Bu sorunun cevabı halkımızın günlük hayatında karşılaştığı sorunlara verdiği tepkilerden kolayca anlaşılabilir. Büyük kentlerimizde halkın işe giderken sürekli kullandığı toplu ulaşım araçlarına bir bakalım:
Bu araçlarda özellikle işe gidiş ve işten dönüş saatlerinde tam bir insanlık dramı yaşanmaktadır. İnsanlar tıklım tıklım araçlarda işe gitmeye ya da evine dönmeye çalışıyorlar. Bu sorun yıllardır sürer gider. Halk bunu bir kader olarak görmektedir. Şehir büyüktür, nüfus kalabalıktır ve biz bu şekilde yaşamak zorundayızdır. Toplu taşıma her zaman kalabalıktır, bu kaderdir ve herkes bu araçlara tıkışmalıdır. Sorgulama yok, isyan etme yok, hesap sorma yok. Güçbirliği yapmak, örgütlenmek yok.
Peki ne var? Sabretmek var. ’Nasılsa cennette en hızlı araçlara sahip olacağız, bu dünyada ne kadar sabredersek öbür tarafta o kadar rahat edeceğiz.’ diye düşünür insanımız. Tıklım tıklım araçlarda şoföre, yetkililerine kızmaz, ilerlemeyen, boşlukları doldurmayan kişilere kızar. Kendi aralarında tartışır ve olayı çözmeye çalışır. Bu yıllardır böyledir. Dolayısıyla bu kafa yapısına sahip insanların yaşadığı bir ülkede devrim olmaz. Halk yanlış bir din algısıyla bu dünyada sabrederse öbür dünyada cennete gideceğine inanır.
Oysa sabır, haksızlıklarla mücadele etmekten vazgeçmemektir. Mücadeleye devam etmektir. Kabullenerek susmak değil…