Kur’an-ı Kerim’de Hz. Adem’in yaratılışını anlatan âyetler “türâb (toprak)”, “tıyn  (çamur, balçık)” ve “hame-i mesnûn (kurumuş balçık) [1] gibi kelimelerle, fizik âleme ait maddî yönüne; ona ruh üflendiğini ifâde eden âyetlerle [2] gayb âlemine ait yönüne dikkat çekerek insanı gayb ve şehadetin birleşimi olarak göstermektedir. Onun yaratılışındaki bu toprak ve ruh özelliğine çeşitli hadislerde de işaret edilmektedir.[3] Bu yaratılış özelliğinden dolayı, insan gaybla ilgili konulara büyük çapta merak sarar ve yaratılış sırrını çözmek ister.
İnsan yaratılışının gereği olarak bilinmeyen ve görünmeyene, esrarengiz olana karşı daima ilgi duymuş, onun bu istek ve ilgisi vahiy yoluyla ve peygamberler aracılığıyla belli ve yeterli ölçüde karşılanmış, fakat geride kalan boşluk ve sorular da her dönemde çeşitli çevrelerin istismarına konu olmuştur. İlk devirlerden itibaren gaybdan haber vererek insanların ilgisini çeken ve bu yolla itibar ve servet kazanan kâhin, büyücü, arrâf, falcı, medyum, ruhçu gibi şahısların hemen her toplumda görülmesi ve bunlar etrafında daima bir grup insanın kümelenmekte oluşu bunun açık örneğidir.

Sponsor Bağlantılar

Bununla birlikte toplumumuzda, gaybı bildiğini ve gaybdan haber verdiği izlenimini veren hatta bunu açıkça ileri süren şahısların, dinî konularda yeterince bilgisi bulunmayan kesimleri, sıkıntı ve ihtiyaç içindeki kimseleri acımasızca sömürdüğü de bilinen bir gerçektir. Günümüzde medyum ve falcıların etrafındaki insanların öğrenim ve sosyal statü seviyesinin toplum ortalamasının bir hayli üzerinde olması, olayın modern bilim eksikliğinden değil gerçek dinî bilgi ve şuur eksikliğinden kaynaklandığını göstermektedir. Bu tür olumsuz görüntünün Batı ülkelerinde de bir hayli yaygın olduğu bilinmektedir. Bunu önlemenin tek yolu ise, İslâm dininin doğru bir şekilde öğrenilmesi ve öğretilmesidir. Dinin varlıklar âlemine, dünya, ölüm ve ölüm ötesine ilişkin açıklamaları insanları bu tür sapma ve saplantılardan koruyacak güçtedir.

Gayb meselesi gündeme geldiğinde bir kısım kimseler “gayb” çerçevesine giren hususların hiç birinin hiçbir insana açık olmadığını, bir kısım kimseler ise bazı insanların gayb alanına giren ne varsa hepsini bildiğini ileri sürer. Bu tavırlardan birinin ifrat, diğerinin tefrit olduğu, dolayısıyla her iki tavrın da Ehl-i Sünnet büyüklerin tutum ve kabulleriyle örtüşmediği açıktır. [4]

Yüce Allah’ın ‘orta(dengeli) bir ümmet’ kıldığı İslâm ümmeti, tarihi boyunca, ifrat ve tefritte bulunarak Allah’ın kendisine bahşettiği ‘dengelilik’ özelliğini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya gelmiştir.  Biz bu yazımızda ifrat ve tefritin en zirveye çıktığı  “gayb” kavramını izah edip, gayb’a imanın önemi üzerinde duracağız. Ayrıca önemli bir soruya cevap arayacağız: “ Mugayyebât-ı Hamse” âyetini nasıl anlamalıyız?

