“Aynı anda iki süreç: 28 Şubat ve Avrupa Birliği”

Hacı Mehmet BOYRAZ
Gediz Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü & Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (ÇAP)
Gediz Üniversitesi Avrupa Birliği Kulübü Başkanı
boyrazhacimehmet@gmail.com

Sponsor Bağlantılar

İçerik

1. Özet
2. Anahtar Kelimeler
3. Kronoloji
4. 28 Şubat öncesi TC-AB ilişkilerindeki durum
5. 28 Şubat sürecine AB’nin bakışı
6. 28 Şubat’tan Helsinki’ye
7. Sonuç
8. Kaynakça

1. Özet

28 Şubat ve Avrupa Birliği’nin (AB) değerlendirildiği bu çalışmanın amacı 28 Şubat ekseninde AB ile yaşanan sürecin ve 28 Şubat sonrasında AB ve Türkiye tarafından yapılan hamlelerin kısa ama öz bir şekilde incelenmesidir. Bu sebepten, 28 Şubat sürecinin oluşum ve uygulama aşamasına detaylı bir şekilde yer verilmemiştir. Bunun yanı sıra, Şeyma Akın tarafından hazırlanan ‘28 Şubat ve Batı Medyasındaki Algılanışı’ başlıklı Yüksek Lisans tezinden edinilen veriler ışığında bazı AB üye ülkelerinin medya organları üzerinden yapılan alıntılarla üye ülkelerin sürece bakış açılarına da yer verilmiştir. Kısaca, 28 Şubat öncesi, ekseninde ve sonrasında TC – AB İlişkileri değerlendirilmiştir.

2. Anahtar Kelimeler:

Avrupa Birliği, Avrupa Birliği Zirvesi, Gümrük Birliği, Katılım Ortaklığı Belgesi, İlerleme Raporu, Milli Güvenlik Kurulu (MGK), Ortaklık Konseyi, 28 Şubat post-modern darbe.

3. Kronoloji:

14 Nisan 1987: Özal Hükümeti AET’ye tam üyelik başvurusunda bulundu.
1 Ocak 1996: TC ve AB arasında Gümrük Birliği yürürlüğe girdi.
28 Şubat 1997: MGK toplantısı sonrası post-modern darbe sürecinin başlaması.
16 Mart 1997: Apeldoorn şehrinde yapılan gayri resmi Dışişleri Konseyi toplantısından sonra, 29 Nisan 1997’deki AT-Türkiye Ortaklık Konseyi toplantısında Avrupa Birliği, Türkiye’nin üyelik ehliyetini bir kez daha teyit etti.
22 Mart 1997: 1997’de Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup Başkanı Pauline Gren başkanlığındaki bir heyet Org. Çevik Bir ile görüşme sağladı ve bu görüşmede Bir, demokrasi güvencesi verdi (!).
18 Haziran 1997: Erbakan istifa edip görevini Çiller’e devretti.
15 Temmuz 1997: AB tarafından Gündem 2000 kabul edildi. Bu belge ile Türkiye’nin ekonomik ve politik durumu hakkında da değerlendirmeye yer verilmiştir. Bu belge, aynı zamanda, Türkiye’nin “bölgedeki bir dizi sorunun çözülmesi ve Kıbrıs sorunun adil ve kalıcı bir çözümüne aktif şekilde katkıda bulunması yönünde güçlü bir taahhüt vermesi gerektiğini” ifade etmiştir.
12 – 13 Aralık 1997 Lüksemburg Zirvesi: TC’ye adaylık statüsünü tanınmadı ama katılım ehliyetini en yüksek düzeyde olduğu teyit edildi. Bunun üzerine Türk Hükümeti ilişkileri tek taraflı olarak dondurdu.
1998: Avrupa Komisyonu Türkiye hakkındaki ilk ilerleme raporunu yayınladı.
10 – 11 Aralık 1999 Helsinki Zirvesi: TC’ye aday ülke statüsü verildi.
8 Mart 2001: Avrupa Konseyi Türkiye’nin AB katılım sürecinin yol haritası olan Katılım Ortaklığı Belgesini kabul etti.
17 Aralık 2004: Avrupa Birliği Konseyi, Türkiye ile üyelik görüşmelerini başlatma kararı almasıyla 3 Ekim 2005’te Türkiye’nin AB’ye katılım müzakereleri başlatıldı.

