Son yazımda “yoğun gündemli 2010”dan “yoğun gündemli 2011”e girdiğimizi belirtmiştim. Yoğun gündemimiz gittikçe daha da yoğunlaşıyor ve tartışmalar da şiddetleniyor. İşte son günlerdeki “nur topu” gibi tartışmalarımız…
Başbakan Recep Tayip Erdoğan, Mehmet Aksoy’un Kars sınırındaki İnsanlık Anıtı’na “Ucube bir yapı, yıkılmalı” dedi ve ortalık karıştı. 11 Ocak günü Taraf gazetesi genel yayın yönetmeni Ahmet Altan bu konuyla ilgili “Ucube” başlıklı yazısında şunları yazdı: “ Saygısızlık genellikle bilgisizlikten ve derin bir cehaletin verdiği güvenden kaynaklanır. Kenan Evren de bir vakitler Picasso’yu beğenmemişti,   “onun resimlerini kendisinin de yapabileceğini” söylemişti. İktidar koltuğuna oturan allame-i cihan kesiliyor başımıza. Hangi konuda olursa olsun en iyisini onlar biliyor. Heykel biliyorlar, mimari biliyorlar, edebiyat biliyorlar, bale biliyorlar. Oturdukları iktidar koltuğu sanırsın koltuk değil de her şeyi öğreten bir akademi, akşamları oturup koltuklarıyla mı konuşuyorlar, ne yapıyorlar, bilmiyorum. Belki de “iktidar çarpması” diye bir şey vardır, bir süre sonra iktidar, sahiplerini çarpıp birer entelektüel ucubeye çeviriyordur, her şeyi bildiklerine inandırıyordur onları. “Heykeli beğenmedim devirin, resmi beğenmedim parçalayın, binayı beğenmedim yıkın, kitabı beğenmedim yakın.” Başbakanın “beğenmediği” heykeli doğrusu ben de sevmedim. Ama benim o heykelle ilgili söyleyebileceğim bu kadardır, “ben sevmedim”. Ne o heykelin yıkılmasını isteyebilirim, ne de o heykele “ucube” gibi sıfatlar takabilirim. Çünkü Erdoğan’ın duymadığı, duyduysa da unuttuğu laf benim hala kulağımda. “İslam’ın şartı beş, altıncısı haddini bilmek.”

Sponsor Bağlantılar

Aynı günkü Taraf’ın sürmanşetindeki “Kadınları bilerek yaktılar” haberinde ise “Taraf, 32 kişinin öldüğü Hayata Dönüş Operasyonunda Bayrampaşa’da görevli askerle konuştu: Alevler içindeki mahkûmlar yardım istedi. Benzin dökülmüş örtü verdiler.” itirafları yer alıyordu 11 yıl önce Bayrampaşa’da 12 mahkûmun hayatını kaybettiği olaylar sırasında görevli bir eski uzman çavuşun.

Ertesi günkü Taraf’ta ise Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Sarıkamış’ta “Gerekirse doksan bin şehit için daha ant içtik” sözlerine tepki vardı. Ayşe Hür yazısında Davutoğlu’na “1914’te Enver Paşa’nın zoruyla başlayan harekâtta askerlerin yazlık giysiler içinde eksi 39 derecede donmaya terk edildiğini biliyor muydu?” diye sorarken, Ahmet Altan şunları söylüyordu “Sarıkamış ve AKP” başlıklı yazısında: “ Bu laftaki insafsızlık, bencillik, insanları “böcek gibi gören” kibir, duyanı öfkeden çıldırtıyor doğrusu. Sen kimsin demek istiyorsun, sen kimsin doksan bin çocuğu ölüme gönderecek? Ne hakla onları öldürteceksin? Sen MHP’yle oy yarıştıracaksın diye biz çocuklarımızı ölüme mi göndereceğiz? Davutoğlu, hiçbir şeyden değil sadece akademisyen kimliğinden utanacak bir izana sahip olsa, Sarıkamış’ta doksan bin çocuğumuzu daha ölüme göndermekten değil, “bir daha Enver Paşa gibi kendini bilmezlere çocuklarımızı öldürtmemekten” söz ederdi.”

