Özet:

Ahmet Haşim’in merdiven şiiri şüphesiz Türk edebiyatının köşe taşı şiirlerinden biridir. Gerek ortaöğretim gerekse yükseköğretim kurumlarınca bu şiir soyut olarak işlenir ve tartışmasız bir ölüm temasından bahsedilir. Biz bu çalışmada şiiri daha somut hale getirerek temalardan biri olan “Ölüm” gerçeğine dokunmaya çalışmak ve bu çalışmayı kutsal kitaplar ve diğer akademisyen hocaların yorumlarıyla güçlendirmeye çalışmak.

Sponsor Bağlantılar

Soyut temanın sözle söylenmesine katkıda bulunarak bu sözsel ifadenin somut ifadelerle güçlendirilmesini sağlamak ve bu çalışmada Nurullah Çetin’in şiir inceleme yöntemini kullanmak bizim yöntemlerimizden biri olacaktır.
I. HAYATI

AHMET HAŞİM
(D. 1884 – Ö. 4 HAZİRAN 1933)

Bağdat’ta doğmuştur. Babası mülkiye kaymakamlarından ve Bağdat’ın eski ve bilinen ailelerinden birine mensup Ahmet Hikmet Bey; annesi ise yine Bağdat’ın ileri gelenlerinden Kahyazadeler’in kızı Sara Hanım’dır. Babasının Arabistan vilâyetlerindeki memuriyetleri sebebiyle düzensiz bir ilkokul tahsili gördü. Dil olarak da aynı sebepten sadece Arapça öğrendi. Annesinin ölümü üzerine 12 yaşında babasıyla birlikte İstanbul’a geldi. 1897’de Galatasaray Sultanîsine yatılı olarak verildi. 1907’de mezun olunca Reji İdaresine memur olarak girdi. Bir taraftan da Mekteb-i Hukuk’a devam etti. I. Dünya Savaşı’ndaki askerliği (1914 – 1918) sırasında Anadolu’nun çeşitli yerlerini görme fırsatı buldu. 1924’te Paris’e, 1932’de de hastalığı sebebiyle Frankfurt’a gitti. Çeşitli yerlerde memur olarak çalışan Hâşim, daha çok öğretmenlik yaptı. Sanâyi-i Nefise Mektebinde (Güzel Sanatlar Akademisi) mitoloji dersleri hocalığı ve Mülkiye Mektebindeki Fransızca öğretmenliği görevlerine ölünceye kadar devam etti. Hâşim’in sanat ve edebiyata ilgisi Galatasaray Sultanîsinde başlar. Bilinen ilk manzumesi “Leyâl-i Aşkım” 1901’de “Mecmua-i Edebiyye”de yayınlandı. Bu dönemde Muallim Naci, Abdülhak Hâmid, Tevfik Fikret ve Cenab Şahabeddin’in tesiri altında kaldı. Son sınıfta iken Fransız şiirini ve sembolistleri tanıdı. Bundan sonra kendi şahsiyetini gösterdi ve ilk şiirlerini kitaplarına almadı. 1905 – 1908 yılları arasında yazdığı ve Piyâle kitabına aldığı “Şi’r-i Kamer” serisindeki şiirleri hayal zenginliği, iç ahenkteki kuvvet ve büyük telkin kabiliyeti ile dikkat çekti ve beğenildi. 1909’da kurulan Fecr-i Âtî’ye girdi. “Edebiyatı ideolojinin değil, estetiğin emrine vermek” prensibinden hareket eden Fecr-i Âtî grubunun yayın organı Servet-i Fünûn dergisinde şiirler yayınladı ve Servet-i Fünûn – Edebiyat-ı Cedide – topluluğuna yapılan hücumlara makaleleriyle katıldı. 1911’de yayınlanan Göl Saatleri adlı şiirleriyle haklı bir şöhret kazandı. Fecr-i Atî dağıldıktan sonra siyasî ve edebî akımların dışında kendisine has bir şiir ve nesir anlayışının tek temsilcisi olarak kaldı.

