Yazar: Murat Demireğer

Tasvir-i Efkar

Muhbir Tasvir-i Efkar Ceride-i Havadis Tercüman-ı Ahval   Osmanlı İmparatorluğu’nda Tasvir-i Efkar’ın yayınlanmaya başladığı esnada Sadrazam Fuad Paşa istifa etmiş, yerine getirilen Yusuf Kmail Paşa, 65 ay sonra azledilmiş, Fuad Paşa tekrar sadrazam olmuştur. Bu müddet zarfında Ali Paşa Hariciye Nazırlığı görevini yapmıştır. Sırplar ile Belgrad olayı meydana gelerek, Sırbistan’daki Türk kalelerini Sırplara bırakan İstanbul Antlaşması imzalanmıştır. Karadağ İsyanı bastırılarak onlarla İşkodra Sulhü imzalanmış (1862), memeleketeyn tek bir prenslik haline gelerek bugünkü Romanya devletinin kurulmasına yol açılmış (1864), Sultan Abdüzaziz’in hayli dedikodu konusu olan Mısır’ı ziyareti bu dönemde gerçekleşmiştir.   Şinasi’nin çıkardığıgazete olan Tasvir-i Efkar[1], devletten hiçbir şekilde yardım alınmadan çıkarılan Türkçe ilk fikir gazetesidir. Şinasi daha ilk yazısında “Devlet milletin vekilidir. Devletin gücü, halka götürdüğü iyi hizmetlerden doğar. Halkın bu hizmetlerle ilgili görüşlerine ise gazeteciler tercüman olur” diyerek devlet aleyhinde yazılar yazmaması kaydıyla çıkartmaya başladığı gazetesinde bu kayda çok da önem vermediğini gösterir. Şinasi gazetesinde mali reformlar, eğitim problemleri, dış politikada Karadağ Sorunu’na, “milliyet”, “meşruiyet” kavramları ile parlamenter sistem isteklerini de dile getirmeye başlayarak siyasal ve sosyal konuları halkın gündemine taşımaya başlar.   Gazetesinde arı bir Türkçe kullanan Şinasi, Sami ve Suphi paşalar ile, Ahmet Vefik Paşa ve Mustafa Behçet Efendi’nin yazıları da dahil olmak üzere gazetesinde fikirleri  “akıl” etrafında billurlaştıran, Avrupa’da aydınlanma çağının özünü oluşturan rasyonalizm akımının Osmanlı’da bu dönemdeki tek temsilcisi olmuştur.[2]   Bu yönleriyle Tasvir-i Efkar, kamuoyunun sözcüsü olmaktan öte, kamuoyunu yönlendirmeye yönelik bir fikir...

Devamını Oku

Muhbir

Muhbir Tasvir-i Efkar Ceride-i Havadis Tercüman-ı Ahval   1860’larda çıkan gazeteler arasında en çok isim yapmış gazete Muhbir olmuştur. Bu gazetenin sahibi, önceleri Ceride-i Havadis’te çalışan Filip Efendi idi; ancak gazeteyi Ali Suavi idare ediyordu. Muhbir gazetesi 1867 yılı Ocak ayında çıkmaya başladı ve hükümete karşı oldukça olumsuz bir tutum aldı. 8 ve 10 Şubat 1867 tarihlerinde, Mustafa Fazıl Paşa’nın Sultan Abdülaziz’e yazdığı açık mektup Muhbir’de yayımlandı; bu da gazetenin muhalif tutumunu açıkça kanıtlıyordu. Tasvir-i Efkar’ın ardından, Ali Suavi de, Girit Rumları ile başa çıkamadığı, Sırp isyanını bastırmadığı, büyük devletlerin müdahalesini engelleyemediği için Babıali’yi şiddetle kınıyordu.   Gazete ayrıca, Girit’te açlık ve sefalete düşen Girit Türklerine yardım kampanyası açmıştı. Ali Suavi’nin topladığı bu paraların çok titiz bir karakterle muhafaza edilip Girit’e yollanması olayı Âli Paşa’ya ağır bir darbe oldu.[1] 4 Mart 1867 tarihli gazetede yayımlanan Ali Suavi’nin “Hürriyet” adlı yazısında ülkedeki sosyal eşitsizlik ve saltcılık eleştiriliyordu.     Muhbir’in 9 Mart 1867 tarihli sayısında, Osmanlı devlet adamları parlamento karşısında sorumlu tutuldukları takdirde ülkenin pek çok hastalığının iyileştirilebileceğine değinen Ziya Bey’in makalesi çıktı. Aynı gün gazete sahibi Filip Efendi, Maarif Nezareti’nden Muhbir’in bir ay süre ile kapatıldığına ilişkin bir yazı aldı. Kapatılma gerekçesi olarak, “gazetenin insanları kandırarak hükümete karşı kışkırtan bazı asılsız haberleri yayması” gösteriliyordu. Muhbir”le birlikte, çeviri bürosu üyelerinden ve Namık Kemal’ın Fransızca öğretmenlerinden Mehmet Efendi’nin 1866 tarihinden itibaren çıkardığı Vatan gazetesi de kapatıldı.   Tasvir-i Efkar’ın 465. sayısında...