GAYB NEDİR? KUR’AN VE SÜNNET’TE GAYB

Gayb kavramı, “g-y-b'” kökünden türemiştir. “G-y-b” kelimesinin lügavî mânâlarını şöyle sırala­yabiliriz: “Gözle görülmeyen, hazır bulunmayan ,gizlilik, içinde ne olduğu bilinmeyen mekân, ötesinde (arkasında) ne olduğu bilinmeyen yer..”[5] “Gayb” kelimesinde ve bu kelimenin türevlerindeki ortak nokta hepsinin gizlilik, görünmezlik, hazır bulunmayış gibi durumları karşılıyor olmasıdır.

Gayb” bir terim olarak İslâmî literatürde, genellikle görünmeyen aşkın âlem, insanın bilgi sahibi olamayacağı başka bir âlem, fizik ötesi âlemi, manevî, ilâhî âlem ve o âlemdeki varlıklar (Allah, melekler, şeytanlar, cinler, cennet, cehennem v.s) ve oluşlar mânâsında kullanılmıştır.[6]

Kur’an-ı Kerim’de  gayb kelimesi, insanların içlerinde taşıdıkları şeyleri, gelecekleriyle ve dönecekleri yerle ilgili hususları, geçmişte kalmış kişi ve olayların bilgisini, insan dışı varlılar dünyasını, ahiret hayatını ve gelecek olayları içine alacak biçimde hep hazır olanın zıddı anlamında kullanılır. Râğıb el-İsfâhânî şu tarifi verir: “Gözle görülemeyen, duyularla idrak edilemeyen, insan bilgisinin dışında olan”[7]

Gayb, şehâdetden başlayarak metafizik mânâsın­da “gayb” alanına kadar uzanan bir çizgide söz konusu olduğu için onun bir tasnifini yapmakta yarar vardır. Bu sınıflandırmayı Kur’ân çerçevesinde insan merkezli olarak yapmak istiyoruz. Çünkü insanın dışındaki bazı varlıkların (özellikle meleklerin) gaybî bir takım konularda insandan fazla şeyler bildiklerini Kur’ân’dan öğrenmekteyiz. Mutaffifîn sûresinin 19, 20 ve 21. âyetlerinde “illiyyîn” diye bir şeyden söz edilir, bilinmediği anlatılır, onun yazılı bir kitap olduğu zikredilir ve “mukarrebûn”un şahit olduğu kaydedilir. Bu konuda misaller çoktur.

A- Mutlak Gayb: İnsanlara açıklanmayan, bildirilme­yen, bildirilse bile sadece peygamberlere bildirilen alan­dır. Buna göre mutlak gaybın iki yönü mevzubahis olmaktadır. Birincisi, mutlak gaybın sadece Allah’ın bildiği ve sahip olduğu, fakat hiç kimseye bildirmediği insanlara kapalı tarafı. Bu alan tamamiyle “âlimu’l-ğaybi ve’ş-şehâdeh” olan gaybın yegâne sahibi Allah’ın bilgisi dahilinde bulunan ve peygamberler dahil hiç kimseye açıklan­mayan alandır. Bu alana insanın dışındaki yaratılmış­lardan hiçbiri de uzanamaz. Nitekim Neml sûresinin 65. âyetinde şöyle buyuruluyor: “De ki göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka hiç kimse bilmez“.

Bu alan bütün yaratıklar dahil insanın kendi bilgi kaynak­larıyla ulaşmak şöyle dursun, vahyî bilgilerle dahi hakkında bilgi sahibi olamayacağı alandır. Bu mutlak gayb alanının doğrudan bir envanterini çıkarmak, imkânsızlığı bir yana anlamsız ve gereksizdir, ancak vahyî veriler aracılığıyla bilinenlerin dışında kalan bazı şeylerin bu alana ait olabileceğini söylemekte bir mahzur yoktur. Çünkü bu konuda onlar hakkında bilgi sahibi olamayacağımızı Kur’ân’dan öğreniyoruz. Kur’ân bu konuda bize ipuçları vermektedir. Buna göre meselâ Al­lah’ın Zât’ı ile ilgili konular, yaratılış, kıyametin kopa­cağı anın bilgisi, sadece Allah’ın nezdinde olduğu söyle­nen “ummu’l-kitâb”ın mâhiyeti gibi konular bu alana ait hususlar olarak sayılabilir.

