İÇİNDEKİLER

GİRİŞ
1.BÖLÜM: MEVLANA’NIN DÜNYASINDA ARAYIŞ
  A. MEVLANA CELALEDDİN RUMİ: BİR AŞK YOLCULUĞU
  B. MEVLANA’YI ETKİLEYENLER VE MEVLANA’NIN ETKİLEDİKLERİ
2.BÖLÜM: MERAK, SORGULAMA, KEŞİF VE ENGELLER
  A. SOKRATES’E YAPILANLAR
  B. GALİLEO GALİLEİ’YE YAPILANLAR
  C. DOĞU DÜNYASINDAN BİR ÖRNEK: “NEFİ”
  D. MEVLANA’YA YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER
  E. TASAVVUF ANLAYIŞINA GÖRE “MÜSTEHCENLİK”
SONUÇ
KAYNAKÇA

Sponsor Bağlantılar

GİRİŞ

Merak, yaradılışından itibaren insanın hayatına bazen iyi bazen kötü yön veren ve insan hayatının içini dolduran önemli bir duygudur. Hem insan hem de insanlık için temel ve vazgeçilmez bir duygu olan merak, beraberinde arayışı, sorgulamayı en nihayetinde bir keşfi meydana getirir. Zira keşfi meydana getiren merak duygusu ilk insandan beri sadece bireyi değil, toplumları, inanışları, tek tanrılı ve çok tanrılı dinleri dahi etkilemiş ve yönlendirmiştir.

Merak duygusu, toplumsal, dinsel veya mezhepsel birlikteliği sağlayan keşifler ortaya çıkardığı gibi toplumsal, dinsel veya mezhepsel çatışmaya sebep olan keşifler de ortaya çıkarmıştır. İster düşünsel isterse bilimsel bir keşif meydana çıkarsın, neticede kimi zaman birlikteliğin sağlanmasına katkıda bulunmuş, örgütlenmeyi ve dayanışmayı sağlamış kimi zaman da bu birlikteliğin bozulmasına sebep olan çatışmaya temel sebep olmuştur. Tüm bu gelişmelerin temel yapıtaşı olarak gösterebileceğimiz merak duygusu ve keşfetme olgusu, 7.yy’da ortaya çıkmış olan İslam dininin düşünüşünü de etkilemiş, dinin anlayışını ve emirlerini sorgulatmış, aynı konuda farklı sesler çıkmasına sebep olmuştur. İslam dininin kutsal kitabı olan Kuranı Kerim de bu sorgulama ve düşünmeyi “Hala düşünmeyecek misiniz?”(Nahl-17) gibi ayetlerle teşvik etmiştir. Her ne kadar sorgulamayı, araştırmayı reddedip dogmalarla ve saplantılarla hareket eden zihniyetler olsa da ikinci kesim yani düşünmeyi esas alarak hareket eden bireyler veya toplumlar daha çok etki yaratmıştır. Zira yine Kuran-ı Kerim’de sorgulayanların diğerlerinden farkı şöyle ifade edilmiştir: “Korku ve ümit kaynağı olarak şimşeği size göstermesi, gökten yağmur indirip onunla yeryüzünü ölümden sonra diriltmesi, onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir toplum için elbette ibretler vardır”(Nur-30).

Hem Müslümanların itaat ettiği İslam dininin kutsal kitabı düşünmeyi emrettiği için hem de sorgulayan, araştıran bireyler ve toplumlar daha farklı keşifler ortaya koyduğu için, geçmişte ve günümüzde sorun teşkil eden, eleştirilen, üzerinde çalışmalar yapılan düşünürler makalede bu perspektifle ele alınacaktır. Bunların yanı sıra, İslam dininin tasavvuf anlayışına temel olmuş, düşünceleri ve eserleriyle kalıcı iz bırakmış bir 13.yy düşünürü vardır ki o da Mevlana Celaleddin-i Rumi’dir.

Mevlana’nın öğretisiyle kendisinden önce yaşamış birçok düşünürün öğretisin arasında benzerlikler görülmektedir. Makalede, bu düşünürler gerek düşünceleri açısından gerekse düşüncelerine verilen tepkiler açısından kıyaslanacaktır. Ele alınacak konuların merkezinde ise Mevlana’nın hakikat arayışı ve tasavvuf anlayışı vardır.