4 Haziran 1933 yılında İstanbul’da öldü.

II. ESERLERİ

ŞİİRLER:
Göl Saatleri (1921)
Piyale (1926)
Ağaç
Bir Günün Sonunda Arzû
Bir Yaz Gecesi Hatırası
Bülbül
Havuz
Karanfil
Merdiven
Mukaddime
O Belde
Parıltı
Şafakta
Süvârî
Tahattur
Yarı Yol

FIKRA VE SOHBET:
Bize Göre (1926)
Gurabahane-i Laklakan (1928)

GEZİ:
Frankfurt Seyahatnamesi (1933)

III. MERDİVEN ŞİİRİ TAHLİLİ

MERDİVEN

Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak…

Sular sarardı… Yüzün perde perde solmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…

Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller,
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?

Bu bir lisân-ı hafidir ki ruha dolmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta!

(Şebâb, 30 Temmuz 1336 / 1920, S.2, s.26)

Konu:

Ölüm, hayat ve insanın kendini sorgulaması.

İzlek:

İnsan son zamanında kendisini sorgulama ve kendisine “Ya varsa?” sorusunu sorması en temel durumdur. Bu konuyu daha önce ve daha sonraki pek çok şairde görmemiz mümkün. Dante’den tutun da Cahit Sıtkı’ya kadar bu durum devam etmiştir. O halde bu şiirin izleği için insanın kendisini sorgulaması denilebilir.

Düşünce:

Şiir hikemi bir şiirdir. Geçmiş yaşantıların şimdiye aktarılma tarzı, sorgulaması ve aslında biraz daha derin incelendiğinde yararlandığı metafizik unsurlar şiir içinde düşünce unsurlarını geliştirmiştir.

Şiir bu düşünce unsurları arasında kendisine ölümü, aşkı, hayatı ve bazı kesimlerinde ünlemleri okuyucuya belli bir ufuk açacaktır. Şiirin içerisinde yöneltilen sorular aslında tecahül-i arif sanatıyla özleşmiş sorular olup aslında soru kendisine değil okuyucuya yöneltilmiştir. Okuyucunun bu soruya vereceği cevaplar aslında şiirin boyutunun ne denli derin olduğunu gösterecektir. Düşünce unsurları olarak biz bu şiir için hayatın kısa özeti denilebilir.

Olay:

Şiirin ardında gözle görülür bir ayrıntı, belli bir metafor yoktur. Sembolizm’in usta şairlerinden olan Ahmet HAŞİM bu şiirinde perde arkası olaya sıkça yer vermiştir.

Varlık:

Şiirde merdiven, etek, güneş, yaprak, perde, sema, su, yeryüzü, gül, dal, bülbül, tunç, mermer gibi varlıklar kullanılmıştır. Ancak bu varlık şiir içerisinde soyut bir şekilde yer almış olup, gerçek görünen varlıklar şairin fikir dünyasında soyut hale bürünmüştür.

Metnin içerisinde somut varlığın soyut şekilde yer alması aslında şiire ahenk katacak ve kapalı anlatımın daha da açılması, açıklanması ve şekillenmesine vesile olacaktır.

Duygu:

Şiirde ölüm ve ölümün yaklaştığına olan inançla beraber, hüzün, ayrılık ve karmaşık sorular çok kuvvetli bir şekilde yer almaktadır.

Görüntü:

Şiirin daha önce somut varlıklarla soyuta ulaştığını söylemiştik. Bu varlıklar ve anlatım içerisinde soyut görüntüyü muhafaza etmiş ve hayalî unsurlara sıkça yer vermiştir. Bu unsurlar şiir içerisinde kendisine somut bir anlatım yolu bulacaktır. Görüntünün soyut ancak derin yapıda somut unsurlarını söylemek mümkün.

Soyut Görüntü: Simge ve İmge Yapısı:

Şiir görüntü olarak soyut olup Sembolizm’in görüntüleri sıkça görünmektedir. O halde bu durumda şiir yapısı bakımından sembollere dayanacaktır. Bu halde şiire somut görüntü ile yaklaşmak zorlama bir tahlil olacaktır. Soyut temelli yaklaşımlarla somut temellere bağlamak şiirin asıl değerini ortaya çıkaracaktır.