Devamını Oku

II. Muhbir-Ulum Harekatı ve Ali Suavi

Yeni Osmanlıların Avrupa’ya kaçtıktan sonra çıkardıkları ilk gazete, daha önce Ali Kararname ile kapatılan Ali Suavi Yönetimindeki Muhbir gazetesidir. Bu gazete, İngiltere’de 31 Ağustos 1867’de tekrar yayınlanmaya başladı. Mukaddimesinde “Muhbir, sonunda gerçekleri söylemenin yasak olmadığı bir ülke bularak , yeniden yayınlanmaya başladı. Avrupa’da geçici olarak yerleşen “İslam Cemiyeti” Osmanlı Devleti kültür ve maarifinin geliştirilmesine çalışacaktır. …vatanımızı terk ettik, ancak milletimiz uğruna çalışmayı görev kabul ediyoruz.”[1] Yazısı yer almaktaydı.   Muhbir’in ilk birkaç sayısı çıkıncaya kadar Mustafa Fazıl Paşa İstanbul’a geri dönmüştü. Onun İstanbul’a gelişinden sonra, hükümet tarafından söz verilen yönetim mekanizmasındaki değişikliklerin daha ileri götürülmeyeceği ortaya çıktı. Meclis-i Vala’nın ikiye bölünmesiyle ortaya çıkacak olan iki organdan birinin sadece adli fonksiyonları olacak, diğeri ise Şura-yı Devlet, kanun tasarıları hazırlayacak ve idari yasaların durumunu yeniden gözden geçirmekle görevlendirilecekti. Bu hazırlılarla ilgili haberler, Muhbir için yeterli değildi ve kanun tasarılarını hazırlayan organın üyeleri seçilmedikçe, değişiklerin yüzeysel kalacağı konusunda sert eleştiriler yayınladı. Muhbir ayrıca şeriatın kaynaklarından hiçbirinin modernleşme çabalarında dikkate alınmadığını belirterek, laik yüksek mahkeme ilkesini de eleştirdi. Ancak bu durum hükümetin daha nazik bir şekilde eleştirilmesini isteyen Mustafa Fazıl Paşa’nın hoşuna gitmemekteydi. Bunun dışında Ali Suavi’nin kendini beğenmişliği de Yeni Osmanlılar arasında sıkıntılara neden olmuştur. [2]   3 Kasım 1868 tarihli olan son sayısı Muhbir gazetesi Londra’da 50 sayı çıkabilmiştir. Gazete “Londra Muhbiri”, veya “The Mukhbir” ve “Le Mukhbir” olarak anılmıştır.   Haftada bir yayınlanan gazetede özellikle Ali Paşa eleştirilmekle birlikte hükümetin...

Devamını Oku

Hürriyet

Türkiye’nin ilk siyasi gazetesi olarak nitelendirilebilecek Hürriyet gazetesi 29 Haziran 1868’de Mustafa Fazıl Paşa’nın da maddi desteği ile önce Londra, sonra Cenevre’de çıkarıldı. Yeni gazetenin ilk sayısında Ziya Paşa tarafından yazılmış, Osmanlı kabinesini yeren bir makale çıktı. Ancak bu da Mustafa Fazıl Paşa’nın istediğinden çok daha ağır bir makale idi.[1]   Yeni Osmanlıların ülke dışında giriştikleri bu faaliyetler Osmanlı Hükümeti tarafından engellenmeye çalışıldı. Yeni Osmanlıların yurt dışında yürüttüğü hükümeti hedef alan eleştirel yazılarına engel olmak amacıyla dönemin Hariciye Nazırı Fuat Paşa’nın, Londra Elçisi Muzurus Paşa’ya gönderdiği 28 Mart 1868 tarihli yazıda, yurtdışındaki Türklerin çıkardıkları gazetelerdeki yönetime karşı yazılan yazıların Müslüman Türkleri Osmanlı Hıristiyanlarına karşı kışkırtma amacı taşıdığını, bu yüzden de İngiliz hükümeti ile anlaşılarak bu yayınlara bir son verilmesini istedi. Sonuç olarak İngiltere’de bulunan Ziya Paşa için soruşturma yapıldı, avukat tutma isteği de reddedilen Ziya Paşa, daha sonra kefaletle salıverildi.[2]   Namık Kemal yönetiminde olduğu dönemde gazete de, Ali ve Fuad Paşalar aleyhinde sert eleştirilere yer verilmiştir. Yeni Osmanlılar örgütünün en kapsamlı ve en etkin yayın organı olan Hürriyet gazetesinde Osmanlı Devleti’nin durumu ayrıntılarıyla gözler önüne seren pek çok makale yayınlanarak Yeni Osmanlıların politik görüşleri kamuoyuna yansıtılmıştır. Yasama ve yürütme yetkilerinin birbirinden ayrılmasını savunan gazete, bu prensibin eskiden şöyle uygulandığını belirtmektedir. “ulema sınıfı kanunları yapıyor, padişah ve vezirler bunları uyguluyor, elinde silah tutan halk ise bu uygulamayı denetliyordu”. Görüldüğü gibi Hürriyet, Muhbir’den farklı olarak yeniçeri ocağı yerine halkı koyarak...

Devamını Oku

İttihad ve İnkılap

Yeni Osmanlıların en ateşlilerinden Mehmed Bey[1]’in, Hürriyet grubunu terk ettikten sonra Paris’te kendi dergisini çıkarmaya başladı. İttihad adını taşıyan dergide Türkçe, Rumca, Ermenice ve Arapça makalelerin çıktığı söylenir. Böyle davranmakla Mehmed Bey, Osmanlı Devleti ile ilgili reform tasarısının çoğulcu yapısını göstermeyi amaçlamaktadır.[2] Ali Suavi’nin yazılarının da yayınlandığı gazetede Hukuk, Hürriyeti ilan etmek, meşruti idareyi ve umumi nezaret sistemini tasviye etmek, vatanın içinde bulunduğu tehlikeleri ortaya koymak ve çareler aramak, Osmanlı birliğini sağlamak gibi fikirlere yer verilmektedir.[3]   1 Mayıs 1870’de Cenevre’de Hüseyin Vasfi Paşa ile Mehmet Bey tarafından çıkarılmaya başlanan Inkılap gazetesi de Yeni Osmanlılar’ın diğer bir yayın organıdır. Yayınlarında halkı devrime teşvik eden gazete padişahlık sistemine de ağır eleştiriler getirilmiştir. Yazar kadrosunda Mehmet Bey, Hüseyin Avni Bey, Ratıb, Emir Ayyar, Aristidi gibi kimseler bulunmaktadır. Yeni Osmanlılardan ayrılan yazı heyeti bu gazete etrafında kurdukları topluluğa Cemiyet-i Ahrar ismini vermişlerdir. Gazete diğer Yeni Osmanlı yayınlarından farklı olarak Boşnaklara ve Çerkeslere haklarını aramaları gerektiği telkin edilmektedir.[4]   Yeni Osmanlıların Avrupa’da giriştikleri bu yayın faaliyetleri, Osmanlı İmparatorluğu’nda daha çok tanınmalarına ve fikirlerinin de bir o kadar yayılmasına neden oldu. Ancak fiili olarak istedikleri ıslahatları yaptıramadılar. Ali Paşa’nın ölümü üzerine hemen hepsi Osmanlı İmparatorluğu’na geri dönecek ve yayın faaliyetlerine kaldıkları yerden devam edeceklerdir. [1] Mehmet Bey, 1871 Paris Komünü saflarında çarpışırken yaralanan bir Osmanlı aydınıdır. [2] Şerif MARDİN; Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, çeviri, Mümtaz’er TÜRKÖNE, Fahri UNAN, İrfan ERDOĞAN, İletişim, İst.1996, s.60. [3]...