4. 28 Şubat öncesi TC-AB ilişkilerindeki durum

14 Nisan 1987’de Turgut Özal’ın AET’ye yapmış olduğu tam üyelik başvurusundan sonra uzun süre ilerleme kaydedilemeyen ilişkilerimizin önemli dönüm noktalarından olan ve Türkiye açısından erken bahar havası yaratan 1995’teki Gümrük Birliği Antlaşması ile Türkiye’ye muhtemel üyeliği öncesi Avrupa entegrasyonun önemli bir parçası eklemlenmiştir. Bu antlaşma ile Türk ve Avrupa mallarının bazı sektörler hariç karşılıklı olarak gümrüksüz dolaşması amaçlanmıştır.

Gümrük Birliği’nden sonra 1998’deki İlerleme Raporu’na kadar önemli bir ilerleme de yaşanmamıştır. Bu sebepten 1995-1997 arasında göze çarpan tek durum Gümrük Birliği’nden ibaret olmakla beraber hükümetler arası çalışma grupları, AB tarafından Türkiye sunulan teknik hizmetler ve irili ufaklı diplomatik ilişkiler de vuku bulmuştur.

5. 28 Şubat sürecine AB’nin bakışı

28 Şubat 1997’deki MGK Toplantısı sonrası hükümete uyarı niteliğinde alınan kararlar sonrası başlayan “28 Şubat post-modern darbe” senaryosunun etkileri siyasi tarihimizde önemli bir yer tutmaktadır. Bunun sebebi askerin direkt müdahale anlayışı yerine “birtakım sivil toplum kuruluşlarının yanı sıra basın-yayın kuruluşlarının, üniversitelerin, sendikaların, sermaye çevrelerinin, sivil bürokrasinin, yargı mensuplarının desteği alınarak baskı, tehdit, şantaj ve ikbal vaadiyle hükümetin işlevsiz hale getirilerek, istifaya zorlanmasıdır. Sürecin bir diğer dikkat çekici noktası ise ABD ve AB’nin, 28 Şubat MGK kararlarına karşı ciddi bir eleştiride bulunmamalarıdır. ABD ve AB gibi liberal demokratik mekanizmaların efektif bir şekilde kullanıldığı ülkelerin hukuksuz ve anti-demokratik bir uygulamaya ses çıkarmamalarının altında araştırılması gereken üstü kapalı sebepler olmalıdır. Bu çalışmanın ekseriyeti nedeniyle yapılan araştırma ve inceleme faaliyetleri sonucunda 1998 yılında Avrupa Komisyonu tarafından yayımlanan Türkiye İlerleme Raporunda da 28 Şubat süreci hakkında direkt olarak herhangi bir yorum yer almaması dikkat çekicidir. Direkt yorum yerine, üstü kapalı bir takım eleştiriler yapılmıştır. MGK Kararlarına verilmeyen tepki kadar AB’nin, 16 Ocak 1998 tarihinde Refah Partisinin Anayasa Mahkemesi tarafından ‘laiklik karşıtı odak’ olma gerekçesiyle kapatılması konusundaki tutumu da o dönem bazı kesimlerce eleştiriye maruz kalmıştır.

Genel hava itibariyle tarihi akışa bakıldığında AB’nin kurumsal olarak 28 Şubat sürecine bakış açısı ne yazık ki net değildir. Biz de bu sebepten 28 Şubat post-modern darbenin AB’deki kurumsal algısını anlayabilmek için üye devletlerden bazılarının 29 Şubat’taki (28 Şubat MGK Toplantısı sonrası) haber başlıkların bakmakta yarar gördük; çünkü sürecin bir darbe olup olmadığı ilk etapta anlaşılamamıştır. Hatta AB’den de öte ülke içerisinde dahi 28 Şubat’ın darbe olduğu çok sonra anlaşılabilmiştir.

