Sizlere hayatımda en çok acı çektiğim günü anlatacağım. Kız olsun, erkek olsun fark etmez, hayatta her insan bu aşamaya geliyordur eminim. Ama benim kadar acı çekmişmidir ondan emin değilim. Sizlere gerçek isim vermeyeceğim, isimler sahte ama duygular gerçek olacak.

Sponsor Bağlantılar

Lise öğrencisiydim o zamanlar. Hergün başka bir kıza aşıktım. Nedense hep aşık olduğumu hissediyordum. Bir sabah uyandığımda, hayatımın en acı gününe ilk adımı atacağımı bilmiyordum.

Her sabah nasıl uyanırsam öyle uyandım, kapıdan nasıl çıkıyorsam öyle çıktım. Kapıdan çıktıktan sonra ise hayatım değişti. Sokakta yürüyen ve yavaş yavaş yaklaşan güzel bir kız gördüm. Sokağa çıktım bende, birbirimizin yanından geçişimiz filmlerdeki kadar etkiliydi. Sarı saçları, mavi gözleri uzaktan bile seçilebiliyordu. Her filmde olur ya, yan yana geçtikten sonra geri dönüp bakmalar. Normalde kolay kolay hiçbir kız için arkamı dönmezdim. Ancak bu kızı merak ettim. İlk defa görüyordum, hem de sabahın o saatinde. İçimden bir ses arkanı dönüp bak dedi, geç olsada dönüp bakmaya karar verdim. Arkama baktığımda bu dünyalar güzeli kızın bizim evin bahçesine girdiğini gördüm. Daha da ilgincini de yaşadım. Ben ona bakarken, o da dönmüş bana bakıyordu. Heyecanımı saklamak istercesine hemen önüme döndüm ama aklım o kızda kalmıştı. Bir daha dönüp bakamadım geriye. Çocukca bir duygu işte, utandım.

Bütün günüm onu düşünmekle geçti. O güne dair ondan başka hiçbir şey düşünmüyordum. Kimdi o güzel kız, neden bizim sokaktaydı, hatta bizim evde ne işi vardı? Tüm gün bu soruları cevaplamaya çalıştım. Kız kardeşimin yaşlarındaydı, kız kardeşimin okul arkadaşıdır diye düşündüm. Peki niye daha önceden görmedim? Yeni taşınmıştır bizim mahalleye beklide… Sorular, cevaplar hep birbirini kovaladı.

Aradan henüz birkaç gün geçmişti ki, bu sefer aynı kız bizim evin içindeydi. Kız kardeşimin sınıf arkadaşıymış. Yakın bir çevreye taşınmışlardı sanırım. Hafta sonu kardeşimin yanına gelmişti. Onu görünce sevindim, kaçamak bakışlarım oldu ama belli etmemeye çalıştım. İlk günlerde konuşma bile konuşmadık.

Sonraki günlerde beni daha da sevindiren gelişmeler oldu. Bizim bir arka sokağa taşınmışlardı. Neredeyse her sabah karşılaşıyorduk artık. Gün içinde de bizim eve sık sık uğruyordu. Yavaş yavaş konuşmaya da başlamıştık. Bizim karşı evde bir daire boşalınca, bir arka sokaktan tam karşımızdaki eve taşındılar. İlk gün onu görebilirmiyim diye düşünürken, artık hergün görüyor, hergün onuna zaman geçiriyordum.

Zaman hızla geçiyor, günler, aylar hatta yıllar geçiyordu ama ben bir türlü ona sevdiğimi hala söyleyememiştim. Kız kardeşime yanlış bir örnek olmak istemiyordum, hem kabul etmemesinden de korkuyordum.

Onunla inanılmaz güzel zaman geçiriyordum. Hergün bizim evdeydi. Gözlerine dalıp uzaklaşıyor, kokusunu duyuyor, yakınlaştığını hissediyordum. Her geldiğinde beni şaşırtmayı başarıyordu. En çok etkilendiğim konu ise sabahları hiç kapıyı çalmadan, aniden odama girmesi ve uyandırıp kahvaltıya çağırmasıydı. Ben kendi evimde bir odadan başka odaya geçerken kapıyı çalarken, komşu kızı kapıyı çalmadan, damdan düşer gibi odama dalıyordu 🙂 Ne yalan söyleyeyim çok hoşuma gidiyordu onun sesiyle uyanmak, uyanınca ilk onu görmek, yatağıma oturması ve beni dokundurarak uyandırması… Kaçamak bakışlar, kaçamak dokunuşlar, kaçamak gülüşler aramızdan hiç eksik olmuyordu. Kapılmıştım onun rüzgarına, nereye sürüklerse oraya gidiyordum artık.

