‘İmamın Ordusu’ kitabıyla ilgili “Bombayı kullanmak da malzemeleri kullanmak da suçtur” diyen Erdoğan, azınlıklarla ilgili soru yönelten Fransız Parlamenter Muriel Marland- Millitello’ya “Zannediyorum arkadaşımız Fransız mı? Ama Türkiye’ye de Fransız.” şeklinde cevap verdi. % 10 seçim barajı konusunda ise “Düşürülmesi gerekirse halkımızla müzakeresini yaparız ama onu size soracak değiliz.” dedi.
Önce bazı bilgileri vermek gerek…
1) Avrupa Konseyi demek Avrupa Birliği (AB) demek değildir.
2) Türkiye, Avrupa Konseyinin kurucu üyelerinden birisidir.
3) AKP’nin büyük ölçüde yararlandığı Venedik Komisyonu, Avrupa Konseyi’nin istişare organı durumundadır.
4) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de (AİHM) Avrupa Konseyinin bir kuruluşudur.
5) Uzun zamandan beri ‘ilk kez’ AKPM başkanlığını Türkiye’den bir milletvekili, AKP Antalya Milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu üsteniyor.
Bu bilgilerin ardından konuyla ilgili 2 yazıdan kısa bir bölüm…
Birinci yazı, 14 Nisan’da Taraf gazetesi genel yayın yönetmeni Ahmet Altan’ın “Avrupa’ya Türk kalmak” başlıklı yazısı: “Erdoğan’dan daha etkileyici, daha ağırbaşlı, daha kapsamlı, demokrasi açısından daha ikna edici bir performans beklerdim. Ama bana sorarsanız, Fransız temsilciye ‘siz Türkiye’ye Fransız kalmışsınız’ diyen Başbakan’ın asıl kendisi Avrupa’ya Türk kaldı. Erdoğan konuşmasını neredeyse tümüyle ‘siz- biz’ çekişmesi üstüne kurmuştu, hâlbuki bir Türk’ün başkanlık ettiği, içinde Türk temsilcilerin de bulunduğu ‘Avrupalı’ bir heyet, o heyetin bir parçası olarak hitap ediyordu… Erdoğan’ın, bu konuşmasındaki sertliğini Davos’taki sertliğine benzetenler oldu. Davos’ta Erdoğan, Gazze’de yapılan bir haksızlığa, çocukların vahşice öldürülmesine karşı çıkıyordu, haklı bir zemindeydi ve Avrupa’nın büyük çoğunluğundan da destek bulmuştu. Strasbourg’da kavga ettiği ise ‘demokratik’ değerler. Arada nasıl bir benzerlik kurulabileceğini doğrusu ben pek anlayamadım. Başbakan, üyesi, ortağı olduğumuz bir kurumda, o kurumun değerlerini baştan kabul ederek konuşmaya başlayıp sonra da ‘siz karışamazsınız, size sormayacağız’ diyerek o değerlerden ayrıldığında, böyle davrandığı için Türkiye’deki milliyetçilerden ve ulusalcılardan alkış alabilir, alacaktır da. Ama Avrupa’yı ‘yabancı’ olarak gördüğünüzde, onun ‘demokratik standartlarını’ reddettiğinizde, bu, ‘Çankaya’ya başörtülü fist lady çıkamaz’ diyenlerle, ‘367 kararını alanlarla’, seçilmiş hükümetlere muhtıra verenlerle, Avrupa’nın demokratik değerlerinden nefret edenlerle aynı cepheye sürükler sizi. İktidarına Avrupa’ya ve demokrasiye doğru yürüyerek başlayan Erdoğan’ın şimdi katılmak istediği ‘cephe’ bu mu? Dünyanın ‘seçkin’ liderlerinden biri olabilecekken, bu kapasiteye sahip bir politikacı, uluslar arası siyasetteki varlığını bundan böyle ‘Esad’ın Aliyev’in, Ahmedinecad’ın, Putin’in dostluğuna mı dayandıracak, bu diktatörlerle mi anılacak?”
İkinci yazı ise Radikal gazetesi yazarı Cengiz Çandar’ın “Erdoğan’ın Strasbourg konuşması” başlıklı yazısı: “Strasbourg konuşmasını birkaç kez dinledikten sonra, dikkatin çekilmesinde yarar bulunan bir- iki husus var. Birincisi söz konusu konuşmayı AB’nin herhangi bir zemininde yapması daha anlaşılır olurdu. Ancak konuştuğu yer, Türkiye’nin ‘kurucu üyesi’ olduğu, yani AB’nin aksine üyesi ve bir parçası olduğu Avrupa Konseyi. Dahası, Avrupa Konseyi’nin Parlamenterler Assamblesi’nin başkanı, kendi partisinin milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu. Bu yönüyle, ortada konuşmasının ruhuna damgasını vuran biz ve ötekiler diye bir durum söz konusu değildi. İkincisi seçim barajının % 10’dan indirilmesi sorusuna cevap verirken ‘Şayet bunu yaparsak size soracak değiliz’ şeklindeki cümlesi doğru değildi. Doğru olmaması, çok sert ve gerekli olmayan bir söylem olmasından ötürü değil. Bizzat kendisinin ve hükümetinin bazı hayati önemde adımları atarken sorduğu ve meşruiyet açısından güç aldığı kurumlar, Avrupa Konseyi’nin kurumları.”
Bu arada Erdoğan’ın “Türkiye’ye Fransız” dediği Marland- Militello Taraf’a yaptığı açıklamada “Annem İstanbul Kadıköy’de doğdu. Senelerce Türkiye’de yaşamış bir Ermeni ailesinden geliyorum… Başbakan’ın açıklaması tatmin edici değil.” dedi.
Erden ÖZKANT
Uyuşuk ve kukla bir başbakan değil, uyanık ülkeyi en iyi şekilde temsil eden bir başbakan. Kimliğimizi bulduk artık. ikinci one minuet olayı yaşdık. gururlandık mutlu olduk. sevinçliyiz.