Bunun yanı sıra, Türkiye üye bir ülke olmadığı için herhangi bir yaptırım da söz konusu olmamıştır. Ancak yaptırım söz konusu olmasa da AB’nin kurumsal olarak anti-demokratik post-modern askeri müdahaleye daha sonra karşı bir hamle yapması kaçınılmazdı ve bunu 1997’deki Lüksemburg Zirvesi’nde TC’ye aday ülke statüsü vermeyerek göstermiş oldu. Görevdeki hükümetin ise buna cevabı tek taraflı olarak sürecin durdurulması gibi yanlış bir adım olmuştur. Yanlış olarak addedilmesinin sebebi zaten süreç boyunca demokrasi karşıtı birçok sahne yaşanmış, akabinde bir hükümet modern yollarla devrilmiş ve toplumsal bir bölünme yaşanmıştır. İşte tam da bu demokrasi eksikliğinin hissedildiği dönemde
Türkiye’yi az da olsa demokrasi limanına itebilecek tek itici güç olabilecek Avrupa Birliği ile ilişkilerin durdurulmasının akıl ve mantıkla izah edilmesi söz konusu değildir. Bir başka ifade ile zaten ‘Kopenhag – Siyasi Kriteri’nin bütünüyle çiğnendiği bir süreçte AB’nin en azından bunu yapması anormal değildir. Buradaki mühim nokta AB’nin süreci geç okuması ve kurumsal hamlelerin geç gelmesidir. Böyle bir ifade metnin yazarı olarak beni AB taraftarı olarak gösterebilir ama burada kastedilen AB’nin kurumsal olarak yapması gerekeni geç yapmasıdır; çünkü halk tarafından iktidara getirilen bir hükümete karşı sivil bir darbe yapılmıştır ve bunun temel AB normları ile bağdaşır bir tarafı bulunmamaktadır.

28 Şubat’tan sonraki günler içerisinde AB ile TC arasındaki ilişkide de bir kopukluk yaşanmıştır. Ancak 22 Mart 1997’de Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup Başkanı Pauline Gren başkanlığındaki bir heyet Org. Çevik Bir ile bir görüşme sağlayarak bu kopukluğu kısmen gidererek mevcut durum hakkında karşılıklı bilgi alış verişinde bulunmuşlardır. Bu görüşmede Çevik Bir de heyete demokrasi güvencesi vermiştir (!). Burada üzerinde durulması gereken husus AB’nin post-modern darbecileri direkt eleştirmedikleri gibi siyasi muhatap olarak da Dışişleri Bakanlığı yetkilileri yerine askeri yetkililerle irtibat kurmaları AB’nin var olan hukuksuzluğu görmezden geldiği gibi diplomatik sınırları da ihlal ettiğinin göstergesidir.

Yukarıda belirtildiği gibi AB’nin kurumsal olarak 28 Şubat’a karşı net bir tutumu olmadı gibi üstü kapalı olarak da darbecileri kendilerine muhatap almışlardır. Ancak kısa bir süre sonra 1997’deki Lüksemburg Zirvesi’nde TC’ye aday ülke statüsü verilmeyerek gecikmiş kurumsal cevap verilmiş oldu.

Şimdi İtalya, Fransa, Almanya ve İngiltere gibi Avrupa Birliği içerisinde ağırlığı olan bazı üye ülkelerin sürece bakışlarını haber sayfalarından inceleyerek kurumsal kimlik kadar üye ülkelerin bakış açılarına da göz atabiliriz.

İtalya – Corriere Della Sera:
Askerler Erbakan’ı yargılıyor. 1974 Kıbrıs çıkarması öncesinde bile MGK toplantısı bu kadar uzun sürmedi. Şeriatı getirmek isteyen RP liderinin laikliği tehlikeye sokacak macerasına dur denildi ve askerler laikliği korumak için yemin etti.(1)

Fransa – AFP:
MGK, devletin laik kurumlarını savunacağını ve İslami radikallere göz açtırmayacağını vurguladı ki, bu gelişme Erbakan Hükümeti’ne son uyarı olarak değerlendiriliyor. Konsey, 9 saati aşan toplantı sonunda, TC’nin demokratik sistemde de çağdaş uygarlık yolunda gelişmesini güvence altına alan yasalardan ve anayasanın uygulamasından ödün verilmeyeceği bildirisini yayınladı.(2)

