Kasım ayının 2. haftasında Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’e gitmek üzere İstanbul aktarmalı uçağa bindim. İstanbul- Bişkek arası yaklaşık 6 saat. Yol uzun olduğu için yanıma günün gazetelerini ve bir tane de okuma kitabı aldım. Yol boyunca onları okudum ve Türkiye saati ile gece 2’de Bişkek’e vardım.Ancak Türkiye ile 4 saat zaman farkı olduğu için Bişkek’e 6’da varmış oldum. Bişkek şehir merkeziyle havaalanı arası 45 dakika civarında sürüyor. Bişkek’te güneş doğarken insanlar işlerine gitmek için sokaklarda, caddelerde görünmeye başlıyor. Ve bizim de gezimiz start veriyor.

Sponsor Bağlantılar

İlk gün Osh pazarına ve Atatürk Alatoo Üniversitesi’ne gittik. Burada bazı hocalarla tanışma fırsatı yakaladım. Üniversite’yi gezdik. Güzel bir üniversite olduğu dışarıdan fark ediliyor. Bişkek’te birçok üniversitenin olduğunu öğreniyoruz. Türkiye’den ise 2 tane. Biri Atatürk Alatoo diğeri Manas Üniversitesi. Atatürk Alatoo, Yönetim Kurulu Başkanlığını Orhan İnandı Bey’in yaptığı Sebat Eğitim Kurumları’nın. Geniş bir kampüste yer alan Manas Üniversitesi ise devlet üniversitesi. İlk gün akşam yemeğine bir Uygur lokantasına gittik. Lokanta kalabalıktı. Her zaman kalabalık olurmuş zaten. Türkiye’de yediğimiz şiş kebabına burada ‘şaşlık’ deniyor. Adının bize biraz enteresan gelmesinden olsa gerek ‘şaşlık’ yedik ve böylece lokantanın her zaman niye bu kadar kalabalık olduğunu da anlamış olduk.

Ertesi gün şehirde gezerken lunapark dikkatimizi çekti. Çünkü Türkiye’deki lunaparklardan farklıydı. İnsanlar müthiş eğleniyorlardı. Yaşlı insanlar bile sırf eğlenmek için lunaparka gelmişler ve lunaparktaki çocuklarla, gençlerle birlikte eğleniyorlardı. Yanımdakilerden birisi “Bişkek’te insanlar kafalarına pek bir şey takmazlar. Mutludurlar. Hayatı güzel bir şekilde yaşamaya çalışırlar” dedi. Aklıma Türkiye geldi hemen. Stresin, mutsuzluğun ve ümitsizliğin diz boyu olduğu ülkem… Lunaparkın yanında bir inşaat… İnşaatta çalışan kadınlar ve erkekler… Buralarda kadınlar benzin istasyonlarında, inşaatlarda erkeklerle beraber çalışıyorlar. Akşam yemeğine Has Şirin Türk Lokantası’na gittik. Türkiye’deki bir lokantaya gitmişiz gibi… Televizyonda NTV… Has Şirin’in pide ve lahmacununun güzel olduğunu duymuştuk. Biz de lahmacun yedik, ayran içtik. Sonra da demek ki duyduğumuz doğruymuş dedik. Ve ertesi gün Kurban Bayramı… Bayram namazını kılmak için meydan denilen bir yere gittik. Meydan tıklım tıklımdı. Bayram namazları camilerin haricinde bu meydanda onbinlerce kişiyle beraber kılınırmış her yıl. Ayrıca burada Bayram namazının ardından Türkler bir araya gelip bayramlaşırlarmış. Biz de bu bayramlaşmaya katıldık.

Bayramlaşmanın ardından Sebat Eğitim Kurumları’nın belirlediği yoksul ailelere et dağıtımı vardı. Yıllardır uzaklardan gördüğümüz ‘gurbette bayrama’, buradaki Türkler’in Türkiye’den kilometrelerce uzaklıkta bayramı gerçek bir bayram gibi yaşadıklarına tanıklık ettik. Ayrıca Kırgızistan’da bayram tatilinin 2 gün olduğunu, yılbaşı tatilinin ise 10 gün olduğunu, yılbaşına çok büyük önem verildiğini, yılbaşı için günler öncesinden hazırlıkların başladığını ve kutlamaların yılbaşından sonra da günlerce devam ettiğini öğrendik.