Devamını Oku

Osmanlı Devleti'nde Yabancı Basın

Osmanlı İmparatorluğu’nda yabancı dilde gazete yayınlanması oldukça ilginç bir konudur. Osmanlıca bir tek gazetenin çıkmadığı ülkede, neden özellikle Fransızca basın organları ortalıkta dolanmaya başlamıştır. Haberleşmenin doğuşu ve gelişiminde en etkin rolün sahibi ekonomik ilişkiler olduğuna göre, bu sonunun cevabı Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa ile ilişkilerindedir. 18. yüzyılın sonlarında Osmanlı İmparatorluğu, iki yüzyıla yakın bir süredir önemli güçlükler içindeydi. İmparatorluğun gelişmesi durmuş, ıslahat çarelerine başvurulmuş ama çoğu kez başarılı olunamamış, daha önce kolaylıkla galip gelinen ordular karşısında zor durumlarda kalınmış ve bunun karşılığı olarak ağır şartlar içeren antlaşmalar imzalanmıştır. Bir yandan da, milli kimliklerine hiçbir şekilde dokunmadığı gayrimüslim unsurlar kısa zaman içinde kendi kimliklerini tekrar hatırlayacaklardır. Bunda da tabii ki, Osmanlı İmparatorluğunda emperyalist planları bulunan batılı güçlerin oldukça fazla yardımını göreceklerdir. Osmanlı İmparatorluğuna giren Avrupa, buradaki varlığını güçlendirmek için sağlıklı habere muhtaçtı. Bu gereksinme birbirinin ardı sıra bir çok gazetenin yayınlanmasına yol açtı. İşte böyle bir ortamda Osmanlı ülkesinde ilk gazeteyi Fransızlar çıkardı. İlk Türkçe gazete Takvim-i Vekayi’den tam 36 yıl önce yayınlanmaya başlayan bu gazetenin adı Bulletin de NouvellesHaberler Bülteni” dir.[1] Fransa’nın Osmanlı Devleti üzerindeki kültür nüfuzunu sürdürmek ve geliştirmek için Ağustos 1794’de İstanbul’da Fansız Elçiliğinde bir matbaa kurularak gazetenin basım işi burada gerçekleştirildi. Ancak düzenli aralıklarla çıkmayan bu bülten elçilik tarafından yeterli görülmedi. Büyükelçi General Aubert Dubayet, Eylül 1796’dan itibaren Gazette Française de Constantinople’u çıkarttı.[2] Bu ilk yayınlar bir bakıma, Fransa’nın ihtilal sonrası propaganda çalışmalarının örnekleri olarak görülebilir.[3] “...

Devamını Oku

Osmanlı Devleti'nde İlk Türkçe Gazete, Çıkış Nedeni ve İçeriği

Tanzimat Dönemi basın tarihi, Osmanlı Devleti’nde faaliyetine XIX. yüzyılda başlayan basının, konuşulanla yazılanı birbirine yaklaştırma, sınıfsal oluşumu hızlandırma, bilgiyi sağlıklı ve hızlı bir şekilde yayma, kamuoyu oluşturma, açık topluma geçmenin savaşımını yapma, çıkarcı güdümlü ve şantajcı basının belirmesi; buna karşı sansür; sansüre karşı özgürlük savaşı gibi kendi yapısal çelişkileriyle savaşım gibi dinamizmleriyle birlikte basını, Osmanlı Devleti’nin sosyo-ekonomik yapısına uydurma çabaları arasındaki çekişmelerin sentezi olarak nitelendirilebilir.[1] Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk Türkçe gazetenin çıkması için Batıdaki ilk gazetenin yayınlandığı tarihten 200 yılı aşan bir sürenin geçmesi gerekecektir.[2]     ÇIKIŞ NEDENİ  Devlet ile halk arasındaki iletişim kopukluğunu ortadan kaldırma fikri II.Mahmut zamanında, 1797’de Fransızların, Korfu Adası’ndaki bir basımevi açarak bastıkları İtalyanca ve Rumca bildirilerle adalar ahalisine propaganda yapmaları ile Şubat 1821’de mora isyanında Avrupa basını ve ayaklanma bölgesinde çıkan basının kamuoyunda etkisinde aramak gerekir.  1805-1848 yılları arasında Mısır Valiliği ve Hidivliği yapan Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın yaptığı çalışmalar da II.Mahmut’u etkileyen faktörlerden biri olarak değerlendirilmelidir. 1820’den sonra Mehmet Ali Paşa, gerçekleştirdiği çeviri çabaları ve ilk Türk-Arapça gazete olan Vakayi-i Mısriyeyi yayınlaması ele aldığımız konu açısından oldukça önemlidir. 1820’de kurulan Bulak Basımevi’nde 1822-1844 yılları arasında 135’i çağdaş konuları işleyen toplam 243 kitap basılmıştır.[3]  Bu dönemde Osmanlı Devleti’nin siyasi koşulları merkeziyetçiliği kuvvetlendirmesini gerektiriyordu. Bunun için iç ve dış desteğe ihtiyaç duyan II. Mahmut bu desteği ancak gazete ile sağlayabilirdi. Bu sırada İstanbul’a gelen  Black Bey, serasker Hüsrev Mehmet Paşa’ya yazdığı bir mektupta gelişen iç-dış...

