Erden ÖZKANT
MİT Müsteşarı Hakan Fidan, eski Müsteşar Emre Taner ve eski Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş’in PKK’nın şehir yapılanması olduğu iddia edilen KCK soruşturması kapsamında savcılığa ifade vermeye çağrılmaları ortalığı alt üst etti.

Sponsor Bağlantılar

Daha Sonra Fidan’ın ifadesinin alınması için Ankara savcılığına talimat yazılması ve 4 MİT’çi için de yakalama kararı çıkarılması ise, adeta savaş tamtamları çalınmasına neden oldu.

Ama kimin ne olduğu da ortaya çıktı böylece. Çünkü kimin demokrasiden yana olduğunu, kimin ikiyüzlü olduğunu görmüş olduk.

Normal demokrasilere sahip ülkelerde, MİT’çilerin ifadeye çağrılmaları sonrasında “Ne var bunda? Herkes ifade verebilir” denilecek bir olay, Türkiye gibi gelişmekte olan ve henüz demokrasiye sahip olmayan, olamayan ülkelerde tsunami etkisi oluşturabiliyor.

Günlerce MİT’çilerin ifade vermeye gidip gitmeyecekleri ve savcıların, MİT’çileri ifadeye çağırma yetkilerinin olup olmadığı tartışılıyor.

Türkiye nasıl yasalara sahipse, birisi çıkıyor “CMK 250. madde çerçevesinde MİT’çilerin savcılığa gitmeleri zorunlu” diyor, birileri de çıkıp “Olur mu ya! MİT Kanununun 26. maddesine göre ifadelerinin alınabilmesi için Başbakanın izninin olması lazım” diyor.

Hukukçular ikiye bölünüyorlar.

Ergenekon Davası kapsamında generallerin tutuklanmaları karşısında “Türkiye demokratik bir ülke, generaller de sorgulanabilir” diyen, HSYK davalara müdahale ettiğinde “HSYK’nın buna hakkı yok” diyen hukukçular, büyük bir ikiyüzlülükle bu kez “HSYK sürece müdahale etmelidir” diyorlar.

Ve istedikleri gibi de oldu.

HSYK sürece müdahale etmese de, KCK soruşturmasını yürüten İstanbul Özel Yetkili Savcısı Sadrettin Sarıkaya, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturmadan alındı.

Böylece, şimdiye kadar yargının bağımsız olduğunu öne süren ve yargıya müdahale etmediğini söyleyerek “Yargı işini yapıyor” diyen AKP’nin de yalan söylediği ortaya çıktı.

Ergenekon ve KCK Davasını destekleyen gazeteci- yazarlar ve siyasiler, bu kez çıkıp açık açık halka yalan söylüyorlar.

MİT mensuplarını ifadeye çağıran savcıların ‘hukuksuzluk’ yaptıklarını söyleyip, “MİT’çileri görevlerinden dolayı ifadeye çağırdı savcılar” diyorlar.

İkiyüzlü gazeteciler sormuyorlar, soramıyorlar “KCK’nın içerisinde illegal faaliyet yürütmek ve/ veya bu faaliyetlere göz yummak, bu faaliyetleri ilgililere bildirmemek, PKK baskınları önceden bilindiği halde ilgililere haber vermemek görevle mi ilgili” diye.

Bu arada tüm gazetelerin manşet ve sürmanşetlerinde yer alan bu olayların haricinde çok büyük bir rezillik daha ortaya çıktı.

Taraf’ın 9 Şubat günü manşetinde dehşet verici bir haber vardı. Habere göre MİT, yabancı isim ve kod adlarla Taraf’ın yöneticilerini, yazarlarını ve Prof. Dr. Mehmet Altan’ı dinlemiş.

Konuyu Taraf’a değerlendiren siyasiler, olayın “rezalet, çirkin ve suç” olduğunu söylemişler ki, son derece doğru.

Türkiye’de başta gazeteciler olmak üzere hemen herkesin dinlendiği malum.

