Yazar: mrcmstf

Yürüyen Amfiler

Toplu taşıma araçlarında herkesin kulağında bir kulaklık gördüğüm ilk günler ne kadar mutlu olmuştum anlatamam. İnsanlar, sabahın erken saatlerinde de olsa relaks bir halde gözlerini kapamış dinlediği müziğin etkisine kaptırmış bir halde oturuyorlar. Ne karşında bir çift kızgın göz, ne de bağırarak konuşan insanlar… Ohh… Ne güzel etrafı seyrederek kısa yolculuğumu tamamlıyabileceğim diye düşünürken, bu durum çok uzun sürmedi. Başta kuzu kuzu kendini mutlu eden müziği dinleyen insanlar gitti yerine yürüyen amfiler geldi. Aman Allah’ım… Artık bağırarak şarkısını okuyan Müslüm Gürses mi dersin, yoksa ne olduğunu bilmediğim cıstak cıstak fon eşliğinde yabancı müzikler mi dersin, ne ararsan var. Tramvayda kaç kişide kulaklık varsa hepsinde ayrı telden müzik sesi. Allahım hep de haz etmediğim müzik türleri. Hani şöyle Müzeyyen Senar, İnce Saz dinleyen olsa neyse. Kulaklık neden var?.. Müziğini kimseyle paylaşmadan dinleyebilmen için değil mi? Sen güne mutlu, relaks başlıyacaksın diye beni böyle bir strese sokmaya ne hakkın var. Tramvayda karşımda oturan delikanlı kulağındaki müziğin sesini o kadar açmış ki; duyma problemi var sanıyorum önce ama yok anlıyorum ki paşazade dışardan gelecek sesler kendini rahatsız olmamak için yürüyen amfi olmaya karar vermiş. İşarat diliyle sesi kısmasını rica ediyorum. Nezaketen sesi bir birim düşürüyor ama ses kulaklarımı tırmalamaya devam ediyor. Kendi kendime düşünüyorum… Biz Türkler yaptığımız her şeyin suyunu mu çıkarırız Allasen?.. Bir şeyi de tadında bırakamaz...

Devamını Oku

Eski Günler

Eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağar derler ya… Ben katılmıyorum bu söze. Niye mi?  Hangimiz eskiyi hatırlayıp derinden bir ahh.. çekmiyoruz? Çocukluğumuzun oyunlarından tutun da, yediğimiz basit şekerlemelere kadar özlemiyoruz. Ben çok özlüyorum. Bazen gözlerimi kapıyorum, bir anda kendimi 5-6 yaşlarında buluyorum. Gözlerimi açmaya korkuyorum; orada kalmak istiyorum. Bir anda yakın okuldaki öğrencilerin andımızı bağırarak okuyuşunu duyuyorum. Sonra zil sesi… Okula gitmek için nasıl heveslendiğimi hatırlıyorum. Gülüyorum kendi kendime, çocukluğuma… Bir horoz sesi, tavuk gıdaklaması, apartmanlar henüz yükselmediği için arka odadan içeriye vuran sıcacık güneş… Kendi kendine oynamak zorundasın. Televizyon kapalı, yayına akşam büyükler eve gelince giriyor. Kendin gibi okula gitmeyen arkadaş bulursan ne ala, senden iyisi yok. Saklambaç, yakartop, körebe… Şimdiki çocuklar gibi hemen sıkılmazsın, saatlerce; hatta annen kapıya çıkıp seni çağırana kadar büyük bir zevkle oynarsın. Ne susadığını hatırlarsın, ne acıktığını… Hangimizin ya kendinin ya da komşusunun tavukları yoktu ki. Akşam oldu mu komşu teyze seslenir, tavuklarını kümese koymak için rica eder, tavuklar önde biz arkada kümesin yolunu tutar, bu görevi de tamamaladıktan sonra günboyu tüm saflığımızla oynadığımız ahretliklerimizle vedalaşır; hatta bir de tekerleme tutturıurduk. ‘Evli evine, köylü köyüne, evi olmayan sıçan deliğine’. Her sokakta elektrik telinin birinde mutlaka uçurtma olur. Uçmaktan yorulmuş, arkadaşını yarı yolda bırakmış bir uçurtma. Uçurtma arkadaşını yarı yolda bırakmış olabilir ama; çocuk mutlaka geri döner, gerekirse kuyruğunu tellerde bırakma pahasına arkadaşını yarı kızgın evine götürürdü. Arada bir mahalle arasından pamuklu şeker...

Devamını Oku