Devamını Oku

Osmanlı'da Müzecilik Kavramı ve Antalya Müzesinin Kuruluşu

TELİF HAKKI OLAN METARYEL!! Müze, geçmişin korunup muhafaza edildiği bir barınak olarak algılansa da, aslında “geçmiş” denilen şey sabit bir olgu değildir. Müze, geçmişi “geçmiş” haline getiren, daha doğrusu belli bir geçmişin “geçmiş” olarak seçilip algılanmasını  sağlayan bir mekan olarak düşünülebilir. Tarih ya da bilim kitaplarında yer alan bilgilerin nesneler aracılığıyla canlandırıldığı mekanlardır onlar. Geçmişle olan bu bağlantı, aslında müzenin kökenine değil, müzelerin kurum olarak en çok genişlediği modern dönemin geçmişle kurduğu ilişkiye bağlıdır. Hem ilkçağ hem de ortaçağda , sanat eserlerinin sahip olacağı estetik değerin ölçütü, taşıdığı dini anlamlardı. Bir çok eserin muhafaza edilmesinin altında yatan neden de bu anlamdı. Nesnenin taşıdığı estetik değerin dini anlamlarından soyutlanması ve müzenin, barındırdığı nesneler yoluyla hakikatin keşfine götürecek bir araç olarak kullanılması, antik  dönemi temel alan Rönesans hümanizmi ile fiziksel dünyaya karşı yeni uyanan merakın bir araya gelmesi sonucu gerçekleşir. 17. yüzyıldan sonra antik döneme ait eserler , paganizm bağlamında değerlendirilmekten çıkar ve hümanist ideallerin dayandığı bir dönemin göstergeleri olarak algılanmaya başlar.[1] Batılılar tarafından koleksiyon ve teşhir işlevlerini sınırlı da olsa yerine getirmeleri bakımından ilk müze örnekleri olarak addedilen “merak konusu nesneler odası” da (cabinet of curiosities) bu sırada ortaya çıkar. Evinin bir bölümünü ilginç taşlar, deniz kabukları ya da egzotik hayvanlar sergileyerek müzeye dönüştüren  dönemin zenginleri, ender rastlanan, ilginç bulunan çeşit çeşit nesneyi bir araya getirdikleri özel koleksiyonlar oluştururlar.[2] Müzedeki nesnelere ilişkin bilginin sabit bir  sınıflandırma kazanması ve doğrudan görselliğe...

Devamını Oku

Yalan Söyleyin, Mutlaka İnanan Birileri Çıkar!

Yalan Söyleyin, Mutlaka İnanan Birileri Çıkar! Tarih, toplumsal bilimlerin laboratuarıdır. Bana kalsa, her türlü toplumsal bilimler eğitimi için önce tarih okunmasını zorunlu kılardım. Tabii arkadaşlardan bazıları derhal soracaklar   Hangi tarih?   Hangi eğitim?   Türkiye’de eğitim bir rezalet. Tarih anlayışı ve tarih eğitimi ise bu rezaletin içinde ayrı bir fecaat. Tabii, eğitim ve özellikle de tarih eğitimi doğru dürüst yapılmayınca, bunun yerini medyatik “çıkışlar” alıyor. İşin içine medya karışınca, ekranlar, sütunlar, kitaplar, ya cahillerin, ya üçkağıtçı politikacıların, ya da garip ve eksantrik çıkışlar yaparak dikkat çekmek isteyen sözde bilim insanlarının egemenliğine giriyor. Birkaç düzgün bilim insanının kimi zaman medyada zorlukla yer bulan cılız açıklamaları ise bu kargaşa içinde güme gidiyor. Böylece sadece gençlerimiz değil kamuoyumuz da, hem tarihimiz hem de dolayısıyla toplumumuz hakkında yalan yanlış ve çoğu zaman da kasıtlı olarak saptırılmış izlenimlerle “biçimlendiriliyor”. Tarihe bakışımızda kimi zaman kasıtlı ve bilinçli, kimi zaman da cehaletten kaynaklanan (görece!) üç tane yanlış var diye düşünüyorum:   Birinci olarak, insanlar tarihi, sahip oldukları ideolojilere göre saptırıyorlar. Tarihe bakarken, genellikle kasıtlı yapılan yanlışların altında yatan bu “ideolojik saptırma” en çok dinci ve milliyetçi çizgide görülüyor. Atatürk’ün Samsun’a gittiği geminin kocaman bir şilep olduğu ya da İstiklal Mahkemelerinde yüz binlerce müslümanın inançlarından dolayı idam edildiği gibi kaba yalanları bir yana bıraksak bile, örneğin Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşunda, Dördüncü Haçlı Seferi’nin rolü gibi işlevsel bir olay bizim tarih eğitimimizde hiç yer almaz.   İkinci olarak...

Devamını Oku

Babalar Günümüz Kutlu! Olsun

Babalar gününe özel yazılmış bir makale.   Babalar Günümüz Kutlu! OlsunŞEYDA NİSA DEMİREĞER’e Sevgili kızım! Bu mektubumu sevgi kuşunun kanatlarına nakış nakış örerek sana gönderiyorum. Nerede bir kuş görsen, gülen gözleriyle seni süzen, bil ki bakışlarında seni seven ben varım. Baban var!!! Daha çok küçüksün bebeğim. Alsam ellerini avucumun içine yüreğinin sesi değer tenime.  Koklamaya kıyamadığım gülümsün sen, hangi şair hangi şiirinde anlatabilir güldüğünde gözlerinin içinde çakan şimşeğin kuvvetini, dehşetli güzelliğini? Balım benim sesinde çağlayanların coşkusunu biriktiren denizim, sevgili kızım; Bu yılda veremiyor baban sana umut ettiğin günleri… Kaderin  ibresi hala bizden yana değil maalesef.. İçini karartmasın benim yokluğum.....