Biz bildirilmeyen gaybın kemmiyet açısından çok fazla olduğunu özellikle Lukmân sûresinin 27.ci ve Kehf sûresinin 109. âyetlerindeki ifadelerden anlamaktayız. Lukmân sûresinin 27. âyetinde şöyle buyurulur: “Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de arkasından yedi deniz daha katılıp (mürekkep) olsaydı yine de Allah’ın kelimeleri bitmezdi…

İkincisi Allah’ın sadece peygam­berlere vahiy yoluyla açıkladığı insanlara açık yanıdır. Allah, insanın, fıtratını bozmaksızın kendisine verilen bütün yetileri doğru, isabetli kullandığı takdirde farkına varabileceği, hissedebileceği, varlığını kabullene­bileceği veya varlığından hiç haberdar olamayacağı gaybî durumları, olguları ve varlıkları peygamberleri vasıtasıyla insanlığa açıklamıştır. Öncelikle Allah, insanlara kendisini, onların ihti­yaç duyduğu ölçüde pek çok yönüyle tanıtmıştır. Kur’ân’da Allah’ın her şeye gücü yeter, her şeyi gören, her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan, her şeyi işiten,
insana kendinden yakın olan, kişiyle kalbi arasına giren, yaratan, öldüren, dirilten, besleyen, büyüten, rızık veren vb. daha bir nice özelliklere sahip olan Müteal bir Varlık olduğu anlatılır.

Meleklerle ilgili bilgiler de bu alana ait gaybî bilgi­lerdir. Melekler, insanların yapıp ettiklerini kaydederler, onları çeşitli tehlikelerden korurlar, gözle görülmezler, Allah’ın emirlerini tereddütsüz yerine geti­rirler, Pey­gamberlere vahiy getirirler ve diğer bir takım görevleri yerine getirirler.[8]

Şeytanlarla ilgili bilgiler de Kur’ân’da yer almış­tır. Şeytanlar görülmezler, insanları etkileme gücü­ne sahip kılınmışlardır. İnsanın gönlüne vesvese verir­ler. Onların şerrinden korunmanın en etkili yolu Al­lah’a sığınmak ve sürekli doğru, güzel ve iyi işler yapmaktır. [9]

Öte yandan âhirete îman da inanç esaslarının ba­şında gelir. Ahiretle ilgili bilgiler -ki cennet-cehennem, mizan, hesap gibi olgular da buna dahildir-  insan için gayb olan hususlardandır. Allah, bu konuda gaybın per­desini aralayarak insana birtakım bilgiler vermiştir. [10]

Bu merhalede şunu söylemeliyiz ki Kur’ân’da gaybla ilgili olarak verilen bütün bilgiler, insan için gayb hakkında bilgilerdir. Yoksa gayb, yine insan için gayb oluşunu sürdürür. Meselâ Kur’ân’da meleklerin çeşitli özelliklerinden bahsedilir. Verilen bu bilgiler insanların melekleri görmesini sağlamaz. Melekler bu mânâda gayb varlığı oluşlarını sürdürürler. Ancak gü­venilir bir kaynaktan insan onlar hakkında bilgi sahibi olmuştur.[11]

İman esaslarının tümü gaybdır. Gayba iman, bir üstünlüktür. Gayba inanan mü’min, maddenin dar kalıpları içinde haps olmaktan kurtulabilmiş, mânevî hayâtın güzelliklerini şehadet âlemi denen bu dünyada tatmaya başlamıştır. Hem insan, hem evren Allah’ın âyetleridir. Küçük evren olan insanla âlem arasında büyük benzerlikler vardır. İnsanın beden ve ruhtan meydana geldiği gibi; evren de fizik ve metafizik boyutludur. İnsanda manevî, ruhî özellikler olduğu gibi; içinde yaşadığımız evrende de manevi varlıklar, melekler ve cinler gibi madde ötesi yaratıklar vardır. Aklıyla ve ruhî özellikleriyle değil; sadece gözleriyle düşünüp karar verebilen materyalistler, gözle göremedikleri canlılara ve gayb âlemine inanmazlar. Halbuki kendilerinde maddî olmayan ruh, akıl, sevgi, nefret gibi nice özelliklerin varlığını kabul etmektedirler. Gözüyle görmediğinin varlığına inanmadığını söyleyen bu insanların, bu sözlerinde samimi olmadıkları görülmektedir.               