Akşam güneşi, kızıllık ve buna benzer pek çok romantik durum ile suların yanması, mermerin tunca benzemesi ve gizli bir dilin ortaya çıkması bir korkuyu; merdivenlerin basamaklarının gitgide azalması da ölümün kendisini temsil edecektir. Buna benzer görüntülerin yorumlanması bize yeni bir pencere açacaktır.

Soyut görüntü içerisinde mısraları teker teker incelersek;

Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden:

Ahmet Haşim’in şiirlerine şöyle bir göz atsak dahi bir burukluğun bir yalnızlığın şiirlerini görebiliriz. Şafakta şiirinde;

“Dönmek mi? Ne mümkün geriye dönmek,
Düştüyse gönüller bu melâle.
Bir eldir ufuklardan uzanmış,
Zulmet bizi çekmekte visâle.

Şeklindeki söylem ve “Bir el ufuklardan uzanmış” betimleniş tarzı bizde bir yolculuk fikri uyandırmakta ve şairin tereddütlere daha ilk satırdan başladığı görülmektedir. Ortak bir kanaat olarak merdiven burada bir sembol, ulaşılmak istenen yere karşı bizi götürecek araçtır. Oradan ağır ağır çıkmak ise elbette ulaşılacak yere aniden varılamayacak, oraya uzun süreli bir uğraş ulaştıracaktır bizi.

Merdiven kavramı üzerinde Tevratta;

“12. Düşte yeryüzüne bir merdiven dikildiğini, başının göklere eriştiğini gördü. Tanrı`nın melekleri merdivenden çıkıp iniyorlardı.

17. (Yakup) Korktu ve, “Ne korkunç bir yer!” dedi, “Bu, Tanrı`nın evinden başka bir yer olamaz. Burası göklerin kapısı.” (Yaratılış 28;12,17) sözleri yer almakta.

Aynı durum Kur’anda;

“38. Yoksa, üzerine çıkıp vahiy dinledikleri bir merdivenleri mi var? Öyleyse, dinleyenler açık bir delil getirsin. (Tur suresi 52;38)” gibi çeşitli dinlerde merdiven kavramı bu şekilde açıklanmış bulunmaktadır. Her ikisinde de apaçık “merdiven” ibaresini görmek bizi düşündürmektedir.

Eceli yaklaşan bir insan, hele de dini konuda tereddütleri olan insan yaşamı boyunca yaşadıkları tecrübelerle böyle bir göklere merdiven çıkması gibi düşüncelere kapılabilir. Merdivenlerden ağır ağır çıkmak bir yolla tanrıya ulaşmak maksatı da taşıyabilir.

Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak;

Bir kimsenin eteklerinde güneş rengi yaprakların bulunması ifadesi bize bir sonbahar görüntüsünü göstermektedir. Cahit Sıtkı’nın Otuz Beş Yaş şiirinde “Ayva sarı, nar kırmızı sonbahar” söylemi de şiir dünyamızda ve fikir dünyamızda sonbaharın bize ölümü hatırlatan bir mevsimdir. Solan yaprağın önce kırmızı renge bürünmesi ardından da sararıp solması şairin aklına ölüm olgusunu net bir şekilde göstermiştir denilebilir. İşte bu durumda eteklerde taşınan güneş rengi yapraklar o kimsenin yaşlandığını ve artık son deme yaklaştığına telmihtir.

Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak;

Bir insan pişmanlıkları ile beraber semaya bakarak ağlar, ya da mutluluk gözyaşları onu semaya baktırır.

Tarihi biraz daha geri alacak olursak eski Türklerde kağan görevi verilecek kişi bir keçe üzerinde yukarı kaldırılır ve ona ondan sonra kağanlık, hakanlık görevi verilirmiş1. Orada hakanın yüzü elbette şükür anlamında ya da çeşitli düşüncelerle semaya çevrilecektir.