Devamını Oku

Yaşasın Bencillik

“Bencillik kolundan tutmasa, erdem pek uzaklara gidemezdi” diyen LA ROCHEFOUCAULD, bilim yolundan gelmiyor. O, daha çok, Sainte-Beuve’ün dediği gibi, yemeklerden sonra eğlenmek için düşünceler karalayan, giderek yaptığından etkilenen, düşüncelerinin tadına varan, tadına vardıkça da onları daha bir düzenlemek gereğini duyan akıllı bir adamdır: Çeşitli davranışları tek açıdan ele almış, soyut olarak yorumlamıştır. Yaşadığı çağ, XVII. yüzyıl, Fransa’nın en aydınlık, en mutlu çağlarından biridir. XIII. Louis, Richelieu, Mazarin, ondördüncü Louis bu soylu düşünüre altmış yedi yıl süren güvenli bir ömür sağlamışlardır. Dük de la Rochefoucauld, Prens de Marsillac, VI. François adlarından da anlaşılacağı gibi, mutlu doğmuş bir kişiydi. Büyük tutkuları yüzünden aşkta, siyasal alanda çeşitli tedirginliklere uğramış, sekiz gün kadar Bastille zindanına bile kapatılmıştı ama; gene de birçok insanların imrenecekleri gibi yaşamıştır. Kraliçe-Richelieu çatışmasında kraliçeyi tuttu, Fronde ayaklanmasında iç savaşın şeflerinden biriydi; taşıdığı ad kendisini kötü sonuçlardan koruyordu. Özdeyişler’in (Maximes), 1665 baskısına yazdığı önsözde şöyle demektedir: “Okuyucu için en doğru yol, kendisini kural dışı tutmaktır. Şöylelikle, sözlerimin doğruluğuna ilk katılan kendisi olacaktır”. La Rochefoucauld’ya göre bir kötülüğüne rastladığımızda şaşmamız gereken tek insan yoktur. Bir kötülüğe tutulmamıza engel olan şey, bir çok kötülüklerimiz oluşudur. Birini övüşümüz, bir başkasını yermek içindir. Sadece yermek için övdüğümüz de olur. Dürüst insanlar, kötülüklerini hem başkalarından hem kendilerinden gizleyebilenlerdir. İki yüzlülük, kötülüğün erdeme saygısıdır. Erkeklerin cesurluğuyla kadınların erdemi, benlik tutkusuyla utanma duygusunun sonucudur. Borcumuzu ödemek için değil, bize ödünç verecekleri daha kolay bulabilmek için öderiz. İyilik,...

Devamını Oku

Jeanne Dar'c Niçin Yakıldı

XV’nci yüzyıl, Fransa’yı kargaşalık içinde buldu. Dükalar birbirine girmiş, iç savaşlar başlamıştı. Güçsüzlüklerden yararlanmasını pek iyi bilen bir başka ulus, İngiltere, Fransa kıyılarında boy gösteriyordu Fransız soyluları ülkelerini satıyorlardı. Harfleur bir aylık bir kuşatmadan sonra düşmüş, Normandiya İngilizlerin eline geçmişti. İngiliz tümenleri, Bourgonyalıların da yardımıyla, Calais üssüne yönelmişlerdi. Fransa Kralı Vi’ncı Charles’ın kızıyla evlenen İngiltere Kralı V’nci Henri, Fransa tahtı üstündeki düşünü gerçekleştirmek üzereydi. Bourgonya Dükası Philippe, Fransa tacını avuçları arasına almış, İngiltere Kralı V’nci Henri’ye sunuyordu 1422 ‘de İngiliz damat Fransız kaynatasından iki ay önce öldü ama, İngiltere’nin Fransa üstündeki tutkusu zerrece eksilmedi. İngiliz kral naibi Duc de Bedford bu tutkuyu hızlandırmıştı. 1392 yılından beri aklı başında bulunmayan deli Kral Vi’ncı Charles da ölünce ortada beceriksiz, parasız, taçsız bir veliahttan başka kimsecikler kalmıyordu. Oysa Fransa’nın geleceği gene de bu zavallının taç giymesine bağlıydı. Dükalar, Fransa tahtına oturması gereken bu delikanlıyı kral yerine değil, adam yerine bile koymuyorlardı. Delikanlı, elleri cebinde, ne yapacağını şaşırmış, Fransa’nın henüz İngiliz ayağı değmemiş topraklarında dolaşıp duruyordu. İngiliz ayaklarıysa çevresini gittikçe daraltıyorlardı. Bu gidişle, dolaşabileceği tek yer, Tourain’deki evinin bahçesi kalacaktı. İşte erdemli Jeanne, Tanrının sesini bu sırada duydu Tanrı ona, Orleans’ı İngilizlerden temizleyerek veliahta taç giydirmesini emrediyordu. On sekiz yaşında, kaba saba, bilgisiz bir köylü kızıydı. Lorraine’le Champagne arasında, Mouse nehri kıyılarındaki Domremy köyündendi. Kendisi pek bilmiyordu ama, babası, soylarının Arc’tan geldiğini söylüyordu. Sürülerin peşinde koşmaktan elleriyle ayakları nasır içindeydi. Oysa, kendisinden yüzyıllarca...