Bakara sûresinin üçüncü âyetinde, müttakîlerin ilk özelliğinin gayba iman olduğu belirtilir. “O müttakîler ki, gayba iman ederler” Diğer bir tabirle onlar, gözle değil; kalple iman ederler. İman etmek için, önlerine dikilmiş putlara, haçlara da bağlanmazlar. Müttakîler, gayba inanırlar; çünkü onların sağduyuları, saf basiret ve ferasetleri, temiz akılları, açık anlayışları, sıhhatli görüşleri, anlayış kabiliyetleri, yükseklere koşabilecek azimli vicdanları ve iyi seçimleri vardır.

Gayba imanın önemi büyüktür. Çünkü korunmak, takvâ ona bağlıdır. Peygamber’i görüp iman eden sahabilerin de en büyük meziyetleri, O’nu gayba ait verdiği haberlerde tasdik edişlerindedir. Nitekim İbn Mes’ud(r.a.); “Kendisinden başka ilah olmayan (Allah)a yemin ederim ki, hiçbir kimse, gayba imandan daha faziletli bir şeye inanmamıştır.” buyurmuş ve Bakara sûresinin üçüncü âyetini okumuştur.[12]

Kur’an-ı Kerim, gayba inananlara mü’min; gayba inanmayanlara ise kâfir demektedir. Kur’an’a göre bu ikinciler gaybdan kendilerine yönelen yaratma, murakabe, yanıltma gibi mekanizmalardan habersiz oldukları için, her şeyi dünya âlemi ve fizikî çevre ile sınırlı görürler. Halbuki Kur’an’ın gayb telakkisi insanın dünya hayâtı ve ahlak anlayışıyla sıkı sıkıya bağlantılıdır. Bu dünyada yapılan her işin gaybî âlemin bir bölümünü oluşturan ahiretle çok yakın münâsebeti vardır. Mü’min, ahiret sorumluluğuna ve gaybî murakabeye inanır, davranışlarını da buna göre düzenlerse İslâm’ın öngördüğü ahlakî seviyeye, takvâya ulaşır.       

Heva ve heveslerini ilah edinen kitleler, “insanın dışında, insanı aşan herhangi bir hakikat yoktur” sloganını, sık sık tekrarlarlar. Bununla hem vahyi, hem gaybı inkâr etme gayretindedirler. Bütün beşerî ideolojilerde vahyi ve gaybı inkâr hastalığına rastlamak mümkündür. Esasen dinle beşerî ideolojilerin arasındaki temel fark, bu noktada yoğunlaşmaktadır. Kelime-i şehadeti ikrar ve tasdik eden bir insan; Allahu Teâlâ’nın kitabında ve Rasûlüllah’ın sahih sünnetinde yer alan her hükmün mutlak hakikat olduğunu tasdik etmiş demektir. Zira bu sebeple “müslüman” (Allah’a teslim olan) vasfını elde eder. Unutulmamalıdır ki; gayba iman etmek, mü’minlerin temel vasıflarından birisidir.[13]