Diğer taraftan da düşündüğümüzde insan mezara konulurken yüzü gökyüzüne bakar. Çevresindekiler ise ağlarlar. Bu ağıt merasimi ve ölünün yüzünün göğe bakması bu satırlarda da konu edinilmiş ve bu durumu hatırlayan şair zamanın kısalacağını hayal ederek korkmaya başlamıştır. “O Belde” şiirinde

“Melal-i hasret ü gurbetle ufk-ı şama bakan
Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!”

(Hasret ve gurbet melaliyle akşam ufkuna bakan bu gözlerinle, bu hüznünle bilsen sen ne dilbersin!) şeklinde de daha önceden işlediği konular belki de artık kendisinde bambaşka duygular da uyandırmaya başlayacak ve bir sevgiliye atfedilen duygular kendisinde yer bulmaya başlayacaktır.

Sular sarardı… Yüzün perde perde
solmakta,

Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta… 

Sararan su ifadesi zihnimizde aslında suların sararmayacağını bunun nasıl bir imge olduğu gibi bir soru doğuracaktır. Şairin bu görüntüyü suya yansıyan ağaç dallarındaki sararmış yaprak görüntüsü ya da bir su birikintisinde duran yaprağın suya o rengi verdiği tarz düşünülebilir.

Yüzün perde perde solması ise yaşlılık devrini akıllara getirir. İnsan yaşlandıkça yüzü sararır, bu sararma hali hastalığa benzer ancak hastalıktan ziyade yaşlılığın doğal durumudur. Perde perde solması ifadesi de bize bunun aşama aşama gerçekleştiğini düşündürecektir. Perdeler rayına teker teker kornişlerle takılırlar. Sona varıldığında perde tamamen takılmış olacaktır. İşte bu aşama yaşam evresinde de devam eden bir aşamadır. Perdenin rayına takılması gibi insan da adım adım yaşlanır.

Kızıl havalar güneşin batma devridir. Güneş battıktan sonra da artık zaman sona erecek ve etrafı karanlık kaplayacaktır. Bununla beraber kızıl havaları seyretmek elden gelmeyen bir duruma işarettir. Bu da ölümün ta kendisidir. Çünkü insanlık tarihi boyunca ölüme çare bulamamış olup sadece ölümü kabullenmekle yetinmiştir. Kızıl havaları öyle seyretmek ve akşam olmanın üç nokta ile bitmesi bize bu görüntüyü açıkça belirtecektir.

“Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller,

Bilindiği üzere Osmanlı’da muradına eremeden ölen bayanların mezar taşlarına duvak işlenir ve bazı mezar taşlarının ayak kısmına “kırılmış gül motifi” işlenmiştir.

Bu durumda şairin de dediği gibi “yeryüzüne eğilmiş, kanar, muttasıl kanar güller şeklini burada yakalamamız mümkün görünüyor.

Şairin annesinin daha şairin küçükken yaştayken ölmesi, şairin psikolojisini etkilemiştir. Annesine sevgisi o kadar büyüktür ki, tabir caizse, evlenebilmek için ona benzer bir kadın aramış, bulamamış ya da sevdiği insanı bir daha kaybetme korkusundan olacak ancak ölümünden 4 gün önce evlenebilmiştir. (Parmaksız)

Şairin annesini kaybetmesi, korkuları ve kendi şiirleri arasında “akşam yine akşam” gibi ibarelerin bulunması şairi bir nasipsizliğe, muradına erememe limanına götürmüştür. Bu durumda şairin bu mısrayla beraber aslında unutulmaya yüz tutmuş bilindik bir yere dikkat çekerek buradan ilham aldığını söylemek mümkün görünüyor. Mezar taşı şairin nasipsizliğini ve muradına erememenin sembolü olacaktır.

Güllerin kırık şekilde çizilmesi ve güllerin başını eğmesi muttasıl kanadığını, başının yeryüzüne eğikliği de arza eğilmiş olduğunu gösterir ki bu mısrada mezar taşı motifini bulmamız mümkün. Diyorum ki o halde şair bütün şiir boyunca yaprakların sararmasını, akşamın kızıllaşmasının yanı sıra bir de mezar taşını ve nasipsizliğini anlatmaktadır. “Kanar, muttasıl kanar” ibaresinde “kanar” iki kez kullanılmıştır. Din adamlarının yorumlarında Bir ayette ya da bir durumda iki kere aynı durumun geçmesi o durumun güçlülüğünü ve tam kararın verildiği yönündedir2. O halde burada ki ifadenin kesin bir yargı olduğunu ve bize ölümü apaçık anlattığını somut bir delil ile anlatmamız mümkün.