Gülüşü bir başkaydı, konuşması bir başka… Bana her şeyi başka geliyordu zaten, her şeyi bam başka. Onunla aynı evi paylaşıyor gibiydik. Güzel bir kızla bu kadar çok zaman geçirip, insanın ondan etkilenmemesi mümkün değildi. Zaman geçiyor, duygularım ısınmayı, kaynamayı geçmiş artık buhar olup uçuyordu. Elbet söylemeliydim onu sevdiğimi. Beklemenin, daha çok mutlu olmayı ertelemenin bir anlamı yoktu ki… Hem onunda beni sevdiğine dair belirtiler hissediyordum. Bakışları, her fırsatta bana dokunması, odama aniden girmesi, karşımda her zaman rahat davranması, sözleri…

Yeter artık demeye başladım. Hem seviyorsun hem söyleyemiyorsun. Aradan üç yıldan fazla zaman geçmiş. Yuh artık daha ne bekliyorsun! Söyle sevdiğini olacaksa olsun artık. Duygularınız karşılıklıysa dünyanın en mutlu çifti siz olacaksınız…

Bu düşünceler beynimdeyken, karşıt görüşlerinde çıkması çok normaldi… Onunla çok iyi zaman geçiriyorsun, her gün sizde, zaten sevgili gibisiniz, gülüyorsunuz eğleniyorsunuz, seni uyandırıyor ister misin her şey bitsin. İster misin bir daha size gelmesin. Onu tamamen kaybetmeyi göze alabilir misin? Bu kadar mutlulukla yetinemez misin?

Lanet olsun yetinemedim. Her olumsuzluğa karşıt bir görüş üretti beynim. Aşk varsa akıl yok demektir. Aklımla değil, kalbimle hareket etmeye başladım.

Ona, onu sevdiğimi söylemek için bir fırsat yakaladım. Kitabı bizdeydi, ders mi yapıyordu, ne yapıyordu hatırlamıyorum. Kitabının bir sayfasına “Seni seviyorum” yazdım. Üç dört yıldır beraberdik, ben ilk kez seni seviyorum diyordum ona. Orasını da tam hatırlamıyorum ama bir şekilde kitabın o sayfasına bakmasını sağlamıştım. Ondan gelecek cevabı beklerken kalp atışlarımı kulaklarımla duyabiliyordum sanki. Yine kapıyı çalmadan girdi odama. Yatağıma oturdu. Gülerek “benimle niye dalga geçiyorsun!” dedi. Ben heyecandan ölüyordum zaten, sanki onun ne dediğini duyuyorum… Bir şeyler söyledi, ben kekeledim. Gerçi ilk kez kekelemiyordum. Onun karşısında hiç düzgün konuşamazdım ki ben onunlayken. Doğru düzgün cümle kuramaz, kelimeleri birbirine karıştırırır, sakarlıklar yapar, çok heycanlanıp kekelerdim. O tatlı heyecanları mumla arıyorum şuan. Neyse konumuza dönelim. O ne söyledi bilmiyorum tam ama ben heycandan konuşamadım geçiştirdim. Sanki o da uzatmak istemedi. Kalktı yatağımdan ve içeri gitti.

Artık ona daha farklı baktığımı biliyordu. Belkide bunu çok öncesinden biliyordu. Ama artık kesin olarak biliyordu 🙂 Bakışlarımız farklılaştı. Konuşmamız farklılaştı. Bize gelip gitmesinde pek bir değişiklik olmadı. Yine hergün bizde sayılırdı. Ardından nefret ettiğim bir icatla tanıştık. Benim cep telefonum vardı, hemde biraz zorunlu bir cep telefonu. Ben çok fazla kullanma meraklısı değildim. Artık onunda bir cep telefonu vardı. Akşam akşam cep telefonum çaldı. Bilmediğim bir numara. Ardından bir daha çaldı. Ardından yine çaldı. Beni ara diyordu heralde. İyi dedim arayalım bakalım kimmiş, ne istiyormuş! Aradım o tatlı sesi duydum: “ben …..” Arayan oydu, cep telefonu almış. Benim numaramı da öğrenmesi zor değil heralde. Artık bende de onun numarası vardı…

