CEM KEYSAN

Özet: Demokrasi’nin tanımı yapılarak başladığım bu çalışmamda demokrasinin Türkiye üzerinde etkileri üzerinde durulmuştur. Demokrasinin en büyük güvencesi olan siyasal partiler ve seçimler, bunları gerçekleştiren anayasalar, seçim kanunları, seçim sistemleri üzerinde kronolojik bir sıralama yapılmıştır. Çok partili hayata geçişle başladığı düşündüğüm demokrasi anlayışının bu günlerde nasıl yorumlandığı irdelenmektedir.Seçimlerin demokrasi de ne kadar yer kaplandığı düşündüğümüzde demokrasimizde siyasal partilerin var olabilme çabası üzerinde ki etki unsurları belirlenerek bunlar üzerinde eleştirilerde bulunulmuştur. Demokrasinin bulunduğumuz çağda yeniden yorumlanma gereksinimin nedenleri belirtilerek,demokrasi geleceğimiz de izlenmesi gereken süreçte yasama organı ve halka düşen sorumluluklardan bahsedilmektedir.

Sponsor Bağlantılar

DEMOKRASİ VE UNSURLARI

Demokrasi eski Yunanca ‘halk’ anlamına gelen demos ve ‘yönetmek’ anlamına gelen krotein sözcüklerinin birleşmesiyle oluşmuştur ve bu anlamıyla ‘halkın yönetimi’ demektir. (Erdoğan, Anayasal Demokrasi)

Demokrasi, etkin siyasal makamların, düzenli aralıklarla tekrarlanan, birden fazla siyasal partinin katıldığı muhalefetin iktidar olma şansına sahip olduğu serbest seçimlerle belirlendiği ve temel kamu haklarının tanınmış ve güvence altına alınmış olduğu bir rejimdir. (Gözler; Anayasa Hukukunun Genel Esasları)

Türkiye egemenliğin kullanılması bakımından demokrasisi Temsili demokrasidir. Halk, egemenliğini temsilcileri aracılığıyla kullanır.(Milletvekili, Belediye Başkanı, İl Genel Meclis Üyesi, Muhtar vb.) Temsilci halk tarafından seçilmekte, bu kişiler kullandıkları egemenliği kendi adlarına değil halk adına kullanmaktadırlar.

Demokrasilerde; iktidara sahip olmak isteyen siyasal makamlar; seçimle iş başına gelmelidir. Seçimler düzenli aralıklarla tekrarlanmalı ve serbest olmalıdır. Birden çok siyasal parti var olmalıdır.

Demokrasinin mihenk taşını oluşturan seçimleri; Türk demokrasi anlayışına göre yorumlayarak, demokrasimiz de seçimlerin ne anlam taşıdığı irdeleyelim.

ÇOK PARTİLİ SİSTEM BİR YAĞMA DÜZENİNE NASIL DÖNÜŞTÜ

Türkiye 1946 yılında çok partili rejime geçiş yapmıştır. Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü, Refik Koral tan 7 Ocak 1946’da DP’yi kurdular. (Cem Erollu, Demokrat Parti)

Seçimler 21 Temmuz 1946 günü yapıldı.1946 yılında çok partili rejime geçildikten sonra gerçekleştirilen ilk seçimler de gizli oy, açık sayım ve yargı denetimi yoktu. Daha sonra çok partili rejimin ikinci seçimleri 1950 yılında gerçekleşti. Seçimlerden önce çıkarılan 1948 tarih ve 5258 sayılı Seçim Kanunu ile ilk kez gizli oy ilkesi getirilmiştir.

Ülkemizde 1946 yılına kadar iki-dereceli seçim uygulanmıştır. İlk defa 1946 seçimleri tek dereceli olarak yapılmıştır. (Özbudun, Türk Anayasa Hukuku)

Türkiye sırasıyla bugüne denk 1946’da başlayan 1950’ de iktidar değişikliği ile sonuçlanan çok partili siyasal hayatta birçok seçim gerçekleştirdi. Demokrasinin unsurunu oluşturan seçimler ve siyasi partilerdir. Siyasal hayatta istikrarı sağlayamayan ve istikrarı tutturamayan Türkiye doğal olarak gerçekleştirdiği birçok seçimi farklı kural, farklı seçim kanunları ile gerçekleştirmiştir. Bir seçim geleneği oluşamamıştır, bu durum da demokrasinin yerleşmesine en büyük engeli oluşturmuştur. Diğer bir durum ise Türkiye kapatılan partiler sonucun da bir partiler mezarı haline gelmiştir.