Akşam yemeğine bir Kırgız ailesine gittik. Buralardaki sofraların ihtişamını, misafirliğe gidildiğinde misafirlikten ayrılıncaya kadar sofrada oturulduğunu duyardık ve o sofrayı görmüş olduk. Yemekler, çerezler, tatlılar derken ev sahibinin kızı Aruke’nin 8. Türkçe Olimpiyatında okuduğu Sezai Karakoç’un “Sevgili, En Sevgili, Ey Sevgili” şiiriyle 2. olduğunu öğrendik. Sağolsun isteğimizi kırmadı ve o güzel şiiri bir de bize okudu. Günün sonuna doğru en etkilendiğim cümleler ev sahibinden geldi: “ Kırgız- Özbek çatışmaları bizim kendi aramızda yaşanıyor. Sebat Eğitim Kurumlarının, Türk Okullarının bu çatışmalarla ilgisi yok. Aksine onların başımızın üzerinde yeri var.” Aruke ve kardeşi Sebat Eğitim Kurumlarına bağlı Ayçörek Kız Lisesi’nde okuyorlarmış. Bu okullarda verilen eğitim çok güzel gerçekten. Halkın da bu okullara çok büyük teveccühü var. Her yıl bu okullara öğrenci almak için sınav yapılıyormuş Kırgızistan genelinde. Yaklaşık 50000 kişi sınava giriyormuş ancak okullara en çok 1000 alınıyormuş. Yani okullarda Kırgızistan’daki en başarılı öğrenciler okuyormuş. Türkiyeli öğretmenler Türkiye’nin en güzel üniversitelerinde okumuşlar ve iyi derecede İngilizce, Rusça ve Kırgızca biliyorlar. Türkiyeli öğretmenler dedim çünkü Kırgızistanlı öğretmenler de var bu okullarda ve sayıları bir hayli fazla. Birçoğu Kırgızistan’da doğmuşlar, üniversiteyi Türkiye’de okuyup tekrar ülkelerine dönmüşler ve bu okullarda öğretmenlik yapıyorlar. Hem de öğretmenliğe çok da önem verilmeyen bir ülkede… Ertesi gün Bişkek’i gezmeye devam ettik. Sum denilen bir yere gittik. Teknoloji ürünleri var burada. Türkiye’dekilerin yarı fiyatına… Zaten Bişkek’te otomobiller, cep telefonları, benzin ve daha birçok şey Türkiye’den çok daha ucuz. Bişkek’te lüks otomobil sayısı ve hatta otomobil sayısı nüfusa göre bir hayli fazla. Ancak yollar çok kötü, çukurlarla dolu…

Akşama doğru Bişkek’e yaklaşık 1 saat uzaklıkta olan Tokmok’a gittik. Yeşillikler içinde güzel bir yerde akşam yemeği yedik. 2. kez Kırgız sofrasına oturmuş olduk böylece. Buradan Tokmok Erkek Lisesi’ne geçtik. Öğrenciler daha girişte “hoşgeldiniz”lerle karşıladılar bizleri. Sınıfları gezdik. Daha sonra bir Kırgız öğretmenle tanıştık. Üniversiteyi Ankara’da Hacettepe Üniversitesinde okuduğunu ve Ankara’yı çok sevdiğini söyleyip başından geçen birkaç anısını anlattı. Biran için anılarını anlatan kişinin bir komedyen olabileceğini düşündük. İşte bir anısı: “İlk Ankara’ya geldiğim zamanlardı. Sıkı Beşiktaşlıyım. Ankaragücü- Beşiktaş maçına gittim. Maçı da Beşiktaş kazandı. Sevinçliydim. Üzerimde Beşiktaş forması, yüzüm siyah beyaza boyalı… Maçın ardından Gençlik Parkı’na gittim. Karşımdan 4 kişi geliyor. Birisi telefonundan Ankara havası açtı, diğerleri de başladılar oynamaya. Ben de alkışlayarak onlara eşlik ediyorum. Bir anda biri bir yumruk attı ve başladılar beni dövmeye. Etraftakiler yetiştiler. Bir de polis geldi hemen yanımıza ama beni dövenler kaçtılar. Polis elimi yüzümü yıkattı ve yüzümdeki boyalar çıkınca benim Türk olmadığımı anladı. Sonra başladı bana bağırmaya ‘Siz zaten buraya geliyorsunuz böyle ortalığı karıştırıyorsunuz’. Ben de “Do you speak English?” dedim sanki Türkçe bilmiyormuşum gibi. Polis İngilizce bilmediğinden bana ‘hadi go go’ dedi. Daha fazla azar işitmekten kurtuldum böylece.” Okuldan ayrılma vakti geldi ve tam çıkışa doğru yürürken “Sizi Unutmayacağız” başlıklı bir pano dikkatimizi çekti. Müdür Bey, bu panoda yer alanların görevdeyken hayatını kaybeden öğretmenler olduklarını söyledi. Duygulandık.