Aşığım ona. Deliler gibi aşığım. Söylemem gerekiyor onu sevdiğimi. Telefon bana bakıyor artık, ben telefona. Bir kere söyledin ne değişti ki… Bir daha söyle ne kaybedersin! Anlasın artık seni, duygularını oda hissetsin. İlk söylediğinde alaya alması, evet de diyebilir, hayır da diyebilir anlamındadır heralde. Hem sen akıllısın, ikna yeteneğinde yüksek. Birlikte o kadar zaman geçirdiniz. Söyle gitsin. Rahatlaman için bu şart. Gecenin bir yarısında aldım telefonu elime içimi dökmeye başladım. Her cümleyi en az on defa düşündüm, yazdığımı tekrar tekrar okudum. Tamam olduğunu düşününce sıra
“gönder”e basmaya gelmişti. Nefesimi tutarak “Gönder” dedim…

Mesajı yolladıktan sonra ne kadar süre nefessiz kaldım bilmiyorum ama mesajı yollamış olmanın verdiği bir rahatlık vardı içimde. Bunun yanında, bekleyiş, red edilme korkusu, arzu, istek, üzüntü, sevinç… Tüm duygular birbirine mi giriyor ne! Heyecanlı dakikalar başlamıştı benim için artık. Telefonu atmıştım bir kenara ama gözüm, kulağım telefondaydı. Bekliyordum ama mesaj gelmiyordu. Okumamıştır diyorum, okumuştur ama düşünüyordur diyorum, okumuştur ama bunu istemiyor da olabilir. Aklınıza o an her türlü ihtimal geliyor. Dayanamadım ve telefonu alıp tekrar mesaj yazmaya başladım: “Cevap vermeyecek misin?” Cevabı olumlu olacak olsaydı, cevap vermesi bu kadar uzun sürmezdi sanırım. Her geçen dakika umutlarımı kaybediyordum. Sevmiyorsa neden o kadar sıcak davranıyordu ki bana!

Bakışı, gülüşü, gözleri, sesi, dudakları, hareketleri, vurdumduymaz oluşu her şeyine hayrandım. Bütün hayallerim ondan ibaretti. Hayallerime kavuşmakta vardı işin içinde, hayallerimle vedalaşmakta… Bir cevap ver be güzelim… Bir güzel söz söyle… Aşkım de, Seni Seviyorum de, hiç değilse düşüneyim de… Beklemek en kötüsü canım.

Bekleyemedim, bir mesaj daha attım ve cevap vermesini istedim. Bir mesaj geldi en sonunda. Ondan mıydı acaba? Evet, cevap vermişti en sonunda: “Sen iyi birisin ama ben o gözle bakmadım hiç sana.” Ne demekti bu! Hayır mı, belki mi, evet mi? Anlamam ki kızım ben sizin kurduğunuz cümlelerden. Benim için ya evet vardır ya da hayır.

Sordum tekrar, evet mi hayır mı? Her şeyi bitirmek, üzüntümle yalnız kalmak istercesine bir havam vardı. Kalbim kırılmıştı, üzülmüştüm. Sonuçta evet demediği kesindi. Peki o bakışlarının anlamı neydi? O dokunuşlar ne içindi? Yalan mıydı her şey?…

Yalanmış meğer. İnsanın gözü kör olmasın. Ona aşık olduktan sonra hayata bakışım değişmişti. Başka hiçbir kızı gözüm görmüyordu. Her yerde o vardı ve beni izliyordu sanki. Bende aşkımıza sadık kalıyor başımı kaldırıp başka bir kıza bakmıyordum.

Aldığım cevap kesin değildi belki ama evet olmadığı kesindi. Aşk acısı çekmekte varmış demek ki… Olsun dedim içimden, ne olursa olsun. Seveceğim, aşkıyla yanıp kül olacağım ama ne sevgimden vazgeçeceğim, ne de bu sevgiye ihanet edeceğim…

Aradan günler geçmeye başladı. Artık bize hergün gelmek yerine haftada bir, iki gün gelmeye başlamıştı. Korktuğum başıma gelmişti. Ben onu görmeden nasıl yaşardım. Onu görmemeye nasıl dayanırdım. Her şeyden vazgeçebilirdim. Sevdiğimi ona söylemedim saysın, ona mesaj atmadım saysın. Her şeyi unutalım. Hiçbir şey olmamış gibi, eskisi gibi devam edelim. Olmaz mı? Olmuyordu işte. Sen ona başka gözle bakarken ve o da buna cevap vermek istemezken olmuyordu.

Ben aşk acısı çekerken, günler, aylar geçmeye başladı. Hiçbir şey kesinlikle eskisi gibi değildi. Karşımızdaki evde oturuyordu ama onu göremiyordum. Telefon numarası vardı yalnızca. Mesaj yazabiliyordum o kadar. Ona ne zaman yaklaşsam benden kaçıyordu. Olmayacaktı bu şekilde. Uzunca bir zaman çektikten sonra bu acıyı tamam dedim. Dünyada sadece o mu var? Neden göz göre göre acı çekeyim? Mutluluk sadece onda mı?

