Geçmişte tekrar tekrar yaşadığımız hissine ve bunun sonucu gelecekte de neden olmasın fikriyle yaşamak;

Yazar sayın Seviç İnal’ın Yenimakale’de yayınlanan yazısının etkisi ile kaleme alınmıştır. Kendilerine saygı ve teşekkürler ederek başlamak istiyorum.

Sponsor Bağlantılar

Sayın Nusret Kaya alt beyin ile ilgili çalışmalarında atalarımızın bütün yaşam tecrübelerinin insanın korteksin dışında kalan ve beynin henüz hâkim olamadığımız kısmında, nesilden nesile geçerek kendimiz yaşamış gibi kayıtlı olduğunu 88 nobel ödüllü çalışmalarıda kaynak göstererek bize ifade ediyor.Atalarımızın yaşadığı ve fakat şuuraltı hafızalarımızda kayıtlı olan tecrübelerin zaman zaman çeşitli nedenlerle açığa çıkmasının mümkün olduğunu, hatta çıktığını aktardığı bazı olaylardan anlıyoruz. Tabi geçmişte yaşanmış fakat bizim şahit olmadığımız bu olaylara yaşamış gibi sahip olmak en çok reklamı yapılan reenkarnasyonu hatırlara taşımaktadır. Yukarıda yazdıklarım, tecrübelerin RNA lar vasıtasıyla aktarılması olarak Nobel ödülü almaya hak kazanmış bir çalışmadır. Bu çalımalarda, bir RNA vasıtası ile yirmi milyon bilgi çipine eşit bilginin aktarıldığı ispat edilmiş. Bu durumda reenkarnasyondan daha ciddi bir yer oluşturmaktadır.

Ayrıca islam açısından bakacak olursak; İslamın bininci yılının müceddidi diye anılan ve bütün islam aleminin referans olarak kabul ettiği İmam-ı Rabbani K.S. reenkarnasyonun olmadığını fakat özel bazı durumlarda yaşayan bazı insanların çeşitli nedenlerle yeni ölmüş bedenlere geçmeyi başardıklarını mektubatta yazmaktadır.

Dünya üzerinde yaşanılanlar ve yaşanamayanlar dengesine gelince eğer hoş görürseniz bir yazımdan alıntı yapmak istiyorum;

…“Çevrenizdeki olaylara şöyle bir baktığınızda, eşitsizlik yok mu? Eğer bir eşitsizlik varsa, bu adaletin de şüphe vardır, anlamına gelmez mi?”  sorusunu yetişkin ve erişkin soran herkes, hikmetini merak ederek soran bilhassa gençlerimizi tenzih ederek, hariç tutarak, diyoruz ki, ilk defa kendi aklına gelmiş gibi büyük bir gurur ve onurla bu soruyu yönlendirir. Aslında kalbinde karargâh kılan şeytan, ona silah zoruyla bir tehdit getirmemektedir. Fakat bu soruyu soranın nefsine cazip geldiği için, gönlünde şüpheyi arzulayıp şüpheli şıkkı sahiplenmeyi tercih etmiştir.

Bu ve benzeri sorular sorulduğunda, kimden hangi cevabın alınacağı bilinmektedir. Sorduğu bu sorunun cevabı ise kalbinde çoktan seçmeli şeklinde değil, iki seçenek şeklinde bulunmaktadır. Beğendiği seçeneği tercih ederek, diğerini anlayamıyormuş gibi davranmaktadır. Burada dikkat edilen husus, tek cevaba yönlendirilen bir mantık silsilesi değil, kalbe nefisten veya ruhtan ya da şeytandan veya melekten, deccaldan veya mehdiden ya da istediğinizi söyleyin, firavundan veya Musa’dan gelen cevaplardan istediğini seçerek, tarafını beyan etmektedir. Sanki kendisine tek bir tebliğ ve tebellüğ mecburiyeti varmış gibi.

Oysa iman sahibi bir kişi de aynı şekilde iki seçeneği müşahede edecektir. Ama kendisini değil de, Allah’ın asla yanlış veya herhangi bir eksiklik yapmayacağını referans alacağı için Allah ile iddialaşmayacaktır. Allah’ı tasdik etmenin ötesinde, düşünce ve tefekkür ibadetine sevk eden bir imanla hareket ederse, ilime de kavuşacaktır.

Hz. Ali “Doğru tektir, doğruyu öğrenen bütün yanlışları öğrenmiştir” der. Doğruya ulaşmak için düşünmeye dalanlar ise eşitliğin her zaman adalet olmayacağını anlayacaklardır. Hz. Ömer’e “Ya Ömer herkese farklı ebatlarda kumaş verdin, biz seni adil bilirdik. Neden eşit dağıtmadın?” dendiğinde; “Eşit verirsem adaletsizlik olur” diye buyurduğu bize haber verilmektedir.

Ayrıca Yüce Allah’ın kullarına vereceği nimetlerini, ne zaman, ne şekilde dengeleyeceğini bilmek imkânsızdır. Tabi mülkün gerçek sahibinin, bize ne kadar bahşiş de bulunacağını belirlemek de bize düşmez, değil mi? Neyin nimet, neyin külfet olduğunu idrak etmekte aslında yine ayrı bir tercih meselesi gibi durmaktadır.

Basitçe izliyoruz ki, kalplere inmeye başladığımızda çeşitlilik başlamaktadır. Bu çeşitlilik başlangıçta Rabbine kulluk etmek isteyenler ve istemeyenler şeklinde iki seçenektir. Üzerinde durduğumuz konu gereğince, Rabbine kulluk etmek istemeyenler üzerinde yoğunlaşmamıza gerek yoktur. Onlar bizim zararsız dünyamızı engellemediği müddetçe.

Şıklardan birincisini tercih ettiğimizde karşımıza çıkacak çeşitliliğin de Allah’a giden yolun mahlûkatın nefesi adedince olmasındandır ki nihayeti yoktur. Üstelik bu ekseri rahmet ve güzelliktir. Ama bu çeşitlilik yine sonuçta, saf Allah istekleri ve nefsi istekler arasındaki bir yelpazedir…

Bütün yukarıda yazdıklarımızdan sonra, yüce kitabımızın sahibi, kelamında tekrar diriliş yaşandıktan sonra pişmanlık duysalar da fayda vermeyeceğini ve ahret yaşantısının bir daha dünyaya dönmeden ebediyen devam edeceğini muhkem ayetler de en açık haliyle hiçbir tereddüde, araştırmaya veya müteşabih ayetlerindeki gibi mantıkut tayr’a (kuş dili’ne) yer bırakmadan bize bildirmiştir. Yani bizi reenkarnasyonun yokluğu hakkında bir çalışmaya ihtiyaç bırakmadan sonuca götürmüştür.