Kırgızistan’da yaşananlarla ilgili bazı bilgiler de edindim. Osh’da bazı mahallelerde Kırgızlar ile Özbekler elbirliğiyle mahallelerini çatışmalardan korumuşlar. Çatışmaları çıkaranlar dışarıdan, köylerden getirilmiş. Binlerce ölü varmış. Resmi kurumlara ve Sebat Eğitim Kurumlarına zarar verilmemiş. Osh’daki Türk Okullarındaki öğretmenlere
Kırgızlar sahip çıkmışlar. Öğretmenleri güvenli yerlere götürmüşler ancak öğretmenlerin birçoğunun aracı zarar görmüş. Bakiyev devrim sonrası ülkedeki paraların büyük bir çoğunluğunu alıp kaçmış. Bakiyev yönetimini deviren 59 yaşındaki Roza Otunbayeva ise Kırgızistan’ın en temiz siyasetçilerinden biri olarak görülüyor ve bu yüzden de ülkesinde ‘bayan temiz’ lakabıyla adlandırılıyor. Eğitim düzeyinin yüksek olduğu ancak halkın üçte birinin yoksulluk sınırı altında yaşadığı ülkeye ABD ve Rusya para yardımında bulunuyormuş. Devlet kurumlarında çalışanların maaşları bu yardımlarla karşılanıyormuş. Devrimden sonra yapılan seçimlerde halkın yaklaşık yarısı ‘ümitsiz oldukları’ için oy kullanmamışlar. Seçimlere birçok parti katılmış. Aldıkları oy oranları birbirlerine çok yakınmış. 1. parti %10’u bile geçememiş. Ayrıca ABD ve Rusya’nın ‘giderek artan nüfuz yarışının’ yaşandığı ve bu iki büyük gücün üs sahibi olduğu ilk ülke olan Kırgızistan’da devlet otoritesi ve asker zayıf, polis ise rüşvet alıyor. Polisler istedikleri zaman yollarda duruyorlar ve istedikleri araçları durdurup rüşvet alıyorlar. Ama buna aldıkları maaşların çok düşük olması yol açıyor. Aylık 100 Dolarla geçinmek gerçekten zor… Bu yüzden de hemen her alanda rüşvet çarkı dönüyor Kırgızistan’da.

Ve Cuma günü Ayçörek Kız Lisesi’nde yapılan törendeyiz. Öğrenciler önce Kırgızistan marşını sonra da İstiklal Marşımızı okuyorlar. Bayrağımız bahçede Kırgızistan bayrağı ile beraber nazlı nazlı dalgalanıyor.

Kırgızistan’da Türklerin sayısı çok. Dolayısıyla da Türk berber, Türk Alışveriş Merkezleri, Türk Lokantalarını görmek mümkün. Vefa Center, Beta Alışveriş Merkezleri( 3 şube) Türkiye’deki AVM’ler gibi. Zaten sahipleri de Türkiyeliler. Vefa Center yaşanan iç kargaşalar sırasında tahrip edilmiş. Ancak daha sonra tadilat yapılmış ve tekrar canlılığına kavuşmuş. Rodi, Sarar, Zara gibi markaları bu alışveriş merkezlerinde görmek mümkün.
Gitmemize az bir süre kalmıştı ve son olarak buralardaki pazarlara gittik. Pazarlar konteynırlardan oluşuyor. Medine Pazarı gibi… Bişkek merkeze 10 km uzaklıktaki Dordoi’a da gittik. Beyaz eşyadan giysilere kadar içinde herşey olan Ortaasyanın en büyük pazarı buradaymış. Ve son olarak Bişkek’e yaklaşık 10 km. uzaklıkta bulunan göle gittik.

Gölde bizden başka kimsenin olmaması dikkatimizi çekti ama gölün ve Tanrı Dağları’nın muhteşem güzelliği dikkatlerimizi hemen üzerlerine topladı. Derken gitme vakti geldi, çattı. Havaalanına gittik. Görevliler sağ olsunlar epey zorluk çıkardılar. Valizimi açtırdılar ve içindekileri dışarı çıkarttılar. Öğrendiğim az Rusça ile anlaşmaya çalıştım görevlilerle. Kazasız belasız geçtim kontrollerden ve uçağıma bindim. Aklımda ise Bişkek’in güzellikleri ve Kırgız Yazar Cengiz Aytmatov’un “Bu fedakâr öğretmenler Ak Gemi romanımda kaybolan çocuğu değil, Ak Asya’da kaybolmuş bir nesli arıyorlar. Ak Gemi’de kaybolan çocuğun nerede olduğunu kimse bilemez ama Ak Asya’da kaybolmuş bir neslin nerede olduğunu söylemem mümkün. İşte bu okullarda” diyerek bahsettiği Türk Okullarında çalışan ‘eğitim gönüllüleri’ kaldı.

Erden ÖZKANT