Bizler beynimizde muhafaza edilen birtakım bilgiler arasında kıyas yaparak zaman algısına ulaşırız. Hafızamız olmasa, beynimiz de bu yorumları yapmayacaktır ve dolayısıyla zaman diye bir algı da oluşamayacaktır. Hatta hafızamız olmasa, şu ana kadar yaşadığımız yıllara dair bir bilgi de beynimizde bulunmayacak ve bizim için yalnızca şu ‘an’ olacaktır. Nasıl mı?..
Zaman, bir anı başka bir anla kıyasladığımızda ortaya çıkan algıdır. Penceremizden caddeye baktığımızda, görüş alanımıza giren ilk araç ile ikinci aracı gördüğümüz an arasında bir süre olduğunu düşünür ve arada geçen süreye zaman deriz. İkinci aracı gördüğümüz anda, ilk aracın bilgisi zihnimizdeki bir bilgidir; o bilgiyi yaşadığımız anla kıyaslar ve zaman algısını elde ederiz. Bu kıyaslamayı yapmasak zaman da olmayacaktır.

Sponsor Bağlantılar

Aynı şekilde, gece yatağımızda yatarken susamamız, kalkıp elektrik düğmesine basmamız, mutfağa ilerlememiz, bardağı raftan alıp içine su doldurmamız ve içmemiz; kısacası yatağımıza tekrar yatana kadar geçen süreç, yalnızca beynimizde yer alan bilgilerdir.

Zaman algıdan ibarettir ve tamamen algılayana bağlı, yani izafi/göreceli bir kavramdır. Zamanın göreceliğini rüyalarımızla açıklayabiliriz. Saatlerce sürdüğünü zannettiğimiz rüyalarımız, aslında birkaç dakika ya da birkaç saniye sürer.

Arkadaşlarımızla oturup, sohbet ettiğimizi düşünelim. Ne kadar süre birlikte olduğumuz konusunda, herkes farklı bir zaman süresinden söz edecektir. O halde zamanın akış hızıyla ilgili bilgi, algılayana göre değişmektedir.

A. Einstein ve İzafiyet Teorisi

İzafiyet Teorisi 20. yüzyılın en büyük fizikçisi olan Albert Einstein’a aittir. Görelilik kuramı olarak da isimlendirilen teoriye göre uzay ve zaman bir algıdır. Mutlak zaman yoktur; uzay ve zamanı algılamamız, bulunduğumuz yere ve hareketlerimize bağlıdır. Bir cismin hızına ve konumuna (çekim merkezine olan uzaklığına) göre, zaman hızlı veya yavaş geçer. Cisim hızlandıkça (çekim merkezlerinin yakınında) o cismin üzerinde zaman yavaşlar. Yani hız arttıkça zaman kısalır, sıkışır; daha yavaş işleyerek sanki ‘durma’ noktasına yaklaşır.

Einstein’ın çok bilinen ‘ikizler’ örneği ile açıklarsak: İkiz kardeşlerden biri Dünya’da kalır, diğeri ışık hızına yakın bir hızla uzay yolcuğuna çıkar. Uzaya çıkan kardeş, geri döndüğünde ikiz kardeşini kendisinden çok daha yaşlı bulacaktır. Bunun nedeni uzayda hızla seyahat eden kardeş için zamanın daha yavaş akmasıdır.

Bir cismin hızı gibi, konumu da zamanı etkiler. Genel Görelilik Kuramı, çekim merkezlerinin yakınında zamanın daha yavaş geçtiğini kanıtlar.