Aslında soyut metaforla işlenen ölüm olgusu burada soğuk ve dokunulabilecek kadar somut olmaktadır.

Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller;

“Hîrâsan olmasa gülden dil-i nâ-sâdın ey bülbül
Neler eylerdi hâra âh-ı âteş-zâdın ey bülbül”

Şeyhülislam Bahâi

(Ey bülbül! Gamlı gönlün gülden korkmasa,  ateş çıkaran âhın dikenlere neler etmezdi.)

Gül ile bülbül hikayesi edebiyatımızda sıkça işlenen bir gelenektir. Şairimiz burada bu konuya değinmiş ve hayal ülkesi için artık zamanın yaklaştığına kani getirmiştir.

Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?;

Şiir en başından beri kızıllıktan, sararan yapraklardan ve dolaylı yollarla ten solgunluğundan bahsetmiştik. O halde bu mısraya dikkat edersek en şiddetli söylemin burada yer aldığını söyleyebiliriz. İslam alimleri insanın ölümü, insan için küçük kıyamettir der. Bu ölüm zihinlerimizde yer eden ve ileride gerçekleşeceği anlatılan kıyametin öncesidir. Belki de burada küçük kıyamet şairin zihninde girift bilmecelerle yer bulmuş ve şair bu mısrayı özellikle söylemiştir.

Kur’an’da bu konu Tekvir Suresi’nin 6. ayetinde şu şekilde açıklanmaktadır;

“Denizler tutuşturulduğu zaman3 (Tekvir 81;6)

İncil’de;

Güneşte, ayda ve yıldızlarda belirtiler görülecek. Yeryüzünde uluslar denizin ve dalgaların uğultusundan şaşkına dönecek, dehşete düşecekler. (Luka 21:25)

İkinci melek tasını denize boşalttı. Deniz ölü kanına benzer kana dönüştü, içindeki bütün canlılar öldü.

(Vahiy 16:3)

Tevrat’ta;

Derin suları kaynayan kazan gibi fokurdatır, denizi merhem çömleği gibi karıştırır. (Eyüp 41:31)”

Denizin kızıllaşması ve kıyamet alametleri çeşitli ayetlerde bu şekilde anlatılmıştır. Ahmet Haşim yetiştiği kültür bakımından bundan haberdar olacak ve bir soru soracaktır kendine; “Sular mı yandı?”,  bu sorunun evet şeklinde yorumlanmasını bu ayetler ve inanışlar açsından irdelediğimizde şairin durumunu düşünmek elbette manidar olacaktır. Annesi ile birlikte Dicle kıyılarında güneş batımını izlemesi, geçen zamanlar, artık yolun sonu gibi düşünülen suların yanması ve mermerin tunca benzemesi… Bunların tamamı şairde kıyamet ve ölüm endişesi uyandıracaktır.

Diğer taraftan şiirin bu kısmına baktığımızda Şeyh Galip’in Hüsn u Aşk mesnevisinden telmihte bulunacak olup ateş denizi aklımıza gelmektedir. Şair bir uğraş yolunda kendisini Aşk’ın çıktığı yolculuk gibi bir yolculukta görmektedir4. Artık bu yolculuğun sonu gelmekte ve bu yolculuğun son durağından kaçamayacağına ve buna ihtimal olmayacağına bir yorum getirmiştir.

Bu bir lisân-ı hafîdir ki ruha dolmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta… ;

Bir anlamda aslında bir sona gelişin anlatımıdır bu. Gizli bir dilin artık şairin dilinden haykırmaya dair aşikâr olduğu andır. Ölüm ve ölüme yakınlık. Bu gizli lisan artık kendisinde çok fazla saklanmayacak ve “Bak Haşim akşam olmakta” ifadesini uyandıran bir
ünlemle bizi karşılayacaktır. Bu durumu “Karanlık” ve “Geldin” adlı şiirinde görmemiz mümkün olacaktır.