B- İzafi Gayb; İzafî gayb, adından da anlaşılacağı üzere ne bütünüyle gayb, ne de bütünüyle şehadet’tir. Burada içice geçmiş bulunan şehadet ve gaybın insan (birey bazında) bilgisi açısından da içice bir durumda olduğunu görürüz. Tür olarak insan açısından baktığımızda insanı aşan durumlar, birey insan bazında baktığımızda hakkında şu veya bu yolla bilgi sahibi olunabilecek hususlar olarak karşımıza çıkar. Bu du­rumda: a Şahsı için gayb olan b Şahsı için şehadet olur. Bunun tersi de aynı şekilde doğrudur. İzafî gayba epistemolojik açıdan baktığımızda onun hem tür insanın bilme konusundaki mevcut potansiyel gücünü aşan, hem de bu gücünün dahilinde olan bir olgu olduğunu görürüz. Meselâ, ki­şinin kalbindeki mânâlar kendisine malum olduğu halde, başkası için meçhuldür, dolayısıyla gaybtır. Dağın eteğinde olan bir kimse için, dağın ardı gaybtır. Ama uçaktan bakan kimse için, dağın hiçbir yanı gayb değildir.[14]

Görünür âlemde oldukları halde insanın, zaman, mekân ve duyuların yetersizliği gibi engellerden ötürü göremediği, duyamadığı, hakkında doğrudan bilgi sahi­bi olamadığı her şey bu kategori içine girer. “…Şuur kendi objesine göre yani bu evrende kavranılması gereken şeylere göre gelişmemiştir. Bilgimiz, bilmediğimiz şeylere kıyasla­nırsa okyanus karşısındaki bir damlaya benzemektedir. Gerçekte biz bu evrende olagelen şeylerin çok küçük bir bölümünü algılamaktayız. Bu evrende olagelen şeylerin çok küçük bir bölümü duyularımız yoluyla şuurumuza ulaşmaktadır. Duyularımız yalnız sayıları bakımından değil, aynı zamanda başarıları bakımından da sınır­lıdırlar. Saniyede 30’dan az ve 2400’den fazla olan ha­va titreşimleri tarafımızdan algılanamamaktadır. Gözlerimiz bilinen yedi renge göre düzenlenmiştir. Ama gerçekte bu yedi renk tablosu her iki yönünden uzayıp gitmektedir. Gözlerimizin göremediği ultra kırmızı ve ultra mavi ışınlar vardır. Bu ışınlar ancak gözden daha kuvvetli olan cihazlarla bilinmektedirler…”[15]

İnsanın bazı şeyleri görmesini ve bilmesini engel­leyen sebeplerden biri de zamandır. İnsanoğlu geçmişle ilgili olayları görmediği için bilemez. Geçmiş, insan için gaybdır. Kur’ân bazı geçmiş olayları anlatırken o hadise­lerin gayb haberleri olduğunu ve onları, elçisine vahiy yoluyla bildirdiğini belirtir. Meselâ İmran’ın hanımı, kızı Meryem ve Hz. Zekeriyya ile ilgili olarak verilen bilgilerin gaybın haberlerinden olduğu söylenmekte­dir. Ayrıca,
Yusuf kıssasından sonra Nuh (a.s.) ile ilgili tarihi bilgiler verildikten sonra hep “zâlike/tilke min enbâi’l-ğayb(bunlar gayb haberlerindendir)[16] ifade­si kullanılır. Bu haberler vakıa Hz. Peygamber için tamamiyle gaybdırlar. Fakat kitap ehli açısından düşü­nürsek en azından bu olguları gözyeriyle görmeseler bile onlar hakkında bilgiye sahip oldukları için sözkonusu haberler onlar için büsbütün gayb değildir. Gerçi bu hakkında bilgi de, hiçbir zaman geçmiş hadi­seleri gayb olmaktan çıkarmaz. Tarihî gerçeklikler tarih araştırmalarında başvurulan araştırma metodlarıyla tespit edilmeye, yorumlanmaya çalışılır. Ama tarihi gerçeklikler hiçbir zaman matematiksel gerçeklikler gi­bi kesinlik ifade etmezler.

