İki bin dokuza girene kadar yeni yıllar mutlu ederdi beni de diğer insanlar gibi. Havai fişekler, sokaklardaki afişler, gösteriler, eğlenceler, çok şaşaalıydı. Ama iki bin dokuz hayatımın dönüm noktası oldu. Artık her yeni yılda içimdeki acı bir kat daha artacak. Ta ki gördüğüm son yeni yıla kadar…

Sponsor Bağlantılar

İki bin dokuz benden babamı aldı… Evimizin direğini, arkamızdaki maddi manevi gücü, annemden hayat arkadaşını aldı. Daha iki ay önce bir arabamız olmuştu. Hafta sonları ailece gezecektik. Sonra babam şubatın onunda babaannemin yanına gidecekti, uçak bileti ayrılmıştı. Daha da kötüsü iki gün sonrasında benim nişanım vardı ama…

Bütün bu planlar alt üstü oldu. Bir cuma günü, akşama doğru babamın ölüm haberini aldık. Sabah dokuzda beni işe bırakmıştı o gün. Hadi baba görüşürüz diye inmiştim arabadan. Bilseydim bir daha göremeyeceğimi, baba ne olur hakkını helal et seni çok üzdüm, affet beni der, boynuna sarılıp ağlar ve beni de götürmesi için yalvarırdım. Sıkı sıkı sarılırdım ona, olabildiğince sıkı, kokusunu içime çekerdim doya doya. Tenini sıcakken okşardım son kez. Feri henüz sönmemiş gözlerine bakardım. Ellerini öperdim, başımı sıcak göğsüne yaslardım… Baba gitme diye yalvarırdım en azından, ne olur gitme…

Ama nerden bilebilirdim ki o günün son olduğunu…

Akşama doğru kardeşimden telefon geldiğinde inanmak kolay olmadı. Ta ki eve gidip teyzemin yüz ifadesinden durumu kesin olarak öğrenene kadar. Babam o gün Bakırköy’de geçirdiği kalp krizi sonucu hayata veda etmişti. Küçük kardeşim üst komşuda herşeyden habersiz arkadaşıyla oynuyordu, diğer kardeşim ise yurttaydı.  Acı içinde ağlıyordu. Ev haberi alan insanlarla dolup taştı. Annem ayakta zor duruyor, herkesin gözünden yaşlar ince ince süzülüp elbiselerini ıslatıyordu. Ben aklımı yarı yitirmiş gibiydim. Tepkisiz, donuk, sakin…

Ertesi gün kardeşlerime durumu izah etmek bana düştü ve ardından kopan feryatlara dayanmak da. Kardeşine babamız öldü diyebilmenin zorluğunu hayal etmek bile zor. Hele ki on iki yaşında bir çocuksa. İmkansızlık ve mecburiyetin iç içe olduğu içinden çıkılmaz bir durum…

O gün babamın soğuk bedenini görmeye gittik. Giderken bütün vücudum titriyordu. Annemin kardeşlerimin feryadına nasıl dayanacaktım. Hele babamı o halde görmeye. Dün görüşürüz baba diye ayrılmışken bugün morgtan çıkmış halini görmeye kalbim takat getirebilecek miydi.

Ve korktuğum ana adım adım yaklaşıyordum. Gasilhanenin kapısına geldik. İçeri girdiğimizde dört tane tabut vardı. Sıra sıra dizilmiş en başta babamınki duruyordu. Başında Ahmet Ünal yazıyordu. Sonra görevli geldi. Tabutun kapağını yavaş yavaş kaldırıken önce ayaklarını gördüm babamın. Çorapları duruyordu. O an korkunç bir feryat koptu içerde. Herkes tarifsiz bir acıyla kıvranıyordu. Elim ayağım kesildi, nefes almayı bile unutmuştum. O ana kadar tabutun içinden babamın çıkacağından şüpheliydim. Ama onu orda görünce…

Dün sabah ayrılırken giydiği kıyafetleri hala üzerindeydi. Kravatı, gömleği, ceketi, montu, pantolonu, çorapları, her şeyi… Yüzü bembeyaz, hafif mütebessim, ağzı dişleri görünecek kadar aralanmış, saçları parlaktı. Son kez yüzüne dokunayım dedim, o yumuşak tenine… Ama dokunmamla çekmem bir oldu. Aman Allahım, taş gibi olmuştu yüzü, çok soğuk, buz gibi. O soğuk bütün kalbime işledi, ruhuma bedenime aklıma, bütün dünyama işledi. Kardeşlerimin ve annemin çığlıkları artık  dayanamaz hale gelmiştim, ne olur kapatın diye bağırıyordum, ne olur kapatın şunu lütfen dayanamıyorum kapatın…

Artık dört kişilik bir aileydik… Ayrıca hepimizin birer ünvanı vardı. Annem dul, kardeşlerim ve ben de yetim… Kardeşim babacım ne olur gitme, beni de yanına al diye bağırarak ağlıyordu. O gün defin işi de bittikten sonra artık babam fotoğraflarda kalmıştı sadece.

2009’un Ocak 30’undan beri hepimiz eksik olarak hayata devam ediyoruz, bir parçamız kopmuş olarak. Kardeşlerim ve ben babasız, annem ise hayat arkadaşını yitirmiş olarak. herkes evin içinde babamın kullandığı eşyalara bakarak onu hayal ediyor. Çekyatta onun her zaman oturduğu yere oturunca kokusunu alacakmışım gibi geliyor sanki. Kapının kulpunu tutunca elinin sıcaklığını hissedecekmişim gibi. Gece yatınca yine üstümü örtmeye gelecek, sabah namazı vakti kısık sesle Büşraaaa, kızım hadi namazını kıl kızım diye seslenecek yine…

Ama hayal hepsi. Kırk altı yıllık ömründe sadece yirmi bir yılı beraber geçirmek yazılıymış kaderde artık o bambaşka bir alemde, asıl vatanında ve daha mutlu. Biz ise onsuz, yaralı… Baba demek çok uzak artık, çünkü cevap verecek kimse yok…