Almanya – Die Welt:
Laikliğin bekçisi olan Demirel ve generallerin, İslamcı Başbakan Erbakan’a karşı sabırları artık tükendi. Bugüne kadar el altından yaydıkları düşüncelerini şimdi açıkça söylediler.(3)

İngiltere – Reuters:
Laik generaller ve koalisyon yönetimi arasında süregelen gerginliğin ardından toplanan MGK, İslamcıların önderliğindeki hükümeti demokrasi ve laiklikten ayrılmaması konusunda uyardı. Gece yarısına kadar süren toplantı sonunda yayınlanan bildiri, ordunun geleneksel yaklaşımını yansıtıyor.(4)

İngiltere – BBC:
Generallerin MGK kararları Türkiye’nin gerçekleri ile uyuşmayan zorba maddeler içeriyor. %99’u Müslüman olan bir ülkede bu kararların uygulanması oldukça zordur. Bu kararların uygulanması demek, Türkiye’nin insan hakları açısından elli yıl geriye gitmesi demek.(5)

İngiltere – Daily Telegraph:
İslamcı radikallerin önünü kesme hareketi, Türk ordusunun rolünü sorgulatıyor” başlıklı yazı, ordunun Türk siyasetindeki ağırlığından bahsederken, 1997’de ilk İslamcı Başbakan olan Erbakan’ın görevden alındığını dile getiriyor. Yazıda ön plana çıkarılan husus ise AB’nin Türkiye’ye bir takım şartlar öne sürmüş olduğudur. Bu şartlar arasında ordunun siyasetten uzak durması da vardır. (6)

Ordu müdahalesi, Türkiye’nin AB şansını tehdit ediyor” başlıklı bir diğer yazıda ise, Avrupa Birliği’nin Türk ordusunun siyasete müdahale etmemesi gerektiği yoksa ülkenin AB’ye giriş şansının azalacağını belirtiyor. Ayrıca Olli Rehn’in sözlerine de yer verilmiş; buna göre Avrupa, özgürlük, demokrasi, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı, hukuk devleti, demokratik sivil iktidarın ordu üzerindeki üstünlüğü ilkelerine dayanmaktadır ve Türkiye de bunlara saygı duymalıdır. (7)

İtalyan, Fransız, Alman ve İngiliz medya organlarının 29 Şubatta gazetelerindeki haberlerin analizleri yapıldığında ortaya çıkan sonuç 28 Şubat’ın Batı medyasında doğrudan bir darbe olarak algılanmamış olmasıdır. Diğer sonuçlar ise şu şekildedir:

• İtalyan haber ajansı anti-demokratik darbe sürecinden ziyade laiklik vurgusunu ön plana çıkartarak Erbakan Hükümeti’ni eleştirmiştir.
• Fransız haber ajansı 28 Şubat’ın darbe olduğunun farkında olmadığından eleştirisini dinci Erbakan Hükümeti’ne yöneltmiştir.
• Alman haber ajansı da İtalyan ve Fransız ajansları gibi darbe vurgusu yerine laikliğe vurgu yapmıştır.
• İngiliz Reuters ve Daily Telegraph haber ajansları İtalyan ve Fransız haber ajanslarına nazaran geleneksel darbeci tutumu ön plana çıkarmışlardır. 28 Şubat’ın bir darbe olduğunu kavrayabilen tek ajans muhtemelen BBC olmuştur. Özellikle haberin son ifadesinde belirtildiği gibi bu kararların uygulanması demokrasi ve insan hakları açısından ilerleme değil gerileme sebebidir.

Avrupa Birliği Komisyonu’nun o dönemki Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn’in sözleri ise aslında AB’nin kurumsal olarak veremediği tepkinin açığa vurulmasıdır. Avrupa Birliği’nin özgürlük, demokrasi, insan hakları ve temel özgürlüklere saygı, hukuk devleti gibi kavramlar üzerindeki hassasiyetine vurgu yapan Rehn, demokratik sivil iktidarın ordu üzerindeki hâkimiyetine de atıfta bulunarak 28 Şubat’ta askerin sivil otorite üzerinde baskı kurduğunu üstü kapalı olarak ifade etmiştir.