İzafi gayb konusunu bu şekilde kısaca ifade ettikten sonra üzerinde spekülasyon yapılan “Mugayyebât-ı Hamse” âyeti olarak da bilinen Lokman sûresi 34. âyeti üzerinde durmak istiyoruz:

Müfessirlerin beyanına göre Haris b. Ömer adında bir şahıs peygamberimize gelerek hâmile olan karısının doğuracağı çocuğun oğlan mı kız mı olacağını, kurak geçen beldelerine yağmurun ne zaman yağacağım ve ömrünün ne zaman sona ereceğini öğrenmek istediğini söy­ler. Cenâb-ı Hak bu kişiye cevap olmak üzere Lokman sûresinin 34. aye­tini indirir.[17]

Hz. Peygamber (sav), İbn Ömer’den rivâyet edilen bir hadiste: “Gaybın anahtarları beştir” buyurarak Lokman sûresinin, “Kıyamet saatinin bilgisi şüphesiz ki Allah’ın katındadır. Yağmuru O yağdırır. Rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Şüphesiz Allah her şeyi bilir ve herşeyden haberdardır” mealindeki otuz dördüncü âyetini okumuştur.[18]

Âyet-i kerimede beş şeyin ilminin Allah’a mahsus olduğu, bunları peygamberler dahil başka hiçbir kimsenin bilemeyeceği ifade edilmiştir. Bu beş şey şunlardır: Kıyametin ne zaman kopacağı, yağmurun yağması (ne zaman, nereye, ne miktar yağacak), anne rahmindeki çocuk, yarınki kazanç ve ecel.

Bu beş şeyden özellikle  ikisi hususunda, Kur’ân-ı Kerim’in beyanına aykırı iddialar her devirde olagelmiştir: Yağmur ve anne karnındaki çocuk. Yani: “Barometre veya bazı tecrübelerle yağmurun yağacağı önceden biliniyor.” veya “Anne karnındaki çocuğun kız mı erkek mi olduğu önceden biliniyor” iddiasında bulunanlar çıkıyor.

Bu iki noktayı şöyle tavzih edelim:

1- Bazıları, hadiste yağacak yağmurla görevli bir meleğin bu­lunduğunun belirtildiğini  ve bu hususta bilgi sahibi olunduğunu, ayrıca bugün meteoroloji cihazlarıyla yağmur vaktinin tesbit edildiğini ileri sürerek bu konunun gayb dışında kaldığını iddia etmektedirler. Ön­celikle şunu belirtmek gerekir ki gerek meleklerin bilgisi, gerekse mete­oroloji istasyonlarında yürütülen tahminler ayet ve hadislerin ifade ettiği mânaya ters düşmez. Çünkü bu bilgiler ancak yağmur için belli merhaleler oluştuktan sonra edinilebilmektedir, detaylı ve kesin de değildir, ayet ve hadislerde sözü edilen ise bütün detayları kapsayan ke­sin bilgiler türündedir. Meselâ meteoroloji istasyonlarında ancak rüzgârın esiş yönü, havadaki nem oranı, buharlaşma gibi yağmur emare­leri belirdikten sonra tahmin yürütülebilmektedir. Bu emareler ise ko­nunun gayp olmaktan çıkıp, gözlem alanına yaklaşması demektir. Hiç­bir, emaresi belirmemiş, gözlem alanına da yaklaşmamış bir yağmurun ne zaman yağacağını sadece Allah bilir.[19]   

2- Ana rahmindeki çocuğun bilinmesine gelince: Hemen şuna dikkat çekmek gerek: Ayet-i kerime, “Anne karnındaki çocuğun erkek mi, kız mı olacağını sadece Allah bilir” demiyor. Eskiden beri insanlar en çok bunu merak ettikleri için, âyeti de bu mânada yorumlamışlar. Âyet: “Rahimlerde olanı O bilir” buyurmaktadır.

