Yazmak, yürekte ve beyinde birikenlerin yeni bir ürün olarak kalemin ucundan beyaz sayfalara dökülüp; beyinlere, yüreklere ulaşması ve oralardan işlenip yeni ürünlerin ortaya çıktığı sürekli bir döngüdür. Bu döngünün meyvesi olan eserlerden kimi sadece akıl ürünü, kimi sadece yürek ürünü kimisi de her ikisinin ürünüdür.
Biz hangisini ön planda tutuyorsak o yönde ürünler ortaya çıkıyor elbette. Bu ürünler toplumda hemen herkese iyi ya da kötü yönlendirmelerde bulunur. Bu ürünlerden sadece okuyanlar etkilenmez. Onları okumayanlar da okuyanlar vasıtasıyla etkilenir.

Sponsor Bağlantılar

Yazı, tarih boyunca hep etkili bir silah olagelmiştir. Bu silaha önem verenler silahların en üstününü ortaya çıkarmıştır ve çıkarmaya devam ediyor. Yazı, sadece silah ortaya çıkarmamıştır. İnsan hayatını kolaylaştırıcı ürünlerin de ortaya çıkmasına vesile olmuştur.

Yazı, insanın elinde hep bir araç olmuştur. Kimi bu aracı kötü, kimi iyi yolda kullanmıştır. Her ikisi için de gayet kullanışlı bir yoldur aslında.

Fakat yazıyı ister silah, ister araç, ister iyi, ister kötü kullanalım nasıl kullanırsak kullanalım ona hâkim olmak, yazı vasıtasıyla topluma yön vermek, içinden gelenleri kâğıda dökmek, güzel bir sanat eseri ortaya çıkarmak, eğitimli insanlar yetiştirmek, yazma sanatını öğretmek ve öğrenmek, yazmanın kendine has o zevkine ulaşmak vs. için şüphesiz çok çalışmanın ötesinde bir çalışma gerekmektedir. Eğer bunu yapmıyorsak “armut piş ağzıma düş” atasözündeki gibi hareket etmekle kalmamış aynı zamanda “lütfen sapı da yukarıda olsun” diyerek tembelliğin bir üst düzeyine çıkma gibi bir başarıyı da elde etmişiz demektir.

Yukarıda yazılanları ve daha fazlasını yerine getirmek için “okuyucu” olmaktan çıkıp iyi bir “okur” olmak gerekiyor. Bizim “okur” değil de “okuyucu” olduğumuzu sanırım aşağıda yazılanlar gayet güzel bir şekilde kanıtlıyor.

Günümüzde okuryazar oranı cumhuriyetin ilk yılları ile karşılaştırıldığında fark açıkça ortaya çıkıyor. Cumhuriyet döneminde %11’lerde olan okuryazarlık oranı 2000’lerde %87 gibi bir rakama ulaşmış bulunmaktadır. 2011 senesine baktığımızda bu sayının daha da artacağı daha önceki yılların mukayesesinden anlaşılmaktadır.  

Bu sayısal veriler ışında durumu analiz ettiğimizde Türkiye’de okuryazarlık alanında muhteşem bir yükselişin meydana geldiği muhakkak. Ancak aynı yükseliş, iyi bir “okur” ve iyi bir “yazar” olma yönünde kendini göstermiyor.

Araştırma sonuçlarına göre “lise ve dengi okulları bitirdikten sonra yüksek öğrenime girebilen öğrencilerin okuduğunu anlama ve yazma becerilerini yeteri kadar kazanamadığı ortaya konulmuştur. Yazma becerisinde başarı oranı 0,28, okuduğunu anlama becerisinde ki başarı oranı 0,47 olarak bulunmuştur. (http://eku.comu.edu.tr)

Bu veriler ışığında hareket ettiğimizde yıllarca, sadece “optik okuyucu” gibi “okuyucu”lar yetiştirdiğimiz anlaşılıyor. Okuduğunu anlayan, anladığını ifade eden bireyler yetiştirmemişiz. Okuduğunu anlamayan bir insandan iyi bir okuyucu olması da beklenemez. Çünkü okumak, okuduğunun içine dalıp, içindeki incelikleri, güzellikleri, keşfedip bütün bu lezzetlerin tadına varmaktır.

Eğer insan yaptığı işten bir haz duymuyorsa bunu sürdürmesinin bir anlamı da yoktur. Bireyin, eseri okumadan önceki haliyle okuduktan sonraki hali hala aynı ise okuduğu eser zihin dünyasını harekete geçirip hayatı kurcalamıyorsa, merak duygularını tetiklemiyorsa, kendini bulunduğu yerden alıp başka diyarlara götürmüyorsa okuma eylemi haz vermediği gibi süreklilik de arz etmez.

Okuduğunu anlamakta güçlük çeken veya anladığını yazıya dökmede sıkıntı yaşayan, sadece baktığı yazıyı yazabilen bireyin bir “yazıcıdan” hiçbir farkı yoktur. Nihayetinde ikisi de yazma işlemini ruhsuz bir şekilde yerine getiriyor. Bizim yazmadaki kastımız elbette ki bu olamaz.

Bir insanın sadece adını soyadını yazması, bir telefon numarasını yazması, baktığı bir yazıyı aynen yazması hatta yazısının şekil itibari ile çok güzel ve uyumlu olması onun iyi bir “yazıcı” olduğunun iyi bir kanıtıdır. Elbette bu çok önemli bir durumdur. Belki gündelik bazı ihtiyaçları karşılayabilir. Ancak yetmez.

Tabii ki her insan çok ünlü bir yazar olacak ve edebi değeri yüksek ürünler ortaya koyacak diye bir şey olamaz. Ancak lise ve ya üniversite mezunu bir kişi duygu ve düşüncelerini yazıya dökerken yazı yazma teknikleri hakkında bilgi sahibi olmanın yanı sıra duygu ve düşüncelerini bir plan dâhilinde yazıya dökmeyi bilmelidir.  Mümkünse her gün günlük tutmalı, yılmadan yazı yazmalı ve yazmayı hayatının vazgeçilmezi haline getirmelidir.

Ben dünyalıyım; yaşadığım dünyaya değer veriyorum; düşünen, sorgulayan, üreten insanlar yetiştirmek istiyorum diyen bir insan bu konuda kendini sorumlu hissedip, hassas davranmalı, “okuyucu” ve “yazıcı” olmaktan çıkıp; iyi bir “okur” ve iyi bir “yazar” olma yolunda çok çalışmalı ve gayret sarf etmelidir.

METİN KAYALIK tarafından “Makale Yarışması” için yazılmıştır…