Seçimlerde ve siyasi partilerde istikrarı sağlayamayan bir ülkenin demokrasisi tartışmaya açıktır.

Gelişmekte olan bir ülkenin demokrasisi de gelişmekte olan demokrasidir. Gerçekleştirilen savaşlar ulusal bağımsızlık içim emperyalistlere karşı gerçekleştirilmiş, bir hak kazanımı haline dönüşmemiştir. Demokrasinin uygulanabilmesi için toplumun belli bir üretim, eğitim ve refah düzeyine ulaşmış olması gerekir. (Emre Kongar, Demokrasimizle Yüzleşmek)

Ülke toplumu Cumhuriyetin ilk yıllarında meydana gelen birçok değişiklik ile beraber sosyolojik bir değişim yaşamakta, demokrasi bir halk ve hak kazanımı olmadığından dolayı hiçbir zaman doğru anlaşılmamış ve doğru kullanılmamıştır.

1960 darbesine kadar 1924 Anayasasının demokrasi anlayışı çoğunlukçu demokrasi anlayışına göre seçimler gerçekleştirilmiştir. 1961 Anayasası çoğunlukçu demokrasi anlayışından çoğulcu demokrasi anlayışına geçiş yapmıştır. 1980 darbesine kadar 1961 Anayasası’nın getirdiği çoğulcu demokrasi anlayışı ile küçük partiler meclise çok küçük sayılar da da olsa katılabilme şansına sahip olmuşlardır.

1982 Anayasası 1961 Anayasasına oranla daha az katılımcı bir demokrasi modelini benimsediği genel olarak kabul edilmektedir.1980 darbesinin ürünü olan 1982 Anayasası, belli ölçüde bir depolitizasyonu, yani siyasetten uzaklaşmayı amaçlamıştır. (Özbudun, Türk Anayasa Hukuku)

1982 Anayasası ile birlikte, siyasi partilerin mecliste grup kurmaları için gerekli milletvekili sayısını 10’dan 20’ye çıkarmıştır.2839 sayılı Milletvekili seçimi Kanunu ülke barajı da denilen bir genel baraj kabul etmiştir. Bu kanunun 33. Maddesi göre, genel seçimlerde ülke genelinde, ara seçimlerde de ara seçim yapılan çevrelerin tümünde geçerli oyların %10’unu geçemeyen partiler milletvekili çıkaramaz. Getirilen %10 seçim barajı ile birlikte demokrasi de ve siyasal hayatta istikrar sağlanmak istenmekte, küçük partilerin TBMM’ne girmesini engellemek suretiyle istikrar yaratmak amaçlanmaktadır.

1982 Anayasamızın 67.’İnci maddesinin ikinci fıkrasında siyasi partiler demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır denilerek; çok partili siyasal hayatın demokrasinin temel noktası olduğunun dikkati çekilmektedir. Modern demokrasi partiler demokrasisidir (Özbudun). Bir ülke de iktidar için yarışan birden fazla siyasi parti yoksa muhalefetin iktidar partisiyle eşit olanakları ve iktidar olma şansı yoksa o ülke de demokrasi yoktur; oligarşi vardır.

Anayasamıza göre kullanılan siyasi partiler kanunu 22 Nisan 1983 tarih ve 2820 sayılı siyasi partiler kanunuyla düzenlenmiştir.

1982 Anayasası, önceki Anayasalar gibi, seçim sistemine ilişkin bir hüküm koymamıştır. Bu sorunun çözümünü kanun koyucuya bırakmıştır. Yasama organı seçim sistemi konusunda isterse çoğunluk sistemini, isterse nispi temsil sistemini seçebilir. Yasama organı bunların bir karmasını da yapabilir. (Gözler, Türk Anayasa Hukukuna Giriş)

10 Haziran 1983 tarih ve 2839 sayılı Milletvekili seçim Kanunu nispi temsil sistemini benimsemiştir. Nispi temsil sistemi içinde de D’Hondt usulünü kabul etmiştir.

1946’da başlayan bu süreç; en son gerçekleştirilen 2011 seçimlerine kadar düşünüldüğünde bu periyodu üç ana bölüme ayırmak doğru olacaktır.

DEMOKRASİ’NİN ÜÇ AYRI DÖNEMİ

1946’da çok partili döneme geçiş ile başlayarak 1960 darbesine kadar gerçekleştirilen dönem; 1961 Anayasasının yürürlüğe girmesiyle birlikte 1980 darbesine kadar gerçekleştirilen dönem; 1982 Anayasasının yürürlüğe girmesiyle birlikte içinde bulunduğumuz dönem.