Rahimlerde olan çocuğun merak edilecek durumları o kadar çok ki, erkeklik dişilik sadece bir tanesidir. Halbuki çocuğun anne karnında yaratılışını açıklayan hadisler, dördüncü ayından itibaren Cenab-ı Hakk’ın emriyle meleğin yazdığı ahvâl sadece erkeklik dişilik değildir, “rızkı”, “eceli”, “sağlam veya sakat olacağı”, “bedbaht veya mes’ud olacağı”, “erkek veya dişi olacağı”, “ne amelde bulunacağı”, “ne gibi eser bırakacağı”, “ahlâkı”, “ikiz veya tek olacağı”, “noksan veya tam olacağı”, “maruz kalacağı musibetler” vs. de yazılmaktadır. Öyle ise ceninin maddî ve manevî bütün ahvalini, şahsiyetini bilmektedir.

Bunlardan bazı maddî ahvalin, insanlar tarafından -alametlerin zuhurundan sonra- bilinmesi, tıpkı yağmur meselesinde açıkladığımız gibi Kur’ân’ın hükmünü cerhetmez. Şâyet Kur’ân: “Erkek mi dişi mi olduğunu” demiş olsaydı, bu meselede söz edenler biraz haklı sayılabilirlerdi. Kur’ân-ı Kerim’in ifadesinde ise maddî ve mânevî ahvaliyle şahsiyet-i cenin maksuddur. Bunu insanoğlu hiçbir zaman bilemez.

Hemen ilâve edelim ki, biz bu ayette genetik sahasında insanları maceraya sevkedecek fütüristlere bir cevap görüyoruz. İnsanın maddî manevî ahvalini; fizikî, ruhî kuvvelerini tayin eden âmiller zabt u rabt altına alınamaz, bu hususta câri olan kanunları tamamen keşfedip bu sahaya hakimiyet kurma, bir başka deyişle, istediği evsafta nesil elde etme işi insan kapasitesinin dışındadır.[20]

Son bir soruya cevap arayarak yazımızı sonlandıralım: Gaybı bilmemenin bizlere bir faydası var mı?

Gelecekle ilgili şeylerin bir kısmını önceden bilmek, insanı rahatsız eder. Peygamber bile olsa, insan için istikbalin kapılarının ardına kadar açılması bir nimet ve lütuf değildir. Allah, rahmetinden dolayı, bize zarar verecek, imtihan dünyası özelliğiyle de bağdaşmayacak bilgiler vermemiş, geleceği gayb perdesinde saklamıştır. O yüzden her taraftan gayblarla çevrili bir âlemde yaşıyor ve imtihan oluyoruz. Allah, nice hikmetlerden dolayı, bin geceden daha hayırlı olan Kadir gecesini Ramazan’da saklamıştır. Duânın kabul olduğu zamanı Cuma gününde gizlemiştir. Öleceğimiz zamanı ömür içinde ve kıyametin kopacağını dünyanın ömrü içinde bizim için gayb olacak şekilde saklamıştır. Çünkü bunları bilmemiz, bize fayda değil; zarar verecektir. İnsan, öleceği zamanı bilse, eceli belli olsa, hayâtının önemli bir kısmını “daha ölmeme çok var, nasıl olsa yakında  ölmeyeceğim!” diyerek gafletle geçirir, ibâdet bilinci içinde yaşamazdı. Eceli yaklaştıkça da bir idam mahkûmu gibi dehşet içinde yaşar, kalan hayâtı kendine zindan olurdu. Ecelimizi  bilmememiz,  yani  bunun gayb olması, bizim dünya ve ahiret dengesini kurmamız açısından çok önemlidir. Hem ölmek, hem yaşamak mümkün olduğundan, dünya ve ahiret maslahatı bu gizliliktedir.  Böylece korku ve ümit arasında, belki yarın ölebilirim diye bir taraftan ahirete hazır olurken; belki daha ölmem diyerek dünyasını da ihmal etmeyip düzenlemeye gidebilecektir. Birini öbürüne feda etmeden denge içinde huzurla yaşayabilmek için ölüm zamanımızın gayb olması en güzeldir.