Devamını Oku

Çatlak Profesör

İnsanlık, gerçek bir aydınlıkla aydınlana dursun, idealist ve metafizik düzeyin mızmız felsefeleri gevezeliklerine devam etmektedirler. Gerçek aydınlığın doğum yılı, aynı zamanda, bu mızmız felsefelerin bir temsilcisinin de doğum yılıdır. Yarı çatlak Alman düşünürü Friedrich Nietzsche (1844-1900), insanüstü (Al. Übermensch) varsayımıyla, geleceğin nazizm ve faşizm gibi ünlü canavarlıklarının temellerini atmaktadır. Zerdüşt böyle dedi adlı yapıtında bir peygamber gösterişiyle (yaşamının son yıllarında büsbütün çıldırmış ve mektuplarını peygamber olarak imzalamıştır) şöyle diyor: Maymuna göre insan neyse insana göre de insanüstü odur. Siz solucandan insanlığa kadar yol aldınız ve içinizde birçok şey hala solucandır, diyor Nietzsche. Ben size insanlığı öğretiyorum. İnsan, aşılması gereken bir şeydir. Onu yenmek için ne yaptınız? İnsanüstü, yeryüzünün amacıdır. Yeryüzüne bağlı kalın ve size öte dünya umutlarından söz edenlere kanmayın. Tanrı ölmüştür. Şimdi, korkunç olan, yeryüzüne karşı günah işlemek ve bilinmesi kabil olmayanı yeryüzünün amacından üstün tutmaktır. Benim erdemim nedir ki? Erdemim beni henüz çıldırtmadı ama, iyilik ve kötülüklerimden ne kadar bezginim. Bunların hepsi züğürtlük, kirlilik ve acınacak bir rahat düşkünlüğüdür. Bir Tanrı yaratabilir misiniz? Öyleyse bana Tanrı sözü etmeyin. Ama insanüstünü yaratabilirsiniz. Sizin en iyi yaratmanız da bu olacak. Eğer Tanrılar var olsaydı, ben Tanrı olmamaya nasıl dayanırdım, o halde Tanrı yoktur. Siz, kendiniz, yaratıcısınız. Büyük kurtuluşunuz da bu yaratıcılığınızdadır. Ey insan kardeşlerim, sizler belki insanüstü olmayacaksınız, ama insanüstünün babaları olabilirsiniz. Dünya d diğiniz şeyi siz yaratmalısınız. O, sizin aklınız, düşünceniz, sevginiz olmalı… Ey uyku ve erdemden söz...

Devamını Oku

Suç ve Ceza Roman Özeti

SUÇ VE CEZASI. Bütün idealist düşünceler dönüp dolaşıp sonunda Tanrıcılığa varmak zorundadırlar. Bu zorunlu sonuç, ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısının oluşturduğu ünlü bir sanat yapıtında yansımaktadır. Dostoyevski’yi (1821-1881) oluşturan yıllar, ondokuzuncu yüzyıl Rusya’sının Çar i’nci Nikola’nın baskısı altında ezildiği yıllardır. Toprak işçileri, bir çeşit tarım gereciymişçesine toprak beyleri arasında açık artırmayla satılmaktadır.(Örneğin Gogol’un ÖLÜ CANLAR adlı eseri bu konuda açıklayıcı bilgiler verebilir) Oysa küçük toprak beylerinin durumları da, inek gibi alıp sattıkları mujiklerden daha güvenli değildir; sabah akşam bölge komiserinden dayak yemektedirler. Devlet dairelerinde müdür, memurunu tokatlayarak çalıştırır. Kırbaçlamakla kırbaçlanmak en olağan günlük işlerdendir. Kazançlar yaşamaya yetmemektedir, açlık salgındır, aydınlar arasında yıkıcı düşünceler kaynaşmaktadır. Bakışlar gök ölçülerine çevrilmiştir, mujikler İsa’nın saltanatını sabırsızlıkla beklemektedirler: Bu kadar iğrenç bir şeye Tanrı razı olamaz. Sonya’nın ağzıyla bu yargıya varan Dostoyevski, yaşadığı sürece onu kıvrandıracak olan ikiliği, Suç ve Ceza’nın dördüncü bölümünde, Raskolnikov’un ağzından ortaya atıyor: Ama gene de razı oluyor işte…. Birkaç yaprak sonra da, ünlü romanının dayandığı önemli sorulardan birini sormaktadır: Nasıl oluyor da bu kadar bayağılık, böyle kutsal bir duyguyla bağdaşabiliyor?. Dostoyevski, daha birçok yapıtlarında, bu sorunun uyandırdığı kuşkuları çözmeye çalışacaktır. Gök ölçüleri karşısında insan yapısı, çeşitli yönlerden ustaca didiklediği bu ikilik; hemen bütün yapıtlarının temelidir. Dostoyevski doğduğu zaman Puşkin yirmi iki, Gogol on bir yaşındaydı: Her ikisi, de ona öncülük etmiştir. Tolstoy’la Turgenyev’se onunla birlikte yetişecek, onunla yarışacaklardır. Almanya’da Goethe, İngiltere’ de Byron, Fransa’da Chateaubriand, Stendhal, Balzac ünleri Rusya’ya erişmiş...

