanelerle kaçacakları günü sürekli olarak ileri bir tarihe erteler. Sonunda hangi gün kaçacaklarını kararlaştırırlar. Kaçacakları günün bir gün öncesinde Rodolphe bahçeye gelir; Emma’ya bir şey belli etmez, ancak bir anlamda ona veda eder. Rodolphe, Emma’dan bir kadın, bir sevgili olarak çok hoşlanmış, onu çok beğenmiştir. Fakat memleketinden ayrılmak, bir çocuğa babalık yapmak ona göre değildir. Böylesi ağır bir yükün altına girmek istemez.

Mösyö Rodolphe o gece eve gelir gelmez yazı masasının başına oturur, Emma’ya bir ayrılık mektubu yazar. Ertesi gün bir adamıyla bu mektubu Emma’ya gönderir. Emma mektubu okuyup sevgilisi tarafından terk edildiğini anlayınca fenalık geçirir. Emma’nın bütün hayalleri bir anda yıkılmıştır. Madame Bovary beyin humması geçirir, günlerce yataktan kalkamaz, ara sıra sayıklar. Emma’nın bu durumu, kırk beş gün sürer. Charles, karısının başından bir gün dahi ayrılmaz, onun bakımıyla yakından ilgilenir. Bu arada hastalarına bakamadığı için para kazanamaz, maddî olarak sıkıntı çeker.

Mösyö Lheureux, Emma’nın hastalığından yararlanarak gerçekte sipariş edilmeyen manto, çanta, kumaş gibi pek çok malı getirmiş, bu şekilde borç faturalarını kabarttıkça kabartmıştır. Charles’ın bunalımlı günlerinde, borç senetlerinin ödenmesi için baskı yapmış, ona yeni senetler imzalatmıştır.

Emma’nın iyileşmesi uzun sürer. Dindar bir kadın gibi davranmaya başlar. Aşırı ölçüde iyilik yapar, yoksullara giysiler diker, doğuran kadınlara odun yollar, aç insanların karınlarını doyurur. Herkese karşı hoşgörülü davranır. Rodolphe’a duyduğu aşkı ise yüreğinin derinliklerine gömer.

Bir gün Mösyö Homais, Charles’a hanımefendinin sıkıntısı dağılsın diye karısını Rouen Tiyatrosu’na ünlü tenor Lagardy’yi görmeye götürmesini öğütler. Charle böyle bir hava değişiminin karısına iyi geleceğini düşünür. Karısıyla birlikte Rouen’a gider. Tiyatroda noter yazmanı Mösyö Leon’a rastlarlar. Oyunun son perdesini izlemeden dışarı çıkarlar. Bir şeyler içip sohbet etmek için limanda bir kahveye otururlar. Leon pek yakında yeni bir oyunun daha sahneleneceğini söyler. Charles kendisinin gitmek zorunda olduğunu, fakat karısı Emma’nın şayet isterse kalabileceğini söyler. Charles’ın bu sözleri hem Emma’yı hem de Leon’u heyecanlandırır.

Üçüncü Bölüm

Mösyö Leon üç yıllık uzun bir ayrılıktan sonra Emma’yı karşısında görünce içindeki aşk yeniden canlanır. Ertesi gün otele geldiğinde Charles’in otelden ayrıldığını öğrenir. Yukarı, Emma’nın odasına çıkar. Ona olan duygularını, kendisini nasıl özlediğini söyler. Her şeye, kaldığı yerden yeniden başlamak ister. Leon, Emma’nın gözüne çok hoş ve çekici görünür. Onu öpmek için güçlü bir arzuya kapılır. Ertesi gün buluşurlar. Leon, uzun ısrarlar sonunda Emma’yı ikna etmeyi başarır. Bir arabaya binerler. Araba uzunca bir süre sokaklarda dolaşır. İki sevgili, perdeleri örtük arabada sevişirler.

Madame Bovary, arabadan indikten sonra, eşyalarını almak üzere otele gelir. Yonville’e döndüğünde hizmetçisi, Mösyö Homais’nin kendisini acele olarak çağırdığını söyler. Emma eczaneye girer. Bu sırada Mösyö Homais, çırağı Justin’i şiddetli bir biçimde azarlamaktadır. Justin, eczacının çeşitli ilaçlar yaptığı, girilmesi yasak olan laboratuvara girmiştir. Mösyö Homais, burada ağzı sarı mumla kapatılmış mavi bir şişede beyaz bir toz olduğunu, bu tozun da çok güçlü bir zehir olan arsenik olduğunu söyler. Mösyö Homais, bir ara Madame Bovary’ye kayınbabasının öldüğünü söyler. Emma’nın eczaneye acele olarak çağrılmasının nedeni budur. Emma eve gelir. Kocası gayet üzgündür, teselli sözleri bekler. Fakat Emma, kocasına karşı soğuk davranır. Charles ile annesi üzgün bir halde otururlarken, Emma iki gün önce Leon’la geçirdiği zevk saatlerini hatırlayıp kendinden geçer.

