Mustafa Kemal Atatürk29 Ekim 2008’ de gösterime giren Mustafa filmi beni çok heyecanlandırmıştı. Atatürk için yapılan bu filmi tezden izlemek için sabırsızlanıyordum. Filmin hemen ardından basına yansıyan kritikler yavaş yavaş şevkimi kırıyor, her ne kadar izlemeden karar vermemek gerekiyor diyorsam da, yüreğimde bir yerler inciniyordu…
 
Ağırlıkla olumsuz eleştirilen film, Atatürk’ü küçültme, aşağılama maksatlı komplo gibi lanse edilirken, Can Dündar’a tepkili olmaya başlamıştım bile… Bu durum filmi izleme şevkimi kırıyor her gün bir sonraki güne erteliyordum. Okuduğum bir eleştiride, filmi izleyen hanım, yazık diye başlamış yazmaya yazık!! Filmin tamamı Ata’yı yer ile bir etmek için yapılmış.

Sponsor Bağlantılar

 
O, karanlıktan korkan, kaldığı köşkte camdan baktığında gelen toz bulutundan telaşa kapılıp yaverini kontrol için gönderen, sonra sadece bir sığır sürüsünün yarattığı toz olduğunu öğrendiğinde rahatlayan(!),  her boş vaktinde sevgilisine aşk içerikli mektuplar yazan, ömrünün sonlarında sürekli içen, kapandığı odasında sigara üzerine sigara yakan, boş, anlamsız günlerde bocalayan, nihayetinde kargaları kovalayarak son nefesini veren Atatürk…

Yazık diyordu hanım. Her şeyi bir yana bıraktım ama kendime kızıyorum. Bana bugünkü kimliğimi kazandıran Atam’a ihanet etmişim gibi hisse kapılıyorum. Bu filme gitmekle elde edinilmek istenen ranta ortaklık ettim, özür dilerim ATAM…

En son bu kritiği de okuyunca, dayanacak takatim kalmadı ve filmi kesin izlemem gerektiğine karar verdim. Aksi halde kritikler etkisi altında duygularımı hırpalıyor, daha kötüsü objektif olamıyordum. Bugün 16 Kasım 2008 ve filmi izledim… İnanamadım. Gerçekten bahsi geçen film ile izlediğim film aynı mı diye şüphede kaldım. İmkânsız diyordum, mutlaka bir şeyler olacak, bu kadar insan yanlış yorumlamadı ya… Film bitti ve ben hala şaşkın, yarı sersemlemiş bir halde dışarı çıktım. Neler söylendi, neler yazıldı… Can Dündar nasıl asıldı, nasıl kesildi ve bu niçin yapıldı şimdi daha iyi anlıyorum. Filmde Atam’ı aşağılayan, onun dehasını küçümseyen, çalışkanlığını yok sayan en küçük bir sahne yok. Her karesinde zaten bildiğimiz başarılar işlenmiş, özetlenmiş. Bunun dışında, bu karelere artı olarak Atatürk’ün kişisel ayrıntıları eklenmiş ve bu o kadar şık yapılmış ki, çok yerde benim gözyaşlarıma engel olamayarak hüzünlenmemi sağladı. Neydi bunlar?

Atatürk insandı, hep insandı. Duyguları olan, etten kemikten ruhu olan insan… Bugüne kadar bu anlamda tanışmadığımız liderimiz,  yaptığı her şeyi sanki duygusuz, otoriter bir kişilikle yapar, yaşadıklarını arkasında bıraktığında incinmez, hissetmez, sevdiklerince kırıldığında yüreği acımaz, dümdüz askerdir. Çünkü ‘’O’’ ATATÜRK’TÜR….  İşte Can Dündar burada bir kapı aralamış ve Atatürk de incinirdi, ‘’O’’ da severdi, O’nun da aşkları vardı, yaptığı her işte her zaman yanında sevdikleri yoktu, çoğu zaman yalnızdı demiş. Burada bilmediğimiz, ya da feveran etmek gereği doğuracak yanlış bir şey söylenmemiş. Atatürk insandı, kaldı ki bunu kendi notlarından çıkarmış. Sevgili Atam, ben de bir insanım diyor. Evet, yalnızdı, en sevdikleri, en güvendikleri bile yanında kalmadı. Çünkü sebepleri vardı, bir devrim yaşanıyordu, bu cesaretti, cüretti. Çok insana göre çılgıncaydı, bedeli yalnız olmaktı, oldu…

Ömrünü o cepheden bu cepheye koşarak geçirmiş, yokluk zorluk tükenmişlik kavramlarını görmezden gelmiş bir asker, tüm bu yaşananların içinde sevdiği kadına mektup yazmış diye yargılanabilir mi? O sevemez mi, duygularını kâğıda dökemez mi, ya da sadece savaş anılarını mı yazar? Bu kadar haksızlık olur mu? Filmin yanlış kritiklerinden biri de, bol bol içki sofraları gösteriliyor, sanki sürekli içen zevk-i sefa âlemlerinde yaşayan biri olarak anlatıyor denmiş. Gerçekten yazık… Eğer bu Atatürk’ü savunmaksa, koruma altına almaksa, bizim Atatürk’e karşı olanlardan ne farkımız kaldı? Atatürk içiyordu, evet zaten bu konu gizli değil. Filmde bu abartılarak anlatılmıyor. Taa ki son günlerinde günde bir büyük rakıya ulaşana kadar. Orada da kendisini anlatıyor, kendi ifadesiyle notlardan verilmiş ‘Evet içiyorum, çünkü artık bu vücut bu kafayı taşımıyor, yıldım, belki unutmak için, belki uyuşmak için içiyorum’ diyor. Çok samimi, çok insani ve çok sade cümlelerle anlatıyor. Yıllarını zorluklar içinde geçiren, savaşan bir milletin, kendisini umut olarak gördüğü, dünyaya karşı direnen birinden bahsediyoruz. Bugün bir memur bile emekli olduğunda depresyona giriyorken, Atatürk sadece Atatürk olduğu için mi böyle bir hakkı olamaz? Ya da bundan bahis aşağılamak mıdır?

O da insandı, yaşayan, üzülen, kırılan, unutmaya çalışan, dünyayla savaşırken kılı kıpırdamayan ama belki de karanlıktan korkandı. Olmaz mı, Atatürk’e yakışmaz mı? Neden? Bence filmin bu kadar olumsuz eleştiri almasının başka sebepleri var. Israrla çocukların izlemesini önleyin, gençleri uzak tutun denmesi, bana başka bir şeyi anlatıyor. Film zaten sevdiğimiz Atamızı bir kere daha sevdiriyor. O’nun içtenliğini, sıcaklığını, hatta esprilerini görüyorsunuz. Bildiğimiz dehasına eklenenler, atama artıdır asla eksi değil. Zaten büyüktü, zaten dünyanın kâh nefretle kâh kıskançlıkla kâh saygıyla ama ille de zekâsıyla kabul ettiği bir liderdi ‘Mustafa’ filmiyle, bu sadece perçinlendi, içi daha da derinleşti. Ben böyle bir lidere sahip olmaktan, Türk olmaktan onur duyduğum kadar onurluyum.Ve… Bu filme imzasını atan sevgili Can Dündar’a tüm yüreğimle teşekkürlerimi yolluyorum. Son söz olarak, filmi objektif olarak değerlendiremeyen, ister Atatürkçü, ister Atatürk karşıtı olanlara da çok sevdiğim bir Tibet atasözünü hatırlatmak istiyorum.

Parmaklarım Ay’ı Gösterirken, Aptallar Parmaklarıma bakar…