Gaybın perdeli oluşu, Allah’ın engin rahmetinin ve sayısız hikmetinin gereğidir. Çünkü şu dünyada insanın hoşuna gitmeyen şeyler hayli çoktur. Meydana gelmeden önce, gelecekte başımıza gelecek olanları bilmek, bize acı verecek, elemin uzamasına sebep olacaktır. Bu yüzden ecelimiz gibi, başımıza gelecek musibetler de gayb olarak gizlenmiştir. Mesela, bir yıl sonra biricik çocuğunun öleceğini bilen bir anne ve babaya hayât zindan olur.
Yıllar sonra başına gelecek bir felaketi bilmek, insanı mutlu etmez; tam aksine şimdiden huzursuz eder. Bu yüzden bazı şeyleri bilmememiz, bize faydalı olmayacak gayb sırlarına muttali olmamamız bizim için rahmettir.        

[1] Âl-i İmran/59, A’râf/12, Hıcr/28.
[2] Hıcr/29
[3] Buhârî, Enbiyâ: 1; Müslim, Kader: 1.
[4]Ebubekir sifil,Gaybı kim bilir?,Semerkand dergisi,Ekim-2009. http://www.ebubekirsifil.com/index.php?sayfa=yazdir&tur=dergi&no=121
[5] Et-Taberî, Muhammed İbnu Cerîr, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli’l-Kur’ân, Matbaatul-Halebî, Mısır 1388/1968, I, 102; İbn Faris, Mu’cemu Mekâyîsi’l-Luğa, tah. Abdusselâm Muhammed Harûn, Beyrut 1411/1991, IV, 403; el-Ezherî, Ebu Mansur Muhammed, tah. Abdulazim Mahmûd, ed-Dâru’i-Mısrîyye, tarihsiz, VIII, 214-215; İbn Manzûr, Cemaluddin Muhammed, Lisânu’l-Arabi’l-Muhit, Dâru Lisâni’1-Arab, Beyrut 1389/1970, II, 1033
[6] Doç. Dr. Halis Albayrak, Kur’an’da İnsan-Gayb İlişkisi, Sh:15-24,Şule Yayınları, İstanbul,1993.
[7] Ragıb el-İsfehani, el-Müfredât, III, 192
[8] Geniş bilgi için bak: Lütfullah Cebeci ,Kur’ân-ı Kerîm’e Göre Melekler, İstişare Yayınları, Konya 1989.
[9] Mâide: 5/91, A’râf: 7/20, 200, 201, Tâhâ: 20/120; Nâs: 4/4-5
[10] Nisa: 4/1; En’âm: 6/94, 110; A’râf: 7/54; Yunus: 10/3; Hûd: 11/7; Furkân: 25/59; Secde: 32/4;
[11] Doç. Dr. Halis Albayrak, Kur’an’da İnsan-Gayb İlişkisi, Sh: 162-166.
[12] Elmalılı M.Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, (Sadeleşmiş Baskı),c.1, Sh:164, Çelik-Şura Yayınları, İstanbul,1993.
[13] Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, c. 2,Sh:52,
[14] Dr. Şadi Eren, Kur’an Ve Hadis Işığında Gaybdan Haberler, Sh: 13-16, Yeni Asya Yayınları.
[15] Kâmıran Birand,  insanlığın Sırrı, A.Ü.İ.F.D., c. IX, Ank. 1962,  s. 32
[16] Hüd: 11/49
[17] Taberî, Tefsir, XXI, 50; İbn Kesîr, Tefsırul-Kur’ân-i’l-Azîm, III, 455
[18] M.Ali Nâsıf, et-Tâc, Buharî’den naklen, IV, 282
[19] Dr. İlyas Çelebi, İslam İnancından Gayb Problemi, Marmara Üniversitesi Vakfı Yayınları, Sh: 176,İstanbul, 1996
[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, c.4, Sh:166-170,Akçağ Yayınları, Ankara

HACI MEHMET İMAMOĞLU tarafından “Makale Yarışması” için yazılmıştır…