Mehmet Akif Ersoy ilk şiir deneylerine lise öğrenimi sırasında başlamış. Veteriner Okulu’ndayken Ziya Paşa‘yı, Namık Kemal‘i, özellikle Muallim Naci‘yi severek okumuştu. Bu dönemin ilk ürünlerini okulu bitirdikten sonra “Mektep Mecmuası”nda (ilk şiiri Kuran’a Hitap, sayı 2. 1895), “Resimli Gazete”de ve “Servet-i Fünun’da yayımlandı.

Sponsor Bağlantılar


Mehmet Akif’in çocuk yaşlarından itibaren elinden düşürmediği doğulu şairlerin başında Şeyh Sadi geliyordu. Lise öğrenimini tamamladıktan sonra İranlı şaire beslediği hayranlık daha bilinçle anlama çabasına dönüşlü. Ezberine geçen parçalan yeniden düşünüp yorumlayarak, onun barışçı ve insancı dünya görüşüne dayanan felsefesini anlamaya çalışıyor, Öz ve biçim yönlerinden çağdaşlarıyla karşılaştırarak değerlendiriyordu. 1910’larda yayımladığı bir yazısından, batılı şairlerden Victor Hugo‘yu, Lamartine‘i de severek okuduğunu, özellikle Lamartine’i Fuzuli kadar kendisine yakın bulduğunu anlıyoruz.

Şiiri için gerekli saydığı her olanaktan yararlanmak istediği bu kendi kendini yetiştirme yıllarında dünya görüşünün biçimlenmesine etken olan Mısırlı din bilginlerinin (Şeyh Şibil, Muhammet Abud, Ferid Vecid) yapıtlarını okudu. Özellikle, “Liberal ve ilerici temeller üzerinde bir reform gerçekleştirilmedikçe İslamdaki çöküşün önlenemeyeceği” düşünüsünü savunan Şeyh Abud’un görüşlerini benimseyerek Osmanlı İmparatorluğunun da bütün doğu ile birlikte dinsel kurumlarda yapılması şart olan reformları gerçekleştirmekle kurtulacağına inandı.

1898-1908 yıllarında hiç şiir yayımlamayan Akif, 1908 sonrasında sürekli olarak yazmış, 1911-1933 arasında yedi kitap çıkarmıştır. Bu 22 yıl, savaşların, mütarekenin nihayet ulusal mücadelenin sert, acılı, sanatçının kişiliğinde değişik etkiler yaratan büyük toplumsal olaylar dönemidir. Düşün adamları, siyasal hareketlerin çizdiği bir dünyanın koşulları içindedirler. Dünyaya, olaylara bağlı bulundukları öğretiler açısından bakmış olsalar bile duyarlıklarını belirleyen toplumsal güç savaş ve savaşla birlikte gelen sorunların, yıkımların çevresinde döner.

Akif’de toplumu, damarlarının atışında duyan şairler soyundandır. Çocukluğundan, ilk gençliğinden itibaren benliğinde getirdiği inançlar vardır. Tanrı, Müslümanlık, erdem, hak, iyilik gibi kavramlar kişiliğinin eylem gücü gibidir. Kimi şiirlerinde bu kavramlara bağlı bakış açısının çizdiği duyarlıklar egemen olur; kimilerinde ise doğrudan doğruya egemendirler.

1908 ile I. Dünya Savaşı arasında, İslamcı akımın başlıca düşünürleri arasına katılan Akif, ideolojik amaçları yolunda şiirin olanaklarından yararlanmak istemiştir. “Sanat sanat içindir. Sanatta gaye sanattır. Edebiyatta edebiyattan başka gaye aramak sanatı kösteklemektir gibi nazariyeler bizim idrakimizin üstündedir.” diyerek yerini belirler: toplumsal dert ve yaraları göstermekten çekinmeyeceğini yazar.

Gerçekten de sonradan Safahat adı ile bir ciltte birleştirilen bütün kitaplarında, yayımlandıkları dönemin toplumsal koşullarının geniş ölçüde etkisi vardır.

Safahat I. Kitap: İlkin 1911’de yayımlanan bu kitaptaki şiirlerinin çoğu “manzum hikaye” türünde yazılmıştır. Şair, konularını tarihten ve güncel olaylardan almaktan çekinmez. Gerçekçidir. Şiirlerinin başlıkları (Küfe, Hasır, Meyhane, Geçinme Belası, İnsan, Hürriyet, İstibdat vb.) bile topluma yönelik bir şiiri amaçladığını ortaya koyan sözcüklerden seçilmiştir.