Daha yüz yılını doldurmamış bir cumhuriyet
dört tane anayasaya sahip olmuş, iki askeri müdahale, birçok muhtıra ile askeri cuntanın sürekli siyasetin içinde olduğu bir demokrasi oluşmuştur. Ayırmış olduğum 3 dönemde farklı anayasalar, farklı kanunlar ile gerçekleşen seçimler istikrarın yakalanmamasına sebep olmuştur. İstikrar yakalanmadığından dolayı ne bir demokrasi ahlakı, ne de bir demokrasi geleneği oluşabilmiştir.

Demokrasi bilinci meydana gelen bu siyasal olaylardan dolayı halk üzerinde üstünkörü bir anlayışın oluşmasına neden olmuştur. Üstünkörü demokrasi anlayışının halk üzerinde bu denli yaygın ve bilinçsiz tüketilmesinin ilk nedeni meydana gelen bu istikrarsız siyasal hayattır. Demokrasinin üstünkörülüğünün siyasal yoldan yitirmesi için uzun soluklu, istikrarlı sivil kanunlara ihtiyaç vardır.
Yeni bir anayasa çalışmaların sürdüğü bu günlerde gerçekten çağdaş bir demokrasi istiyorsak kangren haline dönmüş olan seçim sistemi ve siyasi partiler üzerinde yapılacak yeni düzenlemelerle demokrasimizin nefes alması sağlanmalıdır.

Seçimlerde ve siyasi partilerde ve bunları gerçekleştiren kanunlarda istikrarı sağlayamadan çağdaş bir demokrasiden bahsetmek sadece kendimizi aldatmaktır.

Demokrasimiz de meydana gelen bu sorunların tamamı siyasi sorumluluğu oluşturacak yasama organı tarafından sahiplenilmesi gereken bölümlerdir. Yasama organı yeni bir anayasa ile yeni bir seçim kanunu ile bunu düzeltebilir.

Değişen seçim sistemleri, ciddi bir seçim geleneğinin oluşmasını da engel oluşturmuştur. Neredeyse her seçim farklı kanunlar, farklı şartlar altında gerçekleşmiştir. Demokrasimizde oluşan bu keskin farkları Emre Kongar’ın Demokrasimizle Yüzleşmek adlı eserinden sizlere aktaracağım. Farklı seçim kanunlarının ve farklı anayasaların siyasette ve seçim de ne gibi farklılıklar ortaya koyduğunu  karşılaştıracağım.

Bir Parti Türkiye’de Yüzde Kaç Oy Alırsa İktidar Olur?
Bazen Yüzde 42 yetmez, Bazen Yüzde 34 Yeter

Hemen bir çelişkiyi vurgulayarak konuya girelim: Bazen yüzde 42 oy alan bir parti tek başına iktidar olamaz. Bazen yüzde 34 oy alan bir parti tek başına iktidar olur; bırakın iktidar olmayı, Anayasa’yı değiştirecek üçte iki çoğunluğa bile çok yaklaşabilir.
Seçim sistemi, her ülkedeki Demokrasi geleneğinin temelini oluşturur. Bunun için de önce seçim sisteminin kendisinin, geliştirilerek mükemmelleştiren bir gelenek oluşturmuş olması gerekir. Türkiye’de bu gelenek oluşturulamamıştır Çok partili Düzene geçildiğinde çoğunluk sistemi uygulamaya konulmuş, bunun ’çoğunluğun diktatörlüğüne’ yol açtığı görülerek, nisbi temsil sistemine geçilmiş, nisbi temsil sistemi de çok sık değiştirilmiştir.

Bu nedenle Demokrasinin en önemli öğesi olan (zorunlu ama tek başına yeterli olmayan) serbest seçimlerin kuralları bir türlü yerine oturtulamamıştır.

Örneğin 1977 seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi yüzde 42 oy aldığı halde iktidarı oluşturabilecek sayı da sandalye elde edememiştir.

Buna karşın 2002 seçimlerinde Adalet ve Kalkınma Partisi yüzde 34 oyla Meclis’te neredeyse Anayasa’yı bile değiştirebilecek üçte iki çoğunluğa yaklaşabilmiştir. (Kongar;Demokrasimizle Yüzleşmek, s.19, s.20)

Demokrasimizde oluşan trajikomik olaylar da mevcuttur. Emre Kongar Demokrasimizle Yüzleşmek adlı aynı eserinde yüzde on seçim barajını ele almaktadır.

