Divan edebiyatı kendine özgü bir sanat anlayışı, sınırlı bir duygu ve şiir dünyası, sanatlı bir dil, İslam dini ve tasavvufa dayalı bir düşünce örgüsü bulunan, şekilci, kuralcı ve idealist Türk edebiyatıdır.
Bir edebiyatın hangi topluma ait olduğunu saptamak için işlenen konu, kullanılan dil, icra edildiği coğrafya gibi unsurlar önemli yer tutar. 13-18. yy arasında etkinliğini sürdürmüş, herkesin hayatında yer tutmuş olan bu edebiyatında bizim mi yoksa Acem-Arap diyarının mı olduğunu anlamak için yukarı saydığımız unsurlar bakmamız lazım gelir.
Divan edebiyatında her daim bir seven ve bir sevilen vardır. Yani divan edebiyatının konuları her zaman soyuttur. Duygu önplandadır. Bu duygu zaman zaman aşk, zaman zaman hüzün, zaman zaman da acıdır. İşte divan edebiyatı bu genel konular içinde icra edilmiştir. Bu noktadan sonra saydığımız konuların Türkler’de her zaman olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Bu milletin hislerine tercümanlığını en iyi şekilde yapan bir edebiyat neden bizim olmasın sorusunu sorabiliriz.
Peki divan edebiyatı nerede icra edildi. 13. yy’da Anadoluda Hoca Dehhâni ile başlamıştır. Yani Türklerin Orta Asya’dan sonraki anayurdunda. Bu bile divan edebiyatının bizim olmasına yeter. Lakin biz devam edelim. Hoca Dehhâni ilk beyitlerini yazdıktan sonra muhteşem bir gelenek başlattı. Biz onun şiirinde bütün divan edebiyatı konularını görebiliriz. İşte bu başlangıçtan sonra bütün anadoluya oradan balkanlara doğru yayıldı. Peki ama gazel, kaside gibi nazım biçimleri nereden geldi. İşte bunların geldiği yer Arap ve Acem diyarıdır. Nazım türlerini oradan almak hiç bir zaman divan edebiyatının bizim olmasını engellemez. İcra edenler Türk’tür, İcra edilen yer Türk coğrafyasıdır. Şiirlerinin tamamını Farsça yazmış olan Mevlana dahi bir rübaisinde aslının Türk olduğunu önemle vurguluyor:
Bigâne megirid mera zin kûyem,
Der kûyi şüma hanei hud micuyem;
Düşmen neyem erçend ki düşmen ruyem
Alsam Türkest egerçi Hindî gûyem.
Yabancı bellemeyin, ben de bu eldenim.
Sizin diyarınızda kendi ocağımı aramaktayım.
Düşman gibi görünüyorsam da düşman değilim.
Farsça söylüyorum ama aslım Türktür.
Farça yazmasına rağmen Türk olduğunu önemle belirtiyor divan şairi Mevlana. Mevlana ki şiirlerinin tamamını Farsça yazmış olmasına rağmen bunu söylüyor. Şiirlerini Türkçe yazmış olan o kadar şaire bizim değiller demek büyük haksızlık olur. Her şeyden önce kullanılan dilin dilbilgisi kuraları tamamen Türkçe’dir. Arapça olan sadece kelimelerin bazılarıdır. Bu kelimelerin hepsi isim halindedir. Bir örnekle açıklayalım:
Gül devri ayş eyyâmıdır zevk u safâ hengâmıdır
Âşıkların bayrâmıdır bu mevsîm-i ferhunde-dem
Nef’i’ye ait olan bu beyitteki arapça-farsça kelimeleri sırayla açıklarsak dilbilgisi açısında hiç bir sorun kalmayacak ve herkes anlayabilecektir. Şimdi kelimelerin manalarını yazalım:
Ayş: yaşama
Eyyâm: günler
Hengam: zaman-çağ
ferhunde-dem: mübarek an – kutlu zaman.
Bu dört kelimeyi bildikten sonra anlaşılmayacak hiçbir şey yoktur. Kaldı ki bu beyit Nef’i’nin bir kasidesindenin nesib bölümünden alınmıştır ki bu bölümde Nef’i baharın gelişnden duyduğu sevinci anlatıyor. Nevruzu anlatıyor. Nevruz Türk kültüründe daima kutlanmış bir zamandır.
Her şeyiyle bizim olduğuna kanaat getirebiliriz bu sonuçlardan. Bunun dışında söylenenler ise bir dayanağı olmayan siyasi düşüncenin kanıtlamna çabasıdır. Lakin gerçek bellidir ve gerçeği kimse değiştiremez. Bizlere düşen ise divan edebiyatına sahip çıkmak ve onu anlamaya çalışarak kültürümüzü de geliştirmektir.
Onur BÜLBÜL
Divan edebiyatını öteleyip Avrupa edebiyatına ılımlı davrananlara uygun yanıtlar içeren güzel bir makale olmuş. Kaleminize sağlık. En son belirtiğiniz söz üzre; ”Üzerimize düşen şudur ki, divan edebiyatına sahip çıkmalı, onu anlamalı ve kültürümüzün gelişmesine katkı sağlamalıyız.”