Bizim memleketimizde „taraf“ olmak mutlaka negatif bir yaftalamaya mahkum edilir. Halbuki, taraf olmak oldukça nötr bir kavramdır. Burada taraf olmaktan ziyade neyin tarafı olduğunuz önem arzeder. Her tür taraf olmayı bir tür ayrıştırma ürünü olarak görmek aşina olduğumuz „fobi“ lerden başka bir şey değildir. Zira biz millet olarak „taraf olmayan ber-taraf olur“ veciz ifadesini nesilden nesile taşıyan muazzam bir irfanın temsilcileri konumundayız. Memleketimizde gerek geçmişte ve gerekse halen tedavülde bulunan bir çok ayrıştırmacı kavram bulunmaktadır. Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Sol-Sağ, Dindar-Laik, Ulusalcı- Küresel v.b.
Bunları çoğaltmak mümkün ancak biz prensip olarak ayrıştırmak değil bütünleştirmekten yana olduğumuz için listeyi uzatmak istemiyoruz. Hem zaten böyle göstermek için müthiş bir çaba gösterilmesine rağmen ülkemizdeki esas tarafgirliğin yukarıdaki listede yazılı bulunan konularla ilgisi yoktur. Türkiyemizdeki esas problem „millet- devlet“ ikilemi yada daha düz bir ifade ile „devlet-vatandaş“ ilişkilerinin anlaşılma biçimidir. Bu ilişki biçimi en başta tanzim edilirken ne yazık ki devlet lehine – vatandaş aleyhine olarak tanzim edilmiştir. Cumhuriyetin ilanını gerçekleştiren kadronun „Devlet- Ebet, Müebbet“ diyerek devleti kutsayan bir imparatorluğun son dönem subayları olduğu gerçeğini hatırlarımızdan çıkarmamız gerekir. Böylesi otoriter bir anlayışla yetişmiş kimselerin vatandaş lehine tavır almalarını beklemek abartılı olurdu. Ancak o tarihlerden bu yana handiyse bir asır geçmesine rağmen bizler hala bu ikilemin devlet lehine olan kısmını aşkla- şevkle savunan siyasiler ve bürokratlarla uğraşmak zorunda kalıyoruz.
Yukarıda devlet-vatandaş diye ifade ettiğimiz durumu biraz daha belirgin hale getirmemiz durumunda yani günümüzde yaygınlaşan evrensel normalarla okumaya kalktığımızda „otorite-hürriyet“ şeklinde ifade edebiliriz. Yani bugün memleketimizde yaşanmakta olan kavganın özünde iki taraf vardır. Ister „Ergenekon“ davası isterse „Telekulak Skandalı!“ Olsun olayların içinde ister yüksek yargı mensupları, ister siyasetçiler ve isterse asker –sivil bürokratlar olsun hiç farketmez, kavga otorite yahut hürriyet tarafı olmakla ilgilidir. Tabiki bu kavga bugünlerde ortaya çıkmış „hüda-i nabit“ bir kavga değildir. Bu kadim kavganın böylesine büyük gürültü kopartıyor olmasını hürriyet taraftarı olanların düne göre çok daha güçlü ve cesur olmalarına borçluyuz. Ancak otoriteden yana olanlar da kolay kolay mevzilerini ( Belkide ali menfaatlerini demeliydik) terketmek niyetinde değiller. Bazen kavramları bilerek yahut bilmeyerek nazik bir içeriğe kavuşturmaya çalışır veya tam kavram yerine biraz daha yumuşak olanını tercih etme yoluna gideriz. „Otoriter“ kavramı da esasen buradaki konu bağlamında sanki böylesi bir işleve konu edilmiştir. Aslında ülkemizdeki bu tarafgirliği „faşizm“`den yana olanlar ile „demokrasi ve özgürlükler“den yana olanlar diye koymak en doğrusudur.
Son zamanlarda hükumetin bir süreç olarak ortaya koymaya çalıştığı demokrasinin standartlarını yükseltme çabasının sivil elbiseli siyasetçilerden böylesine yoğun bir tepki almasının inandırıcı bir açıklaması olması gerektir. Bize göre faşizmden yana olmak için sağcı yahut solcu olmak gerekmez. Kısacası özgürlük ve demokrasi karşıtı olan herkes bir bakıma faşist ideolojiden yani totaliter ve jakoben bir yönetimden yana demektir. Ama muhalefetin göstermekte olduğu bu devasa karşı çıkışı her ikisinin de te`vil götürmez jakoben yapıları bile açıklamaya yetmiyor. Meselenin bölünme korkusu yada oy kaygısı ile de uzaktan yakından alakası yoktur. Daha derinlerde sadece onların fobisi haline gelmiş olan bir mesele vardır. Bugün hükumet başta Kürt kökenli vatandaşlarımız olmak üzere alevi kesim ve gayri müslim azınlıkların problemlerini çözmek istemektedir. Bunu yaparken de tek argüman olarak demokrasiyi geliştirmeyi ileri sürmektedir. Burada muhalefet ve muhalefetin akıldanelerini esas rahatsız eden bu standartlar yükseltilirken ya ülkenin kahır ekseriyetini oluşturan “mütedeyyin” insanların problemleri de çözülürse ne olacak? Millet gerçekten hiç bir korku yaşamadan özgürce memleketine sahip çıkabilme iradesini tam manasıyla eline geçirecek olursa millete rağmen siyaset yapanların millet oyuyla iktidar olamayacakları bir yana silahla iş başına gelme hevesleri de artık kursaklarında kalacaktır. Onlar bunu çok iyi görüyorlar. O sebepledir ki, “Bu meseleyi çözdürmeyiz, isterse analar ağlasın!” demeye getirecek kadar gözlerini karartabiliyorlar. Muhalefet olarak eğer kendi kararlarını kendileri veriyorlarsa MHP`yi bir yere kadar anlamak mümkün. Ama ya CHP, …
Mainz; 21.11.2009
teşekürler, görüşlerinize katılıyorum.