Bugünkü Seçim Sisteminde Yüzde 11 Oy Alan Bir Parti, Meclis’teki Bütün Sandalyeleri Kazanabilir

Tabii yukarıda anlattığım yüzde oranlarına ilişkin çelişki, zaman içindeki uygulamalara baktığımızda ortaya çıkan bir değişimden kaynaklanıyor.

Bugün iyi kötü bir seçim yasamız ve buna göre yapılan uygulamalar var. Bugünkü yasa, bir partinin Meclis’e girebilmesi için ülke ölçeğinde yüzde on oy almasını zorunlu kılmaktadır. Kısaca’yüzde on barajı’denilen bu sistem, 2002 seçimlerinde kullanılan oyların kabaca yarıya yakın bir bölümünün(yüzde 46)Meclis’te temsil edilememesine yol açmıştır. Üstelik bir parti (DYP) yüzde 9,5 gibi bir trajik bir oranla Meclis dışında kalmıştır. Bir başka deyişle yüzde yarımlık bir oranla bir partinin Meclis’te temsilini engellemiş, Meclis’e giren öteki iki partiye ise hak ettiklerinden çok daha fazla sandalye kazandırmıştır. İstikrar adına koyulan bu yüzde on barajı,tüm dünyadaki en yüksek orandır.büyük bir temsil adaletsizliğine yol açmakta,siyasal yelpazedeki pek çok görüşün Meclis’e girmesini engellemektedir.

Her seçim sistemi,olası sonuçlar kurumsal olarak öngörülerek denetlenebilir,ne denli yararlı ve zararlı olduğu,uç örnekler dikkate alınarak görülebilir.

Yüzde on barajı da kurumsal bir aşırı örnekle denetlendiğinde ortaya şöyle bir garip durum çıkmaktadır: Ülkedeki siyasal görüşlerin çok çeşitli olduğu ve bir görüşün farklı bir siyasal parti tarafından temsil edildiğini ve sayıları on dolayında olan bu siyasal partilerin güçlerinin birbirine yakın olduğunu varsayalım. Seçim sonuçları o denli garip manzara oluşturabilir ki… Örneğin biri hariç bütün siyasal partiler yüzde ondan az oy alabilir ve sadece tek bir parti yüzde 11’le Meclis’teki bütün sandalyeleri kazanabilir. Tabii bu olasılık -en azından şimdilik- gerçek yaşamda gerçekleşebilecek bir seçenek gibi görünmüyor. Ama sistemin; mantıksızlığını, tehlikesini ve temsil adaletini nerelere kadar engelediğini göstermesi bakımından dikkate alınması gerekir.

Aslında böyle bir aşırı örneğe bile gerek yok. Yukarıda da belirtiğim gibi,Türkiye bu barajın bir garip sonucunu 2002 seçimlerinde yaşadı.Bir parti aldığı üçte bir oyla Meclis’te üçte iki oranında sandalye kazandı. Yüzde on barajına takılan partilerin aldıkları toplam oy 13,5 milyondu. Buna karşılık üçte iki çoğunluğa erişen iktidar partisinin tüm oyları ancak 10,8 milyona ulaşıyordu. Yani iktidarın aldığı oylardan yaklaşık yüzde yirmi beş daha yüksek olan bir seçmen görüşü Meclis’te temsil edilemiyordu.

Üstelik yüzde on barajı,toplumda azınlıkta kalan düşüncelerin meclis’e girmesini engellemek için konduysa, bu da işe yaramıyor. Bağımsız adaylar aracılığıyla bu engel aşılıyor. Her görüş, bağımsız adaylar göstererek ve bu adayların seçilmesini sağlayarak, Meclis’te temsil ediliyor. Üstelik azınlıkta da kalsalar, aykırı görüşlerin de Meclis’te temsil edilmeleri Demokrasilerde kötü bir şey de değildir. Toplumdaki farklı görüşlerin Meclis’e yansıması ve fikir çatışmalarının Demokrasinin genel kuralları içinde yapılması, toplumsal barışa ve siyasal istikrara zarar değil,yarar sağlar. Tabii Demokratik rejimin ve Anayasa’nın genel kurulması koşuluyla…

Emre Kongar konunun devamın da her ilin bir seçim çevresi olduğunu kabul eden d’Hondt sistemini eserinde iki ilin genel ortalamalarına bakarak yaptığı bir hesaplama sonucuyla bakın nasıl bir sonuca varmaktadır:

Bir Bayburtlu Seçmen Dört İstanbullu Seçmene Bedel

Sevgili okurlarım, Türkiye’de bir kez iktidara gelenler, genellikle bir daha gitmemek ya da en azından önlerindeki seçimleri kazanmak için her türlü çareye başvurur, her çabayı gösterir. Elllerindeki iktidar gücünü ve tabii yasa yapma yetkisini kullanan bu politikacılar, seçim yasaları ve siyasal partiler yasasıyla akla hayale gelmeyedcek oyunlar oynamış ve sistemi iktidar partisinin
çıkarları doğrultusunda iyice yozlaştırmıştır. Klasik yöntemlerden biri seçim çevreleriyle oynamaktır. İktidar partisi kendine karşı oy çıkan ilçeleri, güçlü olduğu ilçelerle birleştirip garip seçim bölgeleri oluşturur, böylece sonuçları etkilemeye çalışır, kimi zaman başarıya da ulaşır. İktidarın eğilimine göre bazen seçimlerde tercihli oy kullanmak olanaklı olur, bazen bu seçenek kaldırılır. Meclis eskiden 450 sandalyeli idi. Sonradan Türkiye Milletvekilliği diye bir kavram icat edilmiş,Meclis’teki sandalye sayısı 450’den 550’ye çıkarılmıştır. Sistem, Anayasa Mahkemesi’nden dönünce işleme koyulmamış ama Meclis’te yüz sandalye ilave yer açılarak halkın üzerine yüz milletvekilinin daha yükü bindirilmiştir. Tabii hiçbir siyasal parti de buna sesini çıkarmamıştır, çünkü bu hepsinin işine gelmiştir. İşte bu çerçevede, milletvekilliği dağılımı esasları da birçok kez değiştirilmiştir. Örneğin, bir ara ’kontenja’ milletvekilliği diye bir kavram icat edilmiş, çok milletvekili çıkaran çevrelerde, birinci olan partiye daha baştan bir milletvekili de (son günlerin moda deyimiyle) ’bonus’, yani ikramiye olarak verilmiştir.

Bütün bu değişiklikler sırasında, her seçim çevresinde kaç milletvekili çıkacağı (tabii nüfusa göre) hesaplanırken, önce her ile bir kontenjan milletvekili verilmiş, milletvekilleri sayısı ondan sonra belirlenmiştir. Bu hesaplama sonucunda nüfusu düşük iller, nüfusu kalabalık illere göre seçmen sayısına oranla daha çok milletvekili çıkarma hakkına sahip olmuştur. Örneğin Bayburt, Ardahan, Kilis gibi düşük illerde, bir milletvekili seçmek için 20-30 bin oya yeterken, bu oran İstanbul Ankara gibi büyük illerde 70-80 bine yükselmiştir… Sonuç olarak nüfusu düşük illerdeki bir seçmen oyu, büyük, kalabalık kentlerdeki iki, bazen üç, hatta bazen dört seçmenin oyunna eşit olmaktadır. Örneğin 2007 seçimlerinde bir Bayburtlu seçmen dört İstanbullu seçmene bedeldir. İstanbul birinci bölgede bir milletvekili için yaklaşık ortalama 80.000 oy gerekmişken, bu sayı Bayburt için yaklaşık, ortalama 20.000 dolayındadır. (bu hesabı her ilde kullanılan geçerli oy sayısını o ilin çıkardığı milletvekili sayısına bölerek yaptım. Bütün iller için yapılacak böyle bir hesaplama çok ilginç sonuçlar verebilir. Hatta aynı hesap, partilerin çıkardığı milletvekilleri içinde yapılabilir. Ben sadece iki ilin genel ortalamalarına baktım.) İşin acıklı tarafı, hiçbir politikacı bu sorunu gündeme getirip bu garip çelişkiyi düzeltmek istememiştir.

BAKANLARIN İSTİFASI

Seçim kararı alındıktan sonra, seçimleri etkileyebilecek olan üç baklanlığa tarafsız kişiler atanır. İktidar partisinin mensupları olan, İçişleri, Adalet, Ulaştırma bakanlarının, seçim kararı alınınca değiştirilip yerlerine tarafsız kişilerin atanması gerekir. Değiştirilen bakanların yerine müsteşarlarının veya bürokratları atanır. Oysa zaten bakanın siyasal görüşünden, hatta partisinden olan müsteşarlar ve bürokratlar, kimi zaman bakanlardan bile daha ‘kralcıdırlar’. (Kongar; Demokrasimizle Yüzleşmek; s.29,30)