Aynı günkü Star’ın sürmanşetinde “ Yargıda kararlar demek böyle veriliyormuş” haberiyle Yargıtay 8. Ceza Dairesi üyesi Hamdi Yaver Aktan’a ait olduğu iddia edilen ses kaydı duyuruluyordu kamuoyuna. Kayıtta Aktan “Onama mı istiyorsun” diye soruyor, karşısındaki ise “Bozma, bozma.” diyor ve bahsedilen dosya için kısa bir süre sonra “bozma kararı” çıkıyor. Aktan’a ait olduğu iddia edilen başka ses kayıtları da gündeme gelmişti daha önce. İlk ses kaydında Aktan Erzincan Ergenekon’u sanığı eski Başsavcı İlhan Cihaner’in dosyasının Yargıtay’a alınacağını ve tüm sanıkların tahliye edileceğini, dosyanın da Yargıtay’da unutulup gideceğini anlatırken, diğer ses kaydında “Şimdi Öcalan’a çok ihtiyaç var” diyordu.

Star’ın 1. sayfasındaki diğer haberler ise gündemi özetliyordu ve kısaca şöyleydi: Ankara’da eğitim uçuşunda düşen helikopterde şehit olan 5 üsteğmen için tören düzenlendi.

CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun, İstanbul İl Başkanlığına getirdiği Doğan Grubu’nun CEO’su Nebil İlseven hakkında 6 yıl önce “ TMSF Başkan Yardımcısı olarak usulsüzlükler yaptı, yargılansın” dediği ortaya çıktı.

Hürriyet gazetesi eski başyazarı ve Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi CHP’ye katıldı.

Star’ın yazarları aynı gün gazetedeki köşelerinde gündemi değerlendiriyorlardı. Eser Karakaş “Muhafazakâr birey, Muhafazakâr toplum” başlıklı yazısında “ Muhteşem Yüzyıl dizisine muhafazakâr eleştirilerin, Can Dündar’ın Mustafa filmine yönelik Kemalist eleştirilerle benzerliği, hatta aynılığı insana küçük dilini yutturacak ölçüdedir.” derken, Mehmet Altan başka bir gündemle ilgili şunları söylüyordu “Maaşları neden gizliyorsunuz” başlıklı yazısında: “Bazen olup biteni anlamakta zorluk çekiyorum. Yaşanan ve çok olumlu adımların da atıldığı süreç “rejimi demokratikleştirmeyi” mi hedefliyor, yoksa sadece “siyasal egemenlik” kavgası mı? Gerçekten amaç AB standardında bir demokratik rejim ise bunun her an ve her alanda neden gereği yapılmıyor? Örneğin “vesayet rejiminden” söz edip dururken, askerlerin, yargının ve şimdi de valilerin halkın vergilerinden ödenen maaşları neden gözlerden saklanıyor? Askeri maaş konusunda 28 Şubat’ın devamı olarak tutum takınılıyor? Yok, eğer amaç, eski tas eski hamam anlayışını sürdürüp “siyasal egemen” olmak ise, o zaman da dostça söyleyeceğim şudur: ANAP’ı unutmayın. Bakalım Maliye, siyasal iktidarın halk iradesine ambargo koyduğundan haklı olarak yakınıp durduğu “ bürokratik vesayet” sürerken, askeri, yargısal ve idari erkin maaşlarını Türkiye halkından, 28 Şubat’ta olduğu gibi saklamaya devam edecek mi? Esas kanaati o tutum belirleyecek çünkü…”