Karanlık:

“Aşkın bu karanlık gecesinde
Hicrânımı duydum, seni andım,
Firkatzede bülbül gibi yandım.”

Geldin

“Ey şebabın hayal-ı cavidi,
O melul akşamın havası kadar
Gelişin bir sükun-ı saridi…”

Bu şiirler şairin lisan-ı hafisini ortaya koymaktadır. Devamında da artık her şeyin son bulacağını ve karanlığın bastıracağını, yani ölüm olgusunun resmen yaşanacağını görmemiz mümkündür.

Yine burada “Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…” ifadesinin tekrarını görmekteyiz. Bu durum şiire ahenk katsa bile az önce açıkladığımız bir ifadesinin 2 kere söylenmesi kat’i bir şekilde olacağını gösterir ki bu da bizi Ahmet Haşim’in ölüm olgusunu kuvvetli bir şekilde anlattığı ve buradan soyut ifadelerle somutluğa ulaştığı gerçeğine ulaştırır.

Metinlerarasılık:

Şeyh Galip’in Hüsn u Aşk eserinde ateş unsurları ile Merdiven şiirindeki bazı unsurlar ortak özellik göstermektedir. Bunun yanı sıra meseleyi biraz daha irdeleyecek olursak ölüm kavramında belirttiğimiz gibi dini kaynaklarda bahsedilen merdiven kavramlarına ek olarak Cahiliye Dönemi 7 askı şairinden biri olan Zuheyr Bin Ebu Sülma’nın “Ölümü, kör bir devenin dolaşması şeklinde gördüm. Kime çarparsa deviriyor, çarpmadan geçtiği kimseler ise yaşayıp yaşlanıyorlar. Kim ölümün tuzaklarından sakınırsa ve göğe merdiven bile dayasa, sonunda yine yakalanır.” sözü ölüm konusunda merdiven kavramının kullanılması dikkat çekicidir. Ahmet Haşim’in Sembolist bir şair olduğunu da hesaba katarsak onun batılı sanatçılardan etkilenmesi de olağandır.

Nazım Şekli:

Şiir, mısra kümelenişi bakımından 3, 2, 3, 2 mısralık dört bentten oluşmaktadır. Bu da serbest düzenli nazım şekillerinden karışık düzenli bir şekildir . Bentlerin mısra sayısı değişiktir. Mısraları aynı vezindedir, ancak bentlerde mısraların kümelenişi farklıdır. (Çetin, 2010;57) Vezin olarak aruz vezni kullanılmış olup, Mefâ’ilün / Fe’ilâtün / Mefâ’ilün / Fe’ilün kalıbı ile yazılmıştır.

Dil ve Uslüp:

Dili:

Merdiven şiiri dönemine göre oldukça sade yazılmış bir şiirdir. Anlaşılmayacak kelimeler çok azdır ancak bu kelimelerin zamanının günlük dili olduğu düşünülürse bu da karşımıza bir sorun olarak çıkmaz.

Üslup:

Merdiven şiiri bünyesinde soyut fikirleri barındırmış olsa da aslında betimleyici bir anlatım yolu vardır. Çünkü şiir içerisinde bu betimlemeler gözümüzün önünde birebir canlanmakta olup bu da şairin kaleminin kudretini göstermektedir. Hüzün duygusu bazen yerini aşka bazen de hasrete bırakmıştır. Bu bakımdan kuru bir anlatımı yoktur. Gayet akıcı olan ve tekdüze olmayan bir üslubun olduğunu savunabiliriz.

Ahenk:

Merdiven şiirindeki üslubun akıcı olmasını vezne, tekrarlara, sanatlara ve kullandığı kafiye ve sözlere bağlayabiliriz. Tüm bunlar bize şiir içerisindeki ahenk unsurlarını meydana getirecektir.

Kafiye;

İkinci ahenk unsuru olarak da tekrarları görmekteyiz. Bu da şiire yer yer pekiştirme yer yer de ahenk katmıştır.