Mösyö Lheureux, doktorun evine gelir. Madame Bovary ile özel olarak görüşmek istediğini söyler. Eski borçlardan, yenilenmesi gereken senetlerden bahseder. İşlerin daha rahat yürütülebilmesi için kocasından vekalet almasını ister.Yeni kumaşların, elbiselerin siparişlerini alır. Tanıdık ve güvenebilecekleri bir notere ihtiyaçları olduğunu söyler. Charles’ın aklına Mösyö Leon gelir. Emma bu işleri yoluna kayabilmek için kendisinin Rouen’a, Mösyö Leon’un yanına gidebileceğini söyler.

Emma, Mösyö Leon’a akıl danışmak bahanesiyle üç günlüğüne Rouen’a gider. Genç âşığı
Leon’la Boulogne Oteli’nde buluşur. Balayı tadında bir üç gün geçirirler. Emma ayrılırken, hiç değilse haftada bir gün görüşebilmenin bir yolunu bulacağını söyler. Madame Bovary, Yonville’e dönünce kocasını, bir müzik hocasından piyano dersi alma konusunda ikna eder. Bunun için haftada bir gün -perşembe günleri- Rouen’a gider. Sevgilisi Leon’la otelde buluşurlar. Madame Bovary’nin Yonville’deki günleri, genç sevgilisi Leon’la buluşacağı günü beklemekle geçer. Perşembenin gelmesini sabırsızlıkla, özlemle bekler. Kocasına karşı da her zamankinden sıcak davranır. Charles, yaşantısından mutludur.

Bir gün Charles, müzik hocasını gördüğünü, fakat müzik hocasının kendisini tanımadığını söyler, karısından bu konuda bir açıklama bekler. Yalanının ortaya çıkmasından korkan Emma, bir isim karışıklığı olabileceğini söyleyerek durumu kurtarmaya çalışır. Charles, her zamanki gibi çabucak ikna olur, konunun üzerine gitmez. Emma, işini sağlama almak için üç aylık ders ücretinin alındığına dair sahte bir makbuzu kocasının çizmesinin içine koyar. O gnden sonra Emma’nın yaşamı yalanlarla dolar.

Bir gün Madame Bovary, Mösyö Leon’un kolunda otelden çıkarken kumaş satıcısı Mösyö Lheureux’ya rastlar. Emma, bu adamın çenesinin tutamamasından endişelenir. Birkaç gün sonra Mösyö Lheureux, Madame Bovary’nin kapısını çalar, para sıkıntısı çektiğini söyler. Ne yapıp eder,  yeni senetler imzalatır. Bir süre sonra günü geçen senetlerden biri eve gelir. Charles ne yapacağını şaşırır. Annesine mektup yazar. Annesi, senedi öder, ancak oğlundan karısına verdiği vekaleti geri almasını ister. Eve pek çok gereksiz eşya aldığı için gelinini azarlar. Charles, annesine karşı gelir, karısını haklı bulur.

Madame Bovary Perşembe günleri genç âşığıyla buluşmak için Rouen’a gider, gezer, eğlenir. Her şeye rağmen yine de tam anlamıyla mutlu değildir. Kitapları okurken bulduğu aşkın tadını, gerçek yaşamda bir türlü bulamaz.

“Ne çıkar! Mutlu değildi, hiçbir zaman olmamıştı. Bu yaşama yetersizliği, dayandığı şeylerin böyle çabucak çürüyüverişleri nedendi?.. Ama bir yerlerde güçlü ve güzel biri, hem coşkunluk, hem incelikle dolu değerli bir insan, bir melek görünüşü altında bir ozan yüreği, şiirleri göklere kadar yükselen tunç telli bir saz varsa, niçin rastlantıya gelip de kendisini bulmuyordu? Hiçbir şey aramak çabasına değmezdi zaten, her şey yalandı. Her gülümseme bir sıkıntı esnemesi, her sevinç bir lanet saklardı, her zevkin altında bir tiksinti gizliydi; en iyi öpüşler bile daha yüce, ama gerçekleştirilmez bir şehvet arzusundan başka bir şey bırakmazdı dudaklarınızda.” (s.273-274)

Charles’ın evine icra memurları gelir. Emma, kendisine yardımcı olması için Mösyö Lheureux’nun yanına koşar. Kurnaz bir satıcı olan Mösyö Lheureux, köşeye sıkıştırdığı Emma’ya yeni borç senetleri imzalatır. Emma, önüne gelen herkesten borç alır, hesaplar karıştıkça karışır. Emma’nın sinir buhranları yeniden başlar. Kocası ve kızı Berthe’le hiç ilgilenmez. Leon’la buluşmaya devam eder. Madame Bovary’ye Leon’la yaşadığı ilişki yavan gelmeye başlar.

