Ülkemiz, tarihine sırt döndükçe, vefayı bir semt adı olarak gördükçe başımızdan musibetlerin gitmesi mümkün değildir.

1940’larda Abdulhakim Arvasi : “Biz Sultan Aziz’in ahını çekiyoruz. Sultan Hamid’in ahına daha sıra gelmedi. Biz bu hanedana yapılan zulme kayıtsızlığımızın cezasını çekiyoruz. Hanedan bedduası müthiştir.Bizim ecdadımız, hanedan bedduasından korkardı. Çünkü onların liderlikleri Allah’ın tensibi takdiri ve kendi bileklerinin hakkıydı. Birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi, kimse onları Türk Milletinin başına memur olarak koymamıştır.“ sözleriyle sıkıntılarımızın manevi sebebine işaret etmektedir.

Sponsor Bağlantılar

Osmanlı’nın torunları bir gecede asırlardır düşman olduğu Avrupa’ya kovulduğu zaman, kimse onları arayıp sormadı. Osmanlı hanedanının evlatları eli boş bir şekilde Türkiye’nin dışında aç bırakılıp öz vatanlarından uzakta ölüme terkedildiler.

Sultan Vahdettin, Şam’da Selimiye Camii Şerifinin avlusunda; Halife Abdülmecit Efendi, Medine’de Cennet’tül Bakiye, medfundur.

Paris Camii’nde cenazesi vasiyeti gereği 10 yıl 1944’den 1954 yılına kadar bekletilen Halife Abdülmecit Efendi,  vatan toprağına gömülmek arzusunun gereği böyle istemişti ama nasip olmamıştır.

Türkiye Cumhuriyetinin ilk ve son halifesi Abdülmecit Efendi’nin oğlu Sehzâde Ömer Faruk Efendi Mısır’da vefat etmiştir. Türkiye’de işbasına gelen her iktidara mektup yazarak “Her türlü siyasî haktan mahrum olarak vatanda yaşamama müsaade edin.”diye mektuplar yazar. Kabul edilmeyeceğini anlayınca,  rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti’ye bir mektup yazarak “Bizi vatana kabul etmeyeceklerinden emin oldum. Bir zarfın içine Allah rızası için bir avuç vatan toprağı koyun da hiç olmazsa kabrime konulsun” diyecek kadar vatan hasreti içinde ahirete yaban ellerde yürümüştür.

Sultan Abdülhamid’in kızlarından Zekiye Sultan, Nice’de vefat etmeden önce, “bir gün müsait olursa beni vatan da defnedin” vasiyetinde bulunur. Bu vasiyeti nedeniyle cenazesi Nice’deki bir kilisede ilaçlanmış olarak 30 yıl bekletilir ve sonunda kilise mensupları tarafından Nice’de defnedilir.

Koca imparatorluğun koca Sultanı, Vahdettin yokluk ve sıkıntı içerisinde hakk’a yürüdü. Öldüğü zaman İtalyan bakkallarına 150 bin liret borcu vardı. Tabutuna haciz konularak  “Bu tabut para ödenmeden kaldırılamaz” yazısı asıldı.

Abdülmecid Efendi’nin oğlu ve Sultan Vahdettin’in damadı Ömer Faruk Efendi ve bir kaç kişi, mutfak kapısından tabutu kaçırarak, Şam’a götürüp defnettiler. Sonradan kızı, İtalyan bakkalların borcunu ödedi.

Bu kadar sıkıntılı olmasına rağmen İtalyan Kralı Emanuel’in yardım tekliflerini Müslümanların halifesi sıfatıyla bir gayri Müslim hükümdarın ihsanını kabul edemem diyerek kabul etmez.

Bu kadar sıkıntılı olmalarına rağmen hiçbir Osmanoğlu’nun evladı, bu sıkıntılarını dile getirmezler. Bunları yazmak isteyene de; “Osmanoğulları’nın dramını yazıp da bizi elaleme mi acındıracaksın? Hıristiyanlara da “Müslümanları asırlarca zaferden zafere koşturmuş bir aileden işte böyle intikamınızı aldınız, sizin arzu ettiğinizden daha büyük facialara sürüklendiler? mi dedirtmek istiyorsunuz diyerek yazılmasını ve konuşulmasını istemediler.

Yıllarca gurbet ellerde unutulan Osmanoğulları’nı ilk hatırlayan “Yeter Söz Milletindir.” diyen demokrasi şehidimiz Menderes olacaktır.

1952’de gittiği Fransa da Paris Büyükelçisini yanına çağırarak; “Osmanoğulları Ailesinin Paris’te yaşıyor olması lazım. Bunlar ne yer, ne içer, ne ile geçinir?” diye sorar.

Büyükelçi’nin hanedan hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığını gören Menderes öfkelenerek; “Sana 24 saat mühlet! Ya Osmanlı ailesinin adresi ile ya da istifanla gelirsin” der.

Menderes’deki bu ciddiyeti gören elçi adreslerle gelir. Menderes eline aldığı adresleri ziyarete koşar.

Sultan Abdülhamit Han’ın 80 yaşındaki hanımı Şefika Sultan, 60 yaşındaki kızı Ayşe Sultan ve diğer Osmanlı hanımları Paris yakınlarında bir bulaşıkhanede Fransızların tabaklarını yıkamaktadırlar. Menderes gözyaşlarını tutamaz. Şefika Sultan’ın ellerine sarılır. “anne affet bizi, geç geldik” der. Ayşe sultan sürgünden otuz yıl sonra gördüğü bu vatan evladına;

“Sen kimsin?” diye sorar.

Menderes, “Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanıyım” der. “Ben başbakanım” sözünü duyan koca sultan sevinçten öyle bir çığlık atar ki kalbi duracak gibi olur, bayılır.

Menderes gördüğü bu tabloyu Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a aktarır. “Osmanlı hanımlarını bulaşık yıkarken gördüm. Onların Türkiye’ye dönmeleri için af kanunu çıkaracağım” der. Celal Bayar, “Adnan Bey sus! Sakın bu konuyu bir daha başka yerde açma, malum gazetelerin tahrikiyle silahlı kuvvetlerin içindeki cunta Türkiye’de ihtilal yapar” der.

Bu cevap karşısında Menderes, cebinden çıkardığı mektubu masanın üzerine bırakarak dışarı çıkar.

Celal Bayar mektubu açar.

“Analarının ve babalarının Fransa da hizmetçilik yaptığı bir ülkenin Başbakanı olmaktan utanç duyuyorum, istifamın kabulünü arz ederim. İmza: Adnan Menderes”

Menderes’i istifadan vazgeçirmek için uğraşırlar.

Hanedan kadınlarının yurda dönmelerine izin verilmesi şartıyla vazgeçer istifadan.

İstanbul’a dönenler arasında Sultan II. Abdülhamid’in hanımı ve kızı da vardır.

Menderes anavatanlarına getirdiği analarımızı bir daha unutmaz. Onlara her zaman kol kanat gerer hatta Yassıada sözde mahkemelerinde bu kol kanat germenin de hesabını verir.

Şu an biz atalarımıza karşı yaptığımız vefasızlığımızın ahlarını çekiyoruz.

Onun için attığımız adımları dikkatle atalım. Evlatlarımız bizim yaptığımız hataların bedelini ödemesin.