Kelime tekrarları: “Ağır ağır”, “Perde perde”, “Kanar… Kanar” gibi tekrarlar kelime tekrarı olarak kullanılmıştır.

Mısra başı kelime tekrarı: “Sular” kelimesi kelime başında iki kere kullanılmıştır.

Mısra tekrarı: “Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…” ifadesi de şiir içerisinde 2 kere kullanılmıştır. Bu yönü ile baktığımızda şiirin ne kadar hacimli hazırlanmış olduğunu görmekteyiz. Ahengin, kafiyenin ve söz zenginliğinin şiir içerisinde böylesine geniş yer bulması ve şiirin salt duygu ve hayale dayanmasının yanında somut ilkelerle çevrili olması bize böyle bir tahlili olağan kılmıştır.

DİPNOTLAR

1. Bilge Kaan Hazinesi adlı TRT yapımı belgeselde A. Bican Ercolasun bu durumu ayrıntılı bir şekilde açıklamaktadır.

2. Kaynak olarak Tevrat’ta Yusuf’un Firavunun rüyasını yorumlaması babının 32. Ayeti ile İbn-i Hacer’in Kur’an-ı Kerimde İnşirah Suresini açıklaması tefsirine bakılabilir. Arapça’nın gramer yapısında herhangi bir kelime üzerinde iki kere yargıda bulunmak o işin kesin olduğunu gösterir ki İbn-i Hacer ve diğer tefsir kitaplarında bu durum ortak kabul olarak işlenir. Bu şiirde de şairimizin bazı dikkat çekecek kelimeler üzerinde özellikle tekrar ile devam etmesi bize onun fikir alemindeki salt doğrunun olduğunu ve bunu kabullendiğini gösterir. Şairimiz bu şekilde kelimeleri tekrar ederek aslında beklenen gerçeğe çok yakın olunduğunu da ima eder.

3. Denizlerin yanması hususunda ise çeşitli yorumlar vardır. Suyun formülü olan H2O yüksek basın ve sıcaklıkla ayrışacak ve bununla beraber yanıcı olan hidrojen, yakıcı olan oksijen ile tepkimeye girerek deniz yanacaktır şeklindeki yorum en makul yorumdur.

4. Şeyh Galip’in yazdığı bu eserde Aşk rolü bir şahsa yüklenmiş ve onun Hüsn’e kavuşabilmesi için çeşitli çıktığı yolculukta çeşitli maceralar yaşayıp sınanması istenmiştir. En dikkat çekici sınav ise Aşk’ın ateş dolu denizi aşması hikayesidir ki Aşk o ateşten denizi mumdan bir gemi ile geçmek zorundadır. Aslında bu onun bu sınavı geçmesinin ne kadar zor olduğunu anlatmaya yönelik bir hikaye olduğu halde yine de Aşk bu sınavı göze alacaktır. Diyar-ı kalbe gidip Kimyayı bulacaktır. İşte bu hikayede olduğu gibi o kızıllıklar ve denizin yanması motifi şairin şiirinde bu eksende yer bulmuştur. Kendisini bu hikaye ile bütünleştirmiş ve bu şekilde yorumlamaya gitmiştir denilebilir.

KAYNAKÇA

ÇETİN, Nurullah, Şiir Tahlilleri 1, Öncü Kitap, Ankara, 2010

ÇETİN, Nurullah, Şiir Çözümleme Yöntemleri, Öncü Kitap, Ankara, 2010

Ercolasun, A. Bican, Bilge Kaan Hazinesi Belgeseli, TRT Belgesel Arşivleri, süre 7.24-7.46

İncil, Yeni Yaşam Yayınları, İstanbul, 2009

PARMAKSIZ, Mehmet Nuri, Merdiven Şiiri Üzerine Bir Tahlil Denemesi, www.edebiyatdefteri.com adresinden

Tevrat

YAZIR, M. Hamdi, Kur’an-ı Kerim Meali, Sentez Yayınları, İstanbul, 2006

www.wikipedia.com

İSHAK SAKA tarafından “Makale Yarışması” için yazılmıştır…