Yazar: onurhandemir

Yapay Zekâ (Artificial Intelligence)

Giriş (Yapay zeka nedir?)I. Yapay Zeka Türleri   A. Robotik   B. Beşeri Algılama Sistemlerinin Simülasyonu      1. Konuşma Sistemi      2. Görme Sistemi   C. Doğal DillerII. Bilgi TabanıIII. Çıkarım MekanizmasıSonuçKaynakça YAPAY ZEKÂ (Artificial Intelligence) Tarihte üç büyük olay vardır. Bunlardan ilki; evrenin oluşumudur. İkincisi, yaşamın başlangıcının olmasıdır. Bu ikisiyle aynı derecede önemli olan üçüncüsü ise, yapay zekanın ortaya çıkışıdır. “Yapay Zeka” teriminin 1956 yılında ilk kez kullanılmasından bu yana birçok araştırmacı bu konu üzerinde yoğun olarak çalışmakta. Ulaşılan nokta ve gelecekle ilgili hedeflerse, oldukça tartışmalı durumuyla her yaşta hemen herkesin ilgisini çekebilecek düzeyde görünüyor. Yapay zeka, bilgisayar biliminin akıllı, yani dili kullanabilme, öğrenme, akıl yürütme, problem çözme gibi niteliklere sahip bilgisayar sistemleri tasarımlamakla uğraşan koludur. Benzer bir tanımı başka kaynaklarda, örneğin Patrick Winston’ın, bu alanın klasik kaynakları arasında sayılan yapay zeka başlıklı kitabında veya yapay zekanın tarihçesinin 1940’lı yıllarda başladığını yazan Ana Britanica’da da bulmak mümkündür. Yapay zeka, insanın düşünme yapısını anlamak ve bunun benzerini ortaya çıkaracak bilgisayar işlemlerini geliştirmeye çalışmak olarak da tanımlanabilir. Yani programlanmış bir bilgisayarın düşünme girişimidir. Daha geniş bir tanıma göre ise, yapay zeka, bilgi edinme, algılama, görme, düşünme ve karar verme gibi insan zekasına özgü kapasitelerle donatılmış bilgisayarlardır. Yapay zeka, insanlar tarafından yapıldığında zeka gerektiren şeyleri gerçekleştiren makineler yapma bilimidir. (Pirim, 2006, s.81)Yapay zeka konusundaki araştırmalar şu gruplar altında toplanabilir. Doğal diller. (Bilgisayar ile doğrudan iletişim) Beşeri algılama yeteneklerinin simülasyonu. (Görme, konuşma) Robotikler. (Rutin, kirli ve tehlikeli...

Devamını Oku

Bilinç Nedir?

BİLİNÇ Giriş (Bilinç Nedir?) I. Dikkat ve Bilinç    A. Nöral Mekanizmalar II. Bilincin Değiştirilmesi    A. Ayrışma (DISSOSIASYON) III. Uyku ve Rüyalar    A. Uyuyan Beyin ve Rüya Gören Beyin    B. Uyanıklık ve Berrak Rüyalar IV. Benlik ve Bilinç    A. Faillik ve Niyet    B. Yer Değiştirmiş Benlik BİLİNÇ NEDİR? Beynimizdeki hücrelerin elektriksel olarak ateşlenmeleri dünyaya dair bilinçli deneyimlerimizi nasıl meydana getiriyor ve bununla birlikte ayrı bir benlik duygusu, soyut ve eylem üzerine düşünme becerileri gibi şeyler nasıl gerçekleşiyor? Bu, zorluğuyla ünlü bir sorudur. Ona yanıt vermek, fiziksel ve zihinsel dünyalar arasında bir köprü kurmayı içerir. Nörobilim ilerledikçe, bilincin ne olduğu ve nasıl ortaya çıktığını anlamaya daha fazla yaklaşıyoruz. Örneğin şimdilerde farklı bilinç durumları beynin belirli alanlardaki aktiviteyle ilişkilendirilebiliyor. Bilinç aslidir, o olmadan yaşamın bir anlamı olmazdı. Bilinçli farkındalığı yaratan beyin aktivitesini tanımlayabiliyoruz, ancak görünürde fiziksel varlığı olmayan bir olgunun fiziksel bir organdan nasıl doğduğu hala gizemini koruyor. Bilinç başka şeyler gibi değildir. Bir düşünce, duygu veya fikir evrenin geri kalanını oluşturan fiziksel şeylerden daha farklı gibi görünür. Zihinlerimizin içeriği zaman ve mekânda konumlandırılamaz, bu aktivitenin kendisinin mi bilinci oluşturduğu (monist, materyalist görüş) yoksa beyin aktivitesinin zihin ya da bilinç dediğimiz farklı bir şeyle mi ilişkili olduğu (düalist görüş) bilinmiyor. Eğer bilinç sadece bir beyin aktivitesi değilse, bu maddi evrenin gerçekliğin sadece bir kısmını oluşturduğu ve bilincin tamamen farklı kuralların geçerli olduğu paralel bir gerçekliğin parçası olduğu anlamına gelir. RENÊ DESCARTES VE...