Kısaca, Batı demokrasilerinde asla kabul görülmeyen bir yöntem olan darbenin, İslamcılara karşı yapıldığında müdafaa edilebilecek bir durum olması göze çarpmaktadır.

6. 28 Şubat’tan Helsinki’ye

Post-modern darbe süreci boyunca AB üye ülkelerinden bazılarının ve AB’nin kurumsal olarak sürece bakışını (!) yukarıda inceledik. AB’nin kurumsal olarak 28 Şubat’a en sert tepkisi 1997’deki Lüksemburg Zirvesi’nde TC’ye aday ülke statüsü verilmemesi oldu. Bu hamleye karşılık Türkiye ise siyasi ilişkileri tek taraflı dondurmuştur. Ardından 1998’deki İlerleme Raporumuzda Türkiye’de yaşanan genel siyasi havaya üstü kapalı olarak eleştiriler yöneltilmiştir. İlerleme Raporu’ndaki en dikkat çekici husus “ordunun sivil denetiminin olmayışı, kaygı vericidir. Millî Güvenlik Kurulu kanalıyla ordunun politik yaşamda oynadığı büyük rol, bunu yansıtmaktadır.” ifadesidir. (8)

1998 tarihli İlerleme Raporu’nda yer alan bazı önemli ayrıntılar:

1998’deki ilk İlerleme Raporumuz 28 Şubat’ın AB’ye üstü kapalı olarak çok ufak eleştiriler yaptığı resmi bir belgedir. Bu üstü kapalı ve ufak eleştirilerden bazıları aşağıda sıralanmıştır:

• “Türkiye’deki durum hakkında önceki değerlendirmeler” (9) kısmı
“İdare ve eğitim sistemindeki son gelişmeler, laikliği güçlendirmeye yönelik olmakla beraber, Türk toplumunda ordunun özel rolünü göstermektedir… Ordunun sivil politik denetimi bakımından Türk hukuku sisteminde belirsizlikler vardır.”

Türkiye’deki son politik gelişmeler (10) kısmı
“Geçen bir kaç yılda, Türkiye’deki politik durum nispeten istikrarsız olmuştur. Başbakan Yılmaz’ın (ANAP) idaresindeki mevcut azınlık koalisyonu, haftalarca süren bir bunalımdan sonra, Erbakan (Refah) ve Çiller (DYP) önderliğindeki hükümetin yerine geçerek Haziran 1997’de iktidara geldi. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) çoğunluğa sahip olmayışı nedeniyle, Yılmaz Hükümeti, koalisyon dışında kalan partilerin desteğine muhtaçtır.”

“Ocak 1998’de, Türk Anayasa Mahkemesi, Refah Partisi’ni kapattı, tüm malvarlığına el koydu ve partinin başlıca liderlerini, beş yıl boyunca, herhangi bir politik gruba üye olmaktan men etti. Bu kapatma kararı, 21 Ocak 1998 tarihinde Avrupa Birliği adına yapılan bir Başkanlık açıklamasına konu oldu. Söz konusu açıklamada şöyle deniyordu: “Bu karar, Türk Anayasası’nın hükümlerine uygundur. Fakat Avrupa Birliği, bu kararın, demokratik çoğulculuk ve ifade özgürlüğüne ilişkin sonuçlarından endişelidir.” Refah Partisinin kapatılmasından bu yana, milletvekillerinin hemen hepsi, yeni bir partiye, Fazilet Partisi’ne katılmışlardır.”

Bu iki kısımda raportörün bakış açısına göre Türkiye’de gayri demokratik olaylar olmuştur ve ordunun sivil politik denetimden yoksun olmasının hukuken belirsizlik arz etmesi ifade edilmiştir. Ancak Batı (AB ve ABD eksenli) nasıl ki bugün Ortadoğu’da yaşanan trajikomik sahnelere ses çıkarmıyor ve ‘darbeye’ darbe diyemiyorsa o gün de Türkiye’de yaşanan sürece ‘darbe’ demekten imtina etmiştir.

Böyle bir tabloya rağmen sadece 1 yıl içerisinde dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem tarafından etkin bir diplomasi yürütülerek 1999’daki Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye aday ülke statüsü verilmesi ise dikkate değer bir başarıdır. Bu vesileyle süreç öncesindeki durumdan bir adım daha ileriye gidilmiştir ama belirtildiği gibi burada Cem’in etkin diplomasi anlayışı ön plana çıkmıştır.