Ünlü fizikçi Stephen Hawking, bu gerçeği yine bir ikiz örneğiyle şöyle anlatır:

Görelilik kuramı mutlak zamanı çöpe attı. Bir çift ikizi düşünelim. Diyelim ki ikizlerden biri dağın tepesinde yaşasın, ötekisi deniz yüzeyinde. İlk ikiz (yani dağın tepesinde yaşayan) ikincisinden daha çabuk yaşlanacaktır. Yani yeniden karşılaştıklarında öbüründen daha yaşlı olacaktır.” (Stephen Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, s.54)

NASA: “Uydu Yörüngelerindeki Sapma İzafiyeti Doğruluyor, Einstein Haklı Çıktı”

Görelilik kuramının doğruluğu, iki bilim adamı; Ignazio Ciufolini ve Erricos Pavlis tarafından çeşitli ölçümler yapılarak kanıtlandı. NASA, projeye 600 milyon dolarlık bir bütçe ayırmıştı. NASA’nın yetkililerinden olan Erricos Pavlis, Einstein’ın, Dünya gibi büyük cisimlerin kendi eksenleri etrafında dönerken uzay ve zamanı büktüğünü söylediğini, kendilerinin de bundan yola çıkarak araştırma yaptıklarını belirtti. Araştırmanın sonucunda ölçüm yapılan uyduların yörüngesinde Dünya’nın dönüş yönünde yılda iki metrelik sapma belirlendi. Yani uydular yörüngelerinden yılda iki metre kadar dışa doğru itiliyorlardı. Bu, Einstein’ın uzay-zaman sürüklenmesiyle ilgili hesaplarıyla %99 uyumlu bir bulguydu.

Einstein, uzay-zamanın maddeden ayırt edilemeyeceğini, maddi cisimlerin varlığıyla koşullandığını ve güçlü çekim gücü yaratan cisimlerin yakınında uzayın ‘eğrildiğini’ iddia etmişti. Einstein’ın teorisi şimdiye dek birçok açıdan doğrulandı…

Tüm bu bilgilerden çıkan sonuç, zamanın algı olduğu gerçeğinin bir kez daha kanıtlanmış olmasıdır. Ve bu gerçek, yüzyıllar önce Kur’an’da haber verilmiş bir bilgidir.

Kuran’da ‘Zamanın Göreceliği’

Modern bilimin bulguları-materyalizmin aksine- zamanın mutlak bir gerçek değil, göreceli bir algı olduğunu gösterir. En ilginci de, 20. yüzyıla kadar -bilim çevreleri de dahil- bilinmeyen bu gerçeğin, bundan yaklaşık 14 yüzyıl önce indirilen kutsal kitabımız Kur’an’da bildirilmiş olmasıdır. Modern bilimce doğrulanan, zamanın, yaşanan olaya, mekâna ve koşullara göre değişen bir algı olduğu gerçeğini Kur’an ayetlerinde görebiliriz. Örneğin ortalama 60-70 yıl süren bir yaşamın gerçekte çok kısa olduğu Kur’an’da birçok ayetle haber verilir:

“Sizi çağıracağı gün, O’na övgüyle icabet edecek ve (dünyada) pek az bir süre kaldığınızı sanacaksınız.” (İsra Suresi, 52)

“Gündüzün bir saatinden başka sanki hiç ömür sürmemişler gibi onları bir arada toplayacağı gün, onlar birbirlerini tanımış olacaklar…” (Yunus Suresi, 45)

Kur’an’da, insanların zaman algılarının farklı olduğuna, gerçekte çok kısa olan bir sürenin çok uzunmuş gibi algılanabileceğine de dikkat çekilir:

“Dedi ki: ‘Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?” Dediler ki: “Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor.” Dedi ki: “Yalnızca az (zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz.'” (Müminun Suresi, 112-114)

Zamanın ortama göre farklı bir akış hızıyla geçtiğini bildiren bazı ayetler şu şekildedir:

“… Gerçekten, senin Rabbinin Katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.” (Hac Suresi, 47)

“Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O’na yükselir.” (Secde Suresi, 5)

Zamanı ve mekanı yoktan yaratan sonsuz ilim sahibi Allah’tır. Bu nedenle O’nun Katında geçmiş, gelecek ve şu an hepsi birdir ve hepsi “bir göz kırpma” süresi kadardır; bir andır. Yüce Allah, zamanın her anını zamansızlıkta tespit etmiş ve yaratmıştır. Bizim için yaşadığımız ve yaşayacağımız olayların tümü, zamana tabi olmayan Allah’ın bilgisinde ve O’nun hakimiyetindedir.