Süleymaniye Kürsüsünde (1912): Köprüden Geçiş, Yeni Cami, Süleymaniye, Süleymaniye’yi Ziyaret gibi bölümlerden oluşan uzun bir şiirdir. Abdürreşid İbrahim adlı bir İslamcının ağzından dönemin toplumsal ve siyasal durumu eleştirilirken “İslam Birliği” ülküsü “telkin” edilmeye çalışılır. Doğu ve batı uygarlığı, Türkçülük, teknik, hürriyet dönemi, Avrupa’da öğrenim, ilerleme gibi çeşitli sorunların tartışıldığı bu kitapta İslamcılık akımının önde gelen kalemlerinden biri olan ideolog Akif, şair Akif’in önüne geçmiş görünür.

Hakkın Sesleri (1913) : Arnavutluk İsyanı ve Balkan Savaşı yenilgisi günlerinde yazılan Hakkın Sesleri’nde şair 37 ayetin Arapça asıllarını ve çevirilerini yayımlamış, her ayeti ayrı bir bölümün başlığı yaparak eserini 37 ayrı şiirden oluşturmuştur. Söyleyiş yönünden daha çok Tanzimatçı şairlerin havasını taşıyan bu şiirlerde de Tanrı’ya ve Müslümanlığa bağlılık, temel düşün olarak görünür. Akif, bu düşünsel temelin ışığı altında toplumsal sorunlara çözüm yolları arar. Kimi güncel olaylara ilişkin hükümler,

“Arnavutluk, ne demek? Var mı şeriatte yeri?
Küfr olur başka değil, kavmini sürmek ileri!

kimi de.

Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak
Alçak bir ölüm varsa, eminim budur ancak.

Ye’s öyle bataktır ki düşersen boğulursun
Ümmide sarıl sımsıkı, seyret ne olursun.”

biçiminde bilgece söylenmiş dizelerle, ideolojisine yaygınlık kazandırmaya çalışır.

Fatih Kürsüsünde (1914): İki Arkadaş Fatih Yolunda ve Vaiz Kürsüde bölümlerinden oluşur. Birinci bölüm Akif’in dünya görüşü çerçevesinde ulus, çalışma, tevekkül, erdem, bilim, teknik, sanat konulanın işleyen ikinci büyük bölüme hazırlık gibidir. Çağdaş İslamcı görüşler doğrultusunda zaman zaman bir özeleştiri niteliği de taşıyan bu kitapta şair dinsel kurumların bozulmasının nedenlerini göstermekten çekinmez.

“Tevekkülün, hele, mânası hiç öyle değil,
Yazık ki; beyni örümcekli bir yığın cahil
Nihayet dine oynayarak en rezil oyunu;
Getirdiler, ne yapıp yaptılar, bu hâle onu

Bakın ne hâle getirmiş ki cehlimiz dîni;
Hurafeler bürümüş en temiz menâbiini.”

Çalışmayı, bilimsel ilerlemeyi endüstride, ticarette ve ziraatta yeni gelişmeleri değerlendiren dizeler yazar; büyük İslam uygarlığından aldığı örneklerle kanılarını güçlendirmeye çalışır:

“Ömer, tevekkülü elbet bilirdi bizden iyi, Ne yaptı,
“Biz mütevekkilleriz” diyen kümeyi?
Dağıttı kamçıya kuvvet, “gidin ekin!” diyerek,
Demek ki tevekkül eden, önce mutlaka ekecek.”

Hatıralar (1917): 1912-1924 yıllan arasında Akif’in Mısır, Necit ve Almanya gezilerinde yazdığı şiirlerini toplayan bu eserinde ayetlerden esinlenen altı şiirin yanı sıra ülkelerinde duyduğu “yabancı sesler”in yarattığı acılan XX. yüzyılda “eli kolu bağlanmış” olarak nitelediği doğu işler (El-Uksur’da). Kitabın en uzun şiiri Berlin Hatıraları‘nda ise çağrılı olarak gittiği Almanya izlenimleri ağır basar:

“Nüfusunuz iki kat arttı; iiminiz on kat;
Uçurdunuz yürüyen fenne taktınız da kanat
Zemini satvetiniz tuttu cevvi san’atınız.”

dizeleriyle tanıttığı bu ülkeye, sevgi kollarını açarak, ittihat ve Terakki Fırkası’nın dostluk ölçülerine uygun biçimde değerlendirir.