Mustafa Akyol ise şunları yazıyordu: “ Ekranlardaki tüm diziler gibi şu tartışmalı “Muhteşem Yüzyıl”ı da izlemedim. Ama okuduklarımdan anladığım, “harem” realitesini biraz banalleştiren, tarihsel açıdan da bazı somut hatalar içeren bir dizi olduğu. İlk bölümünden tamamı için hüküm vermemek gerekse de. Peki, ama bu sebeplerden ötürü diziden hoşlanmayan, çünkü benim de büyük saygı duyduğum “Osmanlı mirası”na büyük değer veren muhafazakârlar ne yapmalı? Seçenekler geniş. İsterlerse bizim gazeteden Ahmet Kekeç’in bilgece tavsiyesini (“İzleme birader”) dinleyip, konuyu es geçebilirler. İsterlerse de, “bu dizi yanlış bir tarih perspektifi vermektedir” deyip, Muhteşem Yüzyıl’ı kınayabilirler. Seçtikleri tarihçilerle söyleşiler yapıp “ gerçek Kanuni”yi tanıtabilir, “taklitlerinden sakınınız” kampanyaları yürütebilirler. Fakat tüm bunlar ayrı, dizinin RTÜK tarafından yasaklanması için girişimde bulunmak apayrı. Bu ikincisine kesinlikle karşıyım. Karşıyım, çünkü “bir şeye fikren karşı olmak” ile “onun devlet tarafından yasaklanmasını istemek” arasındaki kritik farkın bizim toplumda artık anlaşılması gerektiğini düşünüyorum. Karşıyım, çünkü bu ikinci yola, yani yasakçılığa başvurmanın, fikri ve kültürel bir acizlik olduğunu biliyorum. Muhafazakârların bunu kendilerine yakıştırmalarına da gönlüm razı gelmiyor… Yasaklama talebi Kemalistlerden gelince
bunu eleştiren kimi muhafazakârların şimdi aynı yola başvurması kuşkusuz bir “çifte standart”… Osmanlı’nın ve genel olarak İslam medeniyetinin erdemlerini anlatan kaliteli yapımlarınız oldu da, izleyen mi olmadı? Ahmet Turan Alkan’ın Zaman’daki köşesinde isabetle sorduğu gibi, neden “Çağrı”dan başka ikinci bir “Müslüman film” çıkmadı? Hadi diyelim ki eskiden imkân yoktu. Ama şimdi hazır “Müslüman burjuvalar” var. Böylesi kültürel işleri finanse etmek için vakıflar kursalar fena mı olur?”

13 Ocak Perşembe günkü gazetelerde ise Başbakan Erdoğan’ın bazı gazetecilere yaptığı açıklamalar vardı. Başbakan kısaca şunları söylüyordu: “Anayasayı anayasacılar değil, toplum yapacak. En geniş katılımı sağlayacağız.

Ucube ifadesini heykel için kullandım. Heykelin ne olduğunu bilirim, güzel sanatlar mezunu olmam gerekmez. Kültür ve Tabiat Koruma Kurulu yıkılsın kararı verdi. Belediye Başkanı uygulayacak.

Hizbullah tahliyeleri yargının tasarrufu. 10 yıldır neden davaları sonuçlanmamış?”

Hizbullah tahliyeleriyle ilgili haberler medyada yer almaya devam ediyordu 13 Ocak’ta da: “Hizbullahçılar 4 Ocak’tan bu yana kendilerine tebligat ulaşmadığı için adli kontrol gereği her gün karakola gidip imza vermedikleri ortaya çıktı.”

Aynı günkü Taraf’ın sürmanşetinde yer alan haber: “Dursun Çiçek’in tutuklu yargılandığı İrticayla Mücadele Eylem Planı Davası’nda sanık avukatları Başbuğ ve Iğsız’ın ifade vermesini istiyor. Savcılar ise susuyor.” Bu haberin yanındaki haber ise şöyleydi: “İstek Vakfı Başkanı Bedrettin Dalan hakkında kırmızı bültenle uluslararası yakalama emri çıkarıldı.” Sayfanın altında yer alan bir diğer haber: “Kadıefendi buyurdu bu dizi tez uyarıla! Kanuni Sultan Süleyman’ı küçük düşürdüğü iddiasıyla özellikle muhafazakâr kesimin tepkisini çeken Muhteşem Yüzyıl dizisine RTÜK’ten uyarı: Aynı yayın kuşağında açıkça özür dile…”

Taraf’ta Ahmet Altan aynı gün şunlarla bitiriyordu “Böl ve yönet” başlıklı yazısını: “Ölmek ya da öldürmek sorunları çözmüyor. Hangi ırktan, hangi dinden hangi mezhepte, hangi fikirden olursak olalım hepimizi insafsızca bir zorbalıkla ezen bu sistemi güçlendiriyor yalnızca. Özgür bir ülkede, özgür insanlar olarak yaşamak istiyorsak, birbirimizi değil, bu düzeni değiştirmemiz gerekiyor. Asıl “ büyük ve kutsal” mücadeleyi de anladığımızda vereceğiz.”