Ondan uzaklaşmaya ve unutmaya karar verdim. Unutmak mümkün değildi ama uzaklaşmak, belki de başkasına aşık olabilmek mümkündü. Kaçan kovalanır ya. Ben uzaklaştıkça o yaklaşmaya başladı. Tekrar uzaklaştım yine yaklaştı. İçimdeki ateşin sönmesine bir türlü izin vermiyordu. Kontrol altına almak istediğim bütün duygularım, onun tek bir sözüyle allak bullak oluyordu.

Yaklaşıyorum kaçıyorsun, uzaklaşıyorum geliyorsun, söylesene benden ne istiyorsun??? Bu sorunun cevabını aradım durdum. Ona her dönüşüm daha büyük bir bağlılıktı. Mesaj atarken canım diyordum bir şey demiyordu. İçimden gelen, ona karşı olan her duyguyu onunla paylaşıyordum. Cevapsız bırakıyordu ama hiç değilse dinliyordu. Bu da bir şey sayılırdı. Bir süre daha karşılıksız devam aşk, her defasında olduğu gibi yine ondan cevap istemeye geliyor ve tıkanıyordu.

Evet de artık. Yıllar geçti, gözüm senden başkasını görmüyor. Benim sana olan sevgimin onda birini göster bana yeter. Hatta vazgeçtim yüzde biri hatta binde biri bile yeter. Sana olan sevgim bu kadar fazla. Beni mutlu etmen bu kadar basit. Yalanda olsa söyle, bir kere beni sevdiğini söyle. Ne olur, yalvarırım söyle. Çok mutsuzum, çok acı çekiyorum. Senden uzaklaşmaya çalışıyorum izin vermiyorsun, sana yaklaşmaya çalışınca kaçıyorsun. Ne istiyorsun benden?

Aramızda canımlı, cicimli mesajlaşmalar geçiyor, beni sevdiğini düşünmeye başlıyordum. Sonra cesaretimi toplayıp net bir cevap vermesini istediğimde, yine cevapsız bırakılıyordum. Çok iyi hatırlıyorum o anlardan birini. Elime telefonu almış cevap vermesini istiyordum. Yeter bende insanım. Seviyorsan seviyorum de. Sevmiyorsan söyle de unutmaya çalışayım, acı çekmeyeyim. Yazıyorum mesaj yolluyorum cevap yok. Tekrar yazıyorum, yine cevap yok. Akşam başlayıp sabaha kadar mesaj yazdım. Belkide yüz tane mesaj yolladım. Gelen cevap sayısı sıfır…

Olmayacaktı böyle. Oynuyordu benimle resmen. Ne yaparsan yap sevmeyeceğim artık seni dedim. Telefon numaramı değiştirdim. Bir süre görüşmedik. Her yıkılış yeni bir dirilişin başlangıcıdır ya, dirilmeye çalışıyordum bende. Onu unutmak için her şeyi yapıyordum ama bu ne kadar mümkündü ki! Her sabah uyandığımda perdeyi açtığımda karşımda onların evi. Her sabah o acıyı çekmek, güne o şekilde başlamak ne demektir bilir misiniz? Perdeyi açmaya korkar oldum zamanla. Hadi perdeyi açmadık diyelim, kapıyı da mı açmayacağım! Olmuyor işte olmuyor. Ya ben gideyim, ya sen git.

Günlerden bir gün, balkondayım. Komşunun kızı ve kardeşim var yanımda. Derken o da balkona çıktı annesiyle birlikte. Bakmıyordum ona, istemiyordum artık. Uzaklaşmalıydım ondan. Umursamazca davrandım, komşunun kızıyla şakalaştım, güldüm geçtim. Akşam oldu mesaj geldi. Nerden bulmuştu telefon numaramı? Niye bırakmıyorsun benim yakamı? Daha ne kadar yanmam gerekiyor?…

Mesajında balkonda beni komşu kızıyla gülerken gördüğü için kıskandığını yazıyordu. Onu severken, neden başka bir kızla ilgilendiğimi soruyordu. Onu seviyorsan öyle olsun dedi… Bu mesaj onun bana karşı bir şeyler hissettiğini gösteriyordu. Ben saf oğlan tabi. Aldandım, yine düştüm tuzağına. Sönmüş bir volkanı yine patlatmayı başarmıştı işte. Yine sabaha kadar uykusuz kaldım, onlarca mesaj attım. Ona olan aşkımı gösteren her şeyden bahsettim. Bir cevap ver be güzelim. Madem cevap vermeyeceksin neden mesaj yazıyorsun? Ama cevap vermemişti her zaman ki gibi. Uykusuz kalan, acı çeken yine ben olmuştum.