Devamını Oku

Atinalı Timon

William Shakespeare Atina’lı Timon adlı oyununda bakışını özgür ve erdemli yeni insanın üstüne çeviriyor: Timon, Atina’nın cömertliğiyle ün salmış bir hemşerisidir. Kılıcıyla Atina’yı kurtarmış, erdemleriyle de süslemiştir. Kesesi, devletin kesesi gibidir. Senato, kılıcına güvendiği kadar, kesesine de güvenir Timon’un. Kentinin karşılaştığı her güçlüğe yetişen erdemli bir kişidir. Sofrası da, kesesi gibi, herkese açıktır. Hemen bütün Atina, onun bir sarayı andıran konağında yiyip içmektedir. Atina’nın babası sayılmakta, bütün Atinalılar’ca sevilmektedir. Timon, seçtiği bu yolda mutludur. Böylesine bir cömertliğe dayanamayan kese elbette tükenecektir. Alacaklılar, önce yavaştan, sonra hızlıca kapısında birikmeye başlıyorlar. Timon, kuşkusuzdur. Yakınlarına, dostlarına, senatoya güvenmektedir. Atina’nın babası, soylu, erdemli Timon’u ortada bırakacak değiller ya… Yardıma koşmak sırası Atina’ya, Atinalılar’a gelmiştir. Kahyasının her kapıdan kovulduğunu, Atina’nın kendisine sırt çevirdiğini duymak Timon’u şaşırtıyor önce.. Kulaklarına inanmıyor. Sonra, yüreğinde bir acı, her an biraz daha artan bir acı duymaya başlıyor. Kendisine rastlamamak için evlerine saklanan yakınlarının, dostlarının, senato üyelerinin hikayesini duymaz kulaklarla dinliyor. Kirpikleri ağlamak isteğiyle titremektedir, ama ağlayamıyor, içindeki sıcak duygularla birlikte göz yaşları da kurumuş gibidir. Artık, benliğini saran tek bir duygu var: Tiksinti. Timon, tiksiniyor Atina’dan. Oysa belli etmiyor. Yeniden para bulduğu, eski gösterişine kavuştuğu söylentisini yayarak Atina’ya son bir şölen vermek isteğindedir. Gizlendikleri yerlerden birer ikişer çıkan Atinalılar, soylu Timon’un şölenine koşuyorlar. Onu övmek, onun erdemlerini belirtebilmek için birbirleriyle yarış etmektedirler. Yazarlar övgüler dizmekte, şairler şiirler düzmektedir. Sofra, eski günlerin mutluluğu içindedir. Herkes yerine oturunca Timon soğukkanlılıkla ayağa...

Devamını Oku

Defolun Ey Aşk ve Öcalma Duyguları

Ünlü ozan Corneille, (Fransızlar ona, “Fransız trajedisinin babası” diyorlar.)  yedisinden yetmişine kadar bütün insanları duygulandıracak bir oyun yazmak istedi. Kaynaklar boldu. Fransa’yı İspanyol modası kaplamıştı. Mutfaklarda İspanyol yemekleri pişiriliyor, çalgılı kahvelerde İspanyol şarkıları söyleniyor, bayanlar İspanyol dantelleriyle süsleniyor, baylar İspanyol bıyıkları bırakıyorlardı. Böylesine bir İspanyolluğun ortasında eline bir İspanyol oyunu geçirdi. Oyun, Las Morcedades del Cid adını taşıyordu. Yazarı Güilhem de Castro, olaya klasik bir açıdan bakmış, erdemleri gereği gibi yarıştırmayı becerememişti. Corneillein ustalığı, hele İspanyol tarihçisi Juan Mariana’nın Historia d’Espana’sına kulaklarını tıkayınca, bu olaydan toplumu şaşırtacak bir oyun çıkarabilirdi. Las Morcedades fazlaydı. Le Cid yetiyordu. Tarihçi Juan Mariana’ya göre olay şudur: Kendisine Arapların taktıkları Cid (Seyyid) adıyla anılan Rodrige, XI. yüzyılda yaşamış bir satılık kılıçtı. Paraya düşkün, gözüpek bir savaşçıydı. İspanyol olmasına rağmen hangi ulustan fazla para  alırsa o ulusun hesabına savaşıyordu. Kılıcını çoğun Araplarla birlikte, İspanyollara karşı kullanmıştı. Castil Kralı VI. Alphonce, hısımlarından Ovideo kontu Don Gormaz’ın güzel kızı Ximeneş Diaz’ı, kendine bendetmek istediği Rodrig’e verdi. Bu evlenme, siyasal bir evlenmeydi. İspanyol halk masallarına göre olay şuydu: Kahraman Rodrig, Gormaz kontu Don Gormaz’ı öldürmüştü: Ya öldürdüğü adamın kızıyla evlenmesi, ya da cezalandırılması gerekiyordu. Rodrig, kızla evlenmeyi uygun buldu. Dona Xiména’nın getirdiği drahomayla zenginleşti üstelik, büyüklüğü arttı. Güilhem de Castro bu olaydan şu oyunu çıkarmıştı: Xiména’nın babasını öldürünce, evlenmeleri zorlaştı. Toplum hiçbir kızın, babasını öldüren adamla evlenmesini hoş görmezdi. Oysa, aşk her şeyden üstündü, sonunda toplumu da yenecek,...