DEMOKRASİ’DEN ANLADIKLARIMIZ

Bir seçim geleneğinin oluşmaması, Türkiye’nin partiler mezarı haline dönüşmesi, %10’luk seçim barajı her ne kadar önemliyse demokrasinin çarklarını işleten siyasi partilerin siyasi iktidarı ulaşmada kullandıkları siyasi propanganda da o derece önemlidir. Siyasi propagan da ve siyasi kavram olarak demokrasiyi halk üzerinde incelediğimiz de ise ülkemizde ki demokrasinin ilkel bir demokrasi olduğunu anlıyoruz. Parti içi demokrasinin olmadığı, lider hegemonyalı örgüt yapısı, siyasi parti milletvekillerinin çoğunluğunun yaşlılar ve erkeklerden oluşması, işçinin, esnafın, çiftçinin ve memurun milletvekili olmasının imkansız olduğu demokrasimiz bir güç kavramı olarak algılanmaktadır. Seçilenler ise yaşlı, zengin, erkeklerden oluşmaktadır.

Öncelikle bu ilkel demokrasi kabuğunu kırılması gerekmektedir. Demokrasimiz de kadınların, gençlerin, orta sınıfın yer almasını sağlayacak düzenlemeler gerçekleştirilmeli çağdaş demokrasiye adım atılmalıdır.

Demokrasimiz katılımsız bir demokrasidir. Katılım sadece seçimlerde oy kullanmak değildir. Katılımlı demokrasi seçilenleri denetleme, seçmenin seçilene verdiği yetkiler çeşitli yollarla bir daha ki seçimlere kadar denetlemesidir.

Seçimlere katılım yüzdemiz diğer ülkelerle karşılaştırıldığımız zaman oldukça yüksektir. Fakat bu çağdaş demokrasi deki katılımcı demokrasi anlayışına sahip olduğumuz için değildir. Tam tersine katılım oranındaki bu fazlalık seçimlerden beklentimizin son derece yüksek olmasından kaynaklanır.

Bir öğrencinin, bir çiftcinin, bir esnafın, memurun, vatandaşın her seçim dönemimde bireysel bir beklenti oluşturduğundan dolayı katılım oranındaki fazlalık katılımcı demokrasiye dönüşmez. Sadece ideolojik siyasi tercihlerin ötesinde meydana gelen beklentilere karşılamaya yönelik  anlayış demokrasinin bir araç olarak kullanılmasına sebep olmakta,demokrasi yozlaştırmakta, asıl amaç olan demokrasi ise bireysel çıkarlar üzerinden tüketilmesine sebep olmaktadır.

Çağdaş bir demokrasiye sahip olabilmemiz için katılım oranınında düşüş meydana gelmeli,bununla doğru orantıda ise katılımcı demokrasi bilincimiz gelişmelidir.

Bunun için de seçimlerden bireysel çıkarlardan arınarak ulusal çıkarlara sahip olabilmek için sağlıklı siyasi propagandalar saptanmalı ve uygulanmalıdır.

ÇAĞ DIŞI KALMIŞ DEMOKRASİ

Seçimler bir getirim haline dönüşerek demokrasinin içi boşaltılmakta eğitimden tamemen uzak bir demokrasi anlayışı Anadolu üzerine dayatılmaktadır.

Peki, seçimler üzerinde ki her yurttaşın sahip olduğu bu getirim ve bireysel faydacılık anlayışını nasıl yıkabiliriz ve ya Anadolu ya egemen olan ilkel demokrasi kalıbını nasıl kırabiliriz?

Ana doluya egemen olmuş bir ilkel demokrasinin varlığını kabul etmek gerekir. Bunun birçok kanıtı mevcuttur. İleri demokrasiye ışık tutacak bir anaysa, demokrasiyi güvence altına alacak kanunlar,iyi bir seçim kanunu özlem duyduğumuz demokrasi için yeterli mi?Kesinlikle hayır.

Değişen yasalar hiçbir zaman her şey değildir.Yasalardan tamamen bağımsız değişkenlerin mevcut olduğu, kronikleşmiş sorunlar demokrasiye en büyük çelmeyi takmaktadırlar.

Rant ve bireysel faydacılığın kırılmasını sağlamaya yönelik önlemleri bahsetmeden önce,bunun kaynaklanma sebebini açıklamak daha mantıklı olacaktır.