Annesi ona attığım mesajları görmüş. Benim anneme gelip sitem etmiş. Ben oğlunuzu tanırım, çok severim ama kızım rahatsız oluyor, bir daha kızımı rahatsız etmesin demiş. Bunları öğrendiğimde susmayı tercih ettim. Ah be güzelim demek rahatsız da ediyordum seni!

O gün geçmek bitmiyordu. Üzgündüm, tuzağına düşmüştüm. Annesi derin bir yaraya tuz basmaya gelmişti. Daha kötü ne olabilirdi ki! Daha kötüsü de varmış. O günün akşamı kız kardeşim olayı öğrendiğinde, o bile bana nasihat vermek için odama gelmişti. Abi dedi, o kızın çıktığı bilmem şuradan bir erkek var zaten. Uzun zamandan beri onunla çıkıyor diye biliyorum. Hem yapmaması
gereken şeyler de yapmışlar diye biliyorum. O seni sevmiyor. O her erkeğin ona sevdiğini söylemesini istiyor. Bundan zevk alıyor. Derste akadaşlarına “….. abisi bakın bana ne mesaj atmış” diye senin ona gönderdiğin mesajları arkadaşlarına gösterip alay ediyor. Senin üzülmemen için bugüne kadar söylemedim bunları sana ama artık bilmen gerekiyor.

Kardeşimin her sözü, kalbime saplanan bir hançer gibiydi. O sözleri duyunca ne kadar acı çektim, ne kadar üzüldüm bir Allah biliyor. Üzerinden yıllar geçmesine rağmen, şu satırları yazarken bile kalbimde o depremin artçı sarsıntılarını hissediyorum. Gözlerim doluyor, duygusallaşıyorum. Allah’ım bu acıyı çekecek ne günah işledim ben! Hangi günah bu kadar büyük bir acının karşılığı olabilir ki! Kalbim, ahhh kalbim. O gece bitermi artık! Kapıyı kapattım gözlerim bir yandan ağlıyor, kalbim bir yandan. Üzüldükçe daha çok üzülüyorum. Kalbimi söküp atsam bu kadar acı çekmem. Ölüm geliyor aklıma. Allah’ım intihar etmek neden günah! Böyle bir acıyı ölümden başka ne dindirebilir. Bütün yollarım kapanmış, gece boyunca ağladım, ağladım, ağladım…

Siz hiç duygusuz bir insan gördünüz mü? Duyguları olmayan bir insan gördünüz mü? O gece beni görmeniz gerekirdi. O ağladım, kalbim o kadar acı çekti ki… Gecenin bir yarısında gözyaşlarım aniden durdu. Hiçbir şey hissetmiyordum. Kalbimmm, ah kalbim sana ne oldu peki! Kalbimde hiçbir acı hissetmiyorum artık. Ne sevinç, ne üzüntü, ne kızgınlık… Yok, duygularım yok artık. Hiçbir şey hissetmiyorum. Ne ağlayabiliyorum, ne de kalbimde bir şey hissediyorum. Acı çekmenin bir sınırı mı var Allah’ım. İnsan kalbi belli bir sınıra kadar dayanıp, zirveye ulaştığında kendini sıfırdan mı başlatıyor! Acı çekmenin bir sınırı varsa eğer, o gün o sınıra ulaştığıma eminim.

O gün bir söz verdim kalbime: “Bundan sonra sana böyle bir acı yaşatmayacağım kalbim.” 6 yıl geçti o günün üzerinden. 6 yılda çektiğim bütün acıları, bütün üzüntüleri toplasam yine de bir o gün etmez. Acıyla savaşmayı öğrendim. Aşık olmamayı öğrendim. Hangi kıza ilgi duysam o gün geldi aklıma uzak durdum. “Seni Seviyorum” demekten hep kaçındım. O gün lanet ettim aşka. Hiçbir şeye lanet etmeyen ben, ilk defa lanet okuyordum bir şeye.

Lanet olsun böyle aşka, lanet olsun böyle sevgiye, lanet olsun…

Ah kalbim söz verdim sana. Acı çekmeni istemiyorum artık. Hangi doktor o gün çektiğin acıyı tarif edebilir sana! Kim öyle bir acıya karşı koyabilir! Anla beni kalbim, söz dinle kalbim, bir daha aşık olma kalbim.

Kalbim, ya senden vazgeçeceğim ya da aşktan. Senin için aşktan vazgeçmeyi göze aldım. Sende benim için aşık olmaktan vazgeçebilecek misin?…