Devam eden süreç içerisinde de 8 Mart 2001’de Avrupa Konseyi Türkiye’nin AB katılım sürecinin yol haritası olan Katılım Ortaklığı Belgesini kabul ederek aslında iyi niyetini ortaya koymuştur.

7. Sonuç:

28 Şubat 1997’deki yapılan MGK toplantısında alınan kararlarla askerler halkın oyuyla iktidara gelmiş sivil bir iktidarı 4. kez bozguna uğratmış oldular. Ancak sürecin ülke içerisindeki etkileri kadar ülke dışındaki etkileri de göze çarpmıştır. Gümrük Birliği ile AB’ye bir adım daha yakınlaşan Türkiye’ye ne yazık ki o dönem gerekli ideolojik yardım AB tarafından yapılmamıştır/ yapılamamıştır.

Süreci geç okuyan ve geç tepki veren AB’nin 1997 sonunda Lüksemburg Zirvesi’nde Türkiye’yi aday ülke olarak tanımaması kurumsal olarak verilebilecek tek tepkidir. Bunun yanı sıra AB üye ülkeleri de genellikle darbe olgusundan ziyade laiklik olgusuna vurgu yaparak sürecin bir darbe olduğunu anlayamadıkları da aşikârdır. Yapılan haber analizlerinde de askerin rolüne bir eleştiri olmadığı gibi generallerin arkasındaki geniş destekten bahsedilmiş ve neredeyse ‘yaramaz’ çocuk tasviriyle Erbakan ve İslamcıların hizaya getirildiği aktarılmıştır. (11)

Özetle, “değişim sürecindeki devletlerde demokratik sistemlere geçmenin ya da halkın iktidarını kabul ettirmenin yolu seçkinlerin kullandığı kavramları kullanmaktan geçmektedir. 28 Şubat süreci bu kavramların halk tarafından keşfedilmesi için iyi bir dönüm noktasını oluşturmuştur. Bu nedenle Türkiye’nin sürekli vurguladığı Batılılaşmanın zamanla sembolü halini alan AB ile olan ilişkiler 28 Şubat süreciyle iktidardan uzaklaştırılan sağ kesim için ayrı boyut kazanmıştır. Bunun yanı sıra, 28 Şubat süreci yıllardır kabul edilmeyen kimliklerin kabul edilmesinde de etkili olmuştur.” (12)

8. Kaynakça:

Kitap, Makale ve Tez

1. Avrupa Birliği Komisyonu, Türkiye İlerleme Raporu, 1998
2. Akın, Şeyma “28 Şubat Süreci ve Batı Medyasındaki Algılaması” – Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Tez Danışmanı: Doç. Dr. Ercan Oktay, 2011
3. Dedeoğlu, Beril “Dünden Bugüne Avrupa Birliği”– Boyut Yayınları, 2003
4. Gürses, Ezgi “28 Şubat – Demokrasi Ters Şeritte” – Şule Yayınları, 2012

İnternet Kaynakları:

1. Akın, Şeyma: “28 Şubat Süreci ve Batı Medyasındaki Algılaması” – Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Tez Danışmanı: Doç. Dr. Ercan Oktay, 2011, sayfa 106-107
2. Akın, Şeyma: a.g.e. sayfa 107
3. Akın, Şeyma: a.g.e. sayfa 108
4. Akın, Şeyma: a.g.e. sayfa 107
5. Akın, Şeyma: a.g.e. sayfa 115
6. Akın, Şeyma: a.g.e. sayfa 110-111
7. Akın, Şeyma: a.g.e. sayfa 113
8. Avrupa Birliği Komisyonu, Türkiye İlerleme Raporu, 1998, sayfa 17
9. Avrupa Birliği Komisyonu, Türkiye İlerleme Raporu, 1998, sayfa 6
10. Avrupa Birliği Komisyonu, a.g.e. sayfa 8
11. Akın, Şeyma: a.g.e. sayfa 108
12. http://www.postakutusu.co.uk/yazarlar/28-subat-sureci-ve-abye-tersten-bakis/ (erişim 20.04.2014)