Taşra ve kent ayrımı olarak konuya yaklaştığımız; Taşra da kanaat önderleri tarafından siyaset yön verilmektedir. Eğitim ve kanaat önderliği açısından paralel ve doğru orantılı bir ilişki mevcuttur. Taşra da ekonomik cevap bekleyen unsurların az olmasından kaynaklanan ve kanaat önderlerin yönetimindeki bu büyük kitle siyasetten çok şey talep etmekte ve beklememektedir. Şehirlerde ise durum bundan pek farksız değildir. Eğitim düzeyi ortalaması artmasına rağmen tutucu ideolojik yaklaşımlarla kutuplaşan siyaset kilitlenme noktasına gelmektedir.

İşte tüm bu durumlar yönetenlerin en büyük özleminin duyduğu tablodur. Düşünmeyen, beklentisi kaygısı içinde olan, ideolojik düşünceyi sahiplenerek tamamen mantığı bir kenara bırakarak duygusal davranan seçmen kitlesi ve düşünmeyen ve sorgulamayan halk liderler
için büyük bir şansı oluşturmaktadırlar.

Bu şartlar altında demokrasi gelişememektedir. Seçim mitingleri,parti seçim otobüsleri,dağıtılan eşantiyonlar, seçim kampanyası doğrultusunda dağıtılan veya sağa sola asılan afişler, parti bayrakları bunların temelini oluşturmaktadırlar.

İleri demokrasiyi kendimize bir amaç olarak görüyorsak, seçimlerin göstergeleri bunların olmaması gerekir. Somut projelerin, ileriye dönük kısa, orta ve uzun vadeli politikaların belirlenmesi gerekmektedir. Siyasi politika da ideolojik yaklaşımlar ve fanatikleşen siyasi tercihlerden en büyük zararı yine biz kendimiz yaşamaktayız.

İçinde bulunduğumuz teknolojik çağ ve bilişim döneminde demokrasiyi tekrardan yorumlamakta fayda vardır. Mitingler artık bilişim dönemini yaşadığımız bu çağda önemini tamamen yitirmiştir. İnternetten, yazılı ve görsel medyanın bu denli arttığı bir dönemde ulaşım en üst zirvesini yaşamaktadır. Mitingler ise bulunduğumuz bu bilişim döneminde bir demokrasi geleneği olarak sadece sembolik bir değer taşıyarak, partiler tarafından her ilde gerçekleşerek ısrarla en büyük paradoksun oluşması sağlanmaktadır. Mitingler artık sadece bazı büyük illerde partiler tarafından organizasyonla gerçekleşebilir. Ancak her ilde gerçekleşmesi sonuç olarak bulunduğumuz çağın gerisinde kalan çağ dışı bir uygulamadır.

Liderler her mitingde aynı projelerden bahsetmekte,bu projeleri ve söylemleri medyanın etkin kanal organlarından sürekli güncel takip eden halk ise ısrarla mitinglere katılma çabası içinde oluşmaktadır. Yorucu seçim maratonunda trajikomik olaylar meydana gelmektedir. Sesi kısılan liderler bu durumun en güzel örneğini oluşturmaktadır.

Mitinglerin artık içinde bulunduğumuz bu bilişim ve teknolojik çağa yenildiğinin hepimizin görmesi gerekmektedir. Hiç bir önemi kalmayan mitingler bir seçim geleneği olarak sürmekte, içinde bulunduğumuz çağa düşünülerekten yorumlanmaktadır. Diğer önemli bir husus ise mitinglerde toplanan kalabalığın motivasyonunu yüksek tutmak isteyen liderler ise çok keskin üsluplar kullanarak kutuplaşmanın basamağını oluşturmakta,kutuplaşan siyaset ise geçtiği eşikten sonra tamamıyla yolunu yitirerek, yozlaşmaktadır.

Her tarafa asılan parti bayrakları ise tam bir fiyaskodur. Bir parti bayrağı bir oyu almak veya etkilemek niyetiyle asıldığını düşündüğümüzde demokrasinin sembolleşen bir simge üzerinden devam ettiğini düşünmek herhalde yanlış olmaz.
Seçim afişlerin internet sitelerinde, gazetelerde, televizyonlarda olması içinde bulunduğumuz bilişim döneminde son derece normaldir. Anormal olan ise afişlerin caddelere atılması, duvarlara asılmasıdır. Demokrat Parti’yi 1950 yılında iktidara getiren afişin;dur anlamından kullanılan el işaretiyle beraber ‘yeter söz milletin’ sloganı olduğunu hatırlarsak afişlerin ve sloganların bir seçimde ki önemini daha iyi kavrayabiliriz. Ancak bilişim dönemimde caddelere atılan afişler, broşürler, demokrasiyi sembolleştiren siyasi parti bayraklarından hiçte farkı yoktur.