Devamını Oku

Fatalizm (Kadercilik) ve Din Felsefesi Üzerine

Fatalizm (Kadercilik); bütün olayların, tek ve tabiatüstü bir etken tarafından değiştirilemez şekilde belirlendiğini ileri süren teori. Bu teoriyi savunan Stoa’cılar, dış olayların değiştirilemeyeceğini, ayrıyeten özgür iradenin de olduğunu savundular. Bilimsel düşünüşün gelişmesiyle birlikte kadercilik, bilimsel gerçeklik karşısında geriledi. Tabiat zorunluluklarını daha iyi yenmek için bunları öğrenmeye çalışan bilimsellik karşısında etkisini yitirdi. Zorunluluk, bir kere öğrenilince Spinoza’nın belirttiği gibi, kader olmaktan çıkarak hürlüğe dönüşüyordu. Dini belgelerde ise kader konusuna getirilen açıklamada; kader, amaç ve gayret niyetinde sonuca ulaşmaktır ve bu sonuç kader olarak kabul görmüştür. Buna ek olarak, yaratıcının insanın tüm yaşamını, öncesini ve sonrasını bildiğini ama kötülük yapan bireyin bunu kendi iradesi ile yerine getirdiğidir. Olaylara odaksal değil de yelpazeyi genişleterek bakalım. Birey kötülüğü iradesi doğrultusunda yapmış olsa dahi yaratıcısının bunu bildiği göz önünde bulunduracak olursak yaratıcının insanları başı boş bırakarak engellemediğini, onların kötülük yapmasına göz yumduğunu görüyoruz ki, ” And olsun ki cehennemi hep insan ve cin ile dolduracagim.” sözünden yola çıkarak insanların kötülük işleyeceğini bilmesi yaratıcının esirgeyen, koruyup kollayan sıfatlarını da çürütüyordu. Tersini iddia eden olursa, “Bunca kötülük niye?” diye sorabilirsiniz. Bu noktada Friedrich Wilhelm Nietzsche’nin Tanrı öldü deyişi çok manidar oluyor. Öyleki Nietzsche “Hiçbir adalete sığmayan, sayısız çatışma ve acılar iyi bir Tanrı’ya nasıl mal edilebilir?” düşüncesinden yola çıkarak, Tanrı’nın ölümünün insanın anlaşılmaz olan doğasını yenmesi için ve üst insan’a ulaşılabilmesi için bir mecburiyet olduğunu savunmuştur. Neyse konumuza dönelim. Böyle bir yaratıcının insanı doğumunda iradesiz bırakması...

Devamını Oku

Varoluşçuluk ve Din Felsefesi Üzerine

Dün gece başlayıp bitirdiğim Jean-Saul Sartre’nin Varoluşçuluk kitabı. Zihnimdeki birkaç düşüncem (Yorumum) yerine otururken bir kaçı havada asılı kaldı. Kitabı okuyanlar bilirler Marksistler’in eleştirilerini. Bunlardan bağımsız olarak; – Acaba Tanrı’yı benimsemiş olmasaydık ahlaki kurallar olmaz mıydı? Tabii ki bunun için önce ahlak kavramını dini belgelerden mi, insanın doğası gereği mi yoksa insan tasarısı mı olduğunu tartışmak gerekir. Bir diğeri ise; Tanrı’yı benimsemiş olmamız özümüzü, aslında emin olmadığımız, kanıtlayamadığımız, mantığımızın almadığı bir olgu yüzünden zincire mi vurduğumuzdur. Öyle ki tanrıtanımazlar ahlaki kurallara tabii sahipler. Öte yandan Tanrı inancı olanlar, belli bir yüzdesi yaratıcılarının buyruklarına karşı gelerek “Kötülük” yaparken ağızlarından dini terimleri düşürmüyorlardı. Profesör Doktor Celal Şengör “Dünyanın neresinde din egemen olmuşsa, ahlaksızlık tavana vurmuştur”1 derken ne kadar haklıydı? Ben ahlakın insan tasarısı olduğunu düşünüyorum. Eğer antiteziniz var ise sunabilirsiniz. Öncelikle eleştireceğim mazur görün. Diyorum ki, olayların en başına, köküne inmekte yarar var. Dini bilgilerimle; din olgusunda ahlaki ve etik kurallarca adaletten bahsedeceğim. Erkek ve kadını ele alalım. Günümüzde bakıyoruz ki kadın daha yeni yeni hakkını bulurken “Laiklik” ile tarihte biraz geriye gittiğimizde ikinci planda, hor görülüyordu. Şimdi temele inme vakti. Tanrı inancı olanlarda Adem ve Havva’nın yaratılışında Adem balçıktan yaratılmışken, Havva onun kaburga kemiğinden yaratılmış olmasaydı bu adaletsizlik kar topu gibi büyür müydü asır asır? Öyle ya, mümkün olacaktı Havva’nın da çamurdan (balçıktan) yaratılacak olması. Hadi gelin sizin ile bir ütopya kuralım. Neden mi? Belki yıkılır tabuları özümüzün. Din olmasaydı,...

Devamını Oku