“…………….Avrupalı
Denince ruhu sağır, kalbi his için kapalı,
Müebbeden bize düşman bir ümmet anlardık
Hayır, bu an’anenin hakkı yok, deyip artık,
Benat-ı cinsine göstermek isterim seni ben…
Yabancı durma ki pek aşinasınız kalben.”

Asım (1923): Yer yer diyalog biçiminde yazılan uzun bir .şiirden oluşur. Akif, bu kitabında toplumsal sorunları işlerken halkın yaşamını yansıtan gerçekçi tablolar getirmiştir:

“Topu kırk elli kadar köylü serilmiş bayıra,
Bakıyor
harmanın altındaki otsuz çayıra.
Bet beniz sapsarı biçarelerin hepsinde;
Ne olur bir kişi olsun görebilsem zinde!
Şiş karın sıska çocuklar gibi kollar sarkık;
Arka yusyumru, göğüs çökmüş, omuzlar kalkık.
Gözlerinden busbulanık rengi, kapaklar şiş şiş;

Yüz buruşmuş, uzamış, cephe daralmış gitmiş.
Gezecek yerde o avare nazarlar dalıyor;
Serilip düştü mü bir noktaya, kaldırması zor!
Sıtmadan boynu bükülmüş de o dimdik
Türk’ün düşünüp durmada öksüz gibi küskün küskün.”

İmparatorluğun yıkılış nedenlerini araştırırken, geçmişle yaşadığı dönem arasında karşılaştırmalar yapar; dinsel kurumların işlevlerini tartışır. İslamcı düşünür Afganlı Cemalettin’in görüşlerine yer vererek Müslüman ülkelere köklü bir reform gerektiğini savunur. Devrim ister, ama devrimin “- Babıalileri basmak, adam asmakla” değil, ulusun en derin köklerine yaslanan erdemlerine ve “hiç kurumayan mübarek kaynağı” olan dine dayanarak yapılmasını öngörür. Yenilgiyi kabul etmiş ama kötümserliğe düşmemiştir.

“Hadisat etmesin, oğlum, seni asla bedbin…
iki üç balta ayırmaz bizi mazimizden.
Ağacın kökleri madem ki derindir cidden
Dalı kopmuş, ne olur?
Gövdesi gitmiş ne zarar?
O, bakarsın yine üstündeki edvarı yarar.
Yükselir, fışkırıp afakı perişanımıza;
Yine bin vaha serer kavrulan imanımıza.”

Çağdaşları tarafından Akif’in başeseri sayılan Asım’da Çanakkale şehitlerine seslenen ünlü şiiri de yer alır.

Gölgeler (1933): 1918’den sonra yazdığı şiirleri topladığı bu kitabında ideolog Akif’in yerini, kötümserlikle iyimserliği: umutla umutsuzluğu birlikte yaşayan şair Akif almıştır. İslam Birliği düşünülerine aykırı olarak gelişen siyasal olaylar, yenilgi ve mütareke koşullarının yarattığı acılarla derinden yaralanan şair kötümserliğini dile getiren şiirlerinde (Şark, Umar miydin?. Hüsran) içedönük dizelerle isyanını yaşar. Kimi şiirlerinde ise (Yeis Yok. Azimden Sonra Tevekkül, Süleyman Nazif’e), sömürge orduları karşısında yükselen yeni güçleri, direnç hareketlerini değerlendirerek iyimserdir. Bursa’nın işgal günlerinde yazdığı “Bülbül’de duyarlık büyük acıyla birlikte en yüksek düzeylere ulaşır, sarsılır ama umutsuzluğa düşmez.

Mehmet Akif Ersoy İle İlgili Yazılar:

Mehmet Akif Ersoy
Mehmet Akif Ersoy’un Şiirleri
Mehmet Akif Ersoy ve Edebiyat
Mehmet Akif Ersoy’un Eserleri
Mehmet Akif Ersoy’un Sanatı
Mehmet Akif Ersoy’un Hayatı
Mehmet Akif Ersoy Çanakkale Şehitlerine