Devamını Oku

CV Nasıl Yazılır? CV Çeşitleri ve Örnekleri

1. CV NEDİR? 2. CV HAZIRLAMAYA BAŞLAMADAN ÖNCE 3. CV YAZARKEN NELERDEN BAHSETMELİYİM 4. CV YAZARKEN DİKKAT EDİLECEKLER 5. CV’NİZİN ZAYIF YÖNLERİNİ KUVVETLENDİRİN 6. CV TÜRLERİ 7. CV ÖRNEKLERİ ( Kronolojik ve Fonksiyonel Cv’ler) 8. KAPAK YAZISI & ÖN MEKTUP (COVER LETTER) 9. KAPAK YAZISI YAZMAK İÇİN İP UÇLARI 10. ÖRNEK KAPAK YAZILARI 1. CV NEDİR? CV profesyonel iş yaşamında, part-time, full-time ve dönemsel iş ve staj başvurularında kullanacağınız ve sizi mülakata kadar götürebilecek özgeçmiş bilgilerinizi içeren bir belgedir. * ‘Bizim için neler yapabilir?’ * ‘Bilgi ve yetenekleri nelerdir?’ * ‘Kişisel özellikleri, değerleri nelerdir?’ * ‘Özellikleri işin gerektirdiği özellikler mi?’ Özgeçmişiniz bu tür sorulara cevap verebiliyor nitelikte olmalıdır. Kısacası, özgeçmişiniz işverenlere; • ‘Ben bu işi yapabilirim.’ • ‘Ben bu işi istiyorum.’ • ‘Ben bu işe ve firmaya uyum sağlayabilirim’ mesajlarını verebiliyor olmalıdır. 2. CV HAZIRLAMAYA BAŞLAMADAN ÖNCE… Özgeçmiş hazırlamaya başlamadan önce hedefinizi belirlemeli ve bu hedefe yönelik olarak özgeçmişinizi hazırlıyor olmalısınız. Özgeçmişinizi genel olarak bilgi, beceri ve başarılarınızı yansıtmak üzere hazırlayabilirsiniz. Ancak, spesifik olarak bir pozisyona başvuruda bulunuyorsanız, özgeçmişiniz o işin gerekliliklerine göre hazırlanmış olmalıdır. Söz konusu iş için gerekli bilgi, beceri ve kişilik özellikleri incelenerek hazırlanmış özgeçmiş daha başarılı sonuç verecek ve o işe sizin diğer kişilere göre daha uygun olabileceğinizi gösterebilecektir. Diğer bir deyişle, tek ve standart bir özgeçmiş yerine, başvurulan işin özelliklerine göre şekillendirilmiş özgeçmişler hazırlamak daha yararlı olacaktır. 3. CV YAZARKEN NELERDEN BAHSETMELİYİM? Kişisel Bilgiler:...

Devamını Oku

Atatürk'ün Gençlik İle İlgili Sözleri

Atatürk’ün gençlik sözleri, Atatürk’ün gençlik ile ilgili sözleri, Atatürk’ün gençlik hakkında sözleri, Atatürk’ün gençlik hakkındaki sözleri, Atatürk’ün gençlikle ilgili sözleri ve anlamları ve açıklamaları, Atatürkün gençlik sözleri, Atatürkün gençlik ile ilgili sözleri, Atatürkün gençlik hakkında sözleri, Atatürkün gençlik hakkındaki sözleri, Atatürkün gençlikle ilgili sözleri ve anlamları ve açıklamaları, Atatürk’ün gençlikle ilgili kısa sözleri, Atatürk’ün gençlik için söylediği güzel sözleri…Atatürk’ün Gençlik İle İlgili Sözleri 1Gençler,Cesaretimizi güçlendiren ve sürdüren sizlersiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve kültür ile, insanlık değerinin, vatan sevgisinin en değerli örneği olacaksınız. Atatürk’ün Gençlik İle İlgili Sözleri 2Ey yükselen yeni nesil, gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk; onu yükseltecek ve sürdürecek sizsiniz.Atatürk’ün Gençlik İle İlgili Sözleri 3Türk genci, devrimlerin ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Bunların lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır; rejimi ve devrimleri benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük veya en büyük bir kıpırtı ve bir hareket duydu mu, bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır demeyecektir. Hemen müdahale edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla, nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır. Polis gelecektir; asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “polis henüz devrim ve Cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, fakat asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkum edecektir. Yine düşünecek: “Demek adliyeyi de islah etmek, rejime göre düzenlemek lazım!” Onu hapse atacaklar. Kanun yolundan itirazlarını yapmakla beraber; bana, İsmet Paşa’ya, Meclis’e telgraflar yağdırıp haksız ve suçsuz olduğu için tahliyesine çalışılmasını kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “Ben inan ve...

Devamını Oku

Atatürk'ün Bitmeyen Aşkı

Bulgar Dimitrina Kovaçeva (Miti) Sofya’ya askeri ataşe olarak atanan Mustafa Kemal’le 1914’te tanıştı. Strauss’un ‘Güzel Mavi Tuna’ valsiyle başlayan ilişkileri, Miti’nin general babasının itirazı yüzünden sona erdi. Fakat Sofya’nın en güzel kızı, öldüğü güne kadar Mustafa Kemal’i sevdi.   Atatürk’ün İlk Büyük Aşkı.. Bulgar Kızı Dimitrina Kovaceva…       ATATÜRK’ÜN BİTMEYEN AŞKI     Bulgar Dimitrina Kovaçeva (Miti) Sofya’ya askeri ataşe olarak atanan Mustafa Kemal’le 1914’te tanıştı. Strauss’un ‘Güzel Mavi Tuna’ valsiyle başlayan ilişkileri, Miti’nin general babasının itirazı yüzünden sona erdi. Fakat Sofya’nın en güzel kızı, öldüğü güne kadar Mustafa Kemal’i sevdi. İLK TANIŞMA Türk asıllı Bulgar Milletvekili Şakir Zümre Sofya’ya alışamayan Mustafa Kemal’i bir gece Verdi’nin ünlü Aida operasının prömiyerine götürdü. Antrakta Bulgar Çarı Ferdinand’la tanışan Mustafa Kemal, opera bittiğinde büyülenmiş bir halde salonu terk etti. Aida’nın büyüsüne kapılanlar arasında eski Savunma Bakanı General Kovaçev ve kızı Miti de vardı. Genç bekâr erkekler ise Aida’dan çok General Kovaçev’in öğrenimini İsviçre’de tamamlamış olan güzel kızı Miti’nin dikkatini çekmeye çalışıyorlardı. Mustafa Kemal ve Miti o gece birbirlerini fark etmediler ama Aida operası yaklaşık bir ay sonra yollarını kesiştirecekti…. Sofya’ya alışan ve çevresi giderek genişleyen Mustafa Kemal 1914 Şubat’ının ilk Cumartesi günü Şehir Kulübü’nde General Kovaçev ve ailesiyle tanıştı. Miti ve Mustafa Kemal’in “Güzel Mavi Tuna” valsı da işte bu tanışma gününde yaşandı. O gecenin hemen ertesinde Mustafa Kemal, General Kovaçev’in evine davet edildi. Türk zabitinin aileyle yakınlaşması, Miti ile...

Devamını Oku
  • 1
  • 2