Ve haftanın en sert yazısı 15 Ocak Cumartesi günü “Erdoğan ve kof kabadayılık” başlıklı yazısıyla Taraf’tan Ahmet Altan’dan geldi: “Sen lafa, ‘örf ve adetlerimizden, manevi değerlerimizden’ gireceksin sonra ilk sıkıştığın yerde kavgaya babayı, aileyi karıştıracaksın. Bu mu senin manevi değerlerin? Bırak bizim örfümüzü, geleneğimizi, manevi değerlerimizi, mafyada bile yoktur kavgaya aileye karıştırmak. Başbakan gibi kavga etmek istiyorsan başbakana yakışır bir olgunlukla, delikanlı gibi kavga etmek istiyorsan delikanlıya yakışan bir raconla kavga edeceksin. Kendi ailene saygısızlık edildiğinde televizyonlarda yakınacaksın sonra kendinden menkul estetik bilirkişiliğini haklı gösterebilmek için kavga ettiğin adamın babasını, ailesini işe karıştıracaksın. Bu mu senin adamlığın, bu mu senin delikanlılığın? Kavgaya girmek istiyorsan, kavga ettiğin adam kadar dürüst olacaksın, samimi olacaksın. Sen estetik değerlere çok hürmetkâr olduğun için o heykeli ucube ilan edip yıkılmasını istedin, öyle mi? Nerede estetik olmayan bir heykel, nerede estetik olmayan bir yapı görsen karşı çıkarsın demek ki. Samimi bir adamsan, dürüst bir adamsan, tutarlı bir adamsan öyle yapman gerekir… Bu ülkedeki bütün heykeller güzel de bir tek o sahipsiz heykeltıraşın yaptığı heykel mi çirkin? Gücün ona yetiyor, onu yıkıyorsun, hiç utanmadan sahipsiz bir sanatçının üstünden paye toplamaya çalışıyorsun. Güçsüze babalanmak kolay. Ama kabadayılık öyle olmuyor, delikanlılık öyle olmuyor. Yiğit adam önce güçlüye kafa tutar. Sen Yunan Başbakanı’yla görüşürken Yunan Adaları üstünde uçak uçurup bütün ilişkileri ve barış ümitlerini perişan eden orduya karşı niye ağzını açamadın? Çok mu estetikti yaptıkları? Niye Sayıştay Yasası çıkarılırken orduyla gizlice anlaşıp, halkın paralarının nerelere harcandığını halktan sakladın? Niye halkının emanetine hıyanet ettin?.. İnsanlar seni dürüstsün, cesursun, hakşinassın diye sevdiler, AKP’yi Türkiye’yi daha özgür, daha ileri bir ülke yapacak diye desteklediler. Şimdi sen o AKP’yi MHP’nin sularına sürükleyip, orduyla anlaşıp, generallerin paralarını halkından saklayıp, sana inananları kandırmaya uğraşıyor, bunu saklayabilmek için de heykelle, diziyle, ‘Sarıkamış şehitleri’ edebiyatıyla göz boyamaya çabalıyorsun. Bu halkı herkes kandırdı bir de sen kandır. Bakalım ordunun karşısında sus pus kesilen, heykeltıraşlara karşı coşan kof kabadayılığınla ne kadar kandıracaksın? Biz senin eski yiğitliğini ve dürüstlüğünü özleyeceğiz. Ama hiç unutma, gittikçe ezilenlerden uzaklaşan bu politikanla, gün gelecek sen de kendini özleyeceksin”

İşte son günlerin “nur topu gibi tartışmaları” ve bu tartışmalar hakkında önde gelen liberal yazarların değerlendirmeleri kısaca böyleydi.

Erden ÖZKANT