Son sesle parti lehine slogan atan parti seçim otobüsleri,iletişimin doruk noktasını yaşadığımız bu çağda sözün bittiği yeri oluşturmaktadır.

İşte ilkel demokrasinin göstergelerini oluşturan artık çağ dışı kalmış bu uygulamalardan bir an önce uzak durulmalıdır. Bunu öncelikle yurttaşlarımız istemelidir; bunun ekonomik ve sosyolojik sonucunu en fazla katlanan yine onlardır. Partilerin ve etki unsurların ortak hareketi sonucu oluşacak bu durumu da demokrasi rahat bir nefes alacaktır. Bu unsurlar bilişim döneminde demokrasiye vurulmuş bir prangadır. Çağa ayak uydurarak ileri ve çağdaş demokrasiye geçmek için tüm bu eski, ilkel seçim geleneğine dönüşmüş unsurlardan ivedilikle uzaklaşmak gerekmektedir.

SONUÇ

Demokrasimizin bu şekilde devam etmesi sonucunda ne şahsi ne de toplumsal olarak sosyal bir kazanım sağlayabiliriz. Olumlu olmanın yaşam kalitemize katkısının iyiliğe, doğruya, sevgiye, barışa kısacası güzel olan her şeye yol açacağı muhakkak iken kendimizle ve demokrasimizle kavgalı düşünceler üretmek sadece ülke olarak bize, kendimize zarar vermektedir. Yaşamımızın her kesitinde önümüze çoklu kombinasyonu milyonlara varan istatiksel bir standart sapma  kabul etmeyen yollar açılır ve bizlerde tercihimizi yaparız. Siyasi tercihler de buna dahildir. Her tercihimizin alternatif bir maliyeti, getirisi, götürüsü vardır. Bunlarla yüzleşmek ve önümüze konulacak faturayı pahalı olduğunu itiraz etmemek kaydıyla sonucuna katlanmak zorunda kaldığımız; mutluluklar, gözyaşları doyumsuz bir seçim başarısı bazen de katlanılmaz bir yenilgidir.Demokrasi ve siyasi hayat seçmeni ve yönetenleri öngöremeyeceğimiz noktalara  taşıyabilir. Pek çok gerekçe üretmek mümkündür, ancak tercihlerimizin bir numaralı müeşebibi sahsımız ve tüm ülke insanlarıdır. Bahaneler sığınmak, işin ucuzuna kaçarak kendimizi kandırmaca dan başkaca bir şey değildir.

Bu sebeple demokrasimizin geleceğini inşa etmek her şeyden önce bizlere düşen en önemli görevdir. Sorumluluğun bilincinde olarak farklılıkları kabullenip bunun bizim için bir zenginlik olduğunun unutulmaması gerekir. Farklılıklar birbirimize uzattığımız silahlar olmaması tam tersine zenginliğimiz olmalıdır. Bu bilincin yerleşmesi,demokrasi tutulmasını akıl iradesiyle aşılacağına inanmalıyız. Demokrasiyi içinde bulunduğumuz şartlarda tekrardan yorumlamalıyız. Demokrasi için artık kaçınılmaz bir zihin değişikliğine ihtiyacımız vardır.

Tüm bu sorunları içselleştirebilerek,özümleyebilirsek Demokrasi’nin pek çok sorununu kolaylıkla çözebilir ve ülkemizi daha kolay yaşanabilir bir hale getirebiliriz.

‘’Başkalarına, bize karşı davranılmasını istediğimiz gibi davranmak veya bize yapılmasını istemediğimiz davranışları, başkalarına yapmamak!’’

KAYNAKLAR
1-) Demokrasimizle Yüzleşmek, Emre Kongar, 2007 (Remzi Kitabevi)
2-) Türk Anayasa Hukuku, Kemal Gözler
3-) Anaya Hukukunun Genel Esaslar, Kemal Gözler
4-) Siyaset Bilimi, Ahmet Taner Kışlalı, 1996 (İmge Kitabevi)
5-) Türkiye’de Liderler ve Demokrasi, 2007 (Kitapyayınevi)
6-) Parti İçi Demokrasi ve Türkiye, Dr.Suavi Tuncay, 1996 (Gündoğan Yayınları)
7-) Cumhuriyet Tarihi (7.cilt), Ferit Erden Boray, 2010 (Kum Saati Yayınları)