Madame Bovary bir gün eve döndüğünde hizmetçisi, icra memurlarının bıraktığı kâğıdı gösterir. Kâğıtta, yirmi dört saat içinde sekiz bin franklık borç senedi ödenmediği takdirde tüm mallarının haczedileceği yazılıdır. Ne yapacağını şaşıran Madame Bovary, doğru Mösyö Lheureux’ya gider, bir çare bulması için yalvarır. Fakat Mösyö Lheureux’nun tavrı her zamankinden farklıdır. Kendisi çalışırken, Madame Bovary’nin gezip eğlendiğini söyler. Zengin dostlarının olduğunu, parayı onlardan istemesini söyler. Aşağılayıcı sözlerle Madame Bovary’yi dükkânından kovar. Ertesi gün haciz memurları, haczedilecek eşyaların kaydını yapmak için eve gelirler. Madame Bovary, Rouen’a gider, bildiği bütün bankacılara başvurur, ancak hepsinden geri çevrilir. Daha sonra genç sevgilisi Mösyö Leon’a koşar, haciz olayını anlatır, acilen para bulmasını ister. Leon, gönülsüz bir şekilde, zengin bir arkadaşından borç isteyeceğini, şayet alırsa parayı yarın getireceğini söyler. Emma, evine ümitsiz bir şekilde döner.

Ertesi gün sabahın dokuzunda bir gürültüyle uyanır. Charles’ın bütün eşyalarının satılık olduğu ilanı her taraf yapıştırılmıştır. Pazar yerine toplanan kalabalık bu ilanları okur. Felicite, heyecanlı ve üzgün bir halde kapıdan kopardığı ilanı Emma’ya uzatır. Felicite, hanımına Noter Guillaumin’e gitmesini önerir. Emma, noterin yanına gider, Mösyö Lheureux’nun kendisine yaptıklarını anlatır ve kendisinden bin ekü borç ister. Kumaş satıcısıyla gizliden gizliye çıkar ilişkisi olan Mösyö Guillaumin, Madame Bovary’nin içinde bulunduğu güç durumu gayet iyi bilmektedir. Çaresizce kendisine sığınan Madame Bovary’ye çapkınca sözler söyler, onu taciz eder. Madame Bovary, bu düşkün durumundan alçakça faydalanmaya kalkışan notere, satılık olmadığını haykırır.

Ertesi gün, parayı getirebileceğini söyleyen Leon’dan da bir haber gelmez. Emma’nın aklına eski sevgilisi Mösyö Rodolphe gelir. Yürüyerek Mösyö Rodolphe’un şatosuna gider, ona aşk ve özlem dolu sözler söyler. Rodolphe, Emma’nın güzelliğine dayanamaz, kendisi için geldiğini düşünür, fakat bir ara Emma zor durumda olduğunu söyleyip üç bin frank isteyince büyü bozulur. Rodolphe, gayet soğukkanlı bir halde parasının olmadığını söyler. Emma, böylesine zengin bir yaşam süren birinin bu parayı veremeyecek olmasına çok kızar, ağzına geleni söyler. Bir zamanlar çılgınca sevdiği, fakat sonra hayallerini yıkıp giden bu adama içinde kalmış bütün öfkesini, nefretini kusar.

Emma şatodan ayrılır, çaresizce yürür. Eczanenin önüne gelir. Justin’den yukarıdaki laboratuvarın anahtarını ister. Birlikte yukarı çıkarlar. Emma, içinde arsenik zehirinin bulunduğu mavi kavanoza elini daldırır. Eline doldurduğu beyaz tozu yemeye başlar. Sonra da bir görevi yerine getirmiş olmanın huzuru içinde evine döner. Yazı masasına oturur, bir mektup yazar. Mektubu kocasına verir, yarın okumasını, tek bir soru dahi sormamasını ister. Sonra da yatağına uzanır. Vücudunda ağrı duymaz, birazdan uyuyacağını ve her şeyin biteceğini düşünür. Charles, karısının yanı başındadır. Emma, ağzında iğrenç bir mürekkep tadı duyar, susar, boğulacak gibi olur. Kusmamak için kendisini zorlar. Yüzü solgunlaşır, inlemeye, çığlık atmaya, kıvranmaya başlar. Charles, masanın üzerindeki mektubu okuyunca, karısının zehirlendiğini anlar. Charles, deliler gibi sağa sola koşturur, neredeyse aklını kaybeder. Karısının neden böyle bir delilik yaptığını anlamaya çalışır. Emma’yı mutlu edemediği için kendisini suçlar.

“Bitmişti artık -böyle düşünüyordu Emma- kendisini yiyip bitiren bütün ihanetler, alçaklıklar, sayısız hırslar bitmişti. Kimseden nefret etmiyordu şimdi; bir alacakaranlık bulanıklığı düşüyordu düşüncesinin üzerine, Emma dünyanın bütün gürültülerinden artık yalnız bu zavallı yüreğin aralıklı çığlığını duyuyordu, hafif, belirsiz; uzaklaşan bir senfoninin son yankısı gibi.” (s.306)

“Emma kan kusmakta gecikmedi. Dudakları daha çok sıkıştı. Elleri ayakları büzülmüştü, bedeni koyu lekelerle kaplıydı, nabzı,
parmaklar altından, gerilmiş bir tel gibi, kırıldı kırılacak bir harp teli gibi kayıyordu.

Sonra bağırmaya başlıyordu, korkunç. Zehre lanet yağdırıyor, küfrediyordu, çabuk olması için yalvarıyordu…” (s.307)

Madame Bovary, acılar içinde kıvranarak ölür.

 
−  S  O N  −