Mevlana’nın düşüncesinin ve öğretisinin temel noktaları açıklanırken kendisinden sonra Mevlana’nın düşüncesinden ve eserlerinden etkilenen “Panenteizm” anlayışına da değinilecektir.

Son olarak Mevlana’nın eserlerinde en çok eleştirilen “müstehcen hikayeler” meselesi açıklanacaktır. Bu müstehcen hikayelerden verilen örneklerle onun düşüncesi, anlayışı, eserlerinin ana teması daha net ortaya konmuş olacaktır.

1. BÖLÜM: MEVLANA’NIN DÜNYASINDA ARAYIŞ

A. MEVLANA CELALEDDİN RUMİ: BİR AŞK YOLCULUĞU

Mevlana Celaleddin-i Rumi, Horosan’ın Belh şehrinde dünyaya gelen, düşünen, sorgulayan ve merak duygusunu yoğun bir arayışla birleştirip “aşk” keşfiyle taçlandıran tasavvufi bir 13.yy şahsiyetidir. Düşüncesini, felsefesini, öğretisini ve tüm bunlarla birlikte yaşamını aşkı keşfiyle şekillendiren Mevlana Celaleddin-i Rumi, insanın ve tüm yaratılanların özüne yani tanrıya ulaşmak istemiştir. Onu arayışa sürükleyen ve kendisinden geçiren “aşktır”. Öyle ki Mevlana’ya “Aşıklık nedir?” diye sorduklarında “Benim gibi olursan bilirsin.” diye karşılık vermiştir (Mecalis-i Sab’a , 82).

Mevlana’da bu aşkı körükleyen ve onun öğretisinin inşasını sağlayan anlayış ise “tevhid’dir”. Kelime anlamı olarak “bir etme, tekleme” anlamına gelen tevhid kelimesi, İslam dininin kutsal kitabı ve Mevlana’nın aşk yolculuğunda referans edindiği kaynaklardan biri olan Kuran-ı Kerim’in bir yerinde şu şekilde geçmektedir: “Ve yüzünü tevhid dinine çevir, sakın müşriklerden olma.”(Yunus-10) Mevlana’nın bu keşif sürecinde ve sonrasında ortaya koyduğu eserlerin ana teması da “tevhiddir”. O, tevhidi özümsemiş ve tanrıyı bir etmeyi uygulamayı amaçlamıştır. Bunlara ek olarak Mevlana tanrıyı bir ederken kendini yok etmenin gerekliliğine vurgu yapmıştır. Bu düşüncesini, 26 bin beyitten oluşan Mesnevi adlı eserinin bir beytinde şöyle ifade eder: “Tanrıyı tevhid etmeyi öğrenmek nedir? Kendini tek tanrı önünde yakıp yok etmek”( Mesnevi, I: 3009 ). Bu tasavvuf anlayışıyla gelecek kuşakları da önemli ölçüde etkileyen Mevlana sadece İslam dininin kutsal kitabı Kuran-ı Kerim’den etkilenmekle kalmamıştır. İlim tahsilini dinleyerek, sohbet ederek, dil öğrenerek sürdürmüştür. Tüm bunların yanında onun hakikat yolculuğunu etkileyen en önemli isim önce Şam’da ardından 1244 yılında Konya’da karşılaştığı ve sonrasında can dostu olan Şems-i Tebrizi (Tebrizli Şems) olmuştur. Şems, Mevlana’nın hakikat yolculuğunu derinden etkilemiştir. Şems ile birlikte yürüdüğü bu yola olan aşkını Mevlana şöyle belirtmiştir: “Her şey maşuktur. Aşık bir perdedir. Yaşayan maşuktur. Aşık bir ölüdür. Kimin aşka meyli yoksa o kanatsız bir kuş gibidir, vah ona”(Mesnevi, I: 30-31).

B. MEVLANA’YI ETKİLEYENLER VE MEVLANA’NIN ETKİLEDİKLERİ

Mevlana’nın bu düşünce yapısı insanlık tarihinde ilk defa karşımıza çıkan bir anlayış değildir. Mevlana’dan önce de benzer anlayışa sahip düşünürler vardı. Ve yine Mevlana’dan sonra da gayet tabi olarak bu anlayıştan etkilenen düşünürler oldu.

İlk olarak Antik Yunan düşünürlerinden Platon’un aylayışını ele alalım. Platon ile tasavvufun mistik anlayışları arasında önemli benzerlikler bulunmaktadır. “Platonun idealar dünyası, mağara metaforu ve buralarda kullandığı ‘mağara’, ‘karanlık’, ‘gölgeler’, ‘ateş’, ‘zincirlerden kurtuluş’, ‘dik yokuş tırmanma’ ve ‘en nihayetinde güneşi görme ve onun ışığına alışma’ gibi kavramların tümünün sembolik anlatımıyla, aslında tasavvuf düşüncesinin ana ilkeleri olan mürşid-i kamil anlayışıyla, nefs terbiyesiyle, ahlak düşüncesiyle, insanın olgunlaşma sürecinde ışığı görmenin fenafillah düşüncesiyle yakın bir ilişki içerisinde bulunduğunu görürüz”(Cevdet Kılıç, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Platon’un Metafizik Terminolojisi ve Mağara Alegorisinin Mistik Temelleri, syf. 585-586 ). Bir de Mevlana’nın tevhide ulaşma yolculuğunda betimlediği bir anlayış vardır ki bu noktada da Platon’un felsefi anlayışıyla yakın ilişki kurabilmekteyiz. Mevlana tevhid anlayışına gelmeden önce iki aşamadan geçmiştir: Teşbih ve tenzih. Bir örneğinde Mevlana, “Sarayda bir rüzgar esse halının ucunu kaldırır, etraftaki çeri çöpü havalandırır, havuzun suyunu dalga dalga ettirir, ağacın yapraklarını hareket ettirir.” der (Fihi Ma Fih, Bölüm 38). Burada Mevlana tanrıyı önce rüzgara benzeterek her şeye sebep olanın tanrı olduğunu teşbih ile ifade eder. Ardından rüzgarın tanrı olmadığını bildiği için bu ihtimali tenzih eder. En nihayetinde var olan her zerrenin tanrıyı ifade ettiğini bilerek tanrıyı tevhid eder. Mevlana’nın, tahsil ettiği ilmin bu anlayışını öğrenmesinde Şems’in büyük payı vardır. Burada Mevlana’nın Şems ile tanışması ve ardından vazgeçemediği bir dostu oluşu da Antik Yunan düşünürlerinden Sokrates (İÖ 469-399) ile Platon’un (İÖ 427-347) durumuna benzemektedir. İçerik olarak da benzer bir ilişki söz konusu olduğunu yukarıda belirtmiştik. Zira yukarıda verilen teşbih, tenzih ve tevhid örneği içerik bakımından Platon’un gerçek iyi olarak tanımladığı idealar dünyasını bize hatırlatır. Platon Devlet kitabında idealar dünyasını açıklarken sedir örneğinden gider: “Üç türlü sedir vardır. Biri asıl sedir ki onu yalnız tanrı yapabilir. Sonra sedir ustasının emek vererek yaptığı sedir vardır ve bir de ressamın yaptığı sedir resmi vardır.”(Platon, Devlet, İş Bankası Yayınları, 10.kitap, sayfa 338) Platon’a göre sedirin gerçek sahibi idealar dünyasındaki tanrıdır. Bu dünyadaki sahibi sedir ustasıdır ve ressamın yaptığı sedir resmi sadece bir yansımadır. Aynı şekilde Mevlana’ya göre de rüzgarın asıl sahibi tanrıdır ve hikayede her şeyi oynatan yine o’dur. Ancak dünyevi anlayışa göre hikayede kımıldayan nesnelerin sebebi rüzgardır. Rüzgar vesilesiyle kımıldayan nesneler ise bir yansımadan ibarettir. Görüldüğü üzere iki düşünürde tanrıya giden yolu açıklarken benzer üçlemeyi kullanmıştır. Neticede iki düşünür için de önemli olan öze yani yaşamın esas kaynağına ulaşmaktır.

Bu kıyaslamaların ardından Mevlana’nın anlayışıyla bir diğer benzer anlayışın kıyaslamasına değinmeliyiz: Panenteizm. Kamutanrıcılık veya tüm tanrıcılık da diyebileceğimiz “Panenteizm kavramını 1705’te ilk kez Toland kullanmıştır.” (Musa Kazım Arıcan, Beytülhikme Uluslararası Felsefe Dergisi, Panteizm ve Panenteizm Tartışmaları Arasında Spinoza, syf. 18 ) Panenteizm en genel ifadesiyle her şeyi tanrı olarak görme fikrini esas alır. Ve Panenteizm’in daha tanım cümlesinde Mevlana’nın tanrıyı bir etme ve her şeyi tanrıdan bekleme anlayışıyla ilişki kurulabilmektedir. Platon’dan itibaren Muhyiddin İbni Arabinin, Mevlana’nın, Bruno’nun, Spinoza’nın, Hegel’in, Hartshorne’nin fikirlerinden destek alan Panenteizm her şeyin özünde tanrının var olduğunu ve yaratılan her şeyin bu özden yaratıldığını savunur. Mevlana’da bu öze yani tanrıya ulaşmak ister ki o, öznelere veya nesnelere tanrı olarak bakar bunu da yukarıda ki kıyasta belirtmiştik. Bu örnekte de belirgin bir şekilde düşünürler arasında etkileşimin söz konusu olduğu görülür. Ve tüm bu örnekler merak, arayış ve keşif üçgeninin toplumlar arasında etki-tepki oluşturabileceğini ve bu üçgenin evrensel olduğunu ortaya koymaktadır.

2. MERAK, SORGULAMA, KEŞİF VE ENGELLER

Merak duygusunun beraberinde getirdiği sorgulama ve arayışın dogmaların dışına çıkmayı gerektirdiğine ve olağan düzenin dışında düşünmeyi gerektirdiğine de yukarıda değinmiştik. Nitekim bu sorgulama kimi zaman düzene aykırı görülüp eleştirilmiştir hatta kimi zaman bu sorgulamanın cezası ölüm olmuştur. Tekrar Antik Yunan Döneminden  Sokrates’i örnek vererek başlayalım.

A. SOKRATES’E YAPILANLAR

Sokrates felsefesini sohbet ederek, konuşarak açığa çıkarıyordu. En başta bu sohbetlerde anlattıkları çevresindekilerden bazılarına farklı geliyordu ve bu yüzden eleştiriliyordu. Zaten ölüm kararı verildiğinde de ona yöneltilen suçlama tanrılarla ilgili yanlış şeyler anlatması ve gençlerin ahlakını bozmasıydı. “Sokrates bu suçlamayı kabul etmedi elbette ancak devlet anlayışı ve öğretisi gereği sürülmektense kendi devletinde ölmeyi yeğledi” (Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi, Say Yayınları, syf. 72).  Sonuç olarak Sokrates’in ölüm kararı verildi ve baldıran zehri içirilerek öldürüldü.

Sokrates, o dönem mevcut olan anlayışa ve düzene aykırı hareket ettiği için canından oldu. Nitekim dünya tarihi sadece felsefi düşüncelerinden dolayı cezalandırılan insanlara değil, bilimsel düşünceleri ve keşiflerinden dolayı cezalandırılan insanlara da tanıklık etmiştir. Buna ise örnek olarak Galileo Galilei’yi (15 Şubat 1564 – 8 Ocak 1642) verebiliriz.

B. GALİLEO GALİLEİ’YE YAPILANLAR

Galileo “kendisinin doğumundan 21 yıl önce ölen” (Atıl Bulu, Galileo Galilei, İstanbul Teknik Üniversitesi, syf. 2) Copernicus’un dünyanın güneş etrafında dönüşü ile ilgili kuramı destekliyordu. “Ancak bu noktada Galileo Kilise ile çatışmaya başladı. Zira Kilise bu düşünceyi kutsal kitaba aykırı buldu ve Engizisyon Mahkemesi toplanarak Galileo için idam kararı aldı.” (Atıl Bulu, Bilim ve Din Arasındaki Bitmeyen Kavga, İstanbul Teknik Üniversitesi, syf. 3-4) Galileo düşüncesini inkar etti ve idamdan kurtuldu ancak 17 yıl sonra bu düşüncesini destekleyen bir kitabından dolayı tekrar Engizisyon Mahkemesinde yargılandı ve ömür boyu hapse mahkum edildi. Daha sonra bu karar ev hapsine çevrildiyse de Galileo 8 Ocak 1642’de öldü. Böylelikle bir keşif hareketi daha keşfin sahibi engellenerek , hapse mahkum edilerek durdurulmaya çalışıldı.

C. DOĞU DÜNYASINDAN BİR ÖRNEK: “NEFİ”

Batı Dünyası böyleyken Doğu Dünyası da hiç farklı dönemler geçirmedi. Zira 17.yüzyıl Türk şairlerinden olan Nefi (1572 – 1635) de benzer bir durumla karşılaştı. “Hicivleriyle bilinen Nefi yazdıklarıyla, icra ettiği sanat anlayışıyla öfke ve nefret toplamıştı. Nitekim o da dönemin veziri Bayram Paşa’ya yazdığı hiciv sebebiyle 1635 yılında boğularak öldürüldü” (Fatih Yıldız, Hiciv Oklarına Çekilen Kılıç: Nefi’nin Ölümü, Çevrimiçi Tematik Türkoloji
Dergisi, syf. 278-282). Görüldüğü üzere dünya tarihinde engellenen, bastırılan keşif hareketleri oldukça çoktur. Merak, sorgulama ve bunları keşifle sonuçlandırma süreci tarihte kimi zaman eleştiriyle, kimi zaman baskıyla kimi zaman da idam ve ölümle noktalanmıştır.

D. MEVLANA’YA YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER

Mevlana’nın yolculuğu idam veya öldürülme ile son bulmamıştır fakat hem yaşadığı süre boyunca hem de ölümünden sonra o da birçok eleştiriye maruz kalmıştır. Eleştiriye uğradığı konuların en önemlisi ise kuşkusuz cinsel tercihi, eşcinsellik ve eserlerinde aktardığı müstehcen hikayelerle ile ilgilidir. Şimdi Mevlana’ya yöneltilen bu eleştiri ve suçlamayı daha detaylı inceleyelim.

Mevlana’yı müstehcen hikayeleri sık sık yazmış olmakla suçlayanlar, “Mesnevi’den çeşitli örnekler göstererek Mevlana’nın eşcinsel olduğunu ve onu bu yola Şems’in sürüklediğini” iddia ederler(Ubeydullah Toprak, Hangi Mevlana Gerçek Mevlana?, Genç Birikim Dergisi, syf. 1-2 ). Bu konuyla ilgili elbette çok tartışma vardır. Biz bu tartışmaların en yoğun olduğu, Mesnevi’de geçen hikayeleri ele alarak inceleyeceğiz. Tartışması yapılan hikayelerden biri şudur: “Bir iri adam, bir oğlanı ele geçirdi. Bu adam bana kast ediyor diye oğlanın gözleri açıldı. / Adam dedi ki: ‘Güzelim emin ol sen benim üstüme bineceksin’ / Ben korkunç görünsem de aldırış etme, bil ki ben bir ibneyim. Deveye biner gibi bin üstüme sür. / İnsanların suretleriyle manaları da böyledir. Dışarıdan adam görünürler, içeriden melun şeytan! / Ey Ad gibi ipiri adam, sen rüzgarın tesiriyle dalın vurduğu davula benziyorsun.” (Mesnevi, II, 3155-3160) Öncelikle bu hikaye ile Mevlana’nın eşcinsel olduğu kanısına varılamaz. Zira beş beyitlik hikayenin son iki beytinde hikayedeki eşcinsel adamın durumu yerilmektedir. Tartışma böyle müstehcen bir hikayenin niye anlatıldığıyla ilgili olabilir. Ancak bu iddia kutsal kitaptan örnek verilerek açıklanabilir. Kuran-ı Kerim’de eşcinsellikten dolayı helak olan Lut Kavmi anlatılırken şu ifadeler kullanılmaktadır: “Siz (erkekler) helal kadınlarla ilişkiye girmeyi bırakıp da şehvetle erkeklere gidiyorsunuz. Siz haddi aşan bir kavimsiniz.” (Araf-81) Bu sebeple tartışmayı yapanlar ilk olarak Kuran-ı Kerim’deki ifadeleri sorgulamalıdırlar. Mevlana bu hikâyede şahit olduğu veya zihin dünyasında tasarladığı bir olayı eleştirerek nasihat etmeyi amaçlamaktadır. Yine üzerinde çok tartışılan bir hikaye şudur : “Kocasına ‘a iyi talihli kişi, ağaca çıkıp meyve toplamak istiyorum.’ dedi. / Ağaca çıkınca kocasına baktı, ağlamaya başladı. / Dedi ki ‘a merdut ahlaksız, üstündeki luti kim ?’ / Karı gibi onun altına yatmışsın, meğerse sen ne ibneymişsin. / Kocası ‘senin başın döndü galiba, burada benden başka kimse yok ki’ dedi.”(Mesnevi, IV, 3545-3550) Bu hikayenin devamında bu sefer kadının kocası ağaca çıkar ve aynı şaşkınlığı kocası da yaşar. Bu hikaye de içerik ve ifade olarak kimilerine göre müstehcendir ve eleştirilmektedir. Ancak bu iki hikayede de nasihat amacı vardır. Kutsal kitapta da belirtildiği gibi eşcinsellik yüzyıllardır var olan toplumsal bir gerçektir. Bunun ifade edilmesini müstehcen ve ayıp bulmak, toplumsal bir gerçekliği inkar edip günah kavramını dogmalaştırmak demektir. Oysa gerek tasavvufta gerek ise Mevlana’nın eserlerinde dogma yoktur, her şey açıktır. Ayrıca tasavvuf düşünürleri ellerinde tesbih, bütün ömürleri boyunca sürekli ibadet eden kişiler olarak tasvir edilmemelidir. Çünkü bu anlayış da bu tip hikayeleri müstehcen bulmaya neden olur. İslam dininin peygamberi dahi torunlarıyla oyunlar oynamış, onları namazda sırtına almış, eşine ev işlerinde yardım etmiş hatta eşiyle koşu yarışı yapmıştır. (Hayrettin Karaman, Peygamber Efendimizin Aile Hayatı, tahavi.com/makaleler/100.html , syf. 6-7-8) Mevlana da Mesnevi’nin bir beytinde şunları söyler : “Kadın, hak nurdur; sevgili değil. Sanki yaratıcıdır, yaratılmış değil.” (Mesnevi, II, 2437) Bu sebeple İslam alimleri ve düşünürlerini hayatını sadece ibadete ayıran, kendini hayattan soyutlamış kişiler gözüyle bakılmamalıdır.

E. TASAVVUF ANLAYIŞINA GÖRE “MÜSTEHCENLİK”

Mesnevi’de “müstehcen” diye belirtilen hikayelerin anlatılmasında tasavvuf anlayışına göre bir sakınca yoktur. “Zira İslam dininin tasavvuf anlayışında dört kapı vardır. Bu kapılar: Şeriat, Tarikat, Hakikat ve Marifettir. Ve mutasavvıflar hakikat anlayışıyla hareket ederler, bu anlayışın diğerlerinden bir farkı da kadın ve erkek arasında hiçbir ayrımın olmamasıdır. Zira özdeki ruh aynıdır, tektir o da tanrıdır ve hakikat anlayışına varmak isteyenler öze varmak isteyenlerdir.” ( Hüseyin Özcan , Bektaşilikte Dört Kapı ve Kırk Makam , Çukurova Üniversitesi , Türkoloji Araştırmaları Merkezi , alevilikyolu.com/bektasilikte-dort-kapi-kirk-makam )  Sonuç olarak , Mevlana’ya yöneltilen müstehcen hikayelerle ilgili eleştiriler, merak, sorgulama ve keşif üçgenine girilememesinden, yani dogmatik hareket etmekten kaynaklanmaktadır. Ayrıca sorgulayan ve araştıran kişilerin farklı bir düşünme biçimi, farklı bir etkinliği ve farklı bir hayat anlayışı vardır. Bu farklılık onların dünyasına girmeden anlaşılamaz. Özellikle mutasavvıflar, Mevlana da dahil, bu arayışa “aşk” demişlerdir ve hepsinin aşkı yaşama şekli kuşkusuz birbirinden farklıdır. Aşık Nesimi bu aşkı yaşama biçiminin farklılığını ve eleştirilere karşı tutumunu dizelerinde şöyle ifade etmiştir: “Sofular haram demişler / Bu aşkın badesine / Ben doldurur, ben içerim / Günah benim kime ne?” Bu sebeple düşünürlere ve mutasavvıflara yöneltilen eleştiriler onların anlayışını etkilememekte etkilese bile farklı olmaları gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır.

SONUÇ

Bu makalede merak etmenin, düşünmenin, sorgulamanın ve arayışın neticede bir ürün ortaya çıkardığı, bu ortaya çıkan ürünün olumlu veya olumsuz toplumları hatta insanlığı etkilediğini gördük. Buradan hareketle bu etkileri İslam tasavvuf anlayışına; düşünceleri ve eserleriyle insalığı etkileyen Mevlana Celaleddin Rumi’ye indirgemeye çalışıp odak noktası olarak bunları ele aldık. Mevlana’nın, düşüncesini ortaya koyarken etkilendiği unsurları belirtmeye çalıştık ve anlayışını, yaşam felsefesini ifade ettik. Çıkan sonuçları insanlık tarihinde iz bırakmış bazı düşünürlerle kıyasladık. Düşünmenin ve keşfetmenin kimi zaman düzene aykırı olarak kabul edildiğini, eleştirildiğini ve engellenmeye çalışıldığını gördük. Mevlana’nın da hayatından ve eserlerinden yola çıkılarak eleştirilere maruz kaldığını söyledik. Ve bu eleştirilerin ne yönde olduğunu göstermeye çalıştık. Sonuç olarak, bir sorgulama içinde olmak farklılıktır. Yeni bir dünya anlayışı, yaşam felsefesi ortaya çıkarmaya çalışmaktır. Bu farklılık durumunun içinde bulunmak toplum tarafından hoş karşılanabileceği gibi çoğuz zaman eleştirilmektedir. Bunun örnekleri insanlık tarihinde vardır. Ancak şüphesiz bu sorgulama ve keşfetme merakı daha az eleştiriye maruz kalmalı, daha az baskıya uğramalı ve daha az engele takılmalıdır ki farklılıkların, keşiflerin, yeniliklerin oluşumunun önü açılsın.

KAYNAKÇA

Altuntaş, Halil ve Şahin, Muzaffer, Kuran-ı Kerim Meali, Diyanet İşleri Başkanlığı,  diyanet.gov.tr/kuran_meal.pdf

Arıcan, Musa Kazım, Beytülhikme Uluslararası Felsefe Dergisi, Panteizm ve Panenteizm Tartışmaları Arasında Spinoza, beytulhikme.org /Makaleler/1169440522_02_Arican_(17-32).pdf

Bulu, Atıl, Bilim ile Din arasında Bitmeyen Kavga-Galileo Galilei, İstanbul Teknik Üniversitesi, web.itu.edu.tr

Cevizci, Ahmet, (2009) Felsefe Tarihi-Thales’ten Baudrillard’a, Say Yayınları

Cimcoz, M.Ali ve Eyüboğlu, Sabahattin, (2015), Platon-Devlet, İş Bankası Yayınları

Karaismailoğlu, Adnan, (2012), Mevlana-Mesnevi, Akçağ Yayınları, 6 Cilt

Karaman, Hayrettin, Peygamber Efendimizin Aile Hayatı, tahavi.com/makaleler/100.html

Kılıç, Cevdet, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Platon’un Metafizik Terminolojisi ve Mağara Alegorisinin Mistik Temelleri, sosyalarastirmalar.com/cilt7/sayi33_pdf/6psikoloji_sosyoloji_felsefe/kilic_cevdet.pdf

Konuk, Ahmed Avni, (2015), Mevlana-Fihi Ma Fih, İz Yayıncılık

Özcan, Hüseyin, Bektaşilikte Dört Kapı ve Kırk Makam, Çukurova Üniversitesi, Türkoloji Araştırmaları Merkezi , alevilikyolu.com/bektasilikte-dort-kapi-kirk-makam

Şimşekler, Nuri, Mevlana-Mecalis-i Seb’a,    dosyalar.semazen.net/e_kitap/Mecalis_i_Saba.pdf

Toprak, Ubeydullah, Hangi Mevlana Gerçek Mevlana?, Genç Birikim Dergisi, gencbirikim.net/hangi-mevlana-gercek-mevlana-1/

Yıldız, Fatih, Hiciv Oklarına Çekilen Kılıç: Nefi’nin Ölümü, Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi, acarindex.com/dosyalar/makale/acarindex-1423866421.pdf

ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ

MERAK VE ARAYIŞIN MEVLANA MERKEZLİ OLARAK İNSANLIK TARİHİNDEKİ YERİ

Ömer Faruk Zengin

Ankara
Aralık 2015