Ama aynı Erzincan Ergenekonu’nun yaptığı gibi, mahkemeden yabancı isimlerle dinleme izninin alınması hukuku kandırıp suç işlemekten başka bir şey değil doğrusu.

Peki ya bu haber karşısında sus pus olan ve Ergenekon ile KCK’dan tutuklanan gazeteciler için her daim “Türkiye’de basın özgürlüğü yok” diyen gazetecilere ne demeli?

Evet, ikiyüzlü gazeteciler armut gibi ortaya çıktılar aynı Taraf yazarı Mehmet Baransu’yu takip ederken armut gibi yakalanan MİT’çiler gibi.

Maalesef medyanın büyük bir çoğunluğunu oluşturan ikiyüzlü gazeteciler, Ergenekon ve KCK Davası kapsamında tutuklanan gazetecileri örnek göstererek ağlayıp, sızlıyorlardı “Türkiye’de basın özgürlüğü yok, gazetecilik içerde” diye.

Ve ortaya MİT’in, Baransu’yu takip ettirip, dinlediği ortaya çıktı.

Ve ortaya MİT’in, Taraf yazarlarını yasadışı dinlediği ortaya çıktı.

Zaman, Bugün, Milliyet ve Radikal gazeteleri haricindeki gazeteler, MİT’in gazetecileri dinlemesini görmezden geldi.

Şimdiye kadar ‘yandaş’ denilerek aynı kefeye konan ve Ergenekon Davasını sonuna kadar destekleyen Yenişafak ve Star gazeteleri de olayı görmezden geldi.

Ayrıca Star da, Yenişafak da MİT mensuplarının ifadeye çağrılmalarını hukuksuzluk olarak nitelendirdi.

Kriz için Star’ın manşeti “Hedef Fidan, KCK bahane” oldu. Yenişafak’ın attığı manşetlerden birisi de şuydu: “Yargı skandalı”

Yani medyanın bir kısmı arasında, ciddi bir yarılma ortaya çıkmış oldu.

Olayı, Ergenekon Davasını sonuna kadar destekleyen cemaat medyası haricinde bir de Habertürk gazetesi desteklediği için birçok gazete ve yazar, süreci cemaat- hükümet kavgası olarak nitelendirdi.

Hâlbuki sürecin desteklenmesi için illa cemaatçi olmaya gerek yok.

Demokrasiyi savunmak kâfi.

Ama burası Türkiye ve hukuku savunmak için illa cemaatçi vs. olmak gerekiyor.

Eee tabii…

Bazılarının paçası tutuştu, sıranın kendilerine geleceği korkusundan dolayı.

Bu arada hükümetin de demokrasiyi ne kadar savunduğu ortaya çıktı.

Çünkü bu olayda görüldü ki, hukuk çocuk oyuncağı gibi kullanılabiliyor. Zira MİT Kanununun 26. maddesine yeni bir madde eklenmek isteniyor bir kanun teklifi ile.

Görüldü ki, hükümet kendi adamlarını korumak için kurumlarda görev dışına çıkılmasına göz yumabiliyor, hukuku oyuncak gibi görebiliyor ve yargıya açık açık müdahale etmekten çekinmiyor.

Yani bu olay, turnosol görevini gördü ve ikiyüzlü gazetecilerin yanı sıra AKP’nin ikiyüzlülüğünü de ortaya koydu.

Doğrusu ya, şike yasası aslında hükümetin ve bazı gazetecilerin ikiyüzlülüklerini ortaya çıkarmıştı. Şimdi bu olay ile pekişmiş oldu bazılarının ikiyüzlülükleri.

Ama onların ikiyüzlülükleri, gerçeklerin ortaya çıkmasını asla engelleyemeyecek.

Sonu nereye ve kime varırsa varsın, gerçekler elbette ortaya çıkacak.

İster general, ister MİT’çi, ister gazeteci, ister siyasetçi olsun yaptıkları hukuksuzlukların hesabını verecekler.

Er ya da geç…