“Siyaset mesleğinden daha şerefli bir meslek var mı?” demiş, ismi “Ayrıcalıklı” anlamına gelen ve mümtaz bir kişilik olduğu anlaşılan CAMBAZ’ER HEPDÖNE.

Sponsor Bağlantılar

Daha önce de; “Apo’yu serbest bırakalım, TSK’ya komutan yapalım, bu iş bitsin” demiş, kendisini parçalarcasına avukatlığını yaptığı siyasette ne denli akil biri (!) olduğunu, bu ulvi düşüncesiyle ortaya koymuştu döne döne.
Bakın daha neler demiş son yazısında muhterem;

“Bütün meslek grupları içinde genel ahlâk ilkelerine riayet dendiğinde, politikacılardan daha iyi durumda kim var? Karşılaştırın ve hüküm verin; En çok fire hangi meslek grubunda?” diyerek başlamış sözlerine ve dayanamamış kendisi karşılaştırma yapmaya karar vermiş.

Önce, “siyasetçi” ile “sanatçı”yı karşılaştırmış ve demiş ki; “Türkiye, Baykal olayı ile çalkalanıyor. Baykal istifa etti. Hangi meslek grubundaki kişi, başından böyle bir olay geçse bulunduğu yeri terk etmeye razı olur? Tersine, sanat dünyasında, eşini, sevgilisini aldatarak gündemde kalmaya çalışan bir yığın teşhirci var. Ağzından tek düzgün cümle çıkmayan, sadece fiziği veya taklit yeteneği ile şöhret olanların, üzerine şeref konduracağınız kişilikleri bile yok”.

“Toplumun bütün kesimlerini tek tek karşılaştırın, siyasetçilerin ahlâk standartları her zaman bir adım öndedir” diye devam eden muhterem’er, bu sefer siyasetçi ile asker’i birbiriyle kıyaslamış ve kıyaslamasını dokunulmazlık konusu üzerinden yapmış. Demiş ve buyurmuş ki; “Köpekleri salıp, taşları bağlayamazsınız. Terör suçundan (!) yargılanan bir ordu komutanını Hâkim karşısına çıkartamıyorsanız, halkın temsilcilerine (!) masumiyet tanımalısınız. Askerin, elinde silahla siyaset yaptığı bir ülkede, siyasetçiyi korumak boynumuzun borcu olmalı”.

“Teşbihte hata olmaz” denir ama, bu teşbih bile olsa, köpek ile askeri, taş ile siyasetçiyi çağrıştırmak gibi bir durum yaratmak, abesle iştigal olup, bir şeylerin de taaa daniskası değil midir? Hem de taaa öyledir.

Siyaset’in ve siyasetçinin en önde gelen avukatlığına soyunduğu anlaşılan bu mümtaz kişi; “siyaset mesleğine ve siyasetçiye yapılan saldırılar, aslında demokrasi hazımsızlığıdır, O’nu seçen halk’a hakarettir, halk düşmanlığıdır, demokrasi düşmanlığıdır” diyor, ‘Meclis’te sadece parmak kaldırıyorlar’ ve ‘Lider sultası’ gibi yapılan eleştirilerin de son derece haksız ve yersiz olduğunu belirterek; “Oysa bu; parti disiplininden başka bir şey değildir” demek suretiyle, biz saf ve kara cahilleri, bir nebze de olsa aydınlatmış oluyor!

Öyle ya, Genel Başkan; “kendini uçurumdan at” derse, hiç şüphesiz düşünmeyecek, tartışmayacak, sorup sorgulamayacak ve hemen atlayacaksın, ölüm pahasına. Aksi taktirde partiye disiplinsizlikten ceza alacaksın, belki de vekilliğin, milleti temsiliyetin (!) düşecek. Bu durumda uçurumdan atlayarak ölmek mi, yoksa bir dahaki sefere seçilememek mi daha kötü? Anlaşılan o ki zat-ı Muhterem’er Döne’ye, pardon klavyem sürçtü, zat-ı muhtereme göre; öncelikle parti disiplini! Yani, uçurumdan atla ki, vekilliğin parti disiplini adına, millet adına devam etsin!

Öyle ya; parti disiplini, öyle ya; demokrasi, öyle ya; halk, öyle ya; milletin, halkın temsilciliği(!)…

Geçelim “dokunulmazlık” konusuna…

Siyasetçiye masumiyet tanınmalı ve siyasetçiyi, eli silahlı asker’den korumak, boynumuzun borcu olmalıymış! Bunun adı da; “dokunulmazlık”mış ve şartmış!

Eeee pes doğrusu Mösyö Şer’er Gitöte, pes vallahi.

“Genel ahlâk”tan sadece yatağı, yatak odasını, dokunulmazlıktan da sadece bahsettiği eli silahlı askeri anlayan ve bu anladığını da anlatarak az gelişmiş kafalara sokmaya çalışan birinden başkaca bir şey de beklenemezdi zaten.

“Genel ahlâk”tan kasıt, bir siyasetçi için öncelikle yolsuzluktur, ihaledir, rüşvettir, adam kayırmadır, zenginleşmedir, nemalanmadır, kısaca; para ve menfaattir. Halkın anladığı ve beklentisi sadece budur. Halk, hangi siyasinin kiminle ne yaptığıyla pek ilgilenmez, kendisi için, halk için, ülkesi için ne yaptığıyla ilgilenir. Bu bir…

İki, “dokunulmazlık” ise; yine yolsuzluktur, ihaledir, zenginleşmedir, nemalanmadır. Kısaca yine; para ve menfaattir. Halkın “dokunulmazlık” kavramından, kalkanından anladığı ve talebi, siyasetçilerin yolsuzluk yapmaması, yapanların ise adalet karşısında cezalandırılmasıdır, askerin silahlı eli falan asla değildir.

Her meslek şereflidir ve her meslek içerisinde, söz meclisten dışarı, “şerefsiz”ler demeyelim de, “kötü”ler çıkabilir, bu gayet normaldir. Üstelik mesleklerin “şeref”le de bir alâkası olamaz. Çünkü, kimse şerefsiz denilen bir mesleğe sahip olmak istemez. Ayrıca, eğer varsa, ki muhtereme göre var, şerefli mesleklerden şerefsiz, şerefsiz mesleklerden de şerefliler çıkabilir.

Ama yine de, söz meclisten bir kez daha dışarı;

“Sen benim kim olduğumu biliyor musun!”, ya da “Hamili kart yakinimdir” sözleri, ibareleri daha çok kimler tarafından kullanılır?

Fakirler içinden milletvekili çıkmaması tesadüf müdür?  

Fakirleşen milletvekili veya Bakan görülmüş, duyulmuş mudur?

Maaş artışı bizzat kendileri tarafından süratle onaylanan başka bir meslek dalı var mıdır?

4-5 yılı kapsayan kısa bir dönem o mesleği yapıp da, hayat boyu oldukça doyurucu emeklilik maaşı almaya hak kazanılan bir başka meslek var mıdır?

Oldukça doyurucu maaş alınmasına rağmen, alınan maaşın kazanılanın yanında çerez kaldığı değerlendirmesi yapılan bir başka meslek tanıyor musunuz?

Hangi mesleğe girmek için çok para harcamak şarttır ve bu parayı gönül rahatlığıyla sarf etmek için neden sıraya girilir?

Son soru; bugün dokunulmazlıkları kaldırsanız, yarın mecliste kaç siyasetçi bulabilirsiniz?

Cevap; yeterli çoğunluğu asla, çok yetersiz bir azınlığı ise belki  bulabilirsiniz.

Buradan çıkan düşündürücü ve üzücü sonuç; ülkeyi önümüzdeki 50-100 yıl yönetecek, çocuklarımızın, torunlarımızın geleceğini belirleyecek olan anayasayı, mecliste dokunulmazlığın kaldırılması sonrası asla bulamayacağınız o çoğunluktaki siyasetçilere emanet etmek zorundasınız ne yazık ki…

Sabahattin Talu
sabahattintalu@gmail.com