Gençlik döneminde algı araçlarının kullanımı öğrenilir.
Olgunluk döneminde fikir üretilir.
Soyut ve somut ilişkisini iyi anlamak gerek.
Somut görünen varlıkları anlamak ve bunun üzerine fikir üretme sanatıdır aslında felsefe.
Soyutu biz üreteceğiz.
Bu ürettiğimiz bizim felsefemiz olacak, buna isterseniz “inanç” diyebiliriz.
Bu durumda kainattaki insan adedince felsefe ve inanç olacaktır!
Buraya dikkat ediniz.
Bazı aklı evveller, kendi kanaatlerini, felsefelerini, inançlarını; sınıflamışlar, başlıklarla sunmuşlar ve dar akıllarınca sınırlamışlar.
Yadırgamıyorum!
Ama “beni kimse sınırlayamaz” demeden olmaz. Dini veya felsefi görüşlerle sınırlanan insanın üretimi eksik olacaktır.
Akıl ile zekâyı ayırarak işimizi kolaylaştırabiliriz.
Akıl; hayrı ve şerri ayırmaya, sebepten sonuç çıkarmaya yarayan hususi bir kuvvet.
Zekâ ise anlama kabiliyeti.
Örnekler bizim dürbünümüz gibidir; nasıl ki dürbün kendi maddi varlığını göstermeye değil de uzağı göstermeye yarar. Dürbünün maddi , plastik, cam yapısına bakmakla uzağı göremeyiz … Biz de örneğe değil, gösterdiği hakikate bakarız.
Zekâ aklın emrindedir.
Akıl mesuliyeti üstlenir. Fayda/zarar deveranındadır.
Zekânın ise kendi başına sorumluluğu yoktur. Araçtır, diyebiliriz.
İnanç denince sadece dini inançlar anlaşılıyor, oysa inanç insanın kendine inanmasıdır son tahlilde! Kendi kanaatine inanmadan olmaz. Taklit olur, yapmacık olur, rol olur…
İnanç, iman: Bireyin kendi çabası ile yeteneklerini (akıl, zekâ, v.b.) kullanması sonucunda vicdanın süzgecinden geçirerek vardığı kişisel bir kanaattir. Varlıkları sorgular, inceler; neden, niçin, nasıl? Sorularına cevap arar. Nakil yoluyla gelen (onu etkileyen tüm birikimler nakil dâhilindedir; ebeveyni, öğretmenleri, kutsal kitaplar, ozanlar, peygamberler, filozoflar, bilginler, v.b.) bilgileri akıl süzgecinden geçirdikten sonra vardığı kanaattir. Bu kanaat her bir insan için farklı olabilir. Çünkü her insan ayrı bir âlemdir.
İnanç olmadan aksiyon da olmaz, fiil inanca tabidir… İman ile oluşturulan bu kanaatin günlük yaşama geçirilmesini “din”veya “felsefi görüş, ideoloji” olarak görebiliriz. Yani kişi kendi kanaatine uyan prensipler çerçevesinde yaşamayı arzu edebilir.
Sıkıntının kaynağı müdahaledir.
Evet sadece müdahale, başkalarına kendi fikrini dayatma. Yüzyıllardır yapılagelen yanlış…
Dayatma bazen din adına, bazen ideoloji, töreler, hatta bilim adına olmakta.
Sınırlama arzusu bireyin kendisini sınırlamasının bir sonucudur. Kendini dar algılarıyla vardığı kanaate sıkıştıran birey toplumun da bu kalıplarda olmasını ister. Gücü nispetinde bunun için çalışır. Toplumda fikirlerini bazen güzellikle bazen de güç kullanarak kabul ettirir. Buna biz ideoloji diyebiliriz. Hatta din dahi bu şekilde toplumda akis bulur. Güzellikle kabul görmesi idealdir. Zorla fikir kabul ettirme dönemi eskide ( Firavun ve faşist Avrupa döneminde) kalsa da, zor oyunu her dönem bozar. Günümüzde aklı iptal ederek kabul ettiriliyor görüşler. Bunun çok metodları var. İnsanları her türlü aldatmanın metotları gelişti…
Bakın benim özgün sözlerimden bir kaçı:
“Okyanustaki balık sürüleri gibi oradan oraya küçük bir ürkütmeyle yönlenen bir toplumun şu an hangi yönde olduğunun ne değeri olabilir ki.” Ahmet Bektaş
“İnanç algıdır, özgündür. Bu nedenle başkasına dayatılamaz, insanlar algılarında özgür olmalıdır.” Ahmet Bektaş
‘Materyalistler inançsızlıktan, dindarlar ise nakilden kurtulmadıkça özgün kanaat edinemezler.’ Ahmet Bektaş
“Sevginin ihtimali bile kovalamaya değer.” Ahmet Bektaş